Aliya İzzetbegoviç’in dünü, Bosna Hersek’in kördüğümü

25 yıl önce Bosna Savaşı biterken Boşnak, Hırvat ve Sırpları ayıran bir çözüm mümkün müydü? Son Filozof Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç neden zor yolu tercih etti? Referansı neydi? Ahmet Tezcan yazdı.

Saraybosna’nın Pera’sı Hotel Europe kafeteryasında sohbet ederken Sabina Berberoviç; “Babam Bosna’yı Jackson Pollock tablolarına benzetirdi” dedi.

Babası Bosna ve Hersek Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç; tarihin en utanç verici soykırımında yok edilmek üzere olan bir halkı, liderliğiyle bir kimlik ve bir devlete kavuşturan efsanevi bir kişi. Son yüzyılın belki tek Filozof Devlet Başkanı.

Sırpların Saraybosna Havaalanı’nda “öldürmek üzere” kaçırıp Pale’ye kapattıkları büyük skandal sırasında babasının yanında olan, onun ilk ve en çok sevdiği çevirmeni olarak yanından ayırmadığı Sabina Berberoviç, yukardaki sözleri söylerken gözlerinde Soykırım Günleri’nden kalma hüzünle gülümsüyordu.

Aliya’nın hayat öyküsünü TRT için 6 bölümlük Tv dizisi olarak yazmak için Saraybosna’daydım. Bir yılı aşan uzun bir çalışma sonrasında, bu yaralı ama onurlu başkentte Aliya’nın çocukluğunu yaşadığı Alifakovac mahallesinde bir ev kiralamış, mahcubiyet korkusunun baskısıyla bir kalp spazmı yaşadıktan sonra yazdığım ilk bölümün “aileden” onay almasıyla rahatlamıştım.

Tablodaki renkler

Sabina da ilk bölüm senaryosunu okuduktan sonra tedirginliğini atmış, daha rahat konuşmaya, anlatmaya ve hatta çok nadir de olsa gözyaşlarına izin vermeye başlamıştı.

“Babam Bosna’yı Jackson Pollock tablolarına benzetirdi.”

Sabina’nın bu sözü ve öncesinde anlattığı anısı, benim 6 bölümlük Alija dizisi içinde en çok sevdiğim, fakat “Keşke yazıldığı gibi çekilebilseydi” diye çok da hayıflandığım sahneyi ilham etti Hotel Europe salonunda.

Aliya, Saraybosna tepelerinden yağan Sırp mermi ve roketleri altındaki Başkanlık Sarayı’nda tek başına oturmakta ve karşı duvardaki Jackson Pollock tablosuna bakmaktadır. Biz onun gözleriyle tabloyu seyrederken kapı tıklatılır, kızı Sabina kucağında birkaç dosya ile girer. Sessizce dosyaları masaya bırakır, çıkmak üzere iken Aliya onu durdurur.

“Herkes bana bir şeyler söylüyor Sabina” der. “Herkes bir şeyler istiyor. Şöyle olmalı diyor, böyle yap diyor ama sen hiçbir şey söylemiyorsun. Neden?”

Sabina “Çevren yeterince kalabalık ve gürültülü zaten” cevabını verir. Aliya onu oturtup “Ama ben küçük Sabina’mın neler düşündüğünü merak ediyorum,” der.

Sabina kuşatma altında roketler ve keskin nişancı mermileriyle ölümün bin bir çeşidini yaşayan insanların sağda solda söylediklerini dile döker çekinerek;

“Biz Boşnaklar olarak Hırvatlarla anlaşsak, Sırplara birlikte saldırsak bu savaşı kazanırız. İnsanların çoğu böyle düşünüyor. Ben de öyle düşünüyorum.”

Aliya yerinden kalkar, duvardaki Pollock tablosunun yanına gider ve elini renk cümbüşünün tam ortasına koyarak “Benim için bu tablodaki Boşnaklarla Hırvatları, Sırplardan ayırabilir misin Sabina?” diye sorar ve anlatır:

“Biz Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar göksel bir ressamın fırçasından yeryüzüne serpilmiş bir halkız. Hiç kimse Jackson Pollock’tan bu tablodaki renklerin herhangi birinden yana olmasını istemiş midir? Hiç kimse Boşnakların ve Hırvatlar’ın yanında Sırpların aleyhine olacak bir karar almamı beklemesin. Ben Bosna Hersekli Müslüman Aliya İzzetbegoviç olarak, Amerikalı Jackson Pollock’tan daha az adil değilim!”

