Amerika’nın dijital emperyalizmi

Dijital platformların Amerikan hukukuna sığınarak ulus devletlerin yasal düzenlemelerine meydan okuduğu bu yeni mücadele, modern çağın dijital emperyalizmini gözler önüne seriyor. ABD’li sosyal medya şirketleri, küresel yasal düzenlemelere karşı Amerikan hukukunu nasıl kullanıyor?

Dijital çağ, devletlerin egemenlik sınırlarını aşan yeni bir güç mücadelesine sahne oluyor. Geleneksel emperyalizmin askeri ve ekonomik araçlarının yerini, bugün küresel teknoloji devlerinin yönlendirdiği dijital platformlar alıyor. Facebook, Google, X (eski adıyla Twitter) gibi ABD merkezli sosyal medya şirketleri, milyonlarca kullanıcının bilgiye erişimini, siyasi gündemini ve hatta demokratik süreçleri şekillendiren aktörler haline geldi.

Fakat bu şirketlerin dünya genelindeki etkisi yalnızca teknolojik üstünlüklerinden kaynaklanmıyor; aynı zamanda, Amerikan hukuk sistemini kullanarak diğer ülkelerin yasal düzenlemelerine karşı koyma stratejisi izliyorlar. Bu durum, özellikle sosyal medya platformlarının dezenformasyon, nefret söylemi ve siyasi manipülasyonla mücadele amacıyla regüle edilmeye çalışıldığı ülkelerde büyük bir hukuki ve siyasi gerilime yol açıyor.

Brezilya, Avrupa Birliği ve diğer pek çok ülke, dijital platformları denetim altına almak için yeni yasalar çıkarmaya çalışırlarken, ABD merkezli teknoloji şirketleri ise Amerikan hukukunun sunduğu ifade özgürlüğü güvencesini öne sürerek bu düzenlemelere karşı çıkıyor. Böylece dijital alanda, yalnızca şirketlerle hükümetler arasında değil, aynı zamanda farklı hukuk sistemleri arasında da bir mücadele yaşanıyor.

Teknoloji ve demokrasi ilişkisi üzerine araştırmalar yapan, Virginia Üniversitesi’nden Yasmin Curzi de Mendonça ve Sciences Po’dan Camille Grenier, The Conversation’da yayımlanan makalelerinde ABD merkezli teknoloji şirketlerinin küresel hukuk düzenini nasıl şekillendirdiğini, bu şirketlerin yalnızca algoritmalar ve veri politikalarıyla değil, aynı zamanda Amerikan hukukunu bir araç olarak kullanarak ulus devletlerin düzenleyici çabalarına nasıl meydan okuduğunu inceliyorlar.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Sosyal medya platformları için ulusal sınırlar pek de önemli değil. Örneğin X (eski adıyla Twitter); 600 milyondan fazla aktif kullanıcısı dünyanın dört bir yanına yayılmış. Ama her ülkenin kendine ait yasaları var. Sorun şu ki, ülkelerin regülasyon çabalarıyla, büyük ölçüde ABD merkezli teknoloji devlerinin çıkarları genellikle örtüşmüyor. Pek çok hükümet; dezenformasyon, aşırılık yanlısı içerikler ve manipülasyonu engellemek için kontrol mekanizmaları getirmek istiyor. Ancak bu girişimler; teknoloji şirketlerinin direnci, siyasi baskılar ve ifade özgürlüğünü kalkan olarak kullanan hukuki itirazlarla karşılaşıyor.

Dijital platformların kontrolü konusunda küresel bir mücadele yaşanıyor ve bu süreçte ABD merkezli platformlar, giderek daha fazla Amerikan yasalarına sığınarak diğer ülkelerin yasal düzenlemelerine meydan okuyorlar. Dijital hukuk uzmanları olarak, ki birimiz ülkelerin demokratik ilkeleri nasıl uyguladığını takip eden bir forumun yöneticisi rolünü üstlenmiş durumda, biz bu durumu modern bir dijital emperyalizm olarak görüyoruz.

