İsrail’in Gazze’de soykırıma varan saldırıları artık ABD’de giderek daha fazla sinirleri geriyor. ABD Başkanı Joe Biden geçen hafta Ulusa Sesleniş konuşmasında insani yardımlara bile izin vermeyen Netanyahu yönetimine verdi veriştirdi. Bu gerginliğin nedenlerinden biri, Ortadoğu’da ABD ve Batılı hedeflere yönelik saldırıların artması olabilir. Geçen hafta Husiler amonyak ve yağ taşıyan İngiliz gemisi Rubymar’ı batırdı. Kızıldeniz’de çevre felaketi ortaya çıkarken, ABD ve müttefiklerinin İran destekli gruplarla dünya medyasına tek tük yansıyan çatışmalarının boyutlarının sanılandan daha büyük olabileceği konuşulmaya başlandı. Öyle ki New York Times’ın kıdemli muhabiri ve köşe yazarı Thomas L. Friedman, geçen hafta ABD ordusunun davetlisi olarak bu ülkenin Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerindeki üslerini ziyaret ettikten sonra kaleme aldığı yazıda, Amerikalıları sahadaki durumdan daha fazla endişe duymaya davet etti. Yazıdan bölümler aktarıyoruz…
“Dünyadaki en tehlikeli sıcak noktanın ABD ve Çin donanmalarının fink attığı Tayvan Boğazı olduğu sık sık söylenir. Doğrusu hayret ediyorum. Aslında şu anda orada istikrarlı bir caydırıcılık dengesi var. Kısa süre önce ziyaret ettiğim yerlere kıyasla Tayvan Boğazı, dostça yelken yarışı düzenlenebilecek bir yer.
Geçen hafta iki gün boyunca Amerikan Ortadoğu Merkez Komutanlığı’nın kıdemli komutanı General Michael Kurilla ile birlikte Ürdün’ün batısı ve Suriye’nin doğusundaki yedi Amerikan askeri üssü arasında mekik dokudum. Burada bir denge yok. Bunun yerine, 7 Ekim’de patlak veren trajik İsrail-Hamas savaşından kısa bir süre sonra başlayan diğer Ortadoğu savaşı var.
Bu diğer Ortadoğu savaşı, İran ve bu ülke adına vekalet savaşları yürüten Husiler, Hizbullah ve Irak’taki Şii milisleri, hem IŞİD’i yok etmek için 2014’ten sonra Suriye, Ürdün ve Irak’ta kurulan küçük ABD üsleri ağına hem de Kızıldeniz ve Aden Körfezi’ndeki hayati nakliye yollarını güvenli ve açık tutan ABD donanma varlığını karşı karşıya getiriyor.
İran destekli gruplar ne kadar donanımlı?
Irak’ta İran tarafından silahlandırılan Şii milisler ve Yemen’deki Husi savaşçıları ölümcül tehditler gibi görünmeyebilir, ama bu sizi yanıltmasın. Dünyadaki en gelişmiş hassas silahlardan bazılarını edinmeyi, inşa etmeyi, uyarlamayı ve konuşlandırmayı öğrendiler. İran tarafından sağlanan bu silahlar 500 mil ötedeki bir metre çapındaki bir hedefi vurabiliyor.
Kısacası Amerikalılar İran’la savaş halinde olduklarını bilmeyebilirler, ama İran Devrim Muhafızları vekilleri aracılığıyla Amerika’yla gölge bir savaş içinde olduklarından kesinlikle haberdarlar.
Şayet bu İranlı vekillerden biri “şanslı” çıkar ve bir ABD savaş gemisini ya da Ürdün veya Suriye’deki ABD üslerinden birinin kışlasını vurarak (1983’te Beyrut’taki Deniz Piyadeleri kışlasının bombalanmasına benzer bir şekilde) kitlesel bir zayiat yaratırsa, ABD-İran çatışması kesinlikle gölgelerden çıkacak ve dünyanın petrol için en çok bağımlı olduğu bölgede doğrudan bir silahlı savaşa dönüşecektir. Sadece bilmenizi istedim.
