Avrupa’nın jeopolitik körlüğü: Tarihin tekerrürü mü?

Avrupa, Rusya’nın emperyal hırslarını ve Çin ile yakınlaşmasını neden görmezden geldi? ABD’nin küresel öncelikleri değişirken Avrupa kendi güvenliğini nasıl sağlayacak? Jeopolitik gerçekleri göz ardı eden bir kıta, geleceğini nasıl şekillendirebilir?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali dördüncü yılına girerken, Trump yönetiminin politika değişiklikleri, Avrupa’yı ABD’nin tam desteği olmaksızın Rusya ile karşı karşıya kalma olasılığıyla beklenmedik şekilde yüz yüze bıraktı.

ABD, Avrupalı müttefiklerini sürecin dışında bırakarak Moskova ve Kiev ile doğrudan bir barış anlaşması müzakere ediyor ve büyük ölçüde Rusya’nın şartlarını kabul etmeye istekli görünüyor.

Trump yönetimi Ukrayna’ya yönelik güvenlik garantilerinin yalnızca Avrupa ülkeleri tarafından sağlanmasını talep ediyor ve olası bir saldırı durumunda NATO’nun 5. Madde yükümlülüklerine bağlı kalma konusundaki isteksizliğine dair belirsiz sinyaller veriyor. Ancak Avrupa orduları, böyle bir senaryoya hazır değil.

Norveç Savunma Çalışmaları Enstitüsü’nde kıdemli Çin uzmanı olarak görev yapan Jo Inge Bekkevold, Foreign Policy için kaleme aldığı makalesinde bu gelişmelerin, Avrupa’nın uzun süredir devam eden jeopolitik körlüğünün sonuçları olarak niteliyor. Bekkevold, Avrupa’nın bu kritik dönemde neden bu kadar hazırlıksız yakalandığını ve gelecekte benzer hatalardan kaçınmak için neler yapması gerektiğini inceliyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Tarih, jeopolitik körlük nedeniyle uluslarına ağır bedeller ödeten liderlerin örnekleriyle doludur. Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart, 1812’de Rusya’yı işgal ederken coğrafyanın getirdiği zorlukları hafife almış, bu hata ordusunun büyük kayıplar vermesine ve üç yıl sonra Waterloo’da yenilmesine neden olmuştu. Benzer şekilde, Nazi Almanyası 1941’de Sovyetler Birliği’ni işgal ederek iki cepheli bir savaşın içine sürüklenmiş ve bu stratejik hata, rejimin çöküşünü hızlandırmıştı.

Avrupa, Çin’in tarihsel hatasına benzer bir yanlış yaptı

Jeopolitik hatalar yalnızca askeri alanda değil, stratejik planlama açısından da ciddi sonuçlar doğurabilir. Örneğin, 15. yüzyıl ortalarında Çin’in Ming Hanedanı denizciliği terk ederek tarihin en büyük jeopolitik hatalarından birini yaptı. 14. ve 15. yüzyılın başlarında Çin, Hint Okyanusu ve Batı Pasifik’teki ticaret yollarına hâkim olarak dönemin en güçlü ve görkemli filosunu inşa etti. Ancak 1430’lardan itibaren, Avrupa’nın gemi inşa ve navigasyon becerileri hızla gelişirken, Çin imparatorları tersanelere verdikleri desteği azalttı ve okyanus ticaretini büyük ölçüde yasakladı. Bunun sonucunda Avrupa donanmaları önümüzdeki beş yüzyıl boyunca Asya sularına hükmetti.

Avrupa, geçmişin derslerini çıkarmakta başarısız oldu ve üç önemli jeopolitik gelişmeyi göz ardı etti.

Birincisi, Avrupa, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana kıtayı doğrudan etkileyen en kapsamlı jeopolitik değişimlerden birini görmezden geldi: Rusya’nın emperyal bir güç olarak yeniden yükselişi. Tıpkı donanmalarını dağıtan Ming imparatorları gibi, Avrupalılar da jeopolitik düşünmeyi neredeyse tamamen terk etti. Yaklaşık yirmi yıl boyunca Avrupa, kendi topraklarını savunmak yerine Afganistan’daki isyancılarla savaşmaya ve Aden Körfezi’ndeki korsanları caydırmaya odaklanan bir askeri yapı geliştirdi. Avrupa’nın bu jeopolitik rehavete kapılmasının temel sebebi ise ABD’nin sağladığı güvenlik garantisiydi.

