Beyaz Saray buluşmasının ardından: Yapıcı muğlaklık mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump görüşmesi için Ankara neredeyse bir yıldır aralıksız uğraşıyordu. Randevunun kesinleşmesinden görüşmenin dinamiklerine hatta iletişimine kadar her noktası ince analiz gerektiriyor. Dr. Ahu Özyurt yazdı.

ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci döneminin biraz fırtınalı başladığını hatırlayalım. Türkiye’de de son bir yılı iç siyaset tartışmaları ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin inisiyatifiyle başlayan “Terörsüz Türkiye” süreci ile geçirdik. Bu çerçeveden bakınca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Donald Trump’ın bu kadar kısa zamanda bir araya gelebilmesi bile başarı sayılır. Ama işin içine randevu ile ilgili tartışmalar girince konu çetrefilleşiyor.

Trump’ın oğlu Donald Trump Jr.’ın İstanbul’a geldiği, Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisinde yapılan görüşmede randevu için bazı ticari alım sözleri verildiği iddiaları muhalefet tarafından dile getirildi.

Trump Jr. meselesindeki esas tartışma konusu, Beyaz Saray’daki buluşma sonrası Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın basın toplantısında dile getirdiği “Baykar’ın ABD’de yatırım/üretim yapması” konusu. Bu önemli, çünkü Trump Jr. yakın zamanda Teksas merkezli küçük bir drone üretim şirketine yatırım danışmanlığı yapmaya başladı. Baykar’ın aniden ABD’de bir drone üreticisi satın alması sürpriz olmamalı. Bir süredir, özellikle de Ukrayna-Rusya Savaşı nedeniyle NATO ve ABD Kongresi maddi kaynakları ile büyük üretim ve satış yapan Baykar’ın ABD pazarına girmesi ya da ABD’ye yatırım yapması, parayı ABD’ye geri getirmesi istenmiş olabilir.

Randevuya geri dönelim çünkü belli ki o süreçte Türkiye Dışişleri de ABD Dışişleri de, hatta Beyaz Saray Güvenlik Konseyi kurmayları da devre dışı kalmış. Şu anda pek çok şeyin havada kalmasının, sürecin Trump-Erdoğan ilişkisi ile “yapıcı muğlaklık” ile ilerlemesinin nedeni bir anlamda bu.

Normal şartlarda iki ülke bakanlıkları öncelik dosyalarını uyumlaştırıp iki lidere sunacak ve “Efendim, şunları şunları hızlıca çözebiliriz, şunlarda topa girmeyelim” diyebileceklerdi. Öyle olmadığı anlaşılıyor. Nitekim, ABD ile imzalanan Nükleer Enerji İşbirliği anlaşmasında bizim tarafta Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, karşı tarafta Dışişleri Bakanı var. Nükleer enerjiyi ABD Dışişleri aracılığı ile “üçüncü bir taraftan” mı alacağız? Metni de henüz göremedik.

Heybeliada Ruhban Okulu

Patrikhane ve Heybeliada Ruhban Okulu konusu belki de en az sürprizli konuydu. Çünkü Patrik Bartholomeos’un eylül ayında Beyaz Saray’ı ziyaret edeceği neredeyse mayıs ayında duyuruldu. Hatta, yeni Papa Leo’nun İznik Konsili ziyareti de bu görüşmenin ardından yapılmak üzere kasım ayına ertelendi.

Ruhban Okulu’nun açılması konusunda teknik olarak da engel yok. Restorasyon için kaynak gerekiyor ki, esas büyük mesele bu. Cemaat ve Patrikhane bunun için gerekli mali kaynağı bulmak için büyük bir fon toplama kampanyası yapamıyor. İç siyasette Zafer Partisi, Vatan Partisi, Yeniden Refah Partisi gibi bu konuda duruşu oldukça sert olan ve iktidar tabanına da hitap eden partilerin varlığı ve “Fener Vatikan olacak” endişesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün de Fener’in de manevra alanını daraltıyor. Muhtemelen buna ara formüller aranacaktır. Bu meselede Suriye’deki Rum cemaatinin talepleri ve yeni ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın da etkisi olduğunu bir kenara yazalım.

