Avrupa Birliği’nin veremediği sınav: Düzensiz göç

Avrupa Birliği düzensiz göçle nasıl mücadele edemedi? Yüksek duvarlı kaleler inşa ederek sığınmacılardan arındırılmış izole bir Avrupa yaratmaya çalışmanın maliyeti ne oldu? Düzensiz göç rakamları ne söylüyor? Doç. Dr. Alper Yılmaz yazdı.

Arap Baharı sonrasında başlayan ve bilhassa 2014 sonrasında Ortadoğu’daki iç savaşın dozajının artması ve yeni bölgesel aktörlerin de savaşa dahil olmasıyla birlikte rotasını Avrupa’ya doğru çeviren düzensiz göç hareketleri, AB’yi adeta yeni bir sınavla karşı karşıya getirdi. Bu, zamanla AB’nin veremediği bir sınava dönüştü.

Savaş, açlık, kıtlık gibi sebeplerle Kuzey Afrika ve Türkiye üzerinden tehlikeli bir yolculuğa çıkan sığınmacılar, Avrupa medeniyetinin (!) kendilerine karşı tutumundan yeterince nasibini almış görünüyorlar. 2015 yılında Yunanistan’a geçmek isterken bindiği botun batmasıyla ailesiyle birlikte yaşamını yitiren Suriyeli üç yaşındaki Aylan bebek gibi -AB’nin gayri-insani politikalarının bir tezahürü olarak- Akdeniz’in mavi sularına gömülen daha nice çocuk var.

Rakamlarla düzensiz göç

Bu noktada düzensiz göç rakamlarını kayıt altına alan bazı raporlardaki istatistiklere bakmak yerinde olacaktır.

2004 yılında, Avrupa Birliği’nin dış sınırlarının yönetiminde ve sınır güvenliğinin sağlanmasında üye ülkelere destek olmak amacıyla kurulan güvenlik ajansı Frontex, 2023 yılında AB ülkelerine yönelik düzensiz göçün 2022’ye oranla %17 oranında artarak 380 bine çıktığını açıkladı.

Raporda; Tunus, Mısır, Libya üzerinden İtalya’ya doğru açılan Orta Akdeniz rotasının 2023’te AB’ye giden en aktif göç rotası olduğu belirtilerek, düzensiz göçlerin %41’inin bu güzergâh üzerinden gerçekleştiği ve buradan gelen kaçak göçmenlerin sayısının 158 bini bulduğu vurgulandı.[efn_note]https://www.frontex.europa.eu/media-centre/news/news-release/significant-rise-in-irregular-border-crossings-in-2023-highest-since-2016-C0gGpm[/efn_note] Dolayısıyla AB’ye en fazla göç dalgası Kuzey Afrika üzerinden gerçekleşiyor. Son zamanlarda İtalya’nın Lampedusa Adası’na on binlerce düzensiz göçmenin akın etmesi de bu rakamları doğrular nitelikte.

Yeni bir yaşama başlamak umuduyla hayat standartları yüksek ülkelere yapılan bu düzensiz göç hareketleri, doğal olarak binlerce can kaybına neden oluyor. Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslararası Göç Örgütü, (IOM) Kayıp Göçmenler Projesi kapsamında kayıt tutmaya başladığı 2014 yılından beri en fazla can kaybının 2023 yılında yaşandığını duyurdu. Bu proje, İtalya’nın Lampedusa Adası açıklarında yaşanan iki yıkıcı gemi kazasının ardından 2014 yılında başlayan “Güvenli, Düzenli ve Düzenli Göç için Küresel Mutabakat” kapsamında göçün “güvenlik” düzeyini ölçen tek gösterge olarak kabul ediliyor. Uluslararası Göç Örgütü 2023’te göçmen ölümlerinin bir önceki yıla kıyasla %20 artarak 8 bin 565’e çıktığını ve bunun da son 10 yılın en yüksek rakamı olduğunu açıkladı.[efn_note]https://www.iom.int/news/deadliest-year-record-migrants-nearly-8600-deaths-2023#:~:text=Global-,Deadliest%20Year%20on%20Record%20for%20Migrants%20with%20Nearly%208%2C600%20Deaths,by%20IOM’s%20Missing%20Migrants%20Project[/efn_note]Böylece bu rakam, göçmenler için en ölümcül yıl olarak kabul edilen 2016 yılının da rekorunu egale etmiş oldu.

Tablo: 2014-2023 arası kayıp göçmen sayısı – Kaynak: IOM, 2024.