İzzetbegoviç’e sunulan teklif

Savaşı bitiren Dayton Antlaşması’nın mimarı kabul edilen ABD’li Richard Holbrooke da, Ohio eyaletinden Dayton Askerî Hava Üssü’nde müzakerelerin başlamasından önce özel olarak görüştüğü Aliya İzzetbegoviç’e duvardaki Yugoslavya haritasını göstererek bir teklifte bulunmuştu:

“İki teklifimiz var, istediğini seçmekte özgürsün, seçtiğini kabul ettirmek için çabalayacağım. İlki; Saraybosna merkezli Müslüman Boşnaklardan oluşan bağımsız bir devlet. İkincisi; Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırpların kantonlara ayrılmış olarak birlikte yaşayacakları, üç temsilciyle oluşacak Başkanlık Konseyi tarafından yönetilen bir federasyon. Hangisi?”

Aliya tereddütsüz “İkincisi” der.

Holbrooke şaşırır.

“Zor olanı seçtin.” der. Aliya’nın cevabı çarpıcı bir sorudur:

“Sizin kutsal kitabınızda İsa Peygamber, ‘İki yoldan zor olanını seçin’ demiyor mu?”

O yol bilgelik yoludur!

Yolların en zorunu seçen adam

Çocukluğunda Alifakovac mahallesinin küçücük Hadziska Camii’nde sabahları Rahman Suresi’ni dinleyip Miljacka ırmağı boyunca yürüyerek ayetlerin anlamını düşünen Aliya, iki yoldan zor olanını daha o zamanlarda seçen ve kendi kişiliğini suyun bir yakasında tuğla tuğla söküp diğer yakaya taşıyarak yine tuğla tuğla inşa eden bir kişiydi. Hayatı, ailesi, dostları, savaş arkadaşları ve şehitleri buna şahitti. Kitapları, anıları, bir satranç kutusunda özgürlüğe kaçırdığı hapishane notları buna şahitti. En ahlaksız ve utanç verici soykırımı yazan tarih de buna şahitti.

Aliya; 1. Dünya Savaşı’nı tetikleyen suikastın gerçekleştiği Saraybosna’da 2. Dünya Savaşı’nı yaşayan ve sosyalist dönemimin başlangıcına tanıklık etmiş, bütün bu süreç boyunca Boşnak ve Müslüman kimliği sürekli baskılanmış bir genç olarak zihin ve ruh dünyasındaki fırtınalarla, hayranlık uyandıracak bir çabayla savrulmadan başa çıkmış bir aydındı. Hakikate talip her aydın gibi öğrendiğini hayatına tatbik eden eylemci yanı, kendi iç savaşını başarıyla veren bu genç adamı yolların en zorunu seçmeye yöneltmişti.

Dayton’da kendisine iki yol öneren Holbrooke’a İsa Peygamber’in tavsiyesine uyduğunu söylerken, aynı zamanda kişiliğini ve kimliğini biçimlendiren ana etkeni, inancı, dini yani İslam’ı işaret ediyordu.

Dünyada sosyalizm, kapitalizm, faşizm ve liberalizm kasırgalarının zihinleri ve ruhları sarstığı ilk gençlik yıllarında Doğu ve Batı düşüncesinin temel kaynaklarını okuyarak, “insana sorumluluk yüklediği için” kendisine daha cazip gelen İslam’da karar kılan Aliya’nın sonraki hayatında söylediği ve eylediği her şeyin referansının İslam’ın kutsal kitabı Kur’an olduğunu öne sürmek yanlış olmayacaktır.

Gökyüzü ve Yeryüzü’nün uzlaşması

Kızı Sabina’ya, Boşnakların, Hırvatların ve Sırpların Pollock tablolarındaki renkler gibi tefrik edilemez olduğunu söylerken, bu kararın referansını sosyalist dönemde Tuzla Hapishanesi’nde gizlice karaladığı notlar arasında bulmak hiç de zor değildir. O notların biri kısacık bir sorudur:

“Gökyüzü ile Yeryüzü’nün uzlaşmasının yolu hangisi?”