Çin’in yeniden yükselişini de doğru okuyamadılar

İkincisi, Avrupa, Çin’in yükselişinin jeopolitik sonuçlarını kavrayamadı. Bu durum, ABD’yi askeri stratejisini Hint-Pasifik bölgesine kaydırmaya zorladı. Obama yönetimi 2011’de ABD’nin “Asya’ya yönelim” stratejisini duyurduğunda, sadece iki Avrupa ülkesi NATO’nun GSYİH’nin en az yüzde 2’sini savunmaya ayırma taahhüdünü yerine getiriyordu. On yıl sonra, bu eşiğe ulaşan Avrupa ülkelerinin sayısı yalnızca dörde çıkmıştı.

Bu kayıtsızlığın başlıca nedeni, ABD’nin 2014’te Rusya’nın Kırım’ı işgaline yanıt olarak Doğu Avrupa’ya asker ve Atlantik’e savaş gemileri göndermesiyle Asya’ya yönelim stratejisinin askıya alındığı izleniminin oluşmasıydı. O dönemde Avrupa’daki strateji çevrelerinde görüştüğüm birçok kişi, Washington’un Avrupa’ya kalıcı olarak geri döndüğüne inanıyordu. Ancak ABD’nin Asya’ya yönelimini belirleyen temel dinamikleri, yani güç dengesi ve hegemonya korkusunu göz ardı ettiler.

Çin’in 2023 yılı itibarıyla gerçekleştirdiği 309 milyar dolarlık savunma harcaması, Doğu Asya ve Güney Asya’daki ülkelerin toplam askeri bütçesinden daha fazlaydı. Bu da ABD’nin bölgeden çekilmesi durumunda Çin’in Asya’ya kolayca hâkim olabileceği anlamına geliyor.

Üçüncüsü, Avrupa’daki güç dengesi Asya’dan çok farklı. Rusya’nın ekonomisi, nominal GSYİH açısından İtalya’dan daha küçük ve önemli teknolojik ve üretim kapasitesinden yoksun. Bu nedenle, Avrupa’nın Rusya’yı caydırma veya kontrol altına almaktaki yetersizliği, tamamen Avrupalı liderlerin geçmişte ve bugün gösterdiği isteksizlikten kaynaklanıyor.

Asya ve Avrupa’daki güç dengelerindeki bu farklılık, Washington’un Kremlin ile yürüttüğü müzakereleri de açıklıyor. ABD, Rusya-Ukrayna savaşını bir çözüme kavuşturarak askeri kapasitesini Asya’da daha kapsamlı bir şekilde yeniden konumlandırmayı hedefliyor.

Çin-Rusya ittifakını küçümsediler

Avrupa’nın göz ardı ettiği üçüncü büyük jeopolitik gelişme, Çin-Rusya ortaklığı ve bu ittifakın stratejik mantığıdır. Çin’in ekonomik yükselişi, Rusya’nın ticari ilişkilerini çeşitlendirmesine ve Avrupa’ya olan bağımlılığını azaltmasına olanak tanıdı. Bu durum, Batı’nın 2014’te Kırım’ın ilhakına tepki olarak uyguladığı ekonomik ve mali yaptırımlar karşısında Rusya için özellikle kritik hale geldi.

Üstelik, Rusya küresel dengelerde küçük bir ortak olsa da, Çin’in Pasifik’te ABD ile rekabetine odaklanmasını kendi lehine kullanıyor. Bu durum, Moskova’nın Pekin’i bir tehdit olarak görmesini engelliyor. Nitekim Rusya, doğu sınırında düşmanca bir Çin varken Ukrayna’yı geniş çaplı bir işgale kalkışmazdı. Öte yandan Çin için Rusya ile güçlü ilişkiler, yalnızca jeopolitik hesaplardan değil, doğrudan güç dengesi kaygılarından da besleniyor. Moskova’nın kendi safında olması, Pekin’e Washington’la süper güç rekabetinde önemli bir avantaj sağlıyor.

Özetle, Rusya’nın emperyalizme dönüşü, ABD’nin Asya’ya yönelmesi ve Çin-Rusya ortaklığı, Avrupa’nın güvenlik politikalarını yeniden gözden geçirmesi için yeterince güçlü sebepler sunmalıydı. Ancak Avrupalı liderler bu fırsatı değerlendiremedi. Avrupa’nın jeopolitik körlüğü o kadar belirgin hale geldi ki artık bu cehalet karşısında şaşırmakta zorlanıyoruz.