En tehlikeli cesaret oyunu
Centcom yetkililerinin bana açıkladığına göre, Ortadoğu’daki bu diğer savaş 17 Ekim’de, Hamas’ın İsrail’e saldırmasından 10 gün sonra, İran’ın tüm vekillerini harekete geçirme kararı almasıyla başladı. Gazze savaşının örtüsü altında ve yarattığı Amerikan karşıtı duyguların cazibesine kapılan İran, ABD’nin Irak, Suriye’nin doğusu ve Ürdün’ün kuzeyindeki tesisler ağını önemli ölçüde zayıflatıp zayıflatamayacağını ya da belki de ABD güçlerini tamamen yerinden edip edemeyeceğini görmeye çalıştı.
Tahran’ın aklında başka bir hedef daha olduğundan kuşkulanıyorum: İran’ın ABD’ye verebileceği zararı göstererek Amerika’nın Arap müttefiklerinin gözünü korkutmak.
Yine de kesin olarak bildiğim şey, bunun üç nedenden ötürü bugün gezegenin herhangi bir yerinde devam eden en tehlikeli cesaret oyunu burada oynanıyor.
Bunlardan ilki İran’ın vekillerinin (özellikle de Yemen’deki Husiler ve Irak’taki Şii milislerin) kullandığı roket, insansız hava aracı ve füzelerin çokluğudur. Centcom’a göre 17 Ekim’den bu yana İran tarafından tedarik edilen karadan denize roketler, seyir füzeleri, balistik füzeler, saldırı İHA’ları, intihar sürat botları ve insansız su altı araçları tarafından taşınan yüzlerce savaş başlığı İran’ın vekilleri tarafından Kızıldeniz’deki ABD üslerine, savaş gemilerine ve ticari gemilere fırlatıldı.
Neyse ki, saldırıların yoğunluğuna rağmen ABD, üslerde ve ABD savaş gemilerinde konuşlandırılan önleyiciler ve radarlardan ve karşı önlemlerden oluşan ve giderek genişleyen bir elektronik ormanla gelenlerin çoğunu yok etmeyi ya da saptırmayı başardı. Centcom’un söylediğine göre bu kolay bir iş değil; birkaç roket ve insansız hava aracı şimdiye kadar 180’den fazla ABD personelinin yaralanmasına neden oldu. Ziyaret ettiğimiz birkaç üsse verdikleri fiziksel hasarı gördüm.
Bu ABD üsleri lüks yerleşkeler değil. Birçoğu 2014 yılından itibaren ABD ve Kürt müttefiklerinin Suriye, Irak ve Ürdün hükümetlerini aynı anda tehdit eden bir savaşta IŞİD ile girdikleri yoğun çatışmaların ardından ele geçirdikleri köhne üslerde ya da küçük kasabalarda kuruldu. Bugün, gelen herhangi bir savaş başlığının zararını sınırlamak için ABD tarafından ithal edilen yüzlerce beton patlama duvarıyla çevrelenmiş ve ayrılmış prefabrik yaşam alanlarından oluşuyor. Ancak bu üsler IŞİD’in ikmal hatlarını ve kritik kitlesini yeniden oluşturmasını engellemek için tasarlanıp konumlandırıldığından, İran ve vekillerinin devasa modern roket cephaneliklerini caydırmak ya da onlara saldırmak için uygun değildi.
İşte bu nedenle 28 Ocak’ta İran destekli Irak İslami Direnişi adlı Şii milislerden oluşan bir koalisyon tarafından fırlatılan 20 kiloluk savaş başlığına sahip tek yönlü bir İran saldırı İHA’sı Ürdün’ün kuzeydoğusundaki “Tower 22” adlı bir ABD tesisini vurdu.
