Suriye krizinde 10 yıl geride kaldı. Suriye rejimi Rusya ve İran’ın desteğiyle ülkenin kuzeyi dışında denetimi sağladı. Suriye’nin kuzey doğusundaysa Türkiye muhaliflerle birlikte Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı bölgelerini oluşturdu. PYD de ülkenin kuzeydoğusunda bir alanı kontrol ediyor.
Suriye’de düğüm halindeki en önemli noktalardan biri İdlib. Burada ağırlıklı olarak ABD, Rusya ve Türkiye’nin terörist listesinde olan Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) var ve yaklaşık üç milyon kişinin hayatını denetliyor. İdlib’de Rusya ve Türkiye’nin garantörlüğünde süren ateşkesin çökmesi ise en büyük endişe kaynağı çünkü böyle durumda yalnızca Türkiye’ye doğru yeni bir mülteci akını başlamakla kalmayacak, bu bölgedeki radikal unsurların dünyanın her yerine dağılma ihtimali de gündeme gelecek.
Bu ihtimal çok canlıyken ABD’nin yeni yönetiminin İdlib politikasının nasıl şekilleneceğiyse tam netlik kazanmadı. 1995 yılından beri çeşitli küresel krizlerle ilgili raporlar yayınlayarak, karar alıcılara tavsiyeler veren Brüksel merkezli Uluslararası Kriz Grubu, bu konuda kendi sitesinde yayınladığı yorum yazısında, Biden yönetiminin İdlib’de “terörle mücadele” ekseninden çıkıp “yaratıcı çözümler üretmesini” önerdi.
Yazıda, İdlib’in ABD’nin terörle mücadele stratejisini yeniden belirleme şansını verdiği öne sürülüyor zira eskiden El Kaide bağlantısı olan HTŞ’nin, küresel radikal ağlarla bağlantısını kopardığı ve Suriye’nin gelecekteki siyasi sahnesine girmeye çalışıldığı anlatılıyor. Yazıdan öne çıkan bazı bölümleri aktarıyoruz:
Çözümün önündeki “terör örgütü” engeli
“…HTŞ’nin (ABD, Rusya, BM Güvenlik Konseyi ve Türkiye’nin tanımladığı gibi) “terörist” örgüt statüsünün fiili olarak sürmesi büyük bir engel teşkil ediyor. Bu statü Batı’nın İdlib’e yardım eli uzatmaya soğuk bakmasına yol açarak insani krizi derinleştiriyor. Bu statü aynı zamanda HTŞ ile tutumu ve kontrol altında tuttuğu toprakların geleceğini doğrudan görüşmeyi de imkânsız kılıyor. Batılı devletler ve BM temastan tamamen kaçınırken, Türkiye sadece kendi askerî varlığının kolaylaştıracak asgari ihtiyaçları karşılayacak kadar temasla yetiniyor. Örgütün muhatap kabul edilmemesi ateşkesi baltalıyor ve dış güçlerin HTŞ’ye daha yapıcı adımlar atması için baskı yapmasını engelliyor.
ABD Türkiye ile birlikte çalışmalı
Doğrudan muhatap alınması ve HTŞ’nin statüsünün sorgulanması dahil kırılgan sükuneti sürdürmek için daha yaratıcı fikirlere acilen ihtiyaç var. Yine de bu yaratıcı fikirlerin Suriye’nin kuzeybatısındaki başkahramanlardan çıkması olası görünmüyor: Ankara, uluslararası destek bulamadığı için HTŞ ile diplomatik temas kurmaktan sakınıyor; Moskova ve Şam grup üzerinde mutlak bir zafer elde etmeyi tercih ediyor ve HTŞ, rejimin daha fazla ilerlemesine karşı İdlib’i savunmaya odaklanmış durumda. Bölgede siyasi boşluk var ve ABD bu boşluğu doldurabilecekler arasında iyi konumda.
Biden yönetimi HTŞ’yi başlıca yerel ve uluslararası kaygıları yatıştıracak ileri adımlar atmaya zorlamak için Avrupalı müttefikleri ve Türkiye ile birlikte çalışmalı ve eğer yerine getirirse HTŞ’nin üzerindeki “terörist” etiketini kaldırmasını sağlayacak net kriterler belirlemelidir.
Bunu yaparsa ABD, Suriye’nin kuzeybatısında şiddetin patlak vermesini engellediği gibi iki ek siyasi zorluğun üstesinden gelmiş olacak. Washington, Ankara ile ortak kaygı yaratan bu mesele üzerinde işbirliği yaparak NATO müttefiki ile gerilen ilişkilerin iyileşmesine sağlayabilir.