Avrupa özüne döner mi?

Oysa Avrupa’nın büyük güçleri bir zamanlar stratejinin ustalarıydı. Uluslararası ilişkiler teorisinde realizm ekolü, büyük ölçüde Avrupalı devletlerin tarihsel deneyimlerine dayanır. Britanya İmparatorluğu’nun zirvede olduğu 1848’de Dışişleri Bakanı Lord Palmerston, Avam Kamarası’nda tarihe geçen şu sözleri söylemişti: “Ne ebedi müttefiklerimiz ne de ebedi düşmanlarımız var. Bizim çıkarlarımız ebedi ve daimidir ve bu çıkarları takip etmek bizim görevimizdir.”

Palmerston’un bu yaklaşımı, günümüz Avrupalı liderlerinin fazlasıyla işine yarayabilirdi.

Avrupa’nın stratejik körlüğünün birçok nedeni var. Bunlardan biri, kıtanın vizyon ve bilgelikten yoksun bir yönetici sınıf tarafından idare edilmesi. Ancak burada özellikle iki faktöre dikkat çekmek istiyorum. Birincisi, Avrupa’nın strateji üretme kapasitesini kaybetmesi ve ABD’nin stratejik bağımlısı haline gelmesidir. Bu durum, 1956 Süveyş Krizi’nde ABD’nin İngiltere ve Fransa’yı Mısır’ı işgal etme girişiminden vazgeçmeye zorlamasıyla kesinlik kazandı.

ABD güvenlik şemsiyesinin konforundan çıkmak

Avrupa devletleri, 2003’te ABD’nin Irak işgali gibi bazı Amerikan politikalarına zaman zaman karşı çıksalar da esasen ikinci dereceden aktörler olarak kaldılar. Bu nedenle, kendi stratejik kapasitelerini geliştirmek yerine Washington’a iyi bir müttefik olmayı ve ABD’yi Avrupa’da tutmayı öncelik haline getirdiler.

Avrupa’nın stratejik yetersizliğinin bir diğer nedeni, çağdaş Avrupa düşüncesinin neredeyse yalnızca kurallara ve çok taraflılığa odaklanmasıdır. Kurallara dayalı liberalizm ile güç dengesi realizmi arasındaki paradigma değişimi, uluslararası ilişkilerde devlet davranışlarını yönlendiren baskın güç olarak tekrar eden bir tema olmuştur. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte Avrupalılar, Alman filozof Immanuel Kant’ın demokrasi, serbest ticaret ve güç politikalarını sınırlayacak kurumlara dayalı ebedi barış fikrinin koşullarının nihayet oluştuğuna inanmışlardı. Bu Soğuk Savaş sonrası iyimserlik, Avrupa’ya özgü olmamakla birlikte, Avrupa’da dünyanın diğer bölgelerinden daha belirgindi.

Avrupa bundan sonra ne yapmalı?

Yüzyıllar boyunca Çin’in peşini bırakmayan Ming Hanedanlığı’nın hatalarından kaçınmak için Avrupa’nın acilen güvenlik, demokrasi ve ekonomi konularında tutarlı bir vizyona sahip kapsamlı bir stratejiye ihtiyacı var. Kıtanın bölünmüş siyaseti ve net bir liderlik eksikliği göz önüne alındığında, bu zorlu bir görev.

Güvenlik açısından, Ukraynalıların cesur direnişi Rus askeri kapasitesini o kadar zayıflattı ki savunma analistleri, Rusya’nın kayıplarını tamamen telafi etmeden önce Avrupa’nın askeri yeteneklerini güçlendirmek için muhtemelen beş ila 10 yıllık bir zaman dilimi olduğunu tahmin ediyor.

Trump’ın politikaları Avrupa’nın ABD’ye bakışını kalıcı olarak değiştirmiş olsa da Atlantik ötesi bağlar tamamen kopmayabilir. Avrupa Birliği’ne bağlı bağımsız bir savunma konsepti geliştirmeye çalışmak yerine, ABD ile ilişkilerini NATO çerçevesinde sürdürmek Avrupa’ya daha iyi hizmet edecektir. Ancak Avrupa, ABD’nin değil, Avrupa’nın ittifak içinde baskın güç olduğu “tersine çevrilmiş bir NATO” hedeflemelidir.