Teknoloji dünyasında yasalar üstünden güç savaşı

Bu gerilimin en son örneği, Şubat 2025’te Brezilya yargısı ile ABD merkezli sosyal medya platformları arasında yaşandı. Trump Media & Technology Group ve Rumble şirketleri, ABD’de Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes’e karşı dava açarak, yargıcın iki platformdaki bazı hesapları kapatma kararına itiraz etti. Kapatılan hesaplar, Brezilya’daki dezenformasyon kampanyalarıyla bağlantılıydı.

Bu dava, daha önce Elon Musk’ın X platformunun benzer Brezilya mahkeme kararlarına direnme girişiminin başarısız olmasının ardından gelmişti. Ortaya çıkan tablo, Amerikan siyasi ve ticari aktörlerin, küresel çapta egemen devlet politikalarına meydan okumak için Amerikan yasalarını ve kurumsal hakları kullanarak yabancı yasal düzenleyici kurumların otoritesini sarsmaya çalıştığı yeni bir eğilimi gösteriyor.

Lobicilikten hukuki mücadeleye

Bu tartışmanın merkezinde ise Brezilyalı sağcı influencer ve firari Allan dos Santos yer alıyor. Brezilya’da dezenformasyon ağlarını yönetmek ve şiddeti teşvik etmekle suçlanan dos Santos, 2021’de Yargıç De Moraes’in tutuklama kararı çıkarmasının ardından ABD’ye kaçmıştı. Buradan yayın yapmaya devam eden dos Santos’un iadesi için Brezilya hükümeti defalarca talepte bulunmuştu.

Ancak ABD yetkilileri, konunun suç değil, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiğini öne sürerek Brezilya hükümetinin taleplerini geri çevirdi. Trump Media ve Rumble şirketlerinin açtıkları dava iki temel hedef taşıyor: Brezilya yargısının kararlarını sansür gibi göstermek ve bu kararları, Brezilya’nın yetki alanını aşan bir müdahale olarak sunmak.

Şirketler, bu davada şu savunmayı yapıyorlar: Müdahale ABD’yi hedef aldığı için, ABD anayasasının birinci yasası kapsamında ifade özgürlüğü güvencesine sahipler. Yasaklanan kişinin Brezilyalı olması ve ülkede dezenformasyon ile nefret söylemi yaymakla suçlanması ise, bu şirketlerin gözünde önemsiz bir detay. Şu an için ABD mahkemeleri de aynı fikirdeler. Şubat sonunda Florida’daki bir yargıç, Rumble ve Trump Media şirketlerinin Brezilya mahkemesinin kararına uymak zorunda olmadıklarına hükmetti.

Büyük teknoloji şirketleri yasal düzenlemelere karşı

Bu dava, dijital platformların sorumluluğu konusundaki mücadelenin yeni bir aşamaya geçtiğini gösteriyor. Artık teknoloji şirketleri sadece lobicilik ve siyasi baskıyla yetinmiyorlar, yabancı ülkelerin yasal düzenlemelerine doğrudan hukuki yollarla itiraz ediyorlar. ABD mahkemeleri ise, diğer ülkelerin sosyal medya platformlarına yönelik kararlarını boşa çıkarmak için devreye giriyor.

Bu davanın sonucu ve arkasındaki geniş hukuki strateji, yalnızca Brezilya’yı değil, Avrupa Birliği gibi online alanları yasal olarak düzenlemeye çalışan tüm ülkeleri ve bölgeleri etkileme potansiyeline sahip. Aslında teknoloji devlerinin dijital yasal düzenlemelere karşı direnişi, Trump yönetiminden önce de vardı. Brezilya’da sosyal medya platformlarını denetleme girişimleri uzun süredir büyük engellerle karşılaşıyor. Google, Meta ve X gibi teknoloji şirketleri, ekonomik ve siyasi güçlerini kullanarak daha sıkı yasal düzenlemelere karşı lobicilik faaliyetleri yürütüyorlar. Yasal düzenlemeleri genellikle ifade özgürlüğüne tehdit olarak göstererek kamuoyunu etkilemeye çalışıyorlar.