Soykırım sonrasında Özgürlüğe Kaçışım adıyla kitaplaştırdığı o notların 1091’incisi olan bu sorunun, Kur’an-ı Kerim’deki Fussilet Suresi’nin 11’inci Ayeti üzerine düşünmeleri sırasına Aliya’nın zihninde uyandığı çok açıktır. Uyanışı da yeni değildir, çünkü o sorunun cevabı çok genç yaşta kaleme alıp sosyalist dönemde hapse atıldığı yıllarda Kanada’da İngilizce olarak yayınlattığı Doğu ve Batı Arasında İslam kitabının son paragrafında bize gülümser.

Fussilet 11’de Kur’an şöyle der:

“Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de “İsteyerek geldik” dediler.”

Aliya bu muhteşem metafora dikkatimizi 1091 numaralı notuyla dikkat çeker ve dikkatli bir Aliya okuyucusundan bu sorunun cevabını Doğu ve Batı Arasında İslam kitabının son paragrafında bulmasını bekler.

Ben o cevabı bulduğumu düşünüyorum. Gökyüzü ile Yeryüzü’nün uzlaşmasının yolu rıza kavramı olmalıdır. Çünkü Aliya, Doğu ve Batı Arasında İslam kitabının son paragrafında, rıza kavramına teslimiyet ile Allah’a teslimiyeti aynı değerde görmekte, başka bir tabir ile rıza kavramına riayetin Allah’a imanın ön şartı olduğunu hissettirmektedir.

Zaten rıza ile imanın tanımı da aynıdır; “Dil ile ikrar, kalp ile tasdik.”

İkisi de teslimiyettir ve her iki dilin ikrar ile tasdikini gerektirir. Biri olmadan diğeri olmaz. Kulun kula karşı rızasını yani hoşnutluğunu gözetmeyenin, kulluğunda imanın kemalinden söz edilemez.

İşte bu nedenle Aliya; İlahi Kitab’ın ilk yaratıştan itibaren her oluşumun başlangıç ilkesi olarak sarsıcı bir metafor ile üzerinde düşünmemizi sağladığı rıza kavramına aykırı düşecek, yani pratikte Hırvatlara ve Sırplara rağmen sadece Boşnakları hoşnut edecek hiçbir öneriyi kabul etmezdi, edemezdi.

Bu nedenle kızı Sabina’ya duvardaki Pollock tablosunu göstererek “Ben Bosna Hersekli Müslüman Alija İzzet Begoviç olarak, Amerikalı Jackson Pollock’tan daha az adil değilim” demişti.

Yine bu nedenle Dayton’da elini duvardaki harita üstüne koyarak kendisine iki farkı yol öneren Holbrooke’a cevap verirken bir saniye tereddüt etmeden zor olan yolu tercih ettiğini söylemişti.

Bugünkü Bosna ve Hersek Cumhuriyeti, Aliya’nın rıza kavramına riayet ile Allah’a teslimiyetinin somutlaşmış halidir.

Dolayısıyla bugün; ilkin Aliya’nın Dayton planını başına silah dayandığı için imzaladığı palavrasına meyleden Boşnaklar olmak üzere, antlaşmanın tarafları olarak Hırvat ve Sırpların da o teslimiyet hali üzerinde düşünerek, son yüzyılın en bilge liderindeki bu inceliğe yaklaşabilecek yeni bir plan ortaya koymaları gerektiğini düşünüyor ve soruyorum:

Dün Aliya’nın hâli bu idi, sizin bugünkü hâliniz ne?

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 15 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.

Ahmet Tezcan
Ahmet Tezcan
Ahmet Tezcan - 1957'de doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Muhabir, röportaj ve köşe yazarı olarak gazetelerde çalıştı. Televizyon için medya eleştirilerinden oluşan programlar hazırladı. Gazetecilik dışında, yazar olarak Mevlana Celaleddin Rumi'nin Mesnevi adlı eserindeki öyküleri çocuklar için yeniden kaleme aldı. Çocuk öyküleri yayınladı. Sinema ve TV için film senaryoları yazdı. Son romanı Abbara – Bir Umudun Masalı dışında Türkiye'de askerî darbeler dönemini ele alan Kafirun ve Sarı adlı iki romanı daha vardır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Aliya İzzetbegoviç’in dünü, Bosna Hersek’in kördüğümü

25 yıl önce Bosna Savaşı biterken Boşnak, Hırvat ve Sırpları ayıran bir çözüm mümkün müydü? Son Filozof Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç neden zor yolu tercih etti? Referansı neydi? Ahmet Tezcan yazdı.