Düzensiz göçle mücadelede çatışma zemini

Özellikle 2015’ten sonra deniz yoluyla Avrupa’ya kaçan sığınmacıların bölge içindeki popülasyonunun artması ve toplum yapısının heterojenleşmesi, hükümetleri ve siyasi partileri de göç akımlarına karşı harekete geçirdi

Sığınmacıların kitleler halinde Merkez Avrupa’ya akın etmesi, AB’yi sığınmacıların diğer Doğu Avrupa ülkelerine doğru kapasitelerine göre dağıtılması noktasında yeni arayışlara sevk etti.

Birlik’in 2015 Eylül ayında kabul ettiği Acil Yerleştirme Planı kapsamında İtalya ve Yunanistan’a yığılan 120 bin sığınmacının 2 sene içerisinde diğer üye ülkeler arasında, belirli bir kota esasına göre paylaştırılması öngörülmekteydi. Buradaki amaç; İtalya ve Yunanistan üzerindeki sığınmacı yükünü azaltmak ve bu sorumluluğu diğer AB ülkeleri arasında dengeli olarak bölmekti.

AB’nin almış olduğu bu karara tepki olarak Çekya, Slovakya, Macaristan ve Polonya gibi üye ülkeler, kota sistemini ve mülteci paylaşımı fikrini reddettiler. 2017 yılında Macaristan’ın sığınmacı akının önlemek için Sırbistan sınırına 175 km, Slovenya’nın ise Hırvatistan sınırına 150 km uzunluğunda tel örgüler çekme girişimleri, bu tepkinin eylemsel bir dışavurumu olarak ifade edilebilir.

Bu noktada Macaristan; Yunanistan ve İtalya’da bulunan hiçbir sığınmacıyı ülkesine kabul etmezken, Slovakya ise sadece 16 sığınmacıyı sınırlarına dahil ederek AB’ye “Senin aldığın kararları tanımıyorum” mesajı verdi. En nihayetinde AB içinde konsensüs sağlanamadığı için AB’nin en kutsal ilkelerinden olan “egemenlik devri” konusu Birlik içinde tartışmalara sahne olurken, öte yandan Almanya ve Fransa’nın başat pozisyonlarına ket vuruldu. Hatta bir adım öteye gidilerek içeriden ve dışarıdan AB’nin gelecekteki mevcudiyetine yönelik endişeler yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.

Hatırlayalım, Macar kameraman 2015 yılında Sırbistan sınırından Macaristan’a geçmeye çalışan ve kucağında çocuğu olan Suriyeli bir babaya çelme takmıştı. Bu sahne aslında Doğu Avrupa’nın sığınmacılara olan bakış açısının genel bir tezahürü de diyebiliriz. Her ne kadar Merkez Avrupa ülkeleri AB’ye yönelik bu olumsuz algıyı kırmak istese de bir kere ok yaydan çıktı artık.

AB’nin düzensiz göç politikaları

Akdeniz’deki göçmen ölümlerinin Nisan 2015 tarihinde zirveye ulaşması, AB’deki reform tartışmalarına aciliyet kazandırdı. Bunun üzerine AB Liderler Zirvesi’ne bir eylem planı sunuldu. Buna plana göre AB; mali kaynaklarını ve varlıklarını arttıracak, Akdeniz’de Triton ve Poseidon adlı ortak operasyonları güçlendirilecek, ayrıca Frontex’in yetkisi dâhilinde müdahale alanlarının genişlemesine imkân sağlanarak operasyonel alanlar genişletilecekti. Bunların yanı sıra insan kaçakçıları tarafından kullanılan botlara el konması ve bunların imha edilmesi için sistematik bir çaba gösterilecek, Europol (Avrupa Polis Teşkilatı), Frontex ve Easo (Avrupa İltica Destek Ofisi) gibi güvenlik örgütleri arasında işbirliği geliştirilecekti.

Mart 2016’da ise AB-Türkiye Zirvesi Brüksel’de yapıldı ve tarihe 18 Mart Mutabakatı olarak geçen, Türk kamuoyunda da eleştirilen anlaşma imzalandı. Bu anlaşma çerçevesinde Yunan adalarından Türkiye’ye iade edilen her bir düzensiz Suriyeli karşılığında, Türkiye’den resmî olarak kayıtlı bir Suriyeli AB’ye yerleştirilecekti (1’e 1 formülü). Bunun dışında Türkiye’ye AB tarafından başlangıç olarak tahsis edilen 3 milyar avronun kullanımının hızlandırılması, 2018 sonuna kadar ilave 3 milyar avro fon sağlanması kararı alındı. Bu plan; para karşılığında sığınmacıların Türkiye’de tutulması anlamına geliyordu.

