Bölünmüş bir toplumun yeniden inşası mümkün mü?

Bir zamanlar dünyanın en büyük liberal demokrasisi olarak tanımlanan Hindistan nasıl tamamen bölünmüş, siyasi kurumlara güvenin sıfıra indiği bir ülke haline geldi? Yükselen Hindu milliyetçiliği Müslümanları nasıl hedef alıyor? Dr. Hayati Ünlü yazdı.

Tezatlıklar ülkesi Hindistan şimdilerde tarihinin en önemli siyasal sınavlarından birini veriyor. Ülke bir taraftan IMF’nin tahminlerine göre salgın sonrası ekonomik toparlanma sürecinde yüzde 11 gibi bir büyüme oranı beklentisi içerisindeyken, diğer taraftan sahip olunan demokratik kapasitenin her geçen gün biraz daha aşındığı tartışılıyor.

Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Bayramı’nın kutlandığı Hindistan’da, bayram günü yaşanan çiftçilerin kendilerine verilen güzergâhın dışına çıkarak tarihi Kızıl Kale’ye saldırdığı traktörlü protesto, hem büyük bir kaos ortamının ortaya çıkmasına neden oldu hem de ülkedeki azalan siyasal güvenin hangi seviyelere indiğini gözler önüne serdi. Pencap, Haryana gibi tarımın büyük önem arz ettiği eyaletlerden gelen çiftçiler, Başbakan Narenda Modi yönetiminin yeni tarım yasalarını protesto ettiler. Bu protestoların başta Müslümanlar olmak üzere ülkedeki azınlıkların en fