Almanya – Fransa: Hangisi AB’nin lideri olacak?

Avrupa’nın iki lokomotifi Almanya ve Fransa aralarındaki bitmek bilmeyen savaşlara 60 yıl önce “dur” dedi. İş birliğini savaşmaya tercih etti. Ama bugün AB liderliğine oynayan iki ülkenin görüş ayrılıkları çok, AB tahayyülleri farklı. İki ülke rekabeti nereye varabilir? Yaşar Aydın yazdı.

Avrupa’nın iki devi Fransa ve Almanya… 60 yıl önce, geleceklerini ve belki de dünyanın gidişatını değiştiren, aralarındaki savaşları tarihe gömen bir anlaşmaya imza attı.

22 Ocak 1963’te imzalanan Elysée Antlaşması, Almanya ile Fransa arasında bir dönüm noktası oluşturuyor: Yedi Yıl Savaşı’ndan (1756–1763) beri süregelen rekabet yerini iş birliği ve müttefiklik ilişkisine bırakıyor, iki ülkeye de yıkım getiren savaşlar artık tarihe karışıyordu.

Almanya ile Fransa, antlaşmanın imzalandığı 1963 yılı öncesindeki 90 yılda tam üç büyük savaş yaşamıştı – bu her kuşak için bir savaş anlamına geliyor.

1871’de Fransa’yı mağlup eden Prusya Krallığı ve müttefik Alman devletleri, Paris’e kadar ilerlemekle kalmamış, Versailles Sarayı’nda Alman İmparatorluğu’nu ilan ederek Alman İmparatoru I. Wilhelm’in kılıç kuşanma törenini de burada gerçekleştirmişti. Alman İmparatorluğu’nun ayrıca Elsas-Lotringen bölgesini ilhak etmesi, Fransa’da rövanşist duyguları beslemişti. Fransa bu olayın utancını, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya karşısında galip gelerek ve Versailles Barış Antlaşması’nı dikte ederek gidermişti. Bu da Almanya’da rövanşist duygulara yol açmıştı.

20 yıl sonra Almanya ve Fransa yeniden savaştılar. İkinci Dünya Savaşı’nda Fransız ordularını ‹yıldırım savaşı› ile bozguna uğratan Wehrmacht, Paris’i işgal edip Nazi iş birlikçisi kukla bir hükümet kurdurdu.

İşgal ve Nazi işbirlikçiliği Fransa için ikinci bir travma idi ve bundan ancak ülkenin büyük lideri de Gaulle’ün örgütlediği direniş ile sıyrılabilmişlerdi.

Elysée Antlaşması’na giden yol

İkinci Dünya Savaşı sonrasında iki ülke yöneticileri de tarihten ders çıkardılar.

Fransa, Birinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi, önceliğini Almanya’yı cezalandırmaya vermedi; Federal Almanya Cumhuriyeti ise Şansölye Konrad Adenauer liderliğinde ülkesini Batı dünyasının ve Kuzey Atlantik İttifakı’nın saygın bir üyesi yapmaya, Avrupa ile bütünleşmeye öncelik verdi.

Savaştan iş birliğine

1950’lerde ivme kazanan Almanya–Fransa yakınlaşması yeni iş birliklerine kapı araladı: 9 Mayıs 1950’de kabul edilen Schuman Plan’ıyla Avrupa Kömür ve Çelik Birliği (1951) kurularak daha sonraki AET-Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun temelleri atılacaktı. Elysée Antlaşması’yla nihayet Almanya ile Fransa arasında kalıcı bir barış tesis ediliyor, izleyen yıllardaki Almanya–Fransa dostluğunun ve iş birliğinin temelleri atılıyordu.

Antlaşmanın amacı, iki ülke arasında siyasi ve askeri iş birliğinin yanısıra, iki toplum arasında insani-sosyal ilişkileri, diyaloğu geliştirecek ve barışı derinleştirecek kurum ve kuralları belirlemekti: Antlaşmanın merkezindeki üç ana başlık:

1.) İki ülke arasında bağlayıcı bir konsültasyon mekanizması oluşturmak;
2.) Hükümetlerin dış politika, savunma ve Avrupa politikalarını ilgilendiren konularda istişare etmeleri ve
3.) Eğitim ve gençlik konularını ortaklaşa ele almaları.