Geçen hafta General Kurilla’nın ekibiyle birlikte Tower 22’yi ziyaret ettim. Patlamada ranzalarından fırlayan üç ABD askeri öldü, 47’si de yaralandı. Neyse ki buradaki modüler yaşam alanları patlamaya dayanıklı duvarlarla ayrılmıştı. İsabet alan ranzanın hemen yanındaki ranzada kalan bir asker, insansız hava aracı vurduğunda FaceTime üzerinden eşiyle konuştuğunu söyledi; kalın bir çimento bariyerle korunan asker sarsılmış ama yara almadan kurtulmuş. Canlı yayını izleyen eşi, dumanlar içinde kaybolduğunda öldüğünü düşünmüş ama üç saat sonra onunla iletişime geçerek aksini teyit edebilmiş.
İranlıların vekillerini ne kadar agresif olmaya teşvik ettiklerini öğrendiğimde şaşırdım, bu da bu savaşın ikinci ve son derece tehlikeli yönüne yol açıyor.
General Kurilla’nın bana Centcom’un Tower 22 saldırısından sonra Tahran’a ateşle oynadığını anlatmak için İran’la yaptığı caydırıcı bir “konuşma” olarak tanımladığı şey buydu.
ABD, 2 Şubat’ta Irak ve Suriye’deki tüm İran vekil güçler şebekesine, ertesi gün de Teksas’tan kalkan uzun menzilli B-1 bombardıman uçakları ve Kızıldeniz’deki Eisenhower uçak gemisi grubundan fırlatılan seyir füzeleri ve avcı bombardıman uçaklarıyla Yemen’deki Husi mevzilerine hava saldırıları düzenleyerek toplamda 100’den fazla hedefi vurdu. ABD’nin misilleme saldırılarında yaklaşık 40 kişinin öldüğü bildirildi.
Kasım Süleymani suikastının bir benzeri tekrarlandı
Operasyon 7 Şubat’ta ABD’nin Irak, Ürdün ve Suriye’deki üslerine yönelik İHA saldırılarından sorumlu olduğunu tespit ettiği Hizbullah Tugayları’nın (Kataib Hizbullah veya Hizbullah Tugayları, İran tarafından desteklenen Haşdi Şabi’nin bir parçası olan bir Irak Şii paramiliter grubudur. Irak İç Savaşı ve Suriye İç Savaşı’nda aktif bir yapıdır. Irak Savaşı sırasında, grup koalisyon işgal güçlerine karşı çatışmıştır çev. notu) özel komutanı Ebu Bekir El-Saedi’yi öldürerek İran ve vekillerine ABD’nin ne tür bir birleşik istihbarat/hassas savaş yürütebileceğini göstermeye karar vermesiyle sona erdi.
El-Saedi Bağdat’ta bir caddede araba kullanırken, 2020 yılında İran Devrim Muhafızları’nın üst düzey komutanı Kasım Süleymani’yi öldüren insansız hava aracından ateşlenen Hellfire füzesinin aynısıyla vuruldu.
Amerika’nın bu tepkisi açıkça İranlıların dikkatini çekti ve İran’ın vekilleri o zamandan beri karada ilan edilmemiş bir ateşkes uyguluyor; bu da bir gün Fırat’ın batı yakasındaki Rus-İran ortak üssünün çok yakınında, Suriye’nin doğusundaki kontrolsüz alanlarda helikopterler ve bir C-130 askeri nakliye uçağıyla dolaşırken içimi rahatlattı.
Ancak bu gayrı resmi ateşkes, en azından Gazze’de ateşkes sağlanana kadar uluslararası gemilere, ABD Donanmasına ya da İsrail’e ateş açmayı bırakmayacaklarını ilan eden Husiler tarafından benimsenmedi. Geçtiğimiz hafta sonu, Husilerin 18 Şubat’ta gemisavar balistik füzeyle vurduğu Belize bandıralı kargo gemisi Rubymar, Babülmendep Boğazı’nda Husilerin füze saldırısı sonucu sulara gömülen ilk gemi oldu. Sızan yakıt ve taşıdığı gübre nedeniyle büyük bir ekolojik kirlilik yarattı. Teşekkürler Husiler.