Transatlantik ilişkilerini sürdürürken bile Avrupa, stratejik özerkliğini ABD’nin olası bir geri çekilmesine karşı hazırlıklı olacak şekilde geliştirmelidir. Avrupa ayrıca, ABD’nin kıtanın çıkarlarına ters düşen alan dışı görevlerde Avrupa ülkelerinden kendi adına hareket etmelerini talep ettiği ittifak tuzağından kaçınacak kadar güçlü olmalıdır.

Avrupa’nın ekonomisi de sıkıntılı

Avrupa’nın sorunları güvenlikle sınırlı değil. Avrupa ekonomisi de zor durumda. BM Endüstriyel Kalkınma Örgütü’nün (UNIDO) güncel raporu, 2030 yılına gelindiğinde Avrupa’nın üretim gücü olan Almanya’nın küresel sanayi üretiminin sadece yüzde 3’ünü (2000 yılında yüzde 8’den), Çin’in ise en az yüzde 45’ini (2000 yılında yüzde 6’dan) kontrol edeceğini öngörüyor.

Demokrasinin vatandaşlar için cazibesini korumak ve Rusya’yı caydırabilecek güçlü bir savunma yapısı oluşturmak için Avrupa ekonomisini hızla canlandırmalıdır. Eğer ABD, diğer alanlarda olduğu gibi ekonomik alanda da Avrupa ile ortaklık yapmaya istekli değilse, Avrupalı liderler kıtanın ekonomik birliğini güçlendirmeye, Afrika ile bağlarını derinleştirmeye ve Çin ile ilişkilerini yeniden değerlendirmeye çalışmalıdır.

Avrupa’nın uzun jeopolitik uykusundan uyandığını gösterecek olan, daha fazla zirve ve konuşmadan ziyade, bu yönde atılacak ciddi, somut ve hızlı adımlardır.”

Bu yazı ilk kez 19 Mart 2025’te yayımlanmıştır.

Jo Inge Bekkevold’ın Foreign Policy’de yayınlanan “The Cost of Ignoring Geopolitics” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://foreignpolicy.com/2025/03/14/europe-trump-russia-war-geopolitics-strategy-history/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Avrupa’nın jeopolitik körlüğü: Tarihin tekerrürü mü?

Avrupa, Rusya’nın emperyal hırslarını ve Çin ile yakınlaşmasını neden görmezden geldi? ABD’nin küresel öncelikleri değişirken Avrupa kendi güvenliğini nasıl sağlayacak? Jeopolitik gerçekleri göz ardı eden bir kıta, geleceğini nasıl şekillendirebilir?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali dördüncü yılına girerken, Trump yönetiminin politika değişiklikleri, Avrupa’yı ABD’nin tam desteği olmaksızın Rusya ile karşı karşıya kalma olasılığıyla beklenmedik şekilde yüz yüze bıraktı.

ABD, Avrupalı müttefiklerini sürecin dışında bırakarak Moskova ve Kiev ile doğrudan bir barış anlaşması müzakere ediyor ve büyük ölçüde Rusya’nın şartlarını kabul etmeye istekli görünüyor.

Trump yönetimi Ukrayna’ya yönelik güvenlik garantilerinin yalnızca Avrupa ülkeleri tarafından sağlanmasını talep ediyor ve olası bir saldırı durumunda NATO’nun 5. Madde yükümlülüklerine bağlı kalma konusundaki isteksizliğine dair belirsiz sinyaller veriyor. Ancak Avrupa orduları, böyle bir senaryoya hazır değil.

Norveç Savunma Çalışmaları Enstitüsü’nde kıdemli Çin uzmanı olarak görev yapan Jo Inge Bekkevold, Foreign Policy için kaleme aldığı makalesinde bu gelişmelerin, Avrupa’nın uzun süredir devam eden jeopolitik körlüğünün sonuçları olarak niteliyor. Bekkevold, Avrupa’nın bu kritik dönemde neden bu kadar hazırlıksız yakalandığını ve gelecekte benzer hatalardan kaçınmak için neler yapması gerektiğini inceliyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Tarih, jeopolitik körlük nedeniyle uluslarına ağır bedeller ödeten liderlerin örnekleriyle doludur. Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart, 1812’de Rusya’yı işgal ederken coğrafyanın getirdiği zorlukları hafife almış, bu hata ordusunun büyük kayıplar vermesine ve üç yıl sonra Waterloo’da yenilmesine neden olmuştu. Benzer şekilde, Nazi Almanyası 1941’de Sovyetler Birliği’ni işgal ederek iki cepheli bir savaşın içine sürüklenmiş ve bu stratejik hata, rejimin çöküşünü hızlandırmıştı.