Bu antlaşma ile, daha sonra Avrupa Birliği’nin (AB) ‹tandem ülkeleri› olarak adlandırılacak olan Almanya ile Fransa arasındaki ortaklık, güçlü temellere oturtuluyordu.

Elysée Antlaşması’nın oluşturduğu kurumsal çerçevenin güçlü bir siyasi irade ile desteklendiğinin de altını çizmekte fayda var. Almanya–Fransa ‹tandeminin› itici gücünü 1960’lı yıllarda Adenauer–de Gaulle ikilisi, 1970’lerde Schmidt–Giscard d’Estaing, 1980’lerde ise Kohl–Mitterrand ikilisi oluşturuyorlardı.

Günümüzde böylesi bir itici güçten yoksun Almanya–Fransa ilişkileri. Ne önceki Şansölye Merkel ile Macron uyumlu bir ikili oluşturuyorlardı ne de Scholz ile Macron. İkili ilişkilerde geçmişteki iş birliğinin ve birlikte hareket etme iradesinin yerini sorunlara ve gerilimlere bıraktığını görüyoruz.

Gerilim noktaları 

Fransa ile Almanya arasında gerilim noktalarını dört başlık altında toparlayabiliriz:

Almanya’nın savunma politikasındaki değişiklik

Alman Şansölye Scholz 27 Şubat 2021 tarihinde – Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından üç gün sonra – Federal meclisin olağanüstü toplantısında hükümet adına yaptığı konuşmada 24 Şubat’ı bir dönüm noktası olarak tanımladı.[efn_note]«Federal Şansölye Olaf Scholz’un hükümet açıklaması» (Türkçesi), Dönüm Noktası Konuşmaları içinde, 27 Şubat 2022, online ulaşım: https://bit.ly/3XkfCjd, 17.1.2023.[/efn_note] Güvenlik politikalarında değişim ve Almanya’nın askerî meselelerde daha aktif bir rol oynayacağının işaretini vermesi, Fransa kamuoyunda memnuniyetle karşılandı, Alman silahlı kuvvetlerinin daha etkin bir hale getirileceği, Almanya’nın jeopolitik sorumluluğunun bilincine vardığı şeklinde yorumlandı.

Ancak Almanya’nın Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) F-35 savaş uçakları alacak olması, bunun yanında Alman–Fransız silah projelerinin Alman hükümetinin gündeminden çıkmış görünmesi, Avrupa savunma sanayiinin desteklenmesi konusunda adım atılmaması Fransa’da hayal kırıklığına yol açtı.

Federal hükümetin savunma harcamaları için 100 milyar Euro’luk bir fon oluşturmasının Fransa’da kuşkuyla karşılandığı da gözlerden kaçmadı. Zira Almanya’nın savunmasına bu denli büyük bir yatırım yapması, Avrupa’daki askerî güç dengelerini Fransa aleyhine değiştireceği kaygısını tetiklemiş oldu Fransa’da.

Alman dış politikasının odak noktasının Doğu Avrupa’ya kayması

Şansölye Scholz’un 29 Ağustos 2022 tarihinde, Prag’da yaptığı konuşmada AB için ortak bir savunma politikası için önerilerde bulunması, Ukrayna’ya kalıcı yardım sözü vermesi AB içinde olduğu gibi Fransa’da da memnuniyetle karşılandı.

Prag’daki Charles Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında yeni bir Avrupa politikası için pozisyonlarını kapsamlı bir şekilde özetleyen Scholz, «Birleşik bir Avrupa’nın ağırlığını daha fazla vurgulamalıyız», ifadesini kullandı.

Ancak konuşmanın ana ekseninde Doğu Avrupa ülkelerinin olması, Almanya–Fransa ilişkilerine ve ortaklığına, yeni nesil savaş jeti ve yeni nesil tank gibi Alman–Fransız savunma projelerine değinmemesi, Fransız karar vericiler arasında hayal kırıklığı yarattı.