Saraybosna’nın Pera’sı Hotel Europe kafeteryasında sohbet ederken Sabina Berberoviç; “Babam Bosna’yı Jackson Pollock tablolarına benzetirdi” dedi.

Babası Bosna ve Hersek Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç; tarihin en utanç verici soykırımında yok edilmek üzere olan bir halkı, liderliğiyle bir kimlik ve bir devlete kavuşturan efsanevi bir kişi. Son yüzyılın belki tek Filozof Devlet Başkanı.

Sırpların Saraybosna Havaalanı’nda “öldürmek üzere” kaçırıp Pale’ye kapattıkları büyük skandal sırasında babasının yanında olan, onun ilk ve en çok sevdiği çevirmeni olarak yanından ayırmadığı Sabina Berberoviç, yukardaki sözleri söylerken gözlerinde Soykırım Günleri’nden kalma hüzünle gülümsüyordu.

Aliya’nın hayat öyküsünü TRT için 6 bölümlük Tv dizisi olarak yazmak için Saraybosna’daydım. Bir yılı aşan uzun bir çalışma sonrasında, bu yaralı ama onurlu başkentte Aliya’nın çocukluğunu yaşadığı Alifakovac mahallesinde bir ev kiralamış, mahcubiyet korkusunun baskısıyla bir kalp spazmı yaşadıktan sonra yazdığım ilk bölümün “aileden” onay almasıyla rahatlamıştım.

Tablodaki renkler

Sabina da ilk bölüm senaryosunu okuduktan sonra tedirginliğini atmış, daha rahat konuşmaya, anlatmaya ve hatta çok nadir de olsa gözyaşlarına izin vermeye başlamıştı.

“Babam Bosna’yı Jackson Pollock tablolarına benzetirdi.”

Sabina’nın bu sözü ve öncesinde anlattığı anısı, benim 6 bölümlük Alija dizisi içinde en çok sevdiğim, fakat “Keşke yazıldığı gibi çekilebilseydi” diye çok da hayıflandığım sahneyi ilham etti Hotel Europe salonunda.

Aliya, Saraybosna tepelerinden yağan Sırp mermi ve roketleri altındaki Başkanlık Sarayı’nda tek başına oturmakta ve karşı duvardaki Jackson Pollock tablosuna bakmaktadır. Biz onun gözleriyle tabloyu seyrederken kapı tıklatılır, kızı Sabina kucağında birkaç dosya ile girer. Sessizce dosyaları masaya bırakır, çıkmak üzere iken Aliya onu durdurur.

“Herkes bana bir şeyler söylüyor Sabina” der. “Herkes bir şeyler istiyor. Şöyle olmalı diyor, böyle yap diyor ama sen hiçbir şey söylemiyorsun. Neden?”

Sabina “Çevren yeterince kalabalık ve gürültülü zaten” cevabını verir. Aliya onu oturtup “Ama ben küçük Sabina’mın neler düşündüğünü merak ediyorum,” der.

Sabina kuşatma altında roketler ve keskin nişancı mermileriyle ölümün bin bir çeşidini yaşayan insanların sağda solda söylediklerini dile döker çekinerek;

“Biz Boşnaklar olarak Hırvatlarla anlaşsak, Sırplara birlikte saldırsak bu savaşı kazanırız. İnsanların çoğu böyle düşünüyor. Ben de öyle düşünüyorum.”

Aliya yerinden kalkar, duvardaki Pollock tablosunun yanına gider ve elini renk cümbüşünün tam ortasına koyarak “Benim için bu tablodaki Boşnaklarla Hırvatları, Sırplardan ayırabilir misin Sabina?” diye sorar ve anlatır:

“Biz Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar göksel bir ressamın fırçasından yeryüzüne serpilmiş bir halkız. Hiç kimse Jackson Pollock’tan bu tablodaki renklerin herhangi birinden yana olmasını istemiş midir? Hiç kimse Boşnakların ve Hırvatlar’ın yanında Sırpların aleyhine olacak bir karar almamı beklemesin. Ben Bosna Hersekli Müslüman Aliya İzzetbegoviç olarak, Amerikalı Jackson Pollock’tan daha az adil değilim!”

