Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi küresel dengeleri alt üst etti. Batılı devletler ve Avrupa’daki müttefikleri bu saldırganlık karşısında harekete geçtiler ve Ukrayna’yı destekleme konusunda birleştiler. Bu savaş ayrıca ABD’nin hasımlarını da bir araya getirdi. Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore gibi mevcut küresel düzenden memnun olmayan devletler, aralarındaki işbirliğini pekiştirdiler. Hindistan, Körfez Ülkeleri ve Türkiye gibi her iki tarafla da arasını bozmak istemeyen devletler ise bu yeni jeopolitik tabloda önem kazanıyor.
John Hopkins Üniversitesi’nde Uluslararası Çalışmalar dalında profesör olan Hal Brands, Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığı yazıda, Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın Avrasya coğrafyasındaki ve ABD ile hasımları arasındaki dengeleri nasıl değiştirebileceğini ele alıyor.
Yazıdan öne çıkan bazı bölümleri paylaşıyoruz:
“Ukrayna’daki savaşın birçok olumlu sonucu olabilir: Kendi saldırganlığı yüzünden kan kaybetmiş bir Rusya, gücünün ve liderliğinin önemini yeniden keşfetmiş bir Amerika Birleşik Devletleri ve önümüzdeki yıllarda karşısına çıkacak tehlikelere karşı birleşmiş ve güçlenmiş bir demokratik dünya.
Aynı zamanda bu savaşın epey tehlikeli bir sonucu da olacaktır: Coğrafi konumun ve Batı’ya karşı jeopolitik rekabetin bir araya getirdiği Avrasya otokrasilerinden oluşan bir koalisyonun yükselişi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in çılgınlığı demokrasileri bir araya getirirken, özgür dünyanın hasımları tarafından da bir Kale Avrasya’sının inşasını hızlandırıyor.
Çin, Rusya, İran ve Kuzey Kore gibi revizyonist otokrasiler yalnızca bulundukları bölgede güç kazanmakla kalmıyorlar. Bu ülkeler, dünyanın en büyük kara parçasında iç içe geçmiş stratejik ortaklıklar kuruyorlar ve ABD doları ile ABD donanmasının ulaşamayacağı ticaret ve ulaşım ağları inşa ediyorlar.
Amerikan yüzyılı ve Avrasya yüzyılı
Modern çağın tüm büyük çatışmaları, karşıt ittifakların Avrasya’nın ve çevresindeki okyanusların hâkimiyeti için giriştiği mücadelelerdi. Nitekim Amerikan yüzyılı aynı zamanda bir Avrasya yüzyılı oldu.
Washington’un bir süper güç olarak en önemli görevi, Avrasya’yı bölünmüş halde tutarak dünyadaki dengeleri korumaktı. Şimdi ABD yine Avrasya’nın merkezindeki rakiplerine karşı bu süper kıtanın çeperlerindeki demokratik müttefiklerinden oluşan bir koalisyona liderlik ediyor. Kritik öneme haiz taraf tutmayan ülkeler ise ellerini güçlendirmek için hamleler yapıyor.
Kritik önemdeki ülkeler: Türkiye-Hindistan-Suudi Arabistan
Türkiye, Suudi Arabistan ve Hindistan gibi ülkeler, bulundukları konum ve sahip oldukları nüfuz hasebiyle bu rekabette kritik bir role sahip. Bu ülkeler birçok durumda her iki tarafa da oynuyor.
Avrasya meselesinin ele alınması, ABD’nin ittifak ağlarının güçlendirilmesini gerektirecektir. Ancak fırsatçı tarafsız ülkelerin de Kale Avrasya’sı ile özgür dünya arasındaki bu mücadeleyi şekillendirecek olması, bu durumu daha da karmaşık hale getiriyor.
Avrasya, ABD haricindeki dünyanın en zengin ve en güçlü ülkeleri bu bölgede yer aldığından uzun zamandır dünyanın en önemli stratejik kırılma noktası oldu. Yirminci yüzyılın başlarından bu yana, bu devasa süper kıta jeopolitik üstünlük için verilen şiddetli mücadelelere sahne oldu.