Enerji konularında fikir ayrılığı

İki ülkenin enerji politikaları ve öncelikleri farklı.

Almanya’nın nükleer enerjiyi tasfiye etmedeki ısrarı Fransa’da anlayışla karşılanmıyor, Almanya’da ise Fransa’nın nükleer enerjide ısrar etmesi ve nükleer enerjiye yatırım yapması eleştirilere konu oluyordu.

Bu alandaki bir başka anlaşmazlık ise, Fransa’nın Almanya’yı Fransa üzerinden İspanya ve Portekiz’e bağlayacak olan doğal gaz boru hattı (MidCat) projesine karşı isteksiz davranması.

Fransa’nın diğer taraftan bu iki ülke ile Barcelona ve Marsilya arasında bir doğal gaz boru hattı projesini ilan etmiş olması, Almanya’da hoş karşılanmadı.

Berlin ve Paris, doğal gaz fiyatlarına üst sınır getirilmesi konusunda da anlaşamıyorlar: Almanya ‹üst sınıra› karşı çıkarken, Fransa ise enerji fiyatlarının yükselişe geçmesinden itibaren sübvansiyon politikalarına başvurmuştu.

Almanya’nın Çin politikası

Fransa’nın bir başka rahatsızlığı ise, Almanya’nın Çin’i tek taraflı bir biçimde bir ticaret partneri olarak değerlendirmesi, sistemik rakip hatta hasım olduğunu göz ardı etmesi.

Şansölye Scholz’un Macron’un Çin’e birlikte gitme teklifini kabul etmeyerek Çin’i tek başına ziyaret etmesi, Fransa’da olumlu karşılanmadı.

Fransa, Almanya’nın Çin ile olan sıkı ekonomik ilişkilerini Avrupa güvenliği için tehlikeli buluyor.

Fransa’nın eleştiri oklarını yönelttiği bir başka konu ise Hamburg Liman Lojistik firması HHLA’nın Çin’li Cosco Shipping Ports Limited (CSPL) şirketi ile ortaklık anlaşması gerçekleştirmesi, Cosco’nun HHLA’nın yüzde 25 hissesini alması.

Çin, Almanya’nın en büyük ticaret partneri ve önemli bir pazar – özellikle otomotiv ve makine sanayii için. Fransa’nın Çin ile ticari ilişkileri Almanya’ya nazaran çok daha sınırlı.

Almanya – Fransa rekabeti ve ilişkilerin geleceği

Geride kalan 60 yılda çok yoğun ikili ilişkiler geliştirmiş, çok yönlü iş birlikleri gerçekleştirmiş olan iki ülke arasındaki gerilim noktalarının nedenlerini güncel fikir ayrılıklarında ve çıkar farklılıklarında aramak yanlış olmamakla birlikte yetersiz.

İki ülke arasında stratejik jeopolitik karşıtlıklar da söz konusu.

Berlin ve Paris öteden beri – AB’nin itici gücünü oluşturmalarına rağmen – farklı hedeflere odaklandılar.

Fransız dış politikası, bir taraftan ABD’nin Avrupa’daki hakimiyetini engellemek ve siyasi-askerî gücünü dengelemeyi önceliğine alırken, diğer taraftan da Federal Almanya Cumhuriyeti’nin yeniden güçlenişini, AB’yi etkisi altına almasını kontrol altında tutmaya çabalıyordu.

Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki stratejik hedefi ise dış politikadaki sınırlanmış bağımsızlığını ve egemenliğini gerçekleştirmek, sonra ise ulusal birliğini sağlamak idi.

Hangisi AB’nin lideri olacak?

Günümüzdeki temel karşıtlık ise iki ülkenin de AB’nin liderliğine oynaması.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un tasavvurundaki ‹geleceğin gücü› AB, iklim değişikliği, dijital dönüşüm ve jeopolitik zorlukların üstesinden gelebilen, küresel düzlemde bağımsız hareket etme ve uluslararası siyasetin ve küresel düzenin şekillendirilmesinde etkin bir rol oynayabilen bir ‹güç merkezi›.