İzzetbegoviç’e sunulan teklif

Savaşı bitiren Dayton Antlaşması’nın mimarı kabul edilen ABD’li Richard Holbrooke da, Ohio eyaletinden Dayton Askerî Hava Üssü’nde müzakerelerin başlamasından önce özel olarak görüştüğü Aliya İzzetbegoviç’e duvardaki Yugoslavya haritasını göstererek bir teklifte bulunmuştu:

“İki teklifimiz var, istediğini seçmekte özgürsün, seçtiğini kabul ettirmek için çabalayacağım. İlki; Saraybosna merkezli Müslüman Boşnaklardan oluşan bağımsız bir devlet. İkincisi; Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırpların kantonlara ayrılmış olarak birlikte yaşayacakları, üç temsilciyle oluşacak Başkanlık Konseyi tarafından yönetilen bir federasyon. Hangisi?”

Aliya tereddütsüz “İkincisi” der.

Holbrooke şaşırır.

“Zor olanı seçtin.” der. Aliya’nın cevabı çarpıcı bir sorudur:

“Sizin kutsal kitabınızda İsa Peygamber, ‘İki yoldan zor olanını seçin’ demiyor mu?”

O yol bilgelik yoludur!

Yolların en zorunu seçen adam

Çocukluğunda Alifakovac mahallesinin küçücük Hadziska Camii’nde sabahları Rahman Suresi’ni dinleyip Miljacka ırmağı boyunca yürüyerek ayetlerin anlamını düşünen Aliya, iki yoldan zor olanını daha o zamanlarda seçen ve kendi kişiliğini suyun bir yakasında tuğla tuğla söküp diğer yakaya taşıyarak yine tuğla tuğla inşa eden bir kişiydi. Hayatı, ailesi, dostları, savaş arkadaşları ve şehitleri buna şahitti. Kitapları, anıları, bir satranç kutusunda özgürlüğe kaçırdığı hapishane notları buna şahitti. En ahlaksız ve utanç verici soykırımı yazan tarih de buna şahitti.

Aliya; 1. Dünya Savaşı’nı tetikleyen suikastın gerçekleştiği Saraybosna’da 2. Dünya Savaşı’nı yaşayan ve sosyalist dönemimin başlangıcına tanıklık etmiş, bütün bu süreç boyunca Boşnak ve Müslüman kimliği sürekli baskılanmış bir genç olarak zihin ve ruh dünyasındaki fırtınalarla, hayranlık uyandıracak bir çabayla savrulmadan başa çıkmış bir aydındı. Hakikate talip her aydın gibi öğrendiğini hayatına tatbik eden eylemci yanı, kendi iç savaşını başarıyla veren bu genç adamı yolların en zorunu seçmeye yöneltmişti.

Dayton’da kendisine iki yol öneren Holbrooke’a İsa Peygamber’in tavsiyesine uyduğunu söylerken, aynı zamanda kişiliğini ve kimliğini biçimlendiren ana etkeni, inancı, dini yani İslam’ı işaret ediyordu.

Dünyada sosyalizm, kapitalizm, faşizm ve liberalizm kasırgalarının zihinleri ve ruhları sarstığı ilk gençlik yıllarında Doğu ve Batı düşüncesinin temel kaynaklarını okuyarak, “insana sorumluluk yüklediği için” kendisine daha cazip gelen İslam’da karar kılan Aliya’nın sonraki hayatında söylediği ve eylediği her şeyin referansının İslam’ın kutsal kitabı Kur’an olduğunu öne sürmek yanlış olmayacaktır.

Gökyüzü ve Yeryüzü’nün uzlaşması

Kızı Sabina’ya, Boşnakların, Hırvatların ve Sırpların Pollock tablolarındaki renkler gibi tefrik edilemez olduğunu söylerken, bu kararın referansını sosyalist dönemde Tuzla Hapishanesi’nde gizlice karaladığı notlar arasında bulmak hiç de zor değildir. O notların biri kısacık bir sorudur:

“Gökyüzü ile Yeryüzü’nün uzlaşmasının yolu hangisi?”