Avrasya’yı yeniden şekillendirmek
Putin’in Ukrayna’yı işgali, Avrasya’yı güç kullanarak yeniden şekillendirmeye yönelik bir girişimdi. Rusya, Ukrayna’yı ele geçirerek eski Sovyetler Birliği’ni Avrupa’da tekrar canlandıracaktı. Moskova, Orta Asya’dan NATO’nun doğu cephesine kadar hâkim bir konuma sahip olacaktı. Demokrasiler yine cesaret kırıcı bir hezimete uğrayacak, Çin-Rusya ortaklığı yükselişe geçecekti. Bu senaryo Putin’in saldırısının başarısızlığıyla çöktü. Yine de savaşın son derece kutuplaştırıcı etkileri oldu.
Savaş hiç şüphesiz demokrasileri harekete geçirdi. NATO yeniden silahlanıyor ve genişliyor. Asya’daki demokrasiler, bölgede meydana gelen bir savaşın başka yerlerde de tehlikelere yol açabileceği korkusuyla Ukrayna’yı destekledi ve Rusya’ya yaptırım uyguladı. Liberal değerler ve ABD liderliğindeki uluslararası düzen etrafında birleşen ülkeler, Doğu Avrupa’da ve Batı Pasifik’te savunmalarını güçlendiriyor ve Moskova ile Pekin’deki otoriter rejimler ile ticaret ve teknoloji alanındaki bağlarını tekrar gözden geçiriyorlar. ABD Başkanı Joe Biden’ın “özgür dünya” şeklinde nitelendirdiği olgu yeniden şekilleniyor. Ne yazık ki karşısında otokrasilerden oluşan bir koalisyon da ortaya çıkıyor.
Moskova, Pekin, Tahran ve Pyongyang kendi bölgelerindeki güç dengesini altüst etmek istiyor ve Washington’u bunun önündeki başlıca engel olarak görüyor. Hepsi de ABD ve küresel çetesinin uygulayabileceği yaptırımlardan ve diğer cezalardan endişeleniyor. Hepsinin ayakta kalmak için diğerlerine ihtiyacı var çünkü ABD ve müttefikleri bunlardan herhangi birini yok ederse, geri kalanlar daha savunmasız hale gelecek.
Son olarak, bu ülkelerin hepsi Avrasya’da yer alıyor ve diğer revizyonist ülkeler ile coğrafi olarak yakınlar. Rusya-Ukrayna savaşı küresel gerilimi tırmandırırken, bu otokrasiler kendilerini korumak ve stratejik çıkar sağlamak için bir araya geliyorlar.
Yeni işbirlikleri
Bu gidişat elbette yeni değil. İran ve Kuzey Kore uzun zamandır füze teknolojisi alanında işbirliği yapıyor. Çin ve Rusya arasındaki stratejik ortaklık ise yıllardır devam ediyor. Ancak bu savaş iki ülke arasındaki ortaklığı gerdiği kadar revizyonist ülkelerin birbiriyle örtüşen amaçlarının ve kaygılarının altını da çizdi.
Savaş, bu ülkeler arasında giderek örtüşen ve güçlenen savunma ilişkilerini güçlendirirken, ortaya askeri açıdan bir araya gelen bir Avrasya çıkıyor. Rusya’nın Kuzey Kore ile askeri ilişkileri, Pyongyang’ın Moskova’ya ihtiyaç duyulan topçu mühimmatlarını satmasıyla iki yönlü bir hal aldı.
Bu sırada Rusya ve İran, CIA Direktörü William Burns’ün deyimiyle “tam teşekküllü bir savunma ortaklığı” inşa ediyor. Bu ortaklık Ukrayna’daki savaş alanlarında Rusya’yı güçlendiren insansız hava araçları, toplar ve söylendiğine göre balistik füzelerin Rusya’ya transferini içeriyor. Bu durum, Tahran’ı ABD ve İsrail için daha zorlu bir düşman haline getirecek gelişmiş Su-35 savaş uçakları, hava savunma sistemleri veya balistik füze teknolojisinin İran’a transferinin habercisi olabilir.