Avrupa için yeni bir ‹güvenlik mimarisi› çağrısında bulunması başlı başına iddialı olsa da – Rusya–Ukrayna savaşı öncesi – buna Rusya’yı da dahil etmek istemesi, ABD’nden özerkleşerek ‹bloklar arası› – ABD ile Çin arasında – bir ‹denge unsuru› oluşturma hedefinin de olduğuna işaret ediyor.

Fransa, AB’nin siyasi ve askerî olarak en güçlü ülkesi. Birleşik Milletler Güvenlik Kurulu (BMGK) daimî üyesi, veto hakkına sahip, nükleer silahları var ve güçlü ve deneyimli bir orduya sahip. Ancak ekonomik olarak Almanya’nın bir hayli gerisinde.

Almanya ise AB’nin en büyük ekonomisine sahip olmakla birlikte ne BMGK üyesi ne nükleer silahlara sahip ne de güçlü ve deneyimli bir ordusu var.

1990 yılında Demokratik Alman Cumhuriyeti ile birleşerek ulusal birliğini tamamlayan Almanya, önce artan nüfusu ve coğrafi konumuyla ve Doğu Avrupa ülkelerinin de AB’ye alınmasıyla birliğin coğrafi olarak da ‹merkez ülkesi› konumunu elde etti.[efn_note]Avrupa’nın ‹merkez gücü›, ‹merkez güç› kavramları için bkz. Hans-Peter Schwarz, Die Zentralmacht Europa – Deutschlands Rückkehr auf die Weltbühne, Berlin: Siedler Verlag, 1994 ve Herfried Münkler, Macht der Mitte, Hamburg: Edition Körber-Stiftung, 2015.[/efn_note]

2000’li yıllarda gerçekleştirdiği ekonomik ve sosyal reformlarla ekonomisini güçlendiren Almanya, 2009 finans ve sonrasındaki Euro-krizinde AB içinde siyasi ağırlığını tahkim etti. Son yıllarda ise Paris’in AB içinde alınan kararlarda etkin olduğu, önemli siyasi pozisyonlara örneğin AB Merkez Bankası başkanlığına yapılan atamalarda Almanya’nın bir adım önüne geçtiğini söyleyebiliriz.

Rekabet, AB’de siyasi ikiliğe yol açar mı?

Toparlayacak olursak: Fransa’nın stratejik olarak özerk, yani dünya siyasetinde etkin hareket kabiliyeti olan, askerî bakımdan kendine yeterli bir Avrupa hedefi, özünde olmasa da Paris’in bu hedefe bağlı olarak liderlik iddiasından dolayı, Almanya’nın Avrupa tasavvuruyla çelişiyor.

Almanya da – Fransa gibi – dünya siyasetinde bağımsız bir ‹güç merkezi› olarak hareket edebilecek bir Avrupa’dan yana – ancak Almanya’nın merkezinde ve öncülüğünde.

Macron’un özerklik politikası, ABD’nin jeopolitik ve Amerikan savunma sanayiinin çıkarlarıyla da örtüşmüyor, çünkü ileride Amerikan silah sanayiine rakip oluşturacak birçok projeyi de içeriyor.

Bu durum, ileride AB içinde siyasi bir ikiliğin, yani Fransa’nın Akdeniz ülkelerinin liderliğini yaptığı, Almanya’nın ise Doğu ve Kuzey Avrupa ile hareket ettiği bir konstellasyonu belirginleştirebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 23 Ocak 2023’te yayımlanmıştır.

Yaşar Aydın
Yaşar Aydın
Dr. Yaşar Aydın - Göç araştırmaları, Almanya ve Türk dış politikası uzmanı, Hamburg Protestan Yüksekokulu’nda görev yapıyor. Aydın, sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve mastır eğitimini Hamburg (Almanya) ve Lancaster (İngiltere) üniversitelerinde tamamladı, sonrasında ise Hamburg Üniversitesi’nden doktorasını aldı. Uluslararası İlişkiler, Türk dış politikası, milliyetçilik ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. (Türkei, 2017). Aydın Alman ve Türk gazetelerine de yorumlar yazıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Almanya – Fransa: Hangisi AB’nin lideri olacak?