Avrupa, Çin’in tarihsel hatasına benzer bir yanlış yaptı

Jeopolitik hatalar yalnızca askeri alanda değil, stratejik planlama açısından da ciddi sonuçlar doğurabilir. Örneğin, 15. yüzyıl ortalarında Çin’in Ming Hanedanı denizciliği terk ederek tarihin en büyük jeopolitik hatalarından birini yaptı. 14. ve 15. yüzyılın başlarında Çin, Hint Okyanusu ve Batı Pasifik’teki ticaret yollarına hâkim olarak dönemin en güçlü ve görkemli filosunu inşa etti. Ancak 1430’lardan itibaren, Avrupa’nın gemi inşa ve navigasyon becerileri hızla gelişirken, Çin imparatorları tersanelere verdikleri desteği azalttı ve okyanus ticaretini büyük ölçüde yasakladı. Bunun sonucunda Avrupa donanmaları önümüzdeki beş yüzyıl boyunca Asya sularına hükmetti.

Avrupa, geçmişin derslerini çıkarmakta başarısız oldu ve üç önemli jeopolitik gelişmeyi göz ardı etti.

Birincisi, Avrupa, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana kıtayı doğrudan etkileyen en kapsamlı jeopolitik değişimlerden birini görmezden geldi: Rusya’nın emperyal bir güç olarak yeniden yükselişi. Tıpkı donanmalarını dağıtan Ming imparatorları gibi, Avrupalılar da jeopolitik düşünmeyi neredeyse tamamen terk etti. Yaklaşık yirmi yıl boyunca Avrupa, kendi topraklarını savunmak yerine Afganistan’daki isyancılarla savaşmaya ve Aden Körfezi’ndeki korsanları caydırmaya odaklanan bir askeri yapı geliştirdi. Avrupa’nın bu jeopolitik rehavete kapılmasının temel sebebi ise ABD’nin sağladığı güvenlik garantisiydi.

Çin’in yeniden yükselişini de doğru okuyamadılar

İkincisi, Avrupa, Çin’in yükselişinin jeopolitik sonuçlarını kavrayamadı. Bu durum, ABD’yi askeri stratejisini Hint-Pasifik bölgesine kaydırmaya zorladı. Obama yönetimi 2011’de ABD’nin “Asya’ya yönelim” stratejisini duyurduğunda, sadece iki Avrupa ülkesi NATO’nun GSYİH’nin en az yüzde 2’sini savunmaya ayırma taahhüdünü yerine getiriyordu. On yıl sonra, bu eşiğe ulaşan Avrupa ülkelerinin sayısı yalnızca dörde çıkmıştı.

Bu kayıtsızlığın başlıca nedeni, ABD’nin 2014’te Rusya’nın Kırım’ı işgaline yanıt olarak Doğu Avrupa’ya asker ve Atlantik’e savaş gemileri göndermesiyle Asya’ya yönelim stratejisinin askıya alındığı izleniminin oluşmasıydı. O dönemde Avrupa’daki strateji çevrelerinde görüştüğüm birçok kişi, Washington’un Avrupa’ya kalıcı olarak geri döndüğüne inanıyordu. Ancak ABD’nin Asya’ya yönelimini belirleyen temel dinamikleri, yani güç dengesi ve hegemonya korkusunu göz ardı ettiler.

Çin’in 2023 yılı itibarıyla gerçekleştirdiği 309 milyar dolarlık savunma harcaması, Doğu Asya ve Güney Asya’daki ülkelerin toplam askeri bütçesinden daha fazlaydı. Bu da ABD’nin bölgeden çekilmesi durumunda Çin’in Asya’ya kolayca hâkim olabileceği anlamına geliyor.

Üçüncüsü, Avrupa’daki güç dengesi Asya’dan çok farklı. Rusya’nın ekonomisi, nominal GSYİH açısından İtalya’dan daha küçük ve önemli teknolojik ve üretim kapasitesinden yoksun. Bu nedenle, Avrupa’nın Rusya’yı caydırma veya kontrol altına almaktaki yetersizliği, tamamen Avrupalı liderlerin geçmişte ve bugün gösterdiği isteksizlikten kaynaklanıyor.