2023 yılında Avrupa Komisyonu tarafından sunulan Yeni Göç ve İltica Paktı’na göre ise, sığınmacılar vardıkları AB ülkesinde ivedilikle kaydedilecek ve sığınma şansı az olan kişiler, ivedi bir şekilde geldikleri ülkeye geri gönderilecekti. Bu karar ile amaçlanan, nitelikli olmayan kişilerin hızla geri gönderilmesi ve AB’yi düzensiz yollarla gelen göçmenlerden izole etmekti.

Fakat burada asıl önemli olan nokta, sığınmacı kabul etmek istemeyen AB üyesi ülkelerinin, varış ülkesine sığınmacı başına 20 bin euro tutarında bir katkı payı ödeme şartıyla sığınmacı yükümlülüğünden muaf tutulmasıydı. Yani sığınmacı almak istemeyen ülkelere para cezası uygulanacak; bu para da AB’nin bütçesinde toplanarak sığınmacılar için yapılacak yeni projeler için kullanılacaktı. Bu caydırıcı hüküm sayesinde bilhassa Doğu Avrupa ülkelerine sığınmacı kabul etmeleri noktasında adeta dayatma yapılmış oldu.

AB’nin aldığı bu aksiyonlara baktığımızda ortaya çıkan sonuç; Birlik’in “göçü güvenlikleştirerek” aslında tamamen sınırlarını koruma amaçlı bir politika izlediğidir. Batı’nın göçmenlere karşı bu yaklaşımının literatürde bir karşılığı var: Kale Avrupası. Bir diğer ifadeyle AB’nin kendi sınırlarının güvenliğini sağlamak amacı ile yasadışı göçmenlerin geçişine izin vermemesi, mevcut olanları da sınır dışı etmesi. Hedef ise yüksek duvarlı kaleler inşa ederek sığınmacılardan arındırılmış izole bir Avrupa yaratmak.

Önümüzdeki süreçte nasıl hamleler yapılmalı?

Peki, AB yaşanan bu düzensiz göçler karşısında nasıl bir hamle yapmalı?

Avrupa, bugüne kadar hep sığınmacıların kaçma sebeplerini ortadan kaldırmak yerine bizzat sığınmacılarla mücadele etti. Fakat Akdeniz rotasındaki artan sığınmacı akınını durdurmayı başarmak için, sınırda güvenlik önlemleri alınmasından çok daha fazlasının yapılması gerek.

Dolayısıyla göç tartışmaları, refah düzeyi yüksek bir dünyanın nasıl erişilebilir kılınacağı ve yasal göç yollarının nasıl sunulacağı ekseninde gelişmeli. Yani güvenlik odaklı perspektiflerin bırakılıp “adil erişime dair yenilikçi bir sistem” benimsenene kadar, göç insani gelişimin doğal süreci olarak değil de hep durdurulması gereken bir sorun olarak algılanacak. Bu yüzden ivedilikle yeni bir yaklaşıma ve adil politikalara ihtiyaç var.

Bu noktada AB, göç meselesini öncelikle üçüncü ülkelerle anlaşmalar yaparak çözmeye çalışmalıdır. Yani sorun bizzat kaynağında çözülmelidir. Bu yolda ilk adım atıldı bile… Son olarak AB, Akdeniz üzerinden Avrupa’ya gelen düzensiz göç hareketlerini engellemek ve kötüye giden ekonomisini canlandırmak amacıyla Mısır’a 7,4 miyar avroluk destek paketi verileceğini açıkladı.

Mevcut durumda dünya üzerinde açlık hızı en fazla yayılan kıta Afrika kıtası ve bu coğrafyada 250 milyondan fazla kişi yetersiz besleniyor. Bu durum da kolera, ishal ve tifo gibi salgın hastalıklara yol açıyor. Yine dünya üzerinde en fazla işsizlik oranı Afrika’da. Buradaki açlığın, hastalıkların ve yoksulluğun bitirilmesi adına AB’nin bu kıtadaki ülkelere ekonomik yardımlar yapması, temiz su kuyuları açması ve sondaj çalışmalarına ağırlık vermesi, yeni istihdam alanları yaratması, kolera ve ishal gibi salgın hastalıkların önüne geçebilmek için sağlık merkezleri açması gibi uzun vadeli programlar yürütmesi gerekiyor. Ayrıca tarımsal kalkınmanın desteklenmesi, altyapı ve ulaşım yatırımlarının çoğalması, güneş enerjisi odaklı sistemlerin geliştirilmesi şüphesiz Afrika ülkelerinin sosyo-ekonomik gelişimine katkı sağlayacak ve göçü azaltacaktır. Bilhassa modern tarımsal yöntemlerin eğitiminin verilmesi ve hayvancılığın desteklenmesi yoluyla bu ülkelerin uzun vadede kendi kendine yeterli hale gelmesi amaçlanmalıdır.

Yaşlı AB nüfusu, genç nüfusa ihtiyaç ve yasal göçü teşvik

Bunun yanı sıra AB ülkelerinin nüfusu her geçen gün yaşlanıyor, dolayısıyla genç nüfusa olan ihtiyaç artıyor. AB içinde özellikle inşaat, hizmet, sağlık ve bilişim sektörlerinde vasıflı ve vasıfsız işgücünde ciddi eksiklikler yaşanıyor. AB Komiseri Ylva Johansson, demografik değişim nedeniyle AB’nin gelecekte işgücü piyasasında yedi milyon işçiye daha ihtiyaç duyacağı uyarısında bulundu. Afrika’da ise 2021 yılı verilerine göre 1,4 milyarlık nüfusunun yarısından fazlası 30 yaşın altında, yani genç ve dinamik nüfus profili var. Bu noktada AB’nin izlemesi gereken politika, Afrika’daki genç göçmenleri kaçakçıların kolaylaştırdığı rotalar üzerinden tehlikeli yolculuklara çıkmaktan caydırmak ve düzensiz göç akışını azaltarak yasal göçü teşvik etmek.

Almanya Federal Meclisi’nin onayladığı Avrupa Birliği dışından göçmenlerin gelmesini kolaylaştırıcı tedbirleri içeren Nitelikli Göçmenlik Yasası bu konuda ciddi bir adım. Buna benzer bir yasa AB genelinde de çıkartılarak hem vasıflı hem de vasıfsız işgücü sektörlerinde çalıştırılmak üzere göçmen istihdam edilebilir. Bu durumu güvenilir kılmak için yoksul Afrika ülkelerinde, “Avrupa’ya düzenli işçi göçüne” odaklanacak danışma niteliğinde olan “göç ve kalkınma merkezleri” kurulabilir. Böylece iç savaş, kuraklık, yoksulluk gibi durumlar karşısında ölüm riskini göze alarak ülkesini terk etmek zorunda kalan göçmenler için yasal ve güvenli bir zemin oluşturulabilir. Bu çerçevede hem AB kazançlı çıkar hem de olumsuz koşullarda yaşayan göçmenler için yeni bir sayfa açılmış olur.

Sonuç itibariyle Avrupa, geçmişte yaptığı gibi göçü güvenlikleştirmek ve yabancıları sınırlarından uzak tutacak hamleler yapmak yerine, daha insani politikalar güderek göçün menşei olan ülkelerin hayat standartlarını yükseltmekle işe başlayabilir. Böylece hem düzensiz göçü önleyip kendi sınırlarındaki yığılmaların ve denizdeki ölümlerin önüne geçebilir, hem de zamanında bizzat sömürdüğü -zorlu yaşam koşulları karşısında yaşam mücadelesi veren- üçüncü dünya ülkelerine bu kez gerçekten medeniyet getirebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 2 Nisan 2024’te yayımlanmıştır.

Eren Alper Yılmaz
Eren Alper Yılmaz
Eren Alper Yılmaz - 2011 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi (Burslu) bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını 2014 yılında, doktorasını da 2019 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde tamamlamıştır. Halen Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde görev yapmakta, aynı zamanda Polis Okulu (POMEM) bünyesinde dersler vermektedir. Litvanya ve Almanya'da bir süre misafir öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Çok sayıda ulusal ve uluslararası kongreye katılan ve akademik yayını bulunan Yılmaz; uluslararası göç, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, AB politikaları gibi konular üzerinde çalışmaktadır. Yazarın “Türkiye'deki Suriyelilerin Sorunları ve Toplumsal Uyum Süreçleri” ve "Cumhuriyetin 100. Yılında Nasıl Bir Dış Politika" isimli kitapları vardır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Avrupa Birliği’nin veremediği sınav: Düzensiz göç

Avrupa Birliği düzensiz göçle nasıl mücadele edemedi? Yüksek duvarlı kaleler inşa ederek sığınmacılardan arındırılmış izole bir Avrupa yaratmaya çalışmanın maliyeti ne oldu? Düzensiz göç rakamları ne söylüyor? Doç. Dr. Alper Yılmaz yazdı.

