Afganistan’ın başkenti Kabil’de bulunan Bagram’ın hava üssünün kontrolünü, 2 Temmuz Cuma günü, yerel saatle 03.00’de, Esedullah Kohistani liderliğindeki Afgan ordusuna devreden Amerika, son kalan askerini de yakın zamanda çekince, Afganistan tüm dünyada gündeme oturdu.
Zira, ABD’nin en uzun süren silahlı mücadelesinde (2001-2021) yaklaşık 2 bin 500 Amerikalı; Brown Üniversitesi’nin araştırmasına göre Pakistan ve Afganistan’daki savaş bölgelerinde 241 bin kişi hayatını kaybetti. İddia şu ki, ölenlerin 71 bini sivil…
Uluslararası siyaset uzmanı, gazeteci, reklamcı ve eski diplomat, düşünce kuruluşu Carnegie.ru’nun Genel Yayın Yönetmeni Alexander Baunov, ilkin Carnegie Moscow Center, daha sonra IPG Journal’de yayınlanan “Başarısızlık Dersleri” başlıklı yazısında, içsel bir bakışla olayların fotoğrafını çekmeye çalışıyor.
ABD’nin çekilmesini Rusya nasıl okumalı?
Alexander Baunov, ABD Başkanı Joe Biden’ın Taliban kontrolüne geçen Afganistan’ın başkenti Kabil’de yaşanan kaos ve felaket sahnelerinin ardından yaptığı ilk açıklamaya dikkat çekiyor: “Bu aslında, üstü kapalı olarak Rusya’ya yönelik birçok önemli mesaj içeren bir konuşma. Biden, bu konuşmada ABD’nin demokrasiye geçişi denetlemek için yola çıktığı Afganistan ve diğer ülkelerdeki misyonunun yeni bir yorumunu sunmayı amaçladı. Dolayısıyla sorumluluklarına veda ettiklerini söyledi. Gerekçe ise şu; Amerikan askerleri, Afgan silahlı kuvvetlerinin yürütmek istemediği bir savaşta savaşmayacak ve ölmeyecektir! Görülüyor ki, Biden, yeni misyonu, 11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından Amerika’yı güvende tutmak olarak açıklamakta. Yani demek istiyor ki, ABD’nin hiçbir zaman bir devlet veya demokrasi kurma hedefi olmamıştır.”
Eski bir diplomat olan Baunov, tam da bu noktada soruyor: “Peki, Rusya, ABD dış misyonunun kısıtlama ifade eden bu yeniden yorumundan ne tür çıkarımlarda bulunmalı? Unutulmamalıdır ki, Sovyetler Birliği, 1979’dan 1989’a kadar Afganistan’da yıkıcı bir savaş yürütmüştür. 1989’da savaşı kazanamadığı için değil, SSCB’nin derin bir iç kriz içinde olduğu ve insanların kendi ülkelerinde acı bir hayal kırıklığına uğradığı için geri çekilmiştir.
Aslında Sovyetler Birliği’nin stratejisi ile Amerikalıların stratejisi benzerdi: Her ikisi de Afgan halkının ‘kalbini ve zihnini’ kazanmak istiyordu – şu farkla tabii: Sovyetlerin değerleri sosyalizm, eşitlik ve kalkınma iken, ABD’nin sloganı demokrasi idi. Askerî harekâtın dışında, okulların ve hastanelerin zeminden yükseldiği şantiyeler şaşırtıcı derecede benzer görünüyordu.”
Yabancı bir ulusun kalbini kazanma
Binlerce öğrenciye yönelik üniversite programları, silahlı kuvvetler için silahlar veya aydınlar için konserler, kütüphaneler ve müzeler ile iki ülkenin stratejileri birbirinden gerçek anlamda farklı olmadığına değinen Baunov, sözlerine şöyle devam ediyor: “Ancak kendi insanlarınızın kalbini ve zihnini kaybederken yabancı bir ulusun kalbini ve zihnini fethetmek zordur. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi de Amerikalıların yoğun bir şekilde kendi kendilerine kara kara düşündükleri bir zamana denk geliyor.