Asya ve Avrupa’daki güç dengelerindeki bu farklılık, Washington’un Kremlin ile yürüttüğü müzakereleri de açıklıyor. ABD, Rusya-Ukrayna savaşını bir çözüme kavuşturarak askeri kapasitesini Asya’da daha kapsamlı bir şekilde yeniden konumlandırmayı hedefliyor.

Çin-Rusya ittifakını küçümsediler

Avrupa’nın göz ardı ettiği üçüncü büyük jeopolitik gelişme, Çin-Rusya ortaklığı ve bu ittifakın stratejik mantığıdır. Çin’in ekonomik yükselişi, Rusya’nın ticari ilişkilerini çeşitlendirmesine ve Avrupa’ya olan bağımlılığını azaltmasına olanak tanıdı. Bu durum, Batı’nın 2014’te Kırım’ın ilhakına tepki olarak uyguladığı ekonomik ve mali yaptırımlar karşısında Rusya için özellikle kritik hale geldi.

Üstelik, Rusya küresel dengelerde küçük bir ortak olsa da, Çin’in Pasifik’te ABD ile rekabetine odaklanmasını kendi lehine kullanıyor. Bu durum, Moskova’nın Pekin’i bir tehdit olarak görmesini engelliyor. Nitekim Rusya, doğu sınırında düşmanca bir Çin varken Ukrayna’yı geniş çaplı bir işgale kalkışmazdı. Öte yandan Çin için Rusya ile güçlü ilişkiler, yalnızca jeopolitik hesaplardan değil, doğrudan güç dengesi kaygılarından da besleniyor. Moskova’nın kendi safında olması, Pekin’e Washington’la süper güç rekabetinde önemli bir avantaj sağlıyor.

Özetle, Rusya’nın emperyalizme dönüşü, ABD’nin Asya’ya yönelmesi ve Çin-Rusya ortaklığı, Avrupa’nın güvenlik politikalarını yeniden gözden geçirmesi için yeterince güçlü sebepler sunmalıydı. Ancak Avrupalı liderler bu fırsatı değerlendiremedi. Avrupa’nın jeopolitik körlüğü o kadar belirgin hale geldi ki artık bu cehalet karşısında şaşırmakta zorlanıyoruz.

Avrupa özüne döner mi?

Oysa Avrupa’nın büyük güçleri bir zamanlar stratejinin ustalarıydı. Uluslararası ilişkiler teorisinde realizm ekolü, büyük ölçüde Avrupalı devletlerin tarihsel deneyimlerine dayanır. Britanya İmparatorluğu’nun zirvede olduğu 1848’de Dışişleri Bakanı Lord Palmerston, Avam Kamarası’nda tarihe geçen şu sözleri söylemişti: “Ne ebedi müttefiklerimiz ne de ebedi düşmanlarımız var. Bizim çıkarlarımız ebedi ve daimidir ve bu çıkarları takip etmek bizim görevimizdir.”

Palmerston’un bu yaklaşımı, günümüz Avrupalı liderlerinin fazlasıyla işine yarayabilirdi.

Avrupa’nın stratejik körlüğünün birçok nedeni var. Bunlardan biri, kıtanın vizyon ve bilgelikten yoksun bir yönetici sınıf tarafından idare edilmesi. Ancak burada özellikle iki faktöre dikkat çekmek istiyorum. Birincisi, Avrupa’nın strateji üretme kapasitesini kaybetmesi ve ABD’nin stratejik bağımlısı haline gelmesidir. Bu durum, 1956 Süveyş Krizi’nde ABD’nin İngiltere ve Fransa’yı Mısır’ı işgal etme girişiminden vazgeçmeye zorlamasıyla kesinlik kazandı.

ABD güvenlik şemsiyesinin konforundan çıkmak

Avrupa devletleri, 2003’te ABD’nin Irak işgali gibi bazı Amerikan politikalarına zaman zaman karşı çıksalar da esasen ikinci dereceden aktörler olarak kaldılar. Bu nedenle, kendi stratejik kapasitelerini geliştirmek yerine Washington’a iyi bir müttefik olmayı ve ABD’yi Avrupa’da tutmayı öncelik haline getirdiler.