Çin ise ABD ve Avrupa yaptırımlarından çekindiği için Putin’in savaşını askeri yardımlarla doğrudan desteklemedi. Bununla birlikte Pekin, Putin’in savaşmaya devam etmesini sağlayan insansız hava araçlarından bilgisayar çiplerine kadar sözde askeri olmayan yardımlar sağladı. En önemli müttefiki yenilgiyle karşı karşıya kalırsa Pekin muhtemelen daha da ileri gidecektir.
Avrasya’daki askeri dengeleri alt üst etmek için resmi bir Çin-Rus ittifakına bile gerek yok. Eğer Rusya Çin’e sessiz denizaltı tahrik sistemleri veya karadan havaya atılan füzeler sağlarsa, bu durum Batı Pasifik’teki muhtemel bir Çin-Amerikan savaşının gidişatını derinden etkileyebilir. Günümüz Avrasya’sında, iyi silahlanmış revizyonistler ortak bir amaç için çalışıyorlar.
Uluslararası ticaret de yeniden şekilleniyor
Ayrıca uluslararası ticareti de yeniden şekillendiriyorlar. Avrasya’nın kenar denizlerinden geçen ticaret ya da silah sevkiyatları, dünyanın dört bir yanına yayılmış donanmalar tarafından ele geçirilebilir. Dolara bağımlı ekonomiler ABD yaptırımlarına karşı savunmasızdır. O halde Kale Avrasya’sının ikinci bir ayağı da demokrasilerin müdahalelerine karşı güvenli ticaret ve ulaşım ağları inşa etmektir.
Çin, Orta Doğu petrolüne ve diğer önemli kaynaklara erişim sağlamak amacıyla yıllardır karadan geçen boru hatlarına ve demiryollarına yatırım yapıyor. Pekin şimdi, Batı’nın Moskova’ya açtığı ekonomik savaş nedeniyle aciliyet kazanan bir proje doğrultusunda, yabancı girdilere bağımlılığını azaltarak ekonomisini yaptırımlara karşı korumaya çalışıyor. Rusya ve İran, iki ülkeyi Hazar Denizi üzerinden birbirine bağlayan Kuzey-Güney Ulaşım Koridorunu faaliyete geçiriyor. Aynı şekilde Rusya ve Çin, Çin’in Pasifik limanları ile Rusya’nın Avrupa’daki limanları arasındaki en az riskli deniz yolu olan Kuzey Deniz Güzergâhını geliştirmek için iş birliği yapıyor. Putin’in geçtiğimiz Kasım ayında üstü kapalı olarak söylediği gibi “uluslararası ticaret krizdeyken” Avrasya’nın entegrasyonu büyük önem taşıyor.
Avrasya bloğu kültürel olarak da örgütleniyor
Son olarak, bu Avrasya bloğu entelektüel ve ideolojik olarak da bir araya geliyor.
2022 yılının Şubat ayında yapılan Çin-Rusya ortak açıklamasında iki ülke, ABD’nin Soğuk Savaş tarzı ittifak bloklarına karşı çıkarken kendi otokratik siyasi sistemlerini savunuyordu. İranlı yetkililer Avrasya iş birliğini ABD’nin “tek taraflılığına” karşı bir panzehir olarak tanımlarken; Putin Avrasya’yı Batılı “neoliberal elitler” tarafından kuşatılmış “geleneksel değerler” için bir sığınak olarak görüyor.
Mevcut savaş Putin’i Batı’dan kopardığı için, Rusya’nın yüzünü hangi yöne döneceği konusundaki ezeli tartışmasını da çözmüş oldu. Şu an için Rusya’nın kaderi Avrasya’da görünüyor.
Yeni Avrasya’nın sınırları
Elbette bunun sınırları var. Putin ne derse desin, Kuzey-Güney koridoru Süveyş Kanalı’nı asla gölgede bırakmayacaktır. Küresel olarak bütünleşmiş bir Çin, yalnız kalmış Rusya’nın şu anda yapması gerektiği gibi her şeyiyle Avrasya’ya yönelmek zorunda kalmayacaktır.