KAAN Motorları

KAAN Motoru ve F-35’ler en karmaşık durum. Burada Türkiye adım adım gidip CAATSA yaptırımlarını kaldırtabilmek için uğraşmayı, sonra F-16 Viper satın almalarını hızlı yürütmeyi deneyip KAAN motoru için ortamı hazırlayabilseydi belki Tom Barrack’ın dediği gibi “epik” boyuttaki görüşme sonucunda yaza kadar mesele bir raya oturabilirdi. Ama anladığımız kadarıyla Türk tarafında çok paydaşlı, çok muhataplı ve kısmen de siyasi hedefler açısından birbirine rakip olan ekipler resmî berraklaştıramadı ya da en azından kamuoyuna böyle yansıdı. Teknik detaylara boğmadan şu noktaları kayda geçirelim:

· F-35 programından çıkmasaydık Kale Grubu, Rolls Royce ile birlikte şu anda hem F-35 hem KAAN motorunu üretebilir durumda olacaktı. Çıktık, sıfırdan başladık.

· TUSAŞ Motor Sanayii’nin (TEİ) KAAN’ın motorunu üretmesi için önemli yatırım yapıldı, mühendisler çalıştı halen de çalışıyorlar. Bu kadar ileri teknoloji motorunu sıfırdan üretmek en az 15 yıl alır. (En erken 2032) Bu süreçte yabancı bir motor alıp bazı testleri yapmak, uçuşlara başlamak endüstrinin gerekliliği. ABD Kongresi bu kısıtlı motor satışına onay vermiyor.

· TEİ, Baykar için de Anka için de çalışıyor. Deniz kuvvetleri ve roket projeleri de pipeline’da. TEİ ve TUSAŞ’da görev değişiklikleri, yönetim atamaları, Savunma Sanayi Başkanlığı’ndaki tercihler doğal olarak “hızlı üretilen öncelik alır” durumunu önümüze getiriyor.

· Bu kadar ince yürüyecek bir pazarlık, paldır küldür “Ya biz aslında ondan değil de şu yeni uçağımıza takacak motoru alsak” tarzında, çeyiz almaya giden genç çiftler havasına girince, beyaz eşya satıcısı da “Siz önce bir karar verin, öyle gelin” demeye getirmiş.

Simgeler ve iletişim

Biraz da simgeler ve iletişime bakalım. Öncelikle tebrik edilmesi gereken bir durum var. Türkiye belki de çok uzun zaman sonra “kurumsal görüşme” formatına geri döndü. Oval Ofis görüşmesinde sadece devleti temsil eden isimler vardı. Ben sadece Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Sayın Sedat Önal’ı daha belirgin şekilde görmeyi beklerdim.

Trump’ın sürpriz yapabileceği, Başkan Yardımcısı JD Vance ya da Savunma Bakanı Pete Hegseth gibi isimlerin diplomatik teamül dışına çıkabileceği bilindiği için Türk tarafı görüşmeyi basına kapatmayı istedi. Ama Trump her zamanki tarzı ile hem Cumhurbaşkanı için kapıda yaklaşık 7 dakika kadar ayakta bekledi (Çok nadirdir, büyük jest) hem de onu basının önüne bir anda çıkarıverdi. İki gün önce TV kanalları ve Concordia Forum üzerinden patlayan “meşruiyet”, “Başarısız oldu”, “Beş dakika için yalvarıyorlar” tartışmaları da gösteriyor ki, ikinci Trump yönetiminin kurmay kadrosu çok dişli, sözünü sakınmıyor, Türkiye’yi ve Erdoğan’ı önemsiyorlar ama hayranı değiller. Hatta bazıları özellikle Hakan Fidan-İbrahim Kalın ikilisini “manipülatif” buluyor. Türkiye’den büyük bir beklentileri yok ama Hamas üzerindeki gücünü kullanıp İsrailli ve ABD vatandaşları rehinelerin ya da cenazelerin teslim sürecini hızlandırmasını istiyorlar. Trump’ın “Ama önce Erdoğan bizim için bir şey yapacak” sözünden ben sadece bunu anlıyorum. Bu, Türkiye – İsrail ilişkilerinde de yepyeni bir dinamik yaratır ki, sonrası piyasalar dahil her yerde hissedilir.

Şimdi ne olacak?