Dahası Biden yönetimi, bu sayede askerî yöntemler yerine diplomasiye ağırlık veren yeni bir terörle mücadele yaklaşımını geliştirmiş olur. Bu tür bir yaklaşımın değeri göründüğünden daha fazla olacaktır: Koşullu bir yol haritası, bugünün savaş alanlarında “terörist” olarak tanımlanmış ancak sivillere yönelik ulusötesi gündem ve saldırı arayışlarından vazgeçmeye istekli olduklarını gösteren diğer gruplar için emsal teşkil edebilir.
ABD neden Suriye’de eyleme geçmeli?
Gruba göre, Amerikalı yetkililerin bugüne kadar İdlib’deki siyasi zorluklarla boğuşmaktan kaçınmasının arkasında, üç varsayımın çeşitli kombinasyonları var. Birinci varsayım, İdlib’in rejim tarafından askerî bir şekilde ele geçirilmesinin terörizmle mücadele açısından arzu edilebilir bir sonuç olduğu, ikinci varsayım İdlib’in rejim tarafından ele geçirilmesinin kaçınılmaz olduğu, üçüncü varsayım da Türkiye’nin HTŞ sorununu ABD yardımı olmaksızın tek başına çözmek için yeterince çaba sarf ettiği üzerine kurulu. Ancak grubu göre, her üç varsayım da yanlış.
“Eğer büyük bir rejim saldırısı meydana gelirse, terörle mücadeleye ciddi biçimde zarar verecektir. Mart 2020 ateşkesinin yarattığı sükûnet, HTŞ’ye ulusötesi cihatçılara yönelik baskısını yoğunlaştırması, kalan IŞİD hücrelerini yok etmesi ve El Kaide bağlantılı Hurraseddin’i yenmesi için alan sağladı ve teşvik etti. İlan ettiği üzere HTŞ’in en yüksek önceliği İdlib’i yönetmektir ve bunu sağladığı sürece ateşkese karşı çıkan veya başka bir şekilde yerel istikrarı tehdit eden unsurları bastırmak için yeterli nedene sahip olacaktır. Ancak yeniden başlayacak rejim saldırıları, HTŞ’nin bu çabayı sürdürme kapasitesini azaltacaktır çünkü artık önceliği mevcut tüm savaşçılarının İdlib savunması için seferber etmek olacaktır.
Dahası, rejim güçleri vilayetin derinliklerine doğru ilerlerse, saldırı eninde sonunda İdlib’deki isyancıları toprak savunmasından gerilla taktiklerine geçmeye zorlayacak. Bu da rejimle savaşmak ve ulusötesi cihadın yerine önceliği idlib’in kontrolüne verdiği için uzun süredir HTŞ’yi eleştiren el Kaide bağlantılı örgütler ve uzantıların elini güçlendirecek.”
Türkiye’nin İdlib’den yeni bir göç dalgasını engellemek için büyük çaba harcadığını anımsatan gruba göre yine de ikinci ve üçüncü varsayımlar da şu nedenlerle yanlış:
“Ateşkes kırılganlığını sürdürüyor ve gelecek aylarda veya yıllarda gelebilecek büyük bir rejim saldırısı Türkiye’nin rolünün nihayetinde yetersiz olduğunu gösterebilir. M4 karayolunda Türk-Rus ortak devriyesi aslında ağustos ayından beri yapılmıyor; ön cephelerde taciz amaçlı top atışları sürüyor ve Rusya ara sıra hava saldırıları düzenlemeye başladı. Dahası HTŞ’nin “terörist” statüsü ateşkesin sürekliliğini baltalıyor. Rusya ile Türkiye arasında Mart 2020’de varılan anlaşmada, her iki tarafın “(BM Güvenlik Konseyi tarafından) terör örgütü olarak kabul edilen tüm terör grupları ve her türlü terörizm ile mücadele edeceği” açık biçimde ifade ediliyor. Moskova (…) HTŞ’ye karşı askerî harekatların sürmesi gerektiğini ve ateşkesin geçici bir anlaşma olduğunu sık sık vurguluyor.
Buna karşılık Ankara, HTŞ’nin kitlesel kayıplara neden olmadan ve felaket bir mülteci dalgasına yol açmadan askerî olarak mağlup edilemeyecek kadar köklü olduğunu ve söz konusu örgütün ateşkese bağlı kalıp diğer gruplara aynı şeyi yapması için baskı yapmasının olağanüstü fayda sağladığının farkında. Tüm bunlar, Türk yetkilileri HTŞ sorununa siyasi bir çözüm tercih etmeye yöneltiyor. Ancak cihatçıları aklama ve destekleme suçlamalarına maruz kalma endişesiyle bu amaca yönelik tek taraflı temasa karşı temkinli davranıyorlar. Önemli yetkililer aynı zamanda bir dizi karmaşık Suriye ve bölgesel dosyayı da yönetiyor ve Ankara’nın İdlib’deki acil kriz yönetiminin dışında dar bir aralık bırakıyorlar.