Avrupa’nın iki lokomotifi Almanya ve Fransa aralarındaki bitmek bilmeyen savaşlara 60 yıl önce “dur” dedi. İş birliğini savaşmaya tercih etti. Ama bugün AB liderliğine oynayan iki ülkenin görüş ayrılıkları çok, AB tahayyülleri farklı. İki ülke rekabeti nereye varabilir? Yaşar Aydın yazdı.

Avrupa’nın iki devi Fransa ve Almanya… 60 yıl önce, geleceklerini ve belki de dünyanın gidişatını değiştiren, aralarındaki savaşları tarihe gömen bir anlaşmaya imza attı.

22 Ocak 1963’te imzalanan Elysée Antlaşması, Almanya ile Fransa arasında bir dönüm noktası oluşturuyor: Yedi Yıl Savaşı’ndan (1756–1763) beri süregelen rekabet yerini iş birliği ve müttefiklik ilişkisine bırakıyor, iki ülkeye de yıkım getiren savaşlar artık tarihe karışıyordu.

Almanya ile Fransa, antlaşmanın imzalandığı 1963 yılı öncesindeki 90 yılda tam üç büyük savaş yaşamıştı – bu her kuşak için bir savaş anlamına geliyor.

1871’de Fransa’yı mağlup eden Prusya Krallığı ve müttefik Alman devletleri, Paris’e kadar ilerlemekle kalmamış, Versailles Sarayı’nda Alman İmparatorluğu’nu ilan ederek Alman İmparatoru I. Wilhelm’in kılıç kuşanma törenini de burada gerçekleştirmişti. Alman İmparatorluğu’nun ayrıca Elsas-Lotringen bölgesini ilhak etmesi, Fransa’da rövanşist duyguları beslemişti. Fransa bu olayın utancını, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya karşısında galip gelerek ve Versailles Barış Antlaşması’nı dikte ederek gidermişti. Bu da Almanya’da rövanşist duygulara yol açmıştı.

20 yıl sonra Almanya ve Fransa yeniden savaştılar. İkinci Dünya Savaşı’nda Fransız ordularını ‹yıldırım savaşı› ile bozguna uğratan Wehrmacht, Paris’i işgal edip Nazi iş birlikçisi kukla bir hükümet kurdurdu.

İşgal ve Nazi işbirlikçiliği Fransa için ikinci bir travma idi ve bundan ancak ülkenin büyük lideri de Gaulle’ün örgütlediği direniş ile sıyrılabilmişlerdi.

Elysée Antlaşması’na giden yol

İkinci Dünya Savaşı sonrasında iki ülke yöneticileri de tarihten ders çıkardılar.

Fransa, Birinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi, önceliğini Almanya’yı cezalandırmaya vermedi; Federal Almanya Cumhuriyeti ise Şansölye Konrad Adenauer liderliğinde ülkesini Batı dünyasının ve Kuzey Atlantik İttifakı’nın saygın bir üyesi yapmaya, Avrupa ile bütünleşmeye öncelik verdi.

Savaştan iş birliğine

1950’lerde ivme kazanan Almanya–Fransa yakınlaşması yeni iş birliklerine kapı araladı: 9 Mayıs 1950’de kabul edilen Schuman Plan’ıyla Avrupa Kömür ve Çelik Birliği (1951) kurularak daha sonraki AET-Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun temelleri atılacaktı. Elysée Antlaşması’yla nihayet Almanya ile Fransa arasında kalıcı bir barış tesis ediliyor, izleyen yıllardaki Almanya–Fransa dostluğunun ve iş birliğinin temelleri atılıyordu.

Antlaşmanın amacı, iki ülke arasında siyasi ve askeri iş birliğinin yanısıra, iki toplum arasında insani-sosyal ilişkileri, diyaloğu geliştirecek ve barışı derinleştirecek kurum ve kuralları belirlemekti: Antlaşmanın merkezindeki üç ana başlık:

1.) İki ülke arasında bağlayıcı bir konsültasyon mekanizması oluşturmak;
2.) Hükümetlerin dış politika, savunma ve Avrupa politikalarını ilgilendiren konularda istişare etmeleri ve
3.) Eğitim ve gençlik konularını ortaklaşa ele almaları.