Avrupa’nın stratejik yetersizliğinin bir diğer nedeni, çağdaş Avrupa düşüncesinin neredeyse yalnızca kurallara ve çok taraflılığa odaklanmasıdır. Kurallara dayalı liberalizm ile güç dengesi realizmi arasındaki paradigma değişimi, uluslararası ilişkilerde devlet davranışlarını yönlendiren baskın güç olarak tekrar eden bir tema olmuştur. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte Avrupalılar, Alman filozof Immanuel Kant’ın demokrasi, serbest ticaret ve güç politikalarını sınırlayacak kurumlara dayalı ebedi barış fikrinin koşullarının nihayet oluştuğuna inanmışlardı. Bu Soğuk Savaş sonrası iyimserlik, Avrupa’ya özgü olmamakla birlikte, Avrupa’da dünyanın diğer bölgelerinden daha belirgindi.

Avrupa bundan sonra ne yapmalı?

Yüzyıllar boyunca Çin’in peşini bırakmayan Ming Hanedanlığı’nın hatalarından kaçınmak için Avrupa’nın acilen güvenlik, demokrasi ve ekonomi konularında tutarlı bir vizyona sahip kapsamlı bir stratejiye ihtiyacı var. Kıtanın bölünmüş siyaseti ve net bir liderlik eksikliği göz önüne alındığında, bu zorlu bir görev.

Güvenlik açısından, Ukraynalıların cesur direnişi Rus askeri kapasitesini o kadar zayıflattı ki savunma analistleri, Rusya’nın kayıplarını tamamen telafi etmeden önce Avrupa’nın askeri yeteneklerini güçlendirmek için muhtemelen beş ila 10 yıllık bir zaman dilimi olduğunu tahmin ediyor.

Trump’ın politikaları Avrupa’nın ABD’ye bakışını kalıcı olarak değiştirmiş olsa da Atlantik ötesi bağlar tamamen kopmayabilir. Avrupa Birliği’ne bağlı bağımsız bir savunma konsepti geliştirmeye çalışmak yerine, ABD ile ilişkilerini NATO çerçevesinde sürdürmek Avrupa’ya daha iyi hizmet edecektir. Ancak Avrupa, ABD’nin değil, Avrupa’nın ittifak içinde baskın güç olduğu “tersine çevrilmiş bir NATO” hedeflemelidir.

Transatlantik ilişkilerini sürdürürken bile Avrupa, stratejik özerkliğini ABD’nin olası bir geri çekilmesine karşı hazırlıklı olacak şekilde geliştirmelidir. Avrupa ayrıca, ABD’nin kıtanın çıkarlarına ters düşen alan dışı görevlerde Avrupa ülkelerinden kendi adına hareket etmelerini talep ettiği ittifak tuzağından kaçınacak kadar güçlü olmalıdır.

Avrupa’nın ekonomisi de sıkıntılı

Avrupa’nın sorunları güvenlikle sınırlı değil. Avrupa ekonomisi de zor durumda. BM Endüstriyel Kalkınma Örgütü’nün (UNIDO) güncel raporu, 2030 yılına gelindiğinde Avrupa’nın üretim gücü olan Almanya’nın küresel sanayi üretiminin sadece yüzde 3’ünü (2000 yılında yüzde 8’den), Çin’in ise en az yüzde 45’ini (2000 yılında yüzde 6’dan) kontrol edeceğini öngörüyor.

Demokrasinin vatandaşlar için cazibesini korumak ve Rusya’yı caydırabilecek güçlü bir savunma yapısı oluşturmak için Avrupa ekonomisini hızla canlandırmalıdır. Eğer ABD, diğer alanlarda olduğu gibi ekonomik alanda da Avrupa ile ortaklık yapmaya istekli değilse, Avrupalı liderler kıtanın ekonomik birliğini güçlendirmeye, Afrika ile bağlarını derinleştirmeye ve Çin ile ilişkilerini yeniden değerlendirmeye çalışmalıdır.

Avrupa’nın uzun jeopolitik uykusundan uyandığını gösterecek olan, daha fazla zirve ve konuşmadan ziyade, bu yönde atılacak ciddi, somut ve hızlı adımlardır.”

Bu yazı ilk kez 19 Mart 2025’te yayımlanmıştır.

Jo Inge Bekkevold’ın Foreign Policy’de yayınlanan “The Cost of Ignoring Geopolitics” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://foreignpolicy.com/2025/03/14/europe-trump-russia-war-geopolitics-strategy-history/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x