İdlib’in geleceği konusunda Rusya-Türkiye diyalogu endişe verici bir şekilde çıkmaza girmiş durumda. BM’nin arabuluculuğundaki Suriye görüşmeleri ise can çekişiyor. Aslında, Rusya ve Türklerin HTŞ konusundaki tutumları arasındaki uyuşmazlıkları ele almak veya ateşkesi siyasi olarak pekiştirmek için anlamlı bir diplomatik süreç de yok.
Kısacası, durum kurtarılabilir ancak istikrarsız. Biden yönetimi İdlib’deki diplomatik angajmanını netleştirmek istiyorsa, istikrarı bozan şiddetin gereksiz bir şekilde yeniden tırmanmasını önlemede rol oynaması gerekebilir. İlk adım, İdlib’in HTŞ bulmacasını çözmenin siyasi yolları için fikir ve teşvikler sunmaktır.”
HTŞ’nin üzerindeki El Kaide kamburu
HTŞ’nin El Nusra Cephesi’nden evrildiğini anlatan Uluslararası Kriz Grubu, örgütün 2019’un başından beri kendini Selefi-cihatçı hareketten kendini uzaklaştırdığı ve İdlib’de ulusötesi cihatçı gruplara hareket alanı bırakmadığını anlattıktan sonra şöyle devam ediyor:
“Cihatçı kökenlerinden kopan HTŞ liderliği, grubu sürekli olarak İdlib’i yönetebilecek ve başka örgüt militanlarının bölgeyi operasyonlar için bir sıçrama tahtası olarak kullanmalarını önlemeye istekli yerel bir Suriyeli aktör olarak yeniden kurguladı. Bu evrim, geçmişe sünger çekemez. Grubun despot yönetimi ve baskıcı tavrını kınamaya devam eden birçok Suriyelinin endişelerini de yatıştırmıyor.
Yine de bunlar bir marka değiştirme çalışmasından daha fazlasını ifade ediyor. Söz konusu değişim daha ziyade, HTŞ’nin (…) belirleyici konularda El Kaide ve IŞİD’den yıllarca artan ideolojik ve stratejik ayrışmayı yansıtıyor. (…)
HTŞ, İdlib üzerindeki kontrolünü korumak için, örneğin Türk-Rus ateşkesleri sırasında rejime ve destekçilerine yönelik saldırılarını büyük ölçüde durdurarak ve Türk kuvvetlerinin İdlib’e konuşlandırılmasını memnuniyetle karşılayarak, ideolojik ve askerî açıdan uzlaşmaya istekli olduğunu kanıtladı. HTŞ, rejim karşıtı söylemini sürdürürken, bugün çatışmanın daha uzun süre dondurulmasına, kontrol ettiği alanlarda yönetimini sağlamlaştırmaya ve Türkiye ve İdlib’in ayakta kalması adına önemli gördüğü diğer devletlerle ilişki kurarak bir tür uluslararası meşruiyet kazanmaya odaklanıyor.
Buna karşılık, El Kaide lideri El Zevahiri, HTŞ’yi kendisini ulusötesi cihattan uzaklaştırdığı için şiddetle eleştirmenin yanı sıra, Türkiye’nin müdahalesinin tehlikeli olduğu konusunda uyardı, rejimi ve destekçilerini zayıflatmak için bir gerilla yıpratma savaşına geçme çağrısında bulundu. Diğer önde gelen Selefi cihatçılar, Suriye’deki El Kaide sadıklarının yaptığı gibi benzer eleştirileri dile getirdi. HTS liderleri (…) kendilerini daha aşırı rakiplerden farklılaştıran ideolojik ve stratejik ayrımları giderek daha net biçimde vurguluyorlar.