Bu antlaşma ile, daha sonra Avrupa Birliği’nin (AB) ‹tandem ülkeleri› olarak adlandırılacak olan Almanya ile Fransa arasındaki ortaklık, güçlü temellere oturtuluyordu.

Elysée Antlaşması’nın oluşturduğu kurumsal çerçevenin güçlü bir siyasi irade ile desteklendiğinin de altını çizmekte fayda var. Almanya–Fransa ‹tandeminin› itici gücünü 1960’lı yıllarda Adenauer–de Gaulle ikilisi, 1970’lerde Schmidt–Giscard d’Estaing, 1980’lerde ise Kohl–Mitterrand ikilisi oluşturuyorlardı.

Günümüzde böylesi bir itici güçten yoksun Almanya–Fransa ilişkileri. Ne önceki Şansölye Merkel ile Macron uyumlu bir ikili oluşturuyorlardı ne de Scholz ile Macron. İkili ilişkilerde geçmişteki iş birliğinin ve birlikte hareket etme iradesinin yerini sorunlara ve gerilimlere bıraktığını görüyoruz.

Gerilim noktaları 

Fransa ile Almanya arasında gerilim noktalarını dört başlık altında toparlayabiliriz:

Almanya’nın savunma politikasındaki değişiklik

Alman Şansölye Scholz 27 Şubat 2021 tarihinde – Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından üç gün sonra – Federal meclisin olağanüstü toplantısında hükümet adına yaptığı konuşmada 24 Şubat’ı bir dönüm noktası olarak tanımladı.[efn_note]«Federal Şansölye Olaf Scholz’un hükümet açıklaması» (Türkçesi), Dönüm Noktası Konuşmaları içinde, 27 Şubat 2022, online ulaşım: https://bit.ly/3XkfCjd, 17.1.2023.[/efn_note] Güvenlik politikalarında değişim ve Almanya’nın askerî meselelerde daha aktif bir rol oynayacağının işaretini vermesi, Fransa kamuoyunda memnuniyetle karşılandı, Alman silahlı kuvvetlerinin daha etkin bir hale getirileceği, Almanya’nın jeopolitik sorumluluğunun bilincine vardığı şeklinde yorumlandı.

Ancak Almanya’nın Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) F-35 savaş uçakları alacak olması, bunun yanında Alman–Fransız silah projelerinin Alman hükümetinin gündeminden çıkmış görünmesi, Avrupa savunma sanayiinin desteklenmesi konusunda adım atılmaması Fransa’da hayal kırıklığına yol açtı.

Federal hükümetin savunma harcamaları için 100 milyar Euro’luk bir fon oluşturmasının Fransa’da kuşkuyla karşılandığı da gözlerden kaçmadı. Zira Almanya’nın savunmasına bu denli büyük bir yatırım yapması, Avrupa’daki askerî güç dengelerini Fransa aleyhine değiştireceği kaygısını tetiklemiş oldu Fransa’da.

Alman dış politikasının odak noktasının Doğu Avrupa’ya kayması

Şansölye Scholz’un 29 Ağustos 2022 tarihinde, Prag’da yaptığı konuşmada AB için ortak bir savunma politikası için önerilerde bulunması, Ukrayna’ya kalıcı yardım sözü vermesi AB içinde olduğu gibi Fransa’da da memnuniyetle karşılandı.

Prag’daki Charles Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında yeni bir Avrupa politikası için pozisyonlarını kapsamlı bir şekilde özetleyen Scholz, «Birleşik bir Avrupa’nın ağırlığını daha fazla vurgulamalıyız», ifadesini kullandı.

Ancak konuşmanın ana ekseninde Doğu Avrupa ülkelerinin olması, Almanya–Fransa ilişkilerine ve ortaklığına, yeni nesil savaş jeti ve yeni nesil tank gibi Alman–Fransız savunma projelerine değinmemesi, Fransız karar vericiler arasında hayal kırıklığı yarattı.