Bu da bizi söz konusu gizli savaşın üçüncü tehlikeli yönüne götürüyor. Ziyaret ettiğimiz her üste gazetecilerin giremediği, muharebe entegrasyon merkezi adı verilen çok gizli bir oda vardı. İçeride genç Amerikan askerleri ekranlara bakıyor, kendilerine doğru uçan sayısız nesneyi tanımlamaya çalışıyor ve radar ve görsel imzasına göre birine saldırıp saldırmayacağına, diğerini görmezden gelip gelmeyeceğine ya da ıskalayıp zararsız bir şekilde ineceğini düşünerek üçüncüsünün geçip gitmesine izin verip vermeyeceğine karar veriyor. Bir Centcom yetkilisinin bana söylediğine göre, 200 bin dolarlık önleme uçaklarını 20 bin dolarlık İran insansız hava araçlarına ateşlerken disiplin çok önemli.
Bu görevlilerin gelen bir insansız hava aracını çok yakın mesafeden tespit edip imha edebilen ve kara araçlarından, helikopterlerden ya da su üstü gemilerinden fırlatılabilen Coyote insansız hava aracı önleyicisiyle vurup vurmamaya karar vermeleri için genellikle 90 saniyeden az süreleri var.
Başka bir deyişle, her gün düşük olasılıklı ama yüksek sonuçlu bir olaya gebedir. Üstelik ilk ve çoğu zaman da son savunma hattı, 20’li yaşlarında bir ABD askeri ya da denizcisidir.
IŞİD tutsakları arasında 4 eşli bir Amerikalı kadın
Tüm bunların ortasında, Suriye’nin kuzeydoğusunda, çoğu IŞİD “gelinleri” ve çocuklarından oluşan yaklaşık 43 bin kişinin, ülkelerine geri gönderilinceye kadar Kürt gardiyanlar tarafından çadırlarda ve prefabriklerde tutulduğu Al Hol gözaltı kampını da ziyaret ettiğimizi eklemeliyim. IŞİD tarikatına katılmış Amerikalı ya da İngiliz bir kadınla konuşmak, üç ya da dört farklı IŞİD savaşçısından beş ya da altı çocuğu olduğunu ve bunların hepsinin ABD öncülüğündeki koalisyon tarafından öldürüldüğünü duymak oldukça garip. Bazı çocukların zırhlı konvoyumuza attığı taşların sayısına bakılırsa, programdan çıkarma sürecinin daha kat etmesi gereken bir yol var.
“ABD neden bölgede kalmalı?”
Buradaki tüm riskler ve açık yaralar göz önüne alındığında, sormaya değer: Neden burada kalmalıyız?
Soğuk Savaş sonrası dönemde, 1990’ların başından 2010’lara kadar, Oslo Anlaşmaları, Ürdün-İsrail barış anlaşması, Arap Baharı ayaklanmaları ve küreselleşmeden kaynaklanan daha büyük entegrasyon sayesinde dünyanın bu bölgesine daha uzlaşmacı bir siyaset ve çoğulculuk getirmenin mümkün olabileceğini düşündüm.
Ancak bu gerçekleşmedi. Demokrasinin yayılmasından ziyade bu bölge metastaz yapan düzensizlikler ve başarısız devletler yaşadı. Aynı zamanda, dünyadaki büyük bölünme artık demokrasi ve otokrasi arasında değil, düzen ve düzensizlik arasında olmaya başladı.
ABD güçlerinin Suriye, Irak ve Kızıldeniz’in doğusunda kalmasının en iyi nedeni tam da “oradaki” düzensizliğin -IŞİD, Suriye gibi başarısız devletler ve İran’ın vekil milislerinin ulus devletleri yiyip bitirmesi gibi, “buraya” gelmemesi içindir. Riskler konusunda hiçbir yanılsamaya kapılmamalıyız, çünkü dışarıda oynanan gölge savaşında her an gölgelerden çığlıklar yükselebilir.”
Bu yazı ilk kez 13 Mart 2024’te yayımlanmıştır.