Otokrasilerin kendi arasındaki gerilimler de pusuda bekliyor: Bazı Rus milliyetçileri, Avrasya’ya yönelmenin nihayetinde Pekin’e ekonomik bağımlılık anlamına geleceğinden endişe oluyor olmalı. Ancak şu anda Kale Avrasya’sı, Washington ve dostları için işleri çok daha zorlaştıracaktır.
Avrasya entegrasyonu aynı zamanda ABD’nin hasımlarını yaptırımlara karşı daha dirençli hale getirecektir. Bu onları düşmanlarına karşı askeri açıdan güçlendirecektir. Bu durum, Rusya’nın Çin’in Tayvan konusundaki tutumuna daha güçlü destek vermesi gibi geniş kapsamlı diplomatik iş birliğine ve hatta belki de ABD’ye karşı bir savaşta birbirlerine maddi yardımda bulunmalarına yol açacaktır. Rusya’nın Doğu Asya’daki olası bir savaşta Çin’in ABD’nin burnunu kanatmasına yardım etme fırsatı olsaydı, bunu yapmak isteyeceği konusunda şüphesi olan var mı?
Bu olmasa bile, Kale Avrasya’sı dünyayı revizyonist devletler için daha güvenli hale getirecektir. Bu ülkeler Avrasya’da kendilerini ne kadar güvende hissederlerse, birbirlerinden ne kadar çok destek alırlarsa, güçlerini Batı Pasifik, Avrupa, Orta Doğu gibi çevre bölgelere ve ötesine kullanma konusunda o kadar cesaretli olacaklardır.
Tarafsızlar ne yapacak?
Rusya-Ukrayna savaşı, hem Kale Avrasya’sından hem de özgür dünyadan menfaat sağlamak isteyen ve iki taraf arasındaki dengeyi etkileyen stratejik konumdaki tarafsız devletlerin öneminin de altını çizdi.
Üç kıtanın kesiştiği, doğal kaynaklar açısından zengin bir bölge olan Basra Körfezi’nde, ABD’nin uzun süreli güvenlik ortakları artık tek bir ülkeyle müttefik olmayı eskisi kadar faydalı bulmuyor. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ekonomik ve teknolojik olarak Çin’e doğru yöneliyor. Her ikisi de Ukrayna’daki savaş sırasında bile Rusya ile güçlü bağlarını sürdürüyor. Komünizm karşıtlığı bir zamanlar bu monarşilerin Washington ile ilişkilerinde ideolojik bir harç görevi görüyordu. Ancak modernleşen Körfez otokrasilerinin siyasi açıdan ABD’nin kendisinden çok rakipleriyle ortak yönleri var.
Batı’da ise Türkiye iki denizin ve iki kıtanın kesiştiği noktada yer alıyor ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da aynı şekilde ikili bir oyun oynuyor. Ankara NATO tarafından korunurken Rus hava savunma sistemlerini ithal ediyor; Ukrayna’yı desteklerken Moskova’nın yaptırımları delmesine yardımcı oluyor ve Kafkasya’dan Afrika Boynuzu’na kadar, çoğu zaman ABD çıkarlarına ters düşecek şekilde, çatışmalarda kilit bir rol oynuyor. Başka bir deyişle, Türkiye’nin nasıl hareket edeceği meseleden meseleye değişiyor.
Güney Asya nasıl tutum alacak?
Bir de Güney Asya var. Bir zamanlar ABD’nin kritik bir ortağı olan Pakistan, şimdi kendisini Hint Okyanusu’na açılan bir koridor olarak gören Pekin’e yöneliyor. Hindistan ise tam tersine Çin’e karşı kendini korumak için Washington’a yöneliyor. Ancak Hindistan silah ve enerji konusunda hala Rusya’ya bağımlı. İdeoloji ve çıkarlar Hindistan’ı büyük güçlerden herhangi birine bağlanmaktansa bu güçler arasında denge kurmaya itiyor. Yeni Delhi’nin geri dönülmez bir şekilde seçimini yaptığını düşünmek hata olur: Bir noktada Başbakan Narendra Modi, Pekin’in iki ülkenin ortak sınırındaki gerilimi azaltması halinde Çin ile yumuşamaya sıcak bakabilir. Endonezya’dan Mısır’a kadar Avrasya’nın çevresindeki diğer ülkeler ise ittifaklar konusunda daha değişken bir tutum sergiliyor.