Enerji konularında fikir ayrılığı

İki ülkenin enerji politikaları ve öncelikleri farklı.

Almanya’nın nükleer enerjiyi tasfiye etmedeki ısrarı Fransa’da anlayışla karşılanmıyor, Almanya’da ise Fransa’nın nükleer enerjide ısrar etmesi ve nükleer enerjiye yatırım yapması eleştirilere konu oluyordu.

Bu alandaki bir başka anlaşmazlık ise, Fransa’nın Almanya’yı Fransa üzerinden İspanya ve Portekiz’e bağlayacak olan doğal gaz boru hattı (MidCat) projesine karşı isteksiz davranması.

Fransa’nın diğer taraftan bu iki ülke ile Barcelona ve Marsilya arasında bir doğal gaz boru hattı projesini ilan etmiş olması, Almanya’da hoş karşılanmadı.

Berlin ve Paris, doğal gaz fiyatlarına üst sınır getirilmesi konusunda da anlaşamıyorlar: Almanya ‹üst sınıra› karşı çıkarken, Fransa ise enerji fiyatlarının yükselişe geçmesinden itibaren sübvansiyon politikalarına başvurmuştu.

Almanya’nın Çin politikası

Fransa’nın bir başka rahatsızlığı ise, Almanya’nın Çin’i tek taraflı bir biçimde bir ticaret partneri olarak değerlendirmesi, sistemik rakip hatta hasım olduğunu göz ardı etmesi.

Şansölye Scholz’un Macron’un Çin’e birlikte gitme teklifini kabul etmeyerek Çin’i tek başına ziyaret etmesi, Fransa’da olumlu karşılanmadı.

Fransa, Almanya’nın Çin ile olan sıkı ekonomik ilişkilerini Avrupa güvenliği için tehlikeli buluyor.

Fransa’nın eleştiri oklarını yönelttiği bir başka konu ise Hamburg Liman Lojistik firması HHLA’nın Çin’li Cosco Shipping Ports Limited (CSPL) şirketi ile ortaklık anlaşması gerçekleştirmesi, Cosco’nun HHLA’nın yüzde 25 hissesini alması.

Çin, Almanya’nın en büyük ticaret partneri ve önemli bir pazar – özellikle otomotiv ve makine sanayii için. Fransa’nın Çin ile ticari ilişkileri Almanya’ya nazaran çok daha sınırlı.

Almanya – Fransa rekabeti ve ilişkilerin geleceği

Geride kalan 60 yılda çok yoğun ikili ilişkiler geliştirmiş, çok yönlü iş birlikleri gerçekleştirmiş olan iki ülke arasındaki gerilim noktalarının nedenlerini güncel fikir ayrılıklarında ve çıkar farklılıklarında aramak yanlış olmamakla birlikte yetersiz.

İki ülke arasında stratejik jeopolitik karşıtlıklar da söz konusu.

Berlin ve Paris öteden beri – AB’nin itici gücünü oluşturmalarına rağmen – farklı hedeflere odaklandılar.

Fransız dış politikası, bir taraftan ABD’nin Avrupa’daki hakimiyetini engellemek ve siyasi-askerî gücünü dengelemeyi önceliğine alırken, diğer taraftan da Federal Almanya Cumhuriyeti’nin yeniden güçlenişini, AB’yi etkisi altına almasını kontrol altında tutmaya çabalıyordu.

Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki stratejik hedefi ise dış politikadaki sınırlanmış bağımsızlığını ve egemenliğini gerçekleştirmek, sonra ise ulusal birliğini sağlamak idi.

Hangisi AB’nin lideri olacak?

Günümüzdeki temel karşıtlık ise iki ülkenin de AB’nin liderliğine oynaması.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un tasavvurundaki ‹geleceğin gücü› AB, iklim değişikliği, dijital dönüşüm ve jeopolitik zorlukların üstesinden gelebilen, küresel düzlemde bağımsız hareket etme ve uluslararası siyasetin ve küresel düzenin şekillendirilmesinde etkin bir rol oynayabilen bir ‹güç merkezi›.

