Almanya’da erken genel seçimler 23 Şubat’ta yapıldı. İlk sonuçlara CDU/CSU %28,6 oy oranıyla önde görünüyor. Alacağı oy oranı merakla beklenen AfD ise %20,8 oy oranıyla ikinci sırada. SPD, %16,4 oy oranıyla üçüncü… Diğer partiler arasında ise Sol Parti %8,8, Yeşiller de %11,6 oy oranında.
Hiçbir parti tek başına çoğunluğu sağlayamadığı için, hükümetin kurulabilmesi adına koalisyon görüşmelerine gidilmesi bekleniyor.
Peki, bu manzara sonrası Almanya ve Avrupa’yı hangi riskler bekliyor? Kurumsal Almanya’nın tarihi hakkında bir kitap üzerinde çalışan gazeteci Konstantin Richter, New York Times‘a için kaleme aldığı yazıda, partilerin ülkenin en büyük sorunu olan ekonomik gerilemeye ilişkin somut politika olmamasına dikkat çekiyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
Almanya’da soluk bir seçim kampanyası dönemi
“Almanya’da sert bir seçim kampanyası dönemi yaşandı. Aralık ayında hükümetin düşmesiyle başlayan süreç, sert kış aylarına yayıldı ve kısa günler, soğuk hava ve karamsar bir ruh hali içinde sürdü. Siyasi tartışmaların sönük geçmesi, ülkenin moralini pek yükseltmedi.
Kısa bir süreliğine seçim yarışının en önemli konuları vergiler, istihdam ve hükümet harcamaları oldu. Ancak Ocak ayı sonunda, bir Afgan’ın Bavyera’daki bir kasabada bir anaokulu grubuna saldırması ve bir çocuk ile bir yetişkinin hayatını kaybetmesi, tüm gündemi gölgede bıraktı.
Politikacılar hızla harekete geçti. Muhafazakâr Hristiyan Demokratların lideri Friedrich Merz, parlamentoya daha sıkı sınır kontrolleri ve yasa dışı göçün engellenmesine yönelik bağlayıcı olmayan bir önerge sundu. Önergenin geçmesi için aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin desteğine bel bağladı. Bu hamle büyük tepki topladı. Merkez Sol Sosyal Demokratlar ve Yeşiller, kendilerini aşırılığın yükselişine karşı birer kale olarak göstererek sert eleştirilerde bulundu.
Trump’ın sağ kolu gündemi değiştirdi
Tartışmalar Şubat boyunca devam etti. Ancak 14 Şubat’ta ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in Münih Güvenlik Konferansı’nda Avrupa hükümetlerini gevşek göç politikaları ve aşırı sağa uyguladıkları sözde sansür nedeniyle eleştirdiği kışkırtıcı konuşması, Almanya’da şok etkisi yarattı. Ülke, Amerika ile giderek düşmanlaşan ilişkiler konusunda derin bir endişeye kapıldı.
Bu zaten başlı başına rahatsız edici bir durumdu. Ancak tüm bu kargaşa içinde Almanya, göç ya da Atlantik ötesi ittifakın gerilemesi kadar önemli bir sorunu gözden kaçırdı: Zayıflayan ve durgunlaşan ekonomi. Son iki yıldır resesyonda olan ülke, düşük büyüme ve düşük verimlilik döngüsüne sıkışmış durumda. Üstelik kimse bu gidişatı nasıl düzelteceğini bilmiyor gibi görünüyor. Pazar günü seçim sonuçları ne olursa olsun, Almanya’nın ciddi bir krizin eşiğinde olduğu açık.
Kalıcı ekonomik gerileme somut bir tehdit
Adil olmak gerekirse, bir konuda herkes hemfikir: Kalıcı ekonomik gerileme tehdidi son derece gerçek. İşletmeler yüksek enerji maliyetleri, ağır bürokrasi ve Çin’in artan rekabeti karşısında eziliyor. Yaşlanan nüfus, kritik sektörlerde çalışacak nitelikli iş gücünün azalması anlamına geliyor. Altyapıya yıllardır yetersiz yatırım yapılması da durumu daha da kötüleştiriyor. Üstelik yaklaşan küresel ticaret savaşlarında Almanya’nın ihracata dayalı ekonomisi, diğer ülkelere kıyasla çok daha fazla kayıp yaşayabilir.
Ekonomistler ve gazetecilerden oluşan bir jüri, 2024 yılı için “yılın iş dünyası kelimesi”ni belirlemek amacıyla “bürokrasi canavarı” ve “dönüşüm birikimi” gibi terimleri değerlendirdi. Sonunda, Almanya’nın mevcut durumunu en iyi özetleyen kelimenin “sanayisizleşme” olduğuna karar verildi.
