Bugünlerde İtalya’nın yeni seçilen aşırı sağcı Başbakanı Giorgia Meloni’nin 2019’da verdiği ve Fransa’yı modern sömürgecilik ile suçladığı bir röportajın videosu gündem oldu. Dünyanın neredeyse her yerinde ve Türkiye’de de viral olan videoda Meloni, Fransızların Afrika’yı sömürmeye devam ettiğini, bunun da Avrupa’ya mülteci göçü olarak yansıdığını anlatıyordu.
Benzer bir biçimde Hollanda da, 9 Aralık’ta 7 bakanını eski sömürgelerine göndererek dünya çapında 8 ayrı noktada devlet adına kölelik geçmişi için resmi özür dilemeye hazırlanıyor. Ancak bu, köleleştirilen kişilerin yakınlarına tazminat ödeneceği anlamına gelmiyor. Kölelik konusunda farkındalığı artırmak amacıyla hazırlanacak projeler için 200 milyon euroluk bir bütçe ayrılması ve kölelik tarihi ile ilgili bir müze için de 27 milyon euro kaynak sağlanması anlamına geliyor.
Oysa başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupalı devletler 19. yüzyılda Afrika’nın neredeyse tamamını sömürge imparatorluklarının bir parçası haline getirdiler ve bu kıtanın kaynaklarını kendi sanayilerini beslemek için kullandılar. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’da meydana getirdiği tahribat 20. yüzyılın ortalarında dekolonizasyon süreci ile bu imparatorlukların dağılmasına sebep oldu. Ancak Batılı devletler dünya üzerinde sahip oldukları ekonomik, teknolojik, siyasi ve askeri üstünlük ile eski sömürgelerine ciddi nüfuz sahibi olmaya devam ettiler. Örneğin İngiltere birçok eski sömürgesi ve kolonisi ile halen İngiliz Milletler Topluluğu vesilesiyle bağlarını sürdürüyor. Fransa ise CFA Frangı vesilesiyle Afrika’daki birçok eski sömürgesinin mali kontrolünün iplerini elinde tutuyor.
Güney Afrikalı toplum ve siyaset yorumcusu Tafi Mhaka, Al Jazeera haber sitesi için kaleme aldığı yazısında Meloni, Macron ve Putin gibi Batılı liderlerin kendi ülkelerinin geçmişlerini ve günümüzdeki faaliyetlerini görmezden gelerek birbirlerini nasıl sömürgecilikle suçladıklarını aktarıyor.
Yazının öne çıkan bazı bölümlerini paylaşıyoruz:
“İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin Ocak 2019’da İtalyan Televizyon kanalı La 7’ye verdiği bir röportajda, Fransa’nın Afrika’daki ekonomik emperyalizmini kınadığı kesitleri içeren bir video geçtiğimiz günlerde viral oldu ve hem Avrupa’da hem de Afrika’da büyük övgü aldı.
Aşırı sağcı siyasetçi, videoda Fransa’nın Afrika ülkelerinin “kaynaklarını sömürmek” için “sömürge para birimi” olan CFA Frangı kullandığını iddia ediyor. Ardından Burkinalı bir çocuk madencinin fotoğrafını gösteriyor ve fotoğraftaki çocuğun “çıkarmak için bir tünele indiği” altın da dâhil olmak üzere “Burkina Faso’nun ihraç ettiği her şeyin yüzde 50’sinin” “Fransız hazinesine gittiğini” öne sürüyor.
Meloni’nin iddiaları yanlış değil.
Fransa gerçekten de Afrika’daki eski sömürgeleri üzerinde nüfuz sahibi olmak için Fransa tarafından garanti edilen ve Euro’ya sabitlenmiş bir para birimi olan CFA Frangı’nı kullanıyor. Fransa, CFA frangının değerini güvence altına alıyor, ancak bunun karşılığında onu kullanan ülkelerin döviz rezervlerinin yüzde 50’sini Fransız hazinesinde tutmaları gerekiyor. Bu, pratikte bu ülkelerin finansal bağımsızlığını tamamen ortadan kaldırıyor ve yeni bir sömürgeci yağma için yasal kılıf sağlıyor.
Meloni ne demek istedi?
Ancak Meloni’nin Fransa’nın eski sömürgelerine yönelik yağmacı politikalarını tespit etme ve dile getirme konusundaki görünürdeki başarısı, kendisinin Avrupa’nın Afrika’yı sömürmeye devam etmesi konusuyla gerçekten ilgilendiğine kimseyi inandırmamalıdır.