Yukarıda da anlattığım gibi ABD tarafı özellikle Gazze konusunda Türkiye’den bir jest bekliyordu – ki zaten Türkiye, Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Pakistan, Katar ve Mısır ortak bir bildiriyle destek verdi, ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan “Gazze’de akan kanın durması için ABD Başkanı Sayın Trump’ın gösterdiği çabayı ve liderliği takdir ediyorum” mesajını verdi. Bunun sonucunda F-35 ve CAATSA yaptırımları dosyası hızla açılabilir.

Rusya ve İran’dan petrol ve gaz ithalatının en az seviyeye indirilmesi de bir diğer talep. Anadolu Ajansı’nın haberine göre, Türkiye adına petrol ve gaz altyapısından ve ticaretinden sorumlu kuruluşu BOTAŞ, dünyanın önde gelen enerji gruplarından Mercuria ve Woodside Energy ile uzun vadeli LNG tedarik anlaşmaları imzaladı. Mercuria ile yapılan anlaşma, 2026-2045 arasını kapsayacak şekilde 20 yıllık bir dönemi içeriyor. Bu süre zarfında, önümüzdeki 20 yıl boyunca toplamda yaklaşık 70 milyar metreküp (bcm) doğal gaz eşdeğeri LNG tedariği yapılacağı görülüyor. Yıllık teslimat miktarı ise yaklaşık 4 milyar metreküp doğal gaz eşdeğeri LNG olarak planlandı.

Bu anlaşmadan da anladığımız, Türkiye’nin bölgede bir nebze “satıcı” konumuna gelmesidir. Ekonomik üretimdeki daralma ve sanayinin ülke dışına çıkması nedeniyle zaten enerji üretimi açısından “kapasite fazlası” bulunan Türkiye bu kadar doğalgazı içeriye bedava veremeyeceğine göre bölge ülkelerine satacaktır.

İran ve Rusya ile zamanında yapılan “Al ya da Öde” gibi bir riske girmemek için Türkiye ve ABD’nin bu doğalgazın müşterisini önceden ayarladığını tahmin ediyoruz. Uzmanlara göre Türkiye, bu alanda Avrupa’nın doğalgazının tedarikçisi olmaya hazırlanıyor ki bu çok çok çok önemlidir. Türkiye’nin şimdi hızla AB ile ilişkilerini düzene sokması ve Birliğin düzenli enerji tedarikçisi rolünü Rusya’dan alması bekleniyor.

Irak petrolünün Musul-Kerkük hattından geri gelmesi, Uluslararası Tahkim Mahkemesi’nin verdiği ceza ve ödenecek para meselesi bir süre daha gündemi alt seviyede meşgul edebilir. Türkiye’nin daha önce ABD’ye yaptığı bir ödeme buna mahsup edilmiş de olabilir.

Bazı kritik konularda sürece bırakılan bir yapıcı muğlaklık olduğu açık. Washington bu görüşmede olabildiğince ipleri elinde tutmuş ve Trump’ın “business” yaklaşımı ile “al-ver” dengesi yaratılmış. Ankara’yı mağdur etmeden bir baskı oluşturulmuş. Görüşme olmasa her şekilde ilerleyen ticari ilişkiler, şimdi yeni insiyatiflerle harekete geçiyor. Karşılığında Türkiye’nin elinin nasıl güçlendiğini birkaç ay sonra göreceğiz. Bazı anlaşmalar (nükleer gibi) sadece kağıt üzerinde kalabilir. Ama Türkiye bahar aylarında ev sahipliği yapacağı 2026 NATO Zirvesi öncesi F-16 / F-35 meselesini mutlaka çözmeli.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 2 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

 