Arap Baharı sonrasında başlayan ve bilhassa 2014 sonrasında Ortadoğu’daki iç savaşın dozajının artması ve yeni bölgesel aktörlerin de savaşa dahil olmasıyla birlikte rotasını Avrupa’ya doğru çeviren düzensiz göç hareketleri, AB’yi adeta yeni bir sınavla karşı karşıya getirdi. Bu, zamanla AB’nin veremediği bir sınava dönüştü.

Savaş, açlık, kıtlık gibi sebeplerle Kuzey Afrika ve Türkiye üzerinden tehlikeli bir yolculuğa çıkan sığınmacılar, Avrupa medeniyetinin (!) kendilerine karşı tutumundan yeterince nasibini almış görünüyorlar. 2015 yılında Yunanistan’a geçmek isterken bindiği botun batmasıyla ailesiyle birlikte yaşamını yitiren Suriyeli üç yaşındaki Aylan bebek gibi -AB’nin gayri-insani politikalarının bir tezahürü olarak- Akdeniz’in mavi sularına gömülen daha nice çocuk var.

Rakamlarla düzensiz göç

Bu noktada düzensiz göç rakamlarını kayıt altına alan bazı raporlardaki istatistiklere bakmak yerinde olacaktır.

2004 yılında, Avrupa Birliği’nin dış sınırlarının yönetiminde ve sınır güvenliğinin sağlanmasında üye ülkelere destek olmak amacıyla kurulan güvenlik ajansı Frontex, 2023 yılında AB ülkelerine yönelik düzensiz göçün 2022’ye oranla %17 oranında artarak 380 bine çıktığını açıkladı.

Raporda; Tunus, Mısır, Libya üzerinden İtalya’ya doğru açılan Orta Akdeniz rotasının 2023’te AB’ye giden en aktif göç rotası olduğu belirtilerek, düzensiz göçlerin %41’inin bu güzergâh üzerinden gerçekleştiği ve buradan gelen kaçak göçmenlerin sayısının 158 bini bulduğu vurgulandı.[efn_note]https://www.frontex.europa.eu/media-centre/news/news-release/significant-rise-in-irregular-border-crossings-in-2023-highest-since-2016-C0gGpm[/efn_note] Dolayısıyla AB’ye en fazla göç dalgası Kuzey Afrika üzerinden gerçekleşiyor. Son zamanlarda İtalya’nın Lampedusa Adası’na on binlerce düzensiz göçmenin akın etmesi de bu rakamları doğrular nitelikte.

Yeni bir yaşama başlamak umuduyla hayat standartları yüksek ülkelere yapılan bu düzensiz göç hareketleri, doğal olarak binlerce can kaybına neden oluyor. Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslararası Göç Örgütü, (IOM) Kayıp Göçmenler Projesi kapsamında kayıt tutmaya başladığı 2014 yılından beri en fazla can kaybının 2023 yılında yaşandığını duyurdu. Bu proje, İtalya’nın Lampedusa Adası açıklarında yaşanan iki yıkıcı gemi kazasının ardından 2014 yılında başlayan “Güvenli, Düzenli ve Düzenli Göç için Küresel Mutabakat” kapsamında göçün “güvenlik” düzeyini ölçen tek gösterge olarak kabul ediliyor. Uluslararası Göç Örgütü 2023’te göçmen ölümlerinin bir önceki yıla kıyasla %20 artarak 8 bin 565’e çıktığını ve bunun da son 10 yılın en yüksek rakamı olduğunu açıkladı.[efn_note]https://www.iom.int/news/deadliest-year-record-migrants-nearly-8600-deaths-2023#:~:text=Global-,Deadliest%20Year%20on%20Record%20for%20Migrants%20with%20Nearly%208%2C600%20Deaths,by%20IOM’s%20Missing%20Migrants%20Project[/efn_note]Böylece bu rakam, göçmenler için en ölümcül yıl olarak kabul edilen 2016 yılının da rekorunu egale etmiş oldu.

Tablo: 2014-2023 arası kayıp göçmen sayısı – Kaynak: IOM, 2024.