George W. Bush yönetiminin Afganistan’ı işgal etmek için elbette başka bir nedeni daha bulunmaktaydı. Bu sadece 11 Eylül saldırılarının sorumlularını cezalandırmak ve Amerikalılara gelecekteki olası saldırılardan korunacaklarını göstermek değildi elbette. Aksine, Bush’un ikinci motivasyonu, dünyanın tehdit oluşturan kısmını tersine çevirmek ve tehlikenin kökünü ortadan kaldırmaktı.
İşte bu düşünceler, Batı yanlısı demokrasiler ve müttefikler çemberine katılacak yeni bir Orta Doğu fikrini doğurmuştur. 21. yüzyılın başında Amerika gücünün zirvesine ulaşmıştır. Amerika Birleşik Devletleri Soğuk Savaş’tan galip çıkmıştır ve artık rakibi yoktur. Afganistan ve Irak’tan çekilmekle birlikte, demokrasi mucizesini sadece dış müdahale ile gerçekleştirmenin imkânsız olduğunu da elbette kabullenmişlerdir.
Her iki savaşı da başlatan Bush yönetimi tüm bu sorunların nedenini, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya ve Japonya’daki totaliter rejimlerin dönüşümünü izleyen önceki başkanların deneyimlerine dayandırmıştır. 1945’ten sonraki durumu mevcut durumla karşılaştırmak ise büyük bir hata olmuştur. Almanya, Avusturya, İtalya ve Japonya muhtemelen – orada totaliter rejimler hüküm sürmeden önce – bazı noktalarda diğer ülkelerin gerisinde kalmışlardır, ancak yine de işleyen yasal sistemlere, kendi parlamenter ve demokratik kurumlarını inşa etme konusunda kapsamlı deneyime sahip, tamamen modern toplumlar olmuşlardır.
Ancak savaştaki yenilgilerinin bir sonucu olarak, yeni (doğru) bir yola yönlendirilmektense, daha önce deneyimlenmiş olan yola yeniden yönlendirilmişlerdir. Ortadoğu’da böyle bir tarihi geçmiş yoktur. Aksine: İster laik monarşiler, ister sosyalist askerî rejimler (her ikisi de ABD müdahale etmeden önce Afganistan’da denendi) olsun, ister büyük ölçüde başarısız Arap Baharı da dahil olmak üzere İslami demokrasiler olsun, birkaç istisna dışında, bölgedeki tüm modernleşme deneyleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır.”
Afganistan neden Japonya olamadı?
“Ortadoğu’daki bu deneyler şunu açıkça ortaya koymuştur: Demokratik mucizelerin az ya da çok her yerde, dışarıdan gelip de doğru dürüst çabalarla işe yarayacağını düşünen herkes büyük bir yanılgıya düşmüştür. Sonuç olarak ortaya Japonya değil, Afganistan çıkmıştır. Bu tür mucizeler yalnızca içeriden çalışır ve oraya ulaşmanın yolu da genellikle çok uzundur.
Batı’nın her başarısızlığını Rusya için bir zafere dönüştürmek isteyenler, her zaman haritadaki boş alanı kendileri için işgal etmeye hevesli olmuştur ve çoğu durumda onlar da kısa süre içerisinde aynı hatayı yaparak benzer bir fiyaskoya doğru yöneleceklerdir. Bununla birlikte Afganistan’dan çekilmek, Batı’nın başka yerlerdeki pozisyonlarından (yirmi yıldır orada savaşmamış olsa bile) kolayca vazgeçeceği anlamına gelmemektedir. El Kaide’yi ortadan kaldırmayı başardıktan sonra, ABD’nin Afganistan’da en üst düzeyde savunması gereken önemli çıkarları kalmamıştır, ancak bu başka bir yerde bu tür çıkarları olmadığı ve Afganistan’dakiyle aynı şekilde davrandığı anlamına da gelmemektedir.
Kremlin’deki stratejistlerin otomatik olarak bir yerde bir taktik yenilginin akla gelebilecek her türlü başka durumda tekrarlanacağını varsaymaları anlamsız ve düpedüz tehlikeli olurdu. Aksine: ABD şimdi aslında kendilerine ait olmayan savaşı sona erdirmekten ve kendi ülkelerinin güvenliğini birinci öncelik haline getirmekten bahsederken, bu kesinlikle lafta kalmamalıydı. Koruyucu bir güç ve müttefik olarak kaybettiği prestijini geri kazanma fırsatı doğar doğmaz, ABD bu fırsatı kesinlikle yenilenmiş bir güçle değerlendirecektir.