Örneğin, 2020’de Brezilya’da dezenformasyonla mücadeleyi amaçlayan ‘Sahte Haber Yasası’, teknoloji şirketlerinin yoğun tepkisiyle karşılaşmıştı. Google ve Meta şirketleri, yasaya karşı kapsamlı kampanyalar başlatmıştı. Google, Brezilya’daki ana sayfasına ‘Bu yasaya hayır deyin’ çağrısı içeren bir banner yerleştirmişti. Meta ise, yasanın dijital ekonomi üzerindeki olası olumsuz etkilerini sorgulayan reklamlar yayınlamıştı. Bu çabalar, lobicilik faaliyetleri ve siyasi direnişle birlikte, yasal düzenlemelere yönelik girişimlerin ertelenmesini ve zayıflamasını sağladı.

Şirketler ve siyaset arasındaki sınırlar gittikçe silikleşiyor

Bugün karşılaşılan sorunlar, şirketlerle siyaset arasındaki çizgiyi giderek daha fazla belirsizleştiriyor. Trump Media şirketinin %53’ü, ABD Başkanı Trump’a aitti; ancak Aralık 2024’te hisselerini, koşulları sonradan değiştirilebilen bir kredi yapısına devretti. X’in sahibi ve kendini ifade özgürlüğünün savunucusu olarak tanıtan Elon Musk ise fiilen Trump yönetiminin bir parçası haline geldi.

Trump ve Musk’ın yükselişi, ABD anayasasının birinci yasasının dijital platformları hedef alan yabancı yasal düzenlemelere karşı bir kalkan olarak kullanılmasına denk düştü. ABD’de ifade özgürlüğü eşit şekilde uygulanmıyor; bazı durumlarda muhalif sesleri bastırmak için devreye girerken, bazı durumlarda nefret söylemini koruyor. bu dengesizlik şirketlerin sahip olduğu gücü de pekiştiriyor. Yıllardır süregelen hukuki içtihatlar, özel çıkarların korunmasını güçlendirdi. Mahkeme kararları, şirketlerin ifade özgürlüğünü güvence altına alırken, zamanla bu koruma dijital platformlara da genişletildi.

ABD’deki teknoloji devleri ve hükümet içindeki ifade özgürlüğü savunucuları, bu eğilimi daha da ileri götürüyorlar. Artık Amerikan ifade özgürlüğü söylemlerinin, başka ülkelerdeki yasal düzenlemelere karşı direnç göstermek için kullanılabileceği ve yabancı hukuk sistemlerine meydan okunabileceği savunuluyor. Örneğin, Trump tarafından atanan ABD Federal İletişim Komisyonu Başkanı Brendan Carr, Avrupa Birliği’nin Dijital Hizmetler Yasası’na tepki olarak, bu yasanın Amerikan ifade özgürlüğü ilkeleriyle çelişebileceğini öne sürdü.

Böyle bir argüman, ifade özgürlüğüne dair aynı yorum ve koruma mekanizmaları dünya genelinde kabul görseydi mantıklı olabilirdi. Ama durum hiç de öyle değil. İfade özgürlüğü kavramı ülkeler ve bölgeler arasında büyük farklılıklar gösteriyor. Brezilya, Almanya ve Fransa gibi ülkeler, ifade özgürlüğünü insan onuru, demokratik düzen ve kamu güvenliği gibi diğer temel haklarla dengeleyen ‘orantılılık temelli‘ bir yaklaşımı benimsiyor.

Bu ülkeler, ifade özgürlüğünü temel ve öncelikli bir hak olarak kabul etmekle birlikte, demokratik kurumları, dezavantajlı toplulukları, kamu sağlığını ve bilgi ekosistemini korumak için belirli sınırlamaların gerekli olduğunu savunuyorlar. ABD’de de ifade özgürlüğüne bazı kısıtlamalar uygulanıyor. Örneğin, iftira yasaları veya şiddete teşvik yasağı. Ama genel olarak, ABD’de birinci anayasa değişikliği diğer demokrasilere kıyasla çok daha geniş bir koruma alanı sunuyor.