Düzensiz göçle mücadelede çatışma zemini

Özellikle 2015’ten sonra deniz yoluyla Avrupa’ya kaçan sığınmacıların bölge içindeki popülasyonunun artması ve toplum yapısının heterojenleşmesi, hükümetleri ve siyasi partileri de göç akımlarına karşı harekete geçirdi

Sığınmacıların kitleler halinde Merkez Avrupa’ya akın etmesi, AB’yi sığınmacıların diğer Doğu Avrupa ülkelerine doğru kapasitelerine göre dağıtılması noktasında yeni arayışlara sevk etti.

Birlik’in 2015 Eylül ayında kabul ettiği Acil Yerleştirme Planı kapsamında İtalya ve Yunanistan’a yığılan 120 bin sığınmacının 2 sene içerisinde diğer üye ülkeler arasında, belirli bir kota esasına göre paylaştırılması öngörülmekteydi. Buradaki amaç; İtalya ve Yunanistan üzerindeki sığınmacı yükünü azaltmak ve bu sorumluluğu diğer AB ülkeleri arasında dengeli olarak bölmekti.

AB’nin almış olduğu bu karara tepki olarak Çekya, Slovakya, Macaristan ve Polonya gibi üye ülkeler, kota sistemini ve mülteci paylaşımı fikrini reddettiler. 2017 yılında Macaristan’ın sığınmacı akının önlemek için Sırbistan sınırına 175 km, Slovenya’nın ise Hırvatistan sınırına 150 km uzunluğunda tel örgüler çekme girişimleri, bu tepkinin eylemsel bir dışavurumu olarak ifade edilebilir.

Bu noktada Macaristan; Yunanistan ve İtalya’da bulunan hiçbir sığınmacıyı ülkesine kabul etmezken, Slovakya ise sadece 16 sığınmacıyı sınırlarına dahil ederek AB’ye “Senin aldığın kararları tanımıyorum” mesajı verdi. En nihayetinde AB içinde konsensüs sağlanamadığı için AB’nin en kutsal ilkelerinden olan “egemenlik devri” konusu Birlik içinde tartışmalara sahne olurken, öte yandan Almanya ve Fransa’nın başat pozisyonlarına ket vuruldu. Hatta bir adım öteye gidilerek içeriden ve dışarıdan AB’nin gelecekteki mevcudiyetine yönelik endişeler yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.

Hatırlayalım, Macar kameraman 2015 yılında Sırbistan sınırından Macaristan’a geçmeye çalışan ve kucağında çocuğu olan Suriyeli bir babaya çelme takmıştı. Bu sahne aslında Doğu Avrupa’nın sığınmacılara olan bakış açısının genel bir tezahürü de diyebiliriz. Her ne kadar Merkez Avrupa ülkeleri AB’ye yönelik bu olumsuz algıyı kırmak istese de bir kere ok yaydan çıktı artık.

AB’nin düzensiz göç politikaları

Akdeniz’deki göçmen ölümlerinin Nisan 2015 tarihinde zirveye ulaşması, AB’deki reform tartışmalarına aciliyet kazandırdı. Bunun üzerine AB Liderler Zirvesi’ne bir eylem planı sunuldu. Buna plana göre AB; mali kaynaklarını ve varlıklarını arttıracak, Akdeniz’de Triton ve Poseidon adlı ortak operasyonları güçlendirilecek, ayrıca Frontex’in yetkisi dâhilinde müdahale alanlarının genişlemesine imkân sağlanarak operasyonel alanlar genişletilecekti. Bunların yanı sıra insan kaçakçıları tarafından kullanılan botlara el konması ve bunların imha edilmesi için sistematik bir çaba gösterilecek, Europol (Avrupa Polis Teşkilatı), Frontex ve Easo (Avrupa İltica Destek Ofisi) gibi güvenlik örgütleri arasında işbirliği geliştirilecekti.

Mart 2016’da ise AB-Türkiye Zirvesi Brüksel’de yapıldı ve tarihe 18 Mart Mutabakatı olarak geçen, Türk kamuoyunda da eleştirilen anlaşma imzalandı. Bu anlaşma çerçevesinde Yunan adalarından Türkiye’ye iade edilen her bir düzensiz Suriyeli karşılığında, Türkiye’den resmî olarak kayıtlı bir Suriyeli AB’ye yerleştirilecekti (1’e 1 formülü). Bunun dışında Türkiye’ye AB tarafından başlangıç olarak tahsis edilen 3 milyar avronun kullanımının hızlandırılması, 2018 sonuna kadar ilave 3 milyar avro fon sağlanması kararı alındı. Bu plan; para karşılığında sığınmacıların Türkiye’de tutulması anlamına geliyordu.