Ne de olsa Meloni’nin kendi ülkesi İtalya, Afrika’daki Avrupalı sömürgecilerden biriydi. İtalya Afrika’da Eritre, Somali, Libya ve Etiyopya gibi bölgeleri kontrol ediyordu. İtalya imparatorluğunun Afrika’da yol açtığı yıkım ve bu sömürünün günümüzdeki sonuçları detaylı bir şekilde belgelendi. Bununla birlikte Meloni, Afrika’nın mevcut sorunlarında kendi ülkesinin sorumluluğundan hiç bahsetmiyor, özür dilemiyor ya da tazminat çağrısında bulunmuyor.
Dahası, Avrupa Birliği (AB) ve Euro Bölgesi’nin bir üyesi olarak İtalya, CFA ve Avrupa’nın Afrika’ya yönelik diğer birçok sömürücü ekonomi politikasından faydalanıyor. Ancak Meloni hiçbir zaman Avrupa ve Afrika arasındaki ilişkilerdeki eşitsizliği giderecek gerçek bir politika önermedi. Aslında Meloni, La 7’ye verdiği röportajda, Avrupa’nın göç krizinden yalnızca Fransız ekonomik emperyalizmini sorumlu tutma çabalarının ötesinde, sömürgeci hesaplaşma ya da modern sömürgecilik üzerine pek bir şey söylemedi.
Görünen o ki İtalya Başbakanı için Afrika’nın sömürgecilikten kaynaklanan sosyoekonomik sıkıntılarının ağır insani sonuçları, güç bela yüzen sandallarla Avrupa kıyılarına ulaşmak için hayatlarını riske atan çaresiz göçmenlerin de gözler önüne serdiği üzere, seçim malzemesinden başka bir şey değil.
Fransa bile yeni modaya dâhil oldu
Son yıllarda, ırkçılık ve sömürgecilik tartışmaları yeni oluşan küresel kamuoyuna hâkim olmaya başladıkça, diğer ulusların sömürgecilik geçmişlerine işaret etmek Batı’da moda haline geldi. Siyasetçiler, kendi ülkelerinin modern sömürgeci politikalarını görmezden gelirken veya bu politikaları bilfiil desteklerken, siyasi rakiplerini mevcut veya geçmişteki sömürgeci faaliyetlerin dolayı suçlayarak karalamaya başladılar.
Nitekim Meloni, siyasi rakiplerine karşı üstünlük sağlamak için ikiyüzlü bir şekilde sömürgecilik karşıtı argümanları kullanan önde gelen tek siyasetçi değil. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bile sömürgecilik karşıtı furyaya dâhil oldu.
20 Kasım’da Tunus’ta düzenlenen Fransızca konuşan ülkeler zirvesinin açılışında konuşan Macron, ülkesinin Afrika’daki varlığını sürdürmesini Rusya’yı hedef göstererek savunmaya çalıştı.
Macron, “Fransa bir kenara itildiğinde Rusya’nın orada yürüttüğü projenin bir yağma projesi olduğunu görmek için Orta Afrika Cumhuriyeti’nde ya da başka yerlerde neler olup bittiğine bakmanız yeterli,” dedi.
Fransız lider, Rusya’nın Afrika’daki projesini bir “yağma” projesi olarak nitelendirmekte haksız sayılmaz. Yine de, Fransa’nın kendi (çok daha eskiye dayanan ve çok daha oturmuş) yağmacılık projesini eşzamanlı olarak Afrikalılara karşı yardımsever ve hatta hayırsever bir proje olarak sunma girişimi ancak bir arsızlık olarak tanımlanabilir.
Ruslar da hevesli
Rusya da bu trajikomik sömürgeci suçlama yarışına müdahil oluyor. Rusya’nın liderleri, Rusya’nın Afrika’da hiçbir zaman sömürge sahibi olmadığını ve dolayısıyla Batılı jeopolitik rakipleri gibi “kanlı sömürgecilik suçları” işlemediğine vurgu yapma konusunda fazlasıyla hevesli görünüyor.
Temmuz ayında Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya’nın “Afrika’nın dekolonizasyon sürecinin sonuçlandırılması talepleriyle dayanışma içinde” olduğunu ve görünüşe göre ekonomilerini Avrupa’nın kontrolünden kurtardığını iddia etti.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise 24 Ekim’de Moskova’da Valdai Düşünce Kulübü’nün yıllık dış ilişkiler forumunda yaptığı konuşmada Rusya’nın bağımsızlık mücadeleleri sırasında Afrika ülkelerine verdiği desteğin önemini vurguladı. Batı’nın diğer uluslar üzerindeki hâkimiyetinin sona ermesini arzuladığını açıklarken, Batı’nın “Afrika ülkeleri için ortaya çıkan sonuçları düşünmeden” kendi çıkarlarının peşinden gittiğini söyledi.