Ahu Özyurt
Ahu Özyurt
Dr. Ahu Özyurt - 1993’te gazeteciliğe Show TV Ankara bürosunda başlayan Ahu Özyurt, ATV, NTV ve CNBC-E ve Bloomberg HT’de geçen kariyerinin son 15 yılını Doğan Grubunda CNN Turk kanalında sunuculuk ve Milliyet ve CNN Turk’ün Washington Temsilcisi olarak yürüttü. Toplam 30 yıllık gazetecilik kariyeri içinde Ankara muhabirliği, İstanbul Polis adliye muhabirliği, Washington Temsilciliği ve yüzlerce gün sabah kuşakları, akşam tartışma programları sundu. Ana akım TV kanalları dışında Sputnik Haber Ajansı’nın radyosu RSFM’de günlük programlar yaptı Türkiye’nin ilk tematik kadın kanalı Woman TV’nin kurucu Genel Yayın Yönetmenliğini görevini yürüttü. Galatasaray Spor Kulübü İletişim Koordinatörlüğü görevinden sonra, şu anda Suna ve İnan Kıraç Vakfı çatısı altındaki “Suna’nın Kızları” oluşumunun Kaynak Geliştirme ve Kurumsal İlişkiler Koordinatörlüğünü görevindedir. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden lisans ve Columbia Üniversitesi’nden Master derecesi bulunan Ahu Özyurt, Milli Savunma Üniversitesi’nden Güvenlik Çalışmaları alanında Doktora Derecesini tamamlamıştır. Özyurt, Harvard Kennedy School yönetici eğitim programında “Kadın ve Güç Yönetimi” sertifikası sahibidir. Suriye ve Ukrayna krizlerini yerinde izleyen Özyurt, İran’daki kapalı bulunan ABD Büyükelçiliği binasına uzun zaman sonra giren ilk batılı gazeteci olarak ve gözlemlerini CNN Turk’te yayınlanan “ELÇİLİĞİN SIRLARI” kısa belgeselde topladı. TSK’daki değişim sürecini anlatmak için hazırladığı kadın askerleri anlatan “TSK’da KADIN GÜCÜ” Özel haber dizisini yine CNN Turk’te ve Hürriyet’te yayınladı. Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’nden iki kez en iyi sunucu ve bir kez de Yavuz Gökmen özel ödülü sahibi olan Özyurt, 2008 ABD Başkanlık seçimini takip ettiği, Obama: Bir Kusursuz Fırtına ve gazeteciliğin satır aralarını anlattığı Gece Görüşü isimli iki kitabı bulunmaktadır. Doktora tezi 1991 Birinci Körfez Savaşı ve yarattığı güvenlik paradigması üzerinedir.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Beyaz Saray buluşmasının ardından: Yapıcı muğlaklık mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump görüşmesi için Ankara neredeyse bir yıldır aralıksız uğraşıyordu. Randevunun kesinleşmesinden görüşmenin dinamiklerine hatta iletişimine kadar her noktası ince analiz gerektiriyor. Dr. Ahu Özyurt yazdı.

ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci döneminin biraz fırtınalı başladığını hatırlayalım. Türkiye’de de son bir yılı iç siyaset tartışmaları ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin inisiyatifiyle başlayan “Terörsüz Türkiye” süreci ile geçirdik. Bu çerçeveden bakınca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Donald Trump’ın bu kadar kısa zamanda bir araya gelebilmesi bile başarı sayılır. Ama işin içine randevu ile ilgili tartışmalar girince konu çetrefilleşiyor.

Trump’ın oğlu Donald Trump Jr.’ın İstanbul’a geldiği, Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisinde yapılan görüşmede randevu için bazı ticari alım sözleri verildiği iddiaları muhalefet tarafından dile getirildi.

Trump Jr. meselesindeki esas tartışma konusu, Beyaz Saray’daki buluşma sonrası Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın basın toplantısında dile getirdiği “Baykar’ın ABD’de yatırım/üretim yapması” konusu. Bu önemli, çünkü Trump Jr. yakın zamanda Teksas merkezli küçük bir drone üretim şirketine yatırım danışmanlığı yapmaya başladı. Baykar’ın aniden ABD’de bir drone üreticisi satın alması sürpriz olmamalı. Bir süredir, özellikle de Ukrayna-Rusya Savaşı nedeniyle NATO ve ABD Kongresi maddi kaynakları ile büyük üretim ve satış yapan Baykar’ın ABD pazarına girmesi ya da ABD’ye yatırım yapması, parayı ABD’ye geri getirmesi istenmiş olabilir.

Randevuya geri dönelim çünkü belli ki o süreçte Türkiye Dışişleri de ABD Dışişleri de, hatta Beyaz Saray Güvenlik Konseyi kurmayları da devre dışı kalmış. Şu anda pek çok şeyin havada kalmasının, sürecin Trump-Erdoğan ilişkisi ile “yapıcı muğlaklık” ile ilerlemesinin nedeni bir anlamda bu.