Soykırım sonrasında Özgürlüğe Kaçışım adıyla kitaplaştırdığı o notların 1091’incisi olan bu sorunun, Kur’an-ı Kerim’deki Fussilet Suresi’nin 11’inci Ayeti üzerine düşünmeleri sırasına Aliya’nın zihninde uyandığı çok açıktır. Uyanışı da yeni değildir, çünkü o sorunun cevabı çok genç yaşta kaleme alıp sosyalist dönemde hapse atıldığı yıllarda Kanada’da İngilizce olarak yayınlattığı Doğu ve Batı Arasında İslam kitabının son paragrafında bize gülümser.

Fussilet 11’de Kur’an şöyle der:

“Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de “İsteyerek geldik” dediler.”

Aliya bu muhteşem metafora dikkatimizi 1091 numaralı notuyla dikkat çeker ve dikkatli bir Aliya okuyucusundan bu sorunun cevabını Doğu ve Batı Arasında İslam kitabının son paragrafında bulmasını bekler.

Ben o cevabı bulduğumu düşünüyorum. Gökyüzü ile Yeryüzü’nün uzlaşmasının yolu rıza kavramı olmalıdır. Çünkü Aliya, Doğu ve Batı Arasında İslam kitabının son paragrafında, rıza kavramına teslimiyet ile Allah’a teslimiyeti aynı değerde görmekte, başka bir tabir ile rıza kavramına riayetin Allah’a imanın ön şartı olduğunu hissettirmektedir.

Zaten rıza ile imanın tanımı da aynıdır; “Dil ile ikrar, kalp ile tasdik.”

İkisi de teslimiyettir ve her iki dilin ikrar ile tasdikini gerektirir. Biri olmadan diğeri olmaz. Kulun kula karşı rızasını yani hoşnutluğunu gözetmeyenin, kulluğunda imanın kemalinden söz edilemez.

İşte bu nedenle Aliya; İlahi Kitab’ın ilk yaratıştan itibaren her oluşumun başlangıç ilkesi olarak sarsıcı bir metafor ile üzerinde düşünmemizi sağladığı rıza kavramına aykırı düşecek, yani pratikte Hırvatlara ve Sırplara rağmen sadece Boşnakları hoşnut edecek hiçbir öneriyi kabul etmezdi, edemezdi.

Bu nedenle kızı Sabina’ya duvardaki Pollock tablosunu göstererek “Ben Bosna Hersekli Müslüman Alija İzzet Begoviç olarak, Amerikalı Jackson Pollock’tan daha az adil değilim” demişti.

Yine bu nedenle Dayton’da elini duvardaki harita üstüne koyarak kendisine iki farkı yol öneren Holbrooke’a cevap verirken bir saniye tereddüt etmeden zor olan yolu tercih ettiğini söylemişti.

Bugünkü Bosna ve Hersek Cumhuriyeti, Aliya’nın rıza kavramına riayet ile Allah’a teslimiyetinin somutlaşmış halidir.

Dolayısıyla bugün; ilkin Aliya’nın Dayton planını başına silah dayandığı için imzaladığı palavrasına meyleden Boşnaklar olmak üzere, antlaşmanın tarafları olarak Hırvat ve Sırpların da o teslimiyet hali üzerinde düşünerek, son yüzyılın en bilge liderindeki bu inceliğe yaklaşabilecek yeni bir plan ortaya koymaları gerektiğini düşünüyor ve soruyorum:

Dün Aliya’nın hâli bu idi, sizin bugünkü hâliniz ne?

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 15 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.

Ahmet Tezcan
Ahmet Tezcan
Ahmet Tezcan - 1957'de doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Muhabir, röportaj ve köşe yazarı olarak gazetelerde çalıştı. Televizyon için medya eleştirilerinden oluşan programlar hazırladı. Gazetecilik dışında, yazar olarak Mevlana Celaleddin Rumi'nin Mesnevi adlı eserindeki öyküleri çocuklar için yeniden kaleme aldı. Çocuk öyküleri yayınladı. Sinema ve TV için film senaryoları yazdı. Son romanı Abbara – Bir Umudun Masalı dışında Türkiye'de askerî darbeler dönemini ele alan Kafirun ve Sarı adlı iki romanı daha vardır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x