2023 yılında Avrupa Komisyonu tarafından sunulan Yeni Göç ve İltica Paktı’na göre ise, sığınmacılar vardıkları AB ülkesinde ivedilikle kaydedilecek ve sığınma şansı az olan kişiler, ivedi bir şekilde geldikleri ülkeye geri gönderilecekti. Bu karar ile amaçlanan, nitelikli olmayan kişilerin hızla geri gönderilmesi ve AB’yi düzensiz yollarla gelen göçmenlerden izole etmekti.

Fakat burada asıl önemli olan nokta, sığınmacı kabul etmek istemeyen AB üyesi ülkelerinin, varış ülkesine sığınmacı başına 20 bin euro tutarında bir katkı payı ödeme şartıyla sığınmacı yükümlülüğünden muaf tutulmasıydı. Yani sığınmacı almak istemeyen ülkelere para cezası uygulanacak; bu para da AB’nin bütçesinde toplanarak sığınmacılar için yapılacak yeni projeler için kullanılacaktı. Bu caydırıcı hüküm sayesinde bilhassa Doğu Avrupa ülkelerine sığınmacı kabul etmeleri noktasında adeta dayatma yapılmış oldu.

AB’nin aldığı bu aksiyonlara baktığımızda ortaya çıkan sonuç; Birlik’in “göçü güvenlikleştirerek” aslında tamamen sınırlarını koruma amaçlı bir politika izlediğidir. Batı’nın göçmenlere karşı bu yaklaşımının literatürde bir karşılığı var: Kale Avrupası. Bir diğer ifadeyle AB’nin kendi sınırlarının güvenliğini sağlamak amacı ile yasadışı göçmenlerin geçişine izin vermemesi, mevcut olanları da sınır dışı etmesi. Hedef ise yüksek duvarlı kaleler inşa ederek sığınmacılardan arındırılmış izole bir Avrupa yaratmak.

Önümüzdeki süreçte nasıl hamleler yapılmalı?

Peki, AB yaşanan bu düzensiz göçler karşısında nasıl bir hamle yapmalı?

Avrupa, bugüne kadar hep sığınmacıların kaçma sebeplerini ortadan kaldırmak yerine bizzat sığınmacılarla mücadele etti. Fakat Akdeniz rotasındaki artan sığınmacı akınını durdurmayı başarmak için, sınırda güvenlik önlemleri alınmasından çok daha fazlasının yapılması gerek.

Dolayısıyla göç tartışmaları, refah düzeyi yüksek bir dünyanın nasıl erişilebilir kılınacağı ve yasal göç yollarının nasıl sunulacağı ekseninde gelişmeli. Yani güvenlik odaklı perspektiflerin bırakılıp “adil erişime dair yenilikçi bir sistem” benimsenene kadar, göç insani gelişimin doğal süreci olarak değil de hep durdurulması gereken bir sorun olarak algılanacak. Bu yüzden ivedilikle yeni bir yaklaşıma ve adil politikalara ihtiyaç var.

Bu noktada AB, göç meselesini öncelikle üçüncü ülkelerle anlaşmalar yaparak çözmeye çalışmalıdır. Yani sorun bizzat kaynağında çözülmelidir. Bu yolda ilk adım atıldı bile… Son olarak AB, Akdeniz üzerinden Avrupa’ya gelen düzensiz göç hareketlerini engellemek ve kötüye giden ekonomisini canlandırmak amacıyla Mısır’a 7,4 miyar avroluk destek paketi verileceğini açıkladı.