Normal şartlarda iki ülke bakanlıkları öncelik dosyalarını uyumlaştırıp iki lidere sunacak ve “Efendim, şunları şunları hızlıca çözebiliriz, şunlarda topa girmeyelim” diyebileceklerdi. Öyle olmadığı anlaşılıyor. Nitekim, ABD ile imzalanan Nükleer Enerji İşbirliği anlaşmasında bizim tarafta Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, karşı tarafta Dışişleri Bakanı var. Nükleer enerjiyi ABD Dışişleri aracılığı ile “üçüncü bir taraftan” mı alacağız? Metni de henüz göremedik.

Heybeliada Ruhban Okulu

Patrikhane ve Heybeliada Ruhban Okulu konusu belki de en az sürprizli konuydu. Çünkü Patrik Bartholomeos’un eylül ayında Beyaz Saray’ı ziyaret edeceği neredeyse mayıs ayında duyuruldu. Hatta, yeni Papa Leo’nun İznik Konsili ziyareti de bu görüşmenin ardından yapılmak üzere kasım ayına ertelendi.

Ruhban Okulu’nun açılması konusunda teknik olarak da engel yok. Restorasyon için kaynak gerekiyor ki, esas büyük mesele bu. Cemaat ve Patrikhane bunun için gerekli mali kaynağı bulmak için büyük bir fon toplama kampanyası yapamıyor. İç siyasette Zafer Partisi, Vatan Partisi, Yeniden Refah Partisi gibi bu konuda duruşu oldukça sert olan ve iktidar tabanına da hitap eden partilerin varlığı ve “Fener Vatikan olacak” endişesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün de Fener’in de manevra alanını daraltıyor. Muhtemelen buna ara formüller aranacaktır. Bu meselede Suriye’deki Rum cemaatinin talepleri ve yeni ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın da etkisi olduğunu bir kenara yazalım.

KAAN Motorları

KAAN Motoru ve F-35’ler en karmaşık durum. Burada Türkiye adım adım gidip CAATSA yaptırımlarını kaldırtabilmek için uğraşmayı, sonra F-16 Viper satın almalarını hızlı yürütmeyi deneyip KAAN motoru için ortamı hazırlayabilseydi belki Tom Barrack’ın dediği gibi “epik” boyuttaki görüşme sonucunda yaza kadar mesele bir raya oturabilirdi. Ama anladığımız kadarıyla Türk tarafında çok paydaşlı, çok muhataplı ve kısmen de siyasi hedefler açısından birbirine rakip olan ekipler resmî berraklaştıramadı ya da en azından kamuoyuna böyle yansıdı. Teknik detaylara boğmadan şu noktaları kayda geçirelim:

· F-35 programından çıkmasaydık Kale Grubu, Rolls Royce ile birlikte şu anda hem F-35 hem KAAN motorunu üretebilir durumda olacaktı. Çıktık, sıfırdan başladık.

· TUSAŞ Motor Sanayii’nin (TEİ) KAAN’ın motorunu üretmesi için önemli yatırım yapıldı, mühendisler çalıştı halen de çalışıyorlar. Bu kadar ileri teknoloji motorunu sıfırdan üretmek en az 15 yıl alır. (En erken 2032) Bu süreçte yabancı bir motor alıp bazı testleri yapmak, uçuşlara başlamak endüstrinin gerekliliği. ABD Kongresi bu kısıtlı motor satışına onay vermiyor.

· TEİ, Baykar için de Anka için de çalışıyor. Deniz kuvvetleri ve roket projeleri de pipeline’da. TEİ ve TUSAŞ’da görev değişiklikleri, yönetim atamaları, Savunma Sanayi Başkanlığı’ndaki tercihler doğal olarak “hızlı üretilen öncelik alır” durumunu önümüze getiriyor.

· Bu kadar ince yürüyecek bir pazarlık, paldır küldür “Ya biz aslında ondan değil de şu yeni uçağımıza takacak motoru alsak” tarzında, çeyiz almaya giden genç çiftler havasına girince, beyaz eşya satıcısı da “Siz önce bir karar verin, öyle gelin” demeye getirmiş.