Ekonomi için yol haritası sunmuyorlar
Terim ne olursa olsun, değişimin kaçınılmaz olduğu açık. Kendini bir reformcu olarak tanıtan ve kapsamlı vergi indirimleri vaat eden Friedrich Merz, başbakanlık için en güçlü adaylardan biri. Ancak bu vaatleri nasıl finanse edeceğine dair net bir açıklama yapmış değil. İnovasyon ve büyümeden bahsetse de devlet sübvansiyonları ve sosyal hizmetlerde yapmayı planladığı kesintilere dair ayrıntılı bir yol haritası sunmuyor. Die Zeit gazetesine verdiği bir röportajda Merz, yapabileceklerinin sınırlı olduğunu kabul ederek, “Yıllarca barış ve refah içinde yaşamış yaşlanan bir toplum, değişime daha az hazırdır” dedi.
Başbakan Olaf Scholz liderliğindeki Sosyal Demokratlar ise daha da çelişkili bir tutum sergiliyor. Eğitim, konut ve altyapı yatırımlarını artırmak için anayasal borç freninin gevşetilmesini savunuyorlar. Ancak tarihsel olarak işçi hareketine dayanan parti, yüksek istihdamı ve sosyal istikrarı korumak adına ülkenin kitlesel üretim geleneğine bağlı kalmaya devam ediyor. Yeşiller gibi Sosyal Demokratlar da sanayiye dayalı bir rönesansın, düşük karbon teknolojileri sayesinde gerçekleşeceğine inanıyor. Scholz, iklim koruma politikalarının ekonomiyi “1950’ler ve 60’larda gördüğümüz büyüme oranlarına” taşıyacağını öne sürüyor.
Wirtschaftswunder nostaljisi
Bu, rastgele bir vaat değil. Hem Scholz hem de Merz, sık sık savaş sonrası dönemin ekonomik mucizesine ya da Almancasıyla “Wirtschaftswunder”a atıfta bulunarak benzer bir kalkınma sürecinin tekrar yaşanabileceğini ima ediyor. Ancak içten içe, 25 yıllık ekonomik patlamanın tarihsel bir anormallik olduğunu biliyor olmalılar. Yine de seçmenlere, acı çekmeden refah elde edilebileceği algısını yaratmak istedikleri için rol yapmaya devam ediyorlar.
Oysa o dönem çoktan geride kaldı. Günümüzün bazı ekonomik sıkıntıları 1960’ların ortalarında bile kendini göstermeye başlamıştı: Geleceğin teknolojilerine yatırım yapılmaması, ABD’ye artan beyin göçü ve otomobil, kimya, makine gibi ihracata bağımlı sektörlerin aşırı yoğunlaşması. O dönem ekonominin bel kemiği olan çelik ve kömür zaten düşüşteydi.
1970’lerden itibaren, hangi parti iktidarda olursa olsun, ardışık Alman hükümetleri uzun vadeli büyümeyi teşvik etmek için bolca kaynağa sahipti. Ancak bu kaynakları kullanma konusunda isteksiz davrandılar. Sanayisizleşmenin etkisini hafifletmek adına, eski sanayileri sübvanse ettiler, iflas eden şirketleri kurtardılar ve işçileri yerinde tutmaya çalıştılar. Bu sayede Almanya, birçok ülkenin aksine güçlü bir üretim üssüne sahip olmayı sürdürdü.
Alman otomobili ve Alman makinesi efsanesinin sonu mu?
Bugün asıl korku, son on yıllardır ekonomiyi sırtlayan otomotiv ve makine sektörlerinin, çelik ve kömür gibi gerileme yoluna girmesi. Elbette bir geri dönüş mümkün. Almanya’nın sanayi devleri, robotik, yapay zekâ ve düşük karbon teknolojilerine daha fazla yatırım yapabilir. Ancak bu, aynı zamanda istihdamı azaltmayı ve rekabetçi olmayan birimleri kapatmayı da gerektirecek.
Seçim sonrası en olası senaryo, geleneksel iktidar partileri olan Hristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratlar arasında bir koalisyon. Merz, savunma harcamalarını artırmak için borç frenini gevşetmeyi düşünebileceğini söyledi. Küçük ortak olması beklenen Sosyal Demokratların da bazı tavizler vermesi gerekecek. Nihayetinde ortaya, Scholz’un bulanık kampanya sloganı kadar tatmin edici olmayan bir ekonomi politikası çıkabilir: “Sizin için daha fazlası. Almanya için daha iyi.”
Belki de Almanlar için ustalaşma gerektiren asıl sanat, kayıpla başa çıkabilmek. Kim bilir, belki de büyüme olmadan da iyi bir hayat yaşamak mümkündür. Ancak bir şiirin ruhunu ekonominin soğuk diline nasıl tercüme edersiniz? Başlangıç olarak, politikacıların seçmenlere dürüst olması gerekir: “Sizin için daha fazlası” seçeneği artık masada değil. Eğer yakında bir değişiklik olmazsa, “Sizin için daha az. Almanya için daha kötü.”
Bu yazı ilk kez 24 Şubat 2025’te yayımlanmıştır.