Mevcut durumda dünya üzerinde açlık hızı en fazla yayılan kıta Afrika kıtası ve bu coğrafyada 250 milyondan fazla kişi yetersiz besleniyor. Bu durum da kolera, ishal ve tifo gibi salgın hastalıklara yol açıyor. Yine dünya üzerinde en fazla işsizlik oranı Afrika’da. Buradaki açlığın, hastalıkların ve yoksulluğun bitirilmesi adına AB’nin bu kıtadaki ülkelere ekonomik yardımlar yapması, temiz su kuyuları açması ve sondaj çalışmalarına ağırlık vermesi, yeni istihdam alanları yaratması, kolera ve ishal gibi salgın hastalıkların önüne geçebilmek için sağlık merkezleri açması gibi uzun vadeli programlar yürütmesi gerekiyor. Ayrıca tarımsal kalkınmanın desteklenmesi, altyapı ve ulaşım yatırımlarının çoğalması, güneş enerjisi odaklı sistemlerin geliştirilmesi şüphesiz Afrika ülkelerinin sosyo-ekonomik gelişimine katkı sağlayacak ve göçü azaltacaktır. Bilhassa modern tarımsal yöntemlerin eğitiminin verilmesi ve hayvancılığın desteklenmesi yoluyla bu ülkelerin uzun vadede kendi kendine yeterli hale gelmesi amaçlanmalıdır.

Yaşlı AB nüfusu, genç nüfusa ihtiyaç ve yasal göçü teşvik

Bunun yanı sıra AB ülkelerinin nüfusu her geçen gün yaşlanıyor, dolayısıyla genç nüfusa olan ihtiyaç artıyor. AB içinde özellikle inşaat, hizmet, sağlık ve bilişim sektörlerinde vasıflı ve vasıfsız işgücünde ciddi eksiklikler yaşanıyor. AB Komiseri Ylva Johansson, demografik değişim nedeniyle AB’nin gelecekte işgücü piyasasında yedi milyon işçiye daha ihtiyaç duyacağı uyarısında bulundu. Afrika’da ise 2021 yılı verilerine göre 1,4 milyarlık nüfusunun yarısından fazlası 30 yaşın altında, yani genç ve dinamik nüfus profili var. Bu noktada AB’nin izlemesi gereken politika, Afrika’daki genç göçmenleri kaçakçıların kolaylaştırdığı rotalar üzerinden tehlikeli yolculuklara çıkmaktan caydırmak ve düzensiz göç akışını azaltarak yasal göçü teşvik etmek.

Almanya Federal Meclisi’nin onayladığı Avrupa Birliği dışından göçmenlerin gelmesini kolaylaştırıcı tedbirleri içeren Nitelikli Göçmenlik Yasası bu konuda ciddi bir adım. Buna benzer bir yasa AB genelinde de çıkartılarak hem vasıflı hem de vasıfsız işgücü sektörlerinde çalıştırılmak üzere göçmen istihdam edilebilir. Bu durumu güvenilir kılmak için yoksul Afrika ülkelerinde, “Avrupa’ya düzenli işçi göçüne” odaklanacak danışma niteliğinde olan “göç ve kalkınma merkezleri” kurulabilir. Böylece iç savaş, kuraklık, yoksulluk gibi durumlar karşısında ölüm riskini göze alarak ülkesini terk etmek zorunda kalan göçmenler için yasal ve güvenli bir zemin oluşturulabilir. Bu çerçevede hem AB kazançlı çıkar hem de olumsuz koşullarda yaşayan göçmenler için yeni bir sayfa açılmış olur.

Sonuç itibariyle Avrupa, geçmişte yaptığı gibi göçü güvenlikleştirmek ve yabancıları sınırlarından uzak tutacak hamleler yapmak yerine, daha insani politikalar güderek göçün menşei olan ülkelerin hayat standartlarını yükseltmekle işe başlayabilir. Böylece hem düzensiz göçü önleyip kendi sınırlarındaki yığılmaların ve denizdeki ölümlerin önüne geçebilir, hem de zamanında bizzat sömürdüğü -zorlu yaşam koşulları karşısında yaşam mücadelesi veren- üçüncü dünya ülkelerine bu kez gerçekten medeniyet getirebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 2 Nisan 2024’te yayımlanmıştır.

Eren Alper Yılmaz
Eren Alper Yılmaz
Eren Alper Yılmaz - 2011 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi (Burslu) bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını 2014 yılında, doktorasını da 2019 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde tamamlamıştır. Halen Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde görev yapmakta, aynı zamanda Polis Okulu (POMEM) bünyesinde dersler vermektedir. Litvanya ve Almanya'da bir süre misafir öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Çok sayıda ulusal ve uluslararası kongreye katılan ve akademik yayını bulunan Yılmaz; uluslararası göç, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, AB politikaları gibi konular üzerinde çalışmaktadır. Yazarın “Türkiye'deki Suriyelilerin Sorunları ve Toplumsal Uyum Süreçleri” ve "Cumhuriyetin 100. Yılında Nasıl Bir Dış Politika" isimli kitapları vardır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x