Tarafsız devletler çeşitlilik gösterse dikkat çekici ortak noktalar var. Bu ülkelerin hiçbiri ekonomik olarak gelişmiş demokrasiler arasında yer almıyor. Hepsi de seçenekleri açık tutmak ve her iki taraftan da mümkün olan en iyi fırsatları elde etmek umuduyla rakip ittifaklar arasında denge kurmayı tercih ediyor.
Hepsi de Putin’in Ukrayna’yı işgaline tepki verirken en iyimser ifadeyle mütereddit davrandılar çünkü bu ülkeler Moskova ile ilişkilerine değer veriyor ve kutuplaşmış jeopolitik durumun diplomaside esnekliğin önüne geçeceğinden endişe ediyorlar. Son olarak hepsi de Avrasya’daki güç dengelerini önemli ölçüde etkileyebilir.
Bu tarafsız devletlerin her biri, yaptırımların etkisini azaltarak Putin Ukrayna’da yürüttüğü savaşa destek oldu. Bunu en çarpıcı şekilde 2022’nin sonlarında petrol üretimini kısarak petrol fiyatlarının ve Moskova’nın gelirlerinin yükselmesine sebep olan Moskova yaptı. Bu tercihlerinin başka kritik sonuçları da olacaktır.
BAE, topraklarında bir Çin üssüne ev sahipliği yapma yolunda ilerleyerek Pekin’in hassas bir bölgede askeri gücünü konumlandırmasına yardımcı olabilir. Suudi Arabistan, Tahran ile olan gerilimin yumuşatılmasına aracılık etmesi için Pekin’e güvenerek Çin’in diplomatik gücünü Basra Körfezi’ne taşıdı bile.
Güney Asya’da Pekin’e sıkı sıkıya bağlı bir Pakistan, Çin’in “Malakka açmazından”, yani Çin’in Batı’ya yönelik ticaretinin büyük bir kısmının kendi kontrolünde olmayan dar bir boğazdan geçmesi gerektiği gerçeğinden kaçmasını çok daha kolay hale getirecektir.
Hindistan’ın aldığı kararlar, teknolojik nüfuzun ve üretim kapasitesinin küresel dağılımını ve Çin’in denizde ilerlerken karada ne kadar sorunla karşılaşacağını etkileyecek. Türkiye’nin tercihleri ise Putin’in karşı karşıya olduğu ekonomik baskıların tesirini, NATO’nun gücünü, birlik ve beraberliğini ve Orta Asya’dan Orta Doğu’ya kadar uzanan bir coğrafyada jeopolitik dengeleri etkileyecektir.
ABD, Kale Avrasya’sının ortaya çıkışını kolay bir şekilde engelleyemez çünkü bu süreç, Ukrayna’daki savaşın yarattığı güçlü ortak çıkarların ve artan küresel gerilimlerin bir sonucudur. Teorik olarak, belki de Washington bu koalisyonun bir ya da daha fazla üyesiyle uzlaşarak koalisyonu dağıtabilir. Pratikte, böyle bir uzlaşma mümkün olsaydı, örneğin Ukrayna ve Doğu Avrupa’nın bazı bölgelerinin Moskova’ya terk edilmesi gibi Washington’un küresel sorunlarını daha da kötüleştirecek tavizler verilmesi gerekecekti. O halde geriye iki yönlü bir yaklaşım kalıyor.
ABD ne yapabilir?
Amerika Birleşik Devletleri, Doğu Asya ve Avrupa’da kendisine muazzam bir güç sağlayan ittifak bloklarına sahip. Genel itibariyle, ABD ve müttefikleri ekonomik, diplomatik ve askeri açıdan hasımlarından daha güçlü. Dolayısıyla yapılması gereken ilk şey, Avrasya’nın tehlike altındaki çeperlerinde yer alan ittifakları güçlendirmek ve bu ittifaklar arasındaki bağları güçlendirerek herhangi bir yerde yapılacak saldırganca bir hamlenin küresel bir karşılık bulmasını sağlamaktır.