Simgeler ve iletişim

Biraz da simgeler ve iletişime bakalım. Öncelikle tebrik edilmesi gereken bir durum var. Türkiye belki de çok uzun zaman sonra “kurumsal görüşme” formatına geri döndü. Oval Ofis görüşmesinde sadece devleti temsil eden isimler vardı. Ben sadece Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Sayın Sedat Önal’ı daha belirgin şekilde görmeyi beklerdim.

Trump’ın sürpriz yapabileceği, Başkan Yardımcısı JD Vance ya da Savunma Bakanı Pete Hegseth gibi isimlerin diplomatik teamül dışına çıkabileceği bilindiği için Türk tarafı görüşmeyi basına kapatmayı istedi. Ama Trump her zamanki tarzı ile hem Cumhurbaşkanı için kapıda yaklaşık 7 dakika kadar ayakta bekledi (Çok nadirdir, büyük jest) hem de onu basının önüne bir anda çıkarıverdi. İki gün önce TV kanalları ve Concordia Forum üzerinden patlayan “meşruiyet”, “Başarısız oldu”, “Beş dakika için yalvarıyorlar” tartışmaları da gösteriyor ki, ikinci Trump yönetiminin kurmay kadrosu çok dişli, sözünü sakınmıyor, Türkiye’yi ve Erdoğan’ı önemsiyorlar ama hayranı değiller. Hatta bazıları özellikle Hakan Fidan-İbrahim Kalın ikilisini “manipülatif” buluyor. Türkiye’den büyük bir beklentileri yok ama Hamas üzerindeki gücünü kullanıp İsrailli ve ABD vatandaşları rehinelerin ya da cenazelerin teslim sürecini hızlandırmasını istiyorlar. Trump’ın “Ama önce Erdoğan bizim için bir şey yapacak” sözünden ben sadece bunu anlıyorum. Bu, Türkiye – İsrail ilişkilerinde de yepyeni bir dinamik yaratır ki, sonrası piyasalar dahil her yerde hissedilir.

Şimdi ne olacak?

Yukarıda da anlattığım gibi ABD tarafı özellikle Gazze konusunda Türkiye’den bir jest bekliyordu – ki zaten Türkiye, Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Pakistan, Katar ve Mısır ortak bir bildiriyle destek verdi, ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan “Gazze’de akan kanın durması için ABD Başkanı Sayın Trump’ın gösterdiği çabayı ve liderliği takdir ediyorum” mesajını verdi. Bunun sonucunda F-35 ve CAATSA yaptırımları dosyası hızla açılabilir.

Rusya ve İran’dan petrol ve gaz ithalatının en az seviyeye indirilmesi de bir diğer talep. Anadolu Ajansı’nın haberine göre, Türkiye adına petrol ve gaz altyapısından ve ticaretinden sorumlu kuruluşu BOTAŞ, dünyanın önde gelen enerji gruplarından Mercuria ve Woodside Energy ile uzun vadeli LNG tedarik anlaşmaları imzaladı. Mercuria ile yapılan anlaşma, 2026-2045 arasını kapsayacak şekilde 20 yıllık bir dönemi içeriyor. Bu süre zarfında, önümüzdeki 20 yıl boyunca toplamda yaklaşık 70 milyar metreküp (bcm) doğal gaz eşdeğeri LNG tedariği yapılacağı görülüyor. Yıllık teslimat miktarı ise yaklaşık 4 milyar metreküp doğal gaz eşdeğeri LNG olarak planlandı.

Bu anlaşmadan da anladığımız, Türkiye’nin bölgede bir nebze “satıcı” konumuna gelmesidir. Ekonomik üretimdeki daralma ve sanayinin ülke dışına çıkması nedeniyle zaten enerji üretimi açısından “kapasite fazlası” bulunan Türkiye bu kadar doğalgazı içeriye bedava veremeyeceğine göre bölge ülkelerine satacaktır.