Avrupa için yeni bir ‹güvenlik mimarisi› çağrısında bulunması başlı başına iddialı olsa da – Rusya–Ukrayna savaşı öncesi – buna Rusya’yı da dahil etmek istemesi, ABD’nden özerkleşerek ‹bloklar arası› – ABD ile Çin arasında – bir ‹denge unsuru› oluşturma hedefinin de olduğuna işaret ediyor.

Fransa, AB’nin siyasi ve askerî olarak en güçlü ülkesi. Birleşik Milletler Güvenlik Kurulu (BMGK) daimî üyesi, veto hakkına sahip, nükleer silahları var ve güçlü ve deneyimli bir orduya sahip. Ancak ekonomik olarak Almanya’nın bir hayli gerisinde.

Almanya ise AB’nin en büyük ekonomisine sahip olmakla birlikte ne BMGK üyesi ne nükleer silahlara sahip ne de güçlü ve deneyimli bir ordusu var.

1990 yılında Demokratik Alman Cumhuriyeti ile birleşerek ulusal birliğini tamamlayan Almanya, önce artan nüfusu ve coğrafi konumuyla ve Doğu Avrupa ülkelerinin de AB’ye alınmasıyla birliğin coğrafi olarak da ‹merkez ülkesi› konumunu elde etti.[efn_note]Avrupa’nın ‹merkez gücü›, ‹merkez güç› kavramları için bkz. Hans-Peter Schwarz, Die Zentralmacht Europa – Deutschlands Rückkehr auf die Weltbühne, Berlin: Siedler Verlag, 1994 ve Herfried Münkler, Macht der Mitte, Hamburg: Edition Körber-Stiftung, 2015.[/efn_note]

2000’li yıllarda gerçekleştirdiği ekonomik ve sosyal reformlarla ekonomisini güçlendiren Almanya, 2009 finans ve sonrasındaki Euro-krizinde AB içinde siyasi ağırlığını tahkim etti. Son yıllarda ise Paris’in AB içinde alınan kararlarda etkin olduğu, önemli siyasi pozisyonlara örneğin AB Merkez Bankası başkanlığına yapılan atamalarda Almanya’nın bir adım önüne geçtiğini söyleyebiliriz.

Rekabet, AB’de siyasi ikiliğe yol açar mı?

Toparlayacak olursak: Fransa’nın stratejik olarak özerk, yani dünya siyasetinde etkin hareket kabiliyeti olan, askerî bakımdan kendine yeterli bir Avrupa hedefi, özünde olmasa da Paris’in bu hedefe bağlı olarak liderlik iddiasından dolayı, Almanya’nın Avrupa tasavvuruyla çelişiyor.

Almanya da – Fransa gibi – dünya siyasetinde bağımsız bir ‹güç merkezi› olarak hareket edebilecek bir Avrupa’dan yana – ancak Almanya’nın merkezinde ve öncülüğünde.

Macron’un özerklik politikası, ABD’nin jeopolitik ve Amerikan savunma sanayiinin çıkarlarıyla da örtüşmüyor, çünkü ileride Amerikan silah sanayiine rakip oluşturacak birçok projeyi de içeriyor.

Bu durum, ileride AB içinde siyasi bir ikiliğin, yani Fransa’nın Akdeniz ülkelerinin liderliğini yaptığı, Almanya’nın ise Doğu ve Kuzey Avrupa ile hareket ettiği bir konstellasyonu belirginleştirebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 23 Ocak 2023’te yayımlanmıştır.

Yaşar Aydın
Yaşar Aydın
Dr. Yaşar Aydın - Göç araştırmaları, Almanya ve Türk dış politikası uzmanı, Hamburg Protestan Yüksekokulu’nda görev yapıyor. Aydın, sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve mastır eğitimini Hamburg (Almanya) ve Lancaster (İngiltere) üniversitelerinde tamamladı, sonrasında ise Hamburg Üniversitesi’nden doktorasını aldı. Uluslararası İlişkiler, Türk dış politikası, milliyetçilik ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. (Türkei, 2017). Aydın Alman ve Türk gazetelerine de yorumlar yazıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x