Dijital regülasyonların geleceği

Platformların yasal olarak nasıl düzenleneceğine dair hukuki mücadele, yalnızca ABD merkezli şirketler ile Brezilya arasındaki gerilimle sınırlı değil. Avrupa Birliği’nin Dijital Hizmetler Yasası ve Birleşik Krallık’taki Çevrimiçi Güvenlik Yasası da hükümetlerin kendi sınırları içinde faaliyet gösteren dijital platformlar üzerinde kontrol sağlama çabasının örnekleri.

Bu bağlamda, Trump Media ve Rumble şirketlerinin Brezilya Yüksek Mahkemesi’ne açtıkları dava, küresel güç dengeleri açısından kritik bir dönüm noktasına işaret ediyor. Meta gibi ABD’li teknoloji devleri, Trump yönetiminin ifade özgürlüğü söylemine uyum sağlarken, X’in sahibi Elon Musk yurt dışında aşırı sağcı gruplara destek veriyor. Sosyal medya platformlarının öncelikleri ile ABD yönetiminin siyasi çıkarlarının örtüşmesi, yasal düzenleme karşıtı tartışmalarda yeni bir dönemi başlatıyor. ABD’de ifade özgürlüğünü mutlak bir hak olarak savunanlar, hukuki emsaller oluşturarak diğer ülkelerin düzenleme girişimlerini etkisizleştirmeye çalışıyorlar.

Brezilya ve Avrupa Birliği’nde yapay zekâ yasalarının daha sıkı yasal düzenlemeler getirmesi gibi dijital yönetişime dair yeni kurallar şekillenmeye devam ederken online platformların bu yasal düzenlemelere karşı geliştirilecek hukuki, ekonomik ve siyasi stratejiler; şirketlerin gücü ile hukukun üstünlüğü arasındaki dengenin nasıl şekilleneceğini belirleyecek.”

Bu yazı ilk kez 9 Nisan 2025’te yayımlanmıştır.

Yasmin Curzi de Mendonça ve Camille Grenier’in The Conversation internet sitesinde yayımlanan “Digital imperialism: How US social media firms are using American law to challenge global tech regulation” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Mert Söyler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://theconversation.com/digital-imperialism-how-us-social-media-firms-are-using-american-law-to-challenge-global-tech-regulation-252116

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Amerika’nın dijital emperyalizmi

Dijital platformların Amerikan hukukuna sığınarak ulus devletlerin yasal düzenlemelerine meydan okuduğu bu yeni mücadele, modern çağın dijital emperyalizmini gözler önüne seriyor. ABD’li sosyal medya şirketleri, küresel yasal düzenlemelere karşı Amerikan hukukunu nasıl kullanıyor?

Dijital çağ, devletlerin egemenlik sınırlarını aşan yeni bir güç mücadelesine sahne oluyor. Geleneksel emperyalizmin askeri ve ekonomik araçlarının yerini, bugün küresel teknoloji devlerinin yönlendirdiği dijital platformlar alıyor. Facebook, Google, X (eski adıyla Twitter) gibi ABD merkezli sosyal medya şirketleri, milyonlarca kullanıcının bilgiye erişimini, siyasi gündemini ve hatta demokratik süreçleri şekillendiren aktörler haline geldi.

Fakat bu şirketlerin dünya genelindeki etkisi yalnızca teknolojik üstünlüklerinden kaynaklanmıyor; aynı zamanda, Amerikan hukuk sistemini kullanarak diğer ülkelerin yasal düzenlemelerine karşı koyma stratejisi izliyorlar. Bu durum, özellikle sosyal medya platformlarının dezenformasyon, nefret söylemi ve siyasi manipülasyonla mücadele amacıyla regüle edilmeye çalışıldığı ülkelerde büyük bir hukuki ve siyasi gerilime yol açıyor.

Brezilya, Avrupa Birliği ve diğer pek çok ülke, dijital platformları denetim altına almak için yeni yasalar çıkarmaya çalışırlarken, ABD merkezli teknoloji şirketleri ise Amerikan hukukunun sunduğu ifade özgürlüğü güvencesini öne sürerek bu düzenlemelere karşı çıkıyor. Böylece dijital alanda, yalnızca şirketlerle hükümetler arasında değil, aynı zamanda farklı hukuk sistemleri arasında da bir mücadele yaşanıyor.