Bu noktada jeopolitik bir rakibin yenilgisi karşısında neşeyle ellerini ovmak ve (yanlışlıkla da olsa) Taliban’a sempati duymak da tehlikelidir. Rusya ve Ukrayna’daki birçok yorumcu Afganistan’da yaşananların mantığını daha yakın yerlere aktarmaya çalışmıştır: Ya Kabil’den ayrılırken Amerikalıların Kiev’den kaçacağını ya da Rusların Donetsk’ten çekileceğini varsaymaktadır.”
Rusya’nın Taliban politikası nasıl olmalı?
“Taliban, en azından diğer birçok ulus için söylenemezse de, kelimenin tam anlamıyla kaybedecek hiçbir şeyi olmamasından dolayı ciddiye alınması gereken bir güçtür. Militan İslamcılar ve hatta en muhafazakâr Sovyet sonrası kızgınlar arasında dünyalar kadar fark bulunmaktadır ve onların Amerikan karşıtı duruşları, Taliban’ı otomatik olarak Moskova’nın ve onun Orta Asya komşularının dostu yapmamaktadır. Unutulmamalıdır ki, Afganistan’daki önceki Taliban rejimi, ayrılıkçı Rus bölgesi kendisini Şamil Basayev ve Aslan Mashadov yönetiminde bir devlet ilan ettiğinde, Çeçen İçkerya Cumhuriyeti’ni tanıyan dünyadaki tek hükümet olmuştur.
Rusya, şimdi Taliban ile iyi ilişkiler kurmaya devam edip etmeyeceğine ya da 1990’larda yaptığı gibi kuzey Afganistan’daki geleneksel müttefiklerini, yani o dönem zaten ilk direniş belirtilerini gösteren Afgan Özbekleri ve Tacikleri destekleyip desteklemeyeceğine karar vermek zorunda kalacaktır. Moskova bu sefer daha dengeli bir yaklaşım denese bile, Taliban Rusya’nın kuzeyde kendilerine karşı hareket ettiği şüphelerini ortadan kaldıramayacaktır.”
Büyük Oyun ve Orta Asya rejimleri
Uluslararası siyaset uzmanı olan Alexander Baunov, Batı tarafında, bu tür fikir oyunlarının bir ayna gibi yansımasının mümkün olduğu ve bunun başka bir tehlike yaratacağını düşünmekte: “Bu tehlike, Büyük Oyun destekçilerinin Amerikalıların yenilgisini uluslararasılaştırmaya çalışmalarıdır. Şu sorulabilir: Madem Amerikalılar yenildi, neden Ruslar, sonra da Çin ve Orta Asya rejimleri de Taliban’a yenilmesin? Neyse ki, şimdilik bu sesler, bu tür pozisyonların ne kadar tehlikeli olduğunun farkında olanlara kıyasla azınlıkta kalmakta.
İlk bakışta, Rusya da dahil olmak üzere Batılı olmayan ülkelerdeki siyasi çevreler ve halkın geneli, elbette ki ABD’nin denizaşırı misyonunun daha temkinli bir modeline geçmesini kötü bir haber olarak görebilir. Bununla birlikte, nihayetinde, yeniden düşünmenin de iyi noktaları olabilir. İşte bu noktada Batı, kendi değerleri ve kurumları doğrultusunda diğer toplumları dışarıdan yeniden şekillendirme arzusunu fiilen frenlerse, bu yeni fırsatların kapısını aralayacaktır.
Ancak o zaman diğer ülkeler bu değerlerden ve kurumlardan korkmadan yararlanabilir, çünkü o zaman genişlemek isteyen bir yabancı güç tarafından artık tüm bu oyunlar ve jeopolitik tuzaklar oldukları haliyle algılanmayacaktır. Hepsi, kendileri hâlâ güç ve aydınlanma yolundayken, Batı toplumlarında başlangıçta neyseler o olarak kalmaya devam edeceklerdir, çünkü onlar kişinin kendi sosyal gelişimi ve içsel modernleşmesi için önemli araçlar olacaklardır.”
Bu yazı ilk kez 2 Eylül 2021’de yayımlanmıştır.