…
HTŞ, (…) İslami yönetimin sert bir türünü dayatmaktan kaçındı. En azından şu ana kadar HTŞ ve desteklediği sivil yapı olan ‘Kurtuluş Hükümeti’ tarafından uygulanan yönetim modeli İslamcı ama acımasız değil. Örneğin, IŞİD veya Taliban’ın aksine HTŞ, ilk ve orta dereceli okullarla üniversitelerde kız ve erkek öğrencilerin ayrı sınıflarda eğitim görmesini zorunlu kılmasına rağmen kendi müfredatını dayatmadı. Şeriat hukukunun en sert yorumlarını uygulamadı. Kadınları yüzlerini örtmeye zorlamadı veya restoranlarda kadın ve erkeklerin karışık olarak oturmasını yasaklamadı. Liderliği, kadınların İdlib’in ana üniversitesindeki binlerce öğrencinin önemli bir bölümünü oluşturduğunu gururla söylüyor. İslamcı yönetişime yaklaşımlarını anlatan HTŞ lideri Muhammed el Culani, Suriye’nin ana akım dinî gelenek ve görenekleriyle uyumlu kalmanın önemini vurguluyor: “Yönetim İslami Şeriat ile uyumlu olmalı, ancak IŞİD ve hatta Suudi Arabistan standartlarına göre olmamalı.” Elbette bu çıta çok düşük ve İdlib ve ötesindeki birçok Suriyeli haklı olarak HTŞ’ye kişisel özgürlüklere daha fazla yer bırakması için baskı yapılması gerektiği konusunda ısrar edecektir.” (…)
NATO sınırına el Kaide mi geliyor?
“Açık olmak gerekirse El Kaide ile eskiden bağlantılı olan bir grubun Suriye’de üç milyon nüfusu yönetmesi ve bir NATO üyesiyle sınırdaş olması hayli sorunlu…
Grubun muhaliflere yönelik baskısı ve orta ila uzun vadede İdlib’i koruma konusundaki acil önceliğini Beşar Esad’ın Suriye üzerindeki egemenliğini sona erdirme hedefi nihai hedefiyle nasıl dengelemeyi amaçladığı konusundaki belirsizliğin devam ettiği göz önüne alındığında, birçok yerel ve uluslararası gözlemcinin HTŞ’nin evrimine son derece şüpheyle yaklaşması anlaşılabilir bir durum… Üstelik HTŞ’nin kendisiye IŞİD, El Kaide ve Taliban arasına mesafe koyması onu “ılımlı” veya demokratik yapmaz. (…)
ABD ne yapmalı?
Uluslararası Kriz Grubu, Biden yönetimine bazı tavsiyelerde de bulunuyor:
- NATO ülkelerinin nihayetinde HTŞ’yi bir terör örgütü olarak görmeyi veya etiketlemeyi bırakması, BM’de benzer bir tavır değişikliğine gitmesi ve bölgenin geleceği konusunda örgütle görüşmelerde bulunmaları için HTŞ’nin ne yapması gerektiğine dair ortak standartları belirleyin. Bu standartlar, HTŞ’den tam olarak ne beklendiği konusunda yeterince somut ve (…) ölçülebilir olmalıdır.
- HTŞ’yi yalnızca bu standartları karşılamaya değil, aynı zamanda bunu orta ila uzun vadede sürekli yapmaya teşvik etmeyi amaçlayan ödül ve cezaları tanıtın ve aynı zamanda örgütün despot düzeni ve baskıcı tavrına ilişkin yerel ve uluslararası endişeleri gidermek için daha fazla adım atın. Örneğin Batılı ülkeler, HTŞ’nin sivil muhaliflerine karşı baskıları durdurma karşılığında İdlib’in HTŞ’nin kontrolüne geçtiği 2019’dan beri kesilen önemli kamu hizmetlerinin (…) sağlanması için koşullu destek önerebilir.
- ABD, Türkiye ve Avrupalı ortaklar bu adımlar konusunda fikir birliğine vardıklarında Washington, Suriye’nin batısındaki askerî üssüne veya hükümet kontrolündeki bölgelere yönelik İdlib’den kaynaklanan saldırılara ilişkin Rusya’nın endişelerini giderebilecek ek önlemler belirlemek için Moskova ile diyalog başlatmalıdır.
HTŞ’nin gelişimini sınamak için atılacak bu adımlar sihirli bir değnek olmadığını elbette riskler taşıdığını ifade eden grup, yine böyle bir yaklaşımın fırsatlar sunduğunu da belirtiyor:
“Bu yaklaşım aynı zamanda Washington’un diplomasi öncelikli bir terörle mücadele politikası için yeni araçlar tanımlamasına ve test etmesine yardımcı olacaktır. ABD, İdlib’de başarılı olursa, benzer bir senaryoyu, ulusötesi cihatçılığın yükünden kurtulmak isteyen ve bu yönde anlamlı adımlar atmaya istekli olduğunu gösteren diğer terörist olarak tanımlanan gruplara uygulayabilir. Askerî araçlara aşırı güvenerek “sonsuza dek süren savaşları” sona erdirmek isteyen ABD’li yetkililer için İdlib’deki durum, söylemlerine uygun pratik politika araçları geliştirmeye başlamak için bir fırsattır.”
Bu yazı ilk kez 11 Şubat 2021’de yayımlanmıştır.
https://www.crisisgroup.org/middle-east-north-africa/eastern-mediterranean/syria/syrias-idlib-washingtons-chance-reimagine-counter-terrorism