Teknoloji ve demokrasi ilişkisi üzerine araştırmalar yapan, Virginia Üniversitesi’nden Yasmin Curzi de Mendonça ve Sciences Po’dan Camille Grenier, The Conversation’da yayımlanan makalelerinde ABD merkezli teknoloji şirketlerinin küresel hukuk düzenini nasıl şekillendirdiğini, bu şirketlerin yalnızca algoritmalar ve veri politikalarıyla değil, aynı zamanda Amerikan hukukunu bir araç olarak kullanarak ulus devletlerin düzenleyici çabalarına nasıl meydan okuduğunu inceliyorlar.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Sosyal medya platformları için ulusal sınırlar pek de önemli değil. Örneğin X (eski adıyla Twitter); 600 milyondan fazla aktif kullanıcısı dünyanın dört bir yanına yayılmış. Ama her ülkenin kendine ait yasaları var. Sorun şu ki, ülkelerin regülasyon çabalarıyla, büyük ölçüde ABD merkezli teknoloji devlerinin çıkarları genellikle örtüşmüyor. Pek çok hükümet; dezenformasyon, aşırılık yanlısı içerikler ve manipülasyonu engellemek için kontrol mekanizmaları getirmek istiyor. Ancak bu girişimler; teknoloji şirketlerinin direnci, siyasi baskılar ve ifade özgürlüğünü kalkan olarak kullanan hukuki itirazlarla karşılaşıyor.

Dijital platformların kontrolü konusunda küresel bir mücadele yaşanıyor ve bu süreçte ABD merkezli platformlar, giderek daha fazla Amerikan yasalarına sığınarak diğer ülkelerin yasal düzenlemelerine meydan okuyorlar. Dijital hukuk uzmanları olarak, ki birimiz ülkelerin demokratik ilkeleri nasıl uyguladığını takip eden bir forumun yöneticisi rolünü üstlenmiş durumda, biz bu durumu modern bir dijital emperyalizm olarak görüyoruz.

Teknoloji dünyasında yasalar üstünden güç savaşı

Bu gerilimin en son örneği, Şubat 2025’te Brezilya yargısı ile ABD merkezli sosyal medya platformları arasında yaşandı. Trump Media & Technology Group ve Rumble şirketleri, ABD’de Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes’e karşı dava açarak, yargıcın iki platformdaki bazı hesapları kapatma kararına itiraz etti. Kapatılan hesaplar, Brezilya’daki dezenformasyon kampanyalarıyla bağlantılıydı.

Bu dava, daha önce Elon Musk’ın X platformunun benzer Brezilya mahkeme kararlarına direnme girişiminin başarısız olmasının ardından gelmişti. Ortaya çıkan tablo, Amerikan siyasi ve ticari aktörlerin, küresel çapta egemen devlet politikalarına meydan okumak için Amerikan yasalarını ve kurumsal hakları kullanarak yabancı yasal düzenleyici kurumların otoritesini sarsmaya çalıştığı yeni bir eğilimi gösteriyor.

Lobicilikten hukuki mücadeleye

Bu tartışmanın merkezinde ise Brezilyalı sağcı influencer ve firari Allan dos Santos yer alıyor. Brezilya’da dezenformasyon ağlarını yönetmek ve şiddeti teşvik etmekle suçlanan dos Santos, 2021’de Yargıç De Moraes’in tutuklama kararı çıkarmasının ardından ABD’ye kaçmıştı. Buradan yayın yapmaya devam eden dos Santos’un iadesi için Brezilya hükümeti defalarca talepte bulunmuştu.

Ancak ABD yetkilileri, konunun suç değil, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiğini öne sürerek Brezilya hükümetinin taleplerini geri çevirdi. Trump Media ve Rumble şirketlerinin açtıkları dava iki temel hedef taşıyor: Brezilya yargısının kararlarını sansür gibi göstermek ve bu kararları, Brezilya’nın yetki alanını aşan bir müdahale olarak sunmak.