Elbette Rusya’nın Ukrayna’da süregelen emperyalist savaşı, Lavrov ve Putin’in ülkelerinin dekolonizasyon, özgürlük ve çok kutupluluğu desteklediği yönündeki iddialarını tek başına çürütüyor.
Rusya’nın Afrika ile günümüzdeki ilişkisi de sömürgecilikten arındırma olarak nitelendirilemez. Aslında Rus unsurlar pek çok Afrika ülkesinde sömürgeci yöntemlerle baskı ve şiddete başvuruyor.
ABD merkezli Silahlı Çatışma Yeri ve Olay Verileri Projesi (ACLED) tarafından Eylül ayında yayınlanan bir rapora göre, Rusya’nın Wagner Grubu (Kremlin’in uzantısı olan özel bir paralı asker örgütü) çatışmaların yoğun olarak yaşandığı Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’de “çok sayıda sivili hedef alıyor.” Bu siyasi amaçlı şiddet “müttefik devlet güçlerinin yanı sıra bölgede faaliyet gösteren isyancı gruplar tarafından gerçekleştirilen sivillere yönelik saldırıların boyutunu aşıyor”. Wagner’in Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki faaliyetlerine ilişkin 2021 tarihli bir BMGK raporu da aynı sonuca varmıştı. Rapora göre Ruslar ve müttefik devlet güçleri tarafından gerçekleştirilen ihlallerin arasında “orantısız güç kullanımı, ayrım gözetmeksizin öldürme, okulların basılması ve insani yardım kuruluşları da dâhil olmak üzere geniş çaplı yağmalama vakaları yer alıyor”. Wagner Grubu ayrıca doğal kaynak zengini Orta Afrika Cumhuriyeti, Mali ve Sudan’da ormancılık ve madencilik imtiyazlarını istismar etmekle suçlanıyor.
Sonuç olarak, Rusya’nın Afrika’daki tutumu ile Batı’nın alışılmış sömürgeciliği arasındaki farkı tespit etmek giderek zorlaşıyor. Tıpkı Fransa gibi Rusya da jeopolitik ve ekonomik çıkarlarını her ne pahasına olursa olsun genişletmek ve korumak için Afrika’da bulunuyor ve dekolonizasyon sürecinde gerçek bir çıkarı yok.
Sömürgecilikte ne değişti?
Sömürgecilik döneminde, emperyalist güçleri temsil eden ülkeler, faaliyetlerinin mahiyetini gizleme ya da sömürgeleştirdikleri halkların refahıyla ilgileniyormuş gibi davranma ihtiyacı hissetmiyorlardı.
Bugün ise farklı bir dünyada yaşıyoruz. Sömürgecilik karşıtı olmak artık moda oldu. Dolayısıyla günümüz emperyalistleri, ülkelerinin Afrika’daki faaliyetlerinin mahiyeti konusunda kendilerinden önce gelenlere kıyasla pek açık sözlü değiller. Bu ülkelerin birçoğu, asıl niyetleri ne olursa olsun, görünürde insan haklarına hizmet ediyor, siyasetlerini ve politikalarını sömürgecilik karşıtı olarak nitelendiriyor. Öyle ki, birbirlerini memnuniyetle sömürgecilikle suçluyorlar.
Meloni’nin Fransa’nın “sömürgeci para birimine” yönelik eleştirisi isabetli. Macron’un Rusya’nın Afrika’daki “yağma projesine” yönelik eleştirisi de isabetli. Lavrov ve Putin bile Batı’nın “kanlı sömürgecilik suçlarından” bahsederken yalan söylemiyorlar.
Ancak kendi ülkelerinin sömürgeci politikalarını eleştirel bir bakış açısıyla ele almak ya da Afrika ülkeleriyle karşılıklı fayda sağlayan ilişkiler kurmaya yönelik adımlar atmak gibi bir derdi olmayan siyasi liderlerin bu “hararetli çıkışları” kutlanacak bir şey değil.
Herkes, ama bilhassa Afrikalılar, Meloni gibilerini, kendi emperyalist gündemlerini ilerletmek için apaçık ortada olanı ifade ettikleri için tebrik etmekten kaçınmalıdır.”
Bu yazı ilk kez 15 Aralık 2022’de yayımlanmıştır.