İran ve Rusya ile zamanında yapılan “Al ya da Öde” gibi bir riske girmemek için Türkiye ve ABD’nin bu doğalgazın müşterisini önceden ayarladığını tahmin ediyoruz. Uzmanlara göre Türkiye, bu alanda Avrupa’nın doğalgazının tedarikçisi olmaya hazırlanıyor ki bu çok çok çok önemlidir. Türkiye’nin şimdi hızla AB ile ilişkilerini düzene sokması ve Birliğin düzenli enerji tedarikçisi rolünü Rusya’dan alması bekleniyor.

Irak petrolünün Musul-Kerkük hattından geri gelmesi, Uluslararası Tahkim Mahkemesi’nin verdiği ceza ve ödenecek para meselesi bir süre daha gündemi alt seviyede meşgul edebilir. Türkiye’nin daha önce ABD’ye yaptığı bir ödeme buna mahsup edilmiş de olabilir.

Bazı kritik konularda sürece bırakılan bir yapıcı muğlaklık olduğu açık. Washington bu görüşmede olabildiğince ipleri elinde tutmuş ve Trump’ın “business” yaklaşımı ile “al-ver” dengesi yaratılmış. Ankara’yı mağdur etmeden bir baskı oluşturulmuş. Görüşme olmasa her şekilde ilerleyen ticari ilişkiler, şimdi yeni insiyatiflerle harekete geçiyor. Karşılığında Türkiye’nin elinin nasıl güçlendiğini birkaç ay sonra göreceğiz. Bazı anlaşmalar (nükleer gibi) sadece kağıt üzerinde kalabilir. Ama Türkiye bahar aylarında ev sahipliği yapacağı 2026 NATO Zirvesi öncesi F-16 / F-35 meselesini mutlaka çözmeli.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 2 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

 

Ahu Özyurt
Ahu Özyurt
Dr. Ahu Özyurt - 1993’te gazeteciliğe Show TV Ankara bürosunda başlayan Ahu Özyurt, ATV, NTV ve CNBC-E ve Bloomberg HT’de geçen kariyerinin son 15 yılını Doğan Grubunda CNN Turk kanalında sunuculuk ve Milliyet ve CNN Turk’ün Washington Temsilcisi olarak yürüttü. Toplam 30 yıllık gazetecilik kariyeri içinde Ankara muhabirliği, İstanbul Polis adliye muhabirliği, Washington Temsilciliği ve yüzlerce gün sabah kuşakları, akşam tartışma programları sundu. Ana akım TV kanalları dışında Sputnik Haber Ajansı’nın radyosu RSFM’de günlük programlar yaptı Türkiye’nin ilk tematik kadın kanalı Woman TV’nin kurucu Genel Yayın Yönetmenliğini görevini yürüttü. Galatasaray Spor Kulübü İletişim Koordinatörlüğü görevinden sonra, şu anda Suna ve İnan Kıraç Vakfı çatısı altındaki “Suna’nın Kızları” oluşumunun Kaynak Geliştirme ve Kurumsal İlişkiler Koordinatörlüğünü görevindedir. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden lisans ve Columbia Üniversitesi’nden Master derecesi bulunan Ahu Özyurt, Milli Savunma Üniversitesi’nden Güvenlik Çalışmaları alanında Doktora Derecesini tamamlamıştır. Özyurt, Harvard Kennedy School yönetici eğitim programında “Kadın ve Güç Yönetimi” sertifikası sahibidir. Suriye ve Ukrayna krizlerini yerinde izleyen Özyurt, İran’daki kapalı bulunan ABD Büyükelçiliği binasına uzun zaman sonra giren ilk batılı gazeteci olarak ve gözlemlerini CNN Turk’te yayınlanan “ELÇİLİĞİN SIRLARI” kısa belgeselde topladı. TSK’daki değişim sürecini anlatmak için hazırladığı kadın askerleri anlatan “TSK’da KADIN GÜCÜ” Özel haber dizisini yine CNN Turk’te ve Hürriyet’te yayınladı. Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’nden iki kez en iyi sunucu ve bir kez de Yavuz Gökmen özel ödülü sahibi olan Özyurt, 2008 ABD Başkanlık seçimini takip ettiği, Obama: Bir Kusursuz Fırtına ve gazeteciliğin satır aralarını anlattığı Gece Görüşü isimli iki kitabı bulunmaktadır. Doktora tezi 1991 Birinci Körfez Savaşı ve yarattığı güvenlik paradigması üzerinedir.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x