Şirketler, bu davada şu savunmayı yapıyorlar: Müdahale ABD’yi hedef aldığı için, ABD anayasasının birinci yasası kapsamında ifade özgürlüğü güvencesine sahipler. Yasaklanan kişinin Brezilyalı olması ve ülkede dezenformasyon ile nefret söylemi yaymakla suçlanması ise, bu şirketlerin gözünde önemsiz bir detay. Şu an için ABD mahkemeleri de aynı fikirdeler. Şubat sonunda Florida’daki bir yargıç, Rumble ve Trump Media şirketlerinin Brezilya mahkemesinin kararına uymak zorunda olmadıklarına hükmetti.

Büyük teknoloji şirketleri yasal düzenlemelere karşı

Bu dava, dijital platformların sorumluluğu konusundaki mücadelenin yeni bir aşamaya geçtiğini gösteriyor. Artık teknoloji şirketleri sadece lobicilik ve siyasi baskıyla yetinmiyorlar, yabancı ülkelerin yasal düzenlemelerine doğrudan hukuki yollarla itiraz ediyorlar. ABD mahkemeleri ise, diğer ülkelerin sosyal medya platformlarına yönelik kararlarını boşa çıkarmak için devreye giriyor.

Bu davanın sonucu ve arkasındaki geniş hukuki strateji, yalnızca Brezilya’yı değil, Avrupa Birliği gibi online alanları yasal olarak düzenlemeye çalışan tüm ülkeleri ve bölgeleri etkileme potansiyeline sahip. Aslında teknoloji devlerinin dijital yasal düzenlemelere karşı direnişi, Trump yönetiminden önce de vardı. Brezilya’da sosyal medya platformlarını denetleme girişimleri uzun süredir büyük engellerle karşılaşıyor. Google, Meta ve X gibi teknoloji şirketleri, ekonomik ve siyasi güçlerini kullanarak daha sıkı yasal düzenlemelere karşı lobicilik faaliyetleri yürütüyorlar. Yasal düzenlemeleri genellikle ifade özgürlüğüne tehdit olarak göstererek kamuoyunu etkilemeye çalışıyorlar.

Örneğin, 2020’de Brezilya’da dezenformasyonla mücadeleyi amaçlayan ‘Sahte Haber Yasası’, teknoloji şirketlerinin yoğun tepkisiyle karşılaşmıştı. Google ve Meta şirketleri, yasaya karşı kapsamlı kampanyalar başlatmıştı. Google, Brezilya’daki ana sayfasına ‘Bu yasaya hayır deyin’ çağrısı içeren bir banner yerleştirmişti. Meta ise, yasanın dijital ekonomi üzerindeki olası olumsuz etkilerini sorgulayan reklamlar yayınlamıştı. Bu çabalar, lobicilik faaliyetleri ve siyasi direnişle birlikte, yasal düzenlemelere yönelik girişimlerin ertelenmesini ve zayıflamasını sağladı.

Şirketler ve siyaset arasındaki sınırlar gittikçe silikleşiyor

Bugün karşılaşılan sorunlar, şirketlerle siyaset arasındaki çizgiyi giderek daha fazla belirsizleştiriyor. Trump Media şirketinin %53’ü, ABD Başkanı Trump’a aitti; ancak Aralık 2024’te hisselerini, koşulları sonradan değiştirilebilen bir kredi yapısına devretti. X’in sahibi ve kendini ifade özgürlüğünün savunucusu olarak tanıtan Elon Musk ise fiilen Trump yönetiminin bir parçası haline geldi.

Trump ve Musk’ın yükselişi, ABD anayasasının birinci yasasının dijital platformları hedef alan yabancı yasal düzenlemelere karşı bir kalkan olarak kullanılmasına denk düştü. ABD’de ifade özgürlüğü eşit şekilde uygulanmıyor; bazı durumlarda muhalif sesleri bastırmak için devreye girerken, bazı durumlarda nefret söylemini koruyor. bu dengesizlik şirketlerin sahip olduğu gücü de pekiştiriyor. Yıllardır süregelen hukuki içtihatlar, özel çıkarların korunmasını güçlendirdi. Mahkeme kararları, şirketlerin ifade özgürlüğünü güvence altına alırken, zamanla bu koruma dijital platformlara da genişletildi.