Washington, Japonya ve Filipinler ile ittifakını pekiştirerek, NATO’nun doğu cephesini güçlendirerek ve AUKUS gibi farklı bölgelerdeki benzer görüşteki demokrasileri birbirine bağlayan ortaklıklar kurarak bu stratejinin unsurlarını uygulamaya çalışıyor.
Bundan sonraki adımlar, Çin’in olası bir saldırganca hamlesine karşı ABD-Japonya-Avustralya üçlüsünün ortak hareket etmesi ya da Avrupalı güçlerin Batı Pasifik’teki bir çatışmaya askeri ya da ekonomik olarak nasıl karşılık verebileceğine dair ciddi planlar ortaya koyması yoluyla, tehditlerin en şiddetli olduğu yerlerde özgür dünyanın savunmasını daha da bütünleştirmek olacaktır.
Bu süreçte önemli zorluklar ortaya çıkabilir, 2024’te veya sonrasında ABD seçimleri sonucunda ABD’nin tek başına hareket etmesini savunan “Önce Amerika” görüşünü savunan bir iktidar başa gelirse, bu durum meseleleri daha da karmaşık hale getirecektir.
Daha zorlayıcı olan ise ikinci yaklaşım: Tarafsız devletlerle stratejik yakınlaşmayı en üst düzeye çıkarırken, en çok zarar vereceği yerlerde ayrışmaları en aza indirmek. Bu ülkelerin tarafsızlık için iyi nedenleri olduğundan, bu çoğu zaman sonu gelmeyen zorlu bir görev olacaktır.
Bu da hayati olanla önemli olanı birbirinden ayırmayı, yani Çin askeri üslerini Basra Körfezi’nden uzak tutmak gibi, ABD’nin Avrasya’daki dengelerde kayda değer bir değişikliği önlemek için agresif bir şekilde baskı gücünü kullanması gereken konuları belirlemeyi gerektirecektir.
Sonuç olarak, değerler konusunda verilecek tavizlerin gelişmiş demokrasilerle kıyasla tarafsız devletler ile olan ilişkilerde daha keskin olacağını kabul etmek gerekir. ABD, Suudi Arabistan’ı dışlayıcı politikalar izleyebilir ya da Hindistan’a iç işleri konusunda doğrudan meydan okuyabilir ancak bunu stratejik öneme sahip konularda işbirliğini tehlikeye atmadan yapamaz. Bu da Washington’un mesajını hedef kitlesine göre belirlemesi gerektiğini gösteriyor: Batı Dünyası dışında, demokratik normlara yapılan vurgular, revizyonist dörtlünün rejim tipinin aksine davranışları tarafından tehdit edilen egemenlik, toprak bütünlüğü ve diğer normlara yapılan vurgulardan daha az etkili olacaktır.
Bu hususlar da tarafsız devletlerle yürütülen diplomasinin açık bir şekilde çıkara dayalı doğasının altını çiziyor. ABD-Suudi arasındaki özel ilişki tarih oldu ve demokratik dayanışma çağrıları Washington’a Yeni Delhi’de pek bir şey kazandırmayacak. ABD’nin Suudi Arabistan, Hindistan ve diğer oyunculara gerçek değeri olan faydalar sunarak ve aynı zamanda tarafsız devletler ABD’nin temel çıkarlarına aykırı dış politikalar yürüttüğünde bu faydaları esirgeyerek işbirliğini satın alması gerekecektir. ABD, tarafsız devletleri diplomatik tercihleri nedeniyle sürekli cezalandırırsa, bu durum tarafsızlığı düşmanlığa dönüştürme riski taşır; bunu hiç yapmazsa, elindeki tüm kozlarını kaybedebilir.
Bir asırdan biraz daha uzun bir süre içinde dördüncü kez, Avrasya üzerinde destansı bir çatışma yaşanıyor. ABD’nin bunu kazanması için bir yandan özgür dünyadaki müttefiklerini bir araya getirmesi, diğer yandan da tarafsız ülkeleri etkilemek için rekabet etmesi gerekecek.”
Bu yazı ilk kez 15 Haziran 2023’te yayımlanmıştır.