ABD’deki teknoloji devleri ve hükümet içindeki ifade özgürlüğü savunucuları, bu eğilimi daha da ileri götürüyorlar. Artık Amerikan ifade özgürlüğü söylemlerinin, başka ülkelerdeki yasal düzenlemelere karşı direnç göstermek için kullanılabileceği ve yabancı hukuk sistemlerine meydan okunabileceği savunuluyor. Örneğin, Trump tarafından atanan ABD Federal İletişim Komisyonu Başkanı Brendan Carr, Avrupa Birliği’nin Dijital Hizmetler Yasası’na tepki olarak, bu yasanın Amerikan ifade özgürlüğü ilkeleriyle çelişebileceğini öne sürdü.

Böyle bir argüman, ifade özgürlüğüne dair aynı yorum ve koruma mekanizmaları dünya genelinde kabul görseydi mantıklı olabilirdi. Ama durum hiç de öyle değil. İfade özgürlüğü kavramı ülkeler ve bölgeler arasında büyük farklılıklar gösteriyor. Brezilya, Almanya ve Fransa gibi ülkeler, ifade özgürlüğünü insan onuru, demokratik düzen ve kamu güvenliği gibi diğer temel haklarla dengeleyen ‘orantılılık temelli‘ bir yaklaşımı benimsiyor.

Bu ülkeler, ifade özgürlüğünü temel ve öncelikli bir hak olarak kabul etmekle birlikte, demokratik kurumları, dezavantajlı toplulukları, kamu sağlığını ve bilgi ekosistemini korumak için belirli sınırlamaların gerekli olduğunu savunuyorlar. ABD’de de ifade özgürlüğüne bazı kısıtlamalar uygulanıyor. Örneğin, iftira yasaları veya şiddete teşvik yasağı. Ama genel olarak, ABD’de birinci anayasa değişikliği diğer demokrasilere kıyasla çok daha geniş bir koruma alanı sunuyor.

Dijital regülasyonların geleceği

Platformların yasal olarak nasıl düzenleneceğine dair hukuki mücadele, yalnızca ABD merkezli şirketler ile Brezilya arasındaki gerilimle sınırlı değil. Avrupa Birliği’nin Dijital Hizmetler Yasası ve Birleşik Krallık’taki Çevrimiçi Güvenlik Yasası da hükümetlerin kendi sınırları içinde faaliyet gösteren dijital platformlar üzerinde kontrol sağlama çabasının örnekleri.

Bu bağlamda, Trump Media ve Rumble şirketlerinin Brezilya Yüksek Mahkemesi’ne açtıkları dava, küresel güç dengeleri açısından kritik bir dönüm noktasına işaret ediyor. Meta gibi ABD’li teknoloji devleri, Trump yönetiminin ifade özgürlüğü söylemine uyum sağlarken, X’in sahibi Elon Musk yurt dışında aşırı sağcı gruplara destek veriyor. Sosyal medya platformlarının öncelikleri ile ABD yönetiminin siyasi çıkarlarının örtüşmesi, yasal düzenleme karşıtı tartışmalarda yeni bir dönemi başlatıyor. ABD’de ifade özgürlüğünü mutlak bir hak olarak savunanlar, hukuki emsaller oluşturarak diğer ülkelerin düzenleme girişimlerini etkisizleştirmeye çalışıyorlar.

Brezilya ve Avrupa Birliği’nde yapay zekâ yasalarının daha sıkı yasal düzenlemeler getirmesi gibi dijital yönetişime dair yeni kurallar şekillenmeye devam ederken online platformların bu yasal düzenlemelere karşı geliştirilecek hukuki, ekonomik ve siyasi stratejiler; şirketlerin gücü ile hukukun üstünlüğü arasındaki dengenin nasıl şekilleneceğini belirleyecek.”

Bu yazı ilk kez 9 Nisan 2025’te yayımlanmıştır.

Yasmin Curzi de Mendonça ve Camille Grenier’in The Conversation internet sitesinde yayımlanan “Digital imperialism: How US social media firms are using American law to challenge global tech regulation” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Mert Söyler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://theconversation.com/digital-imperialism-how-us-social-media-firms-are-using-american-law-to-challenge-global-tech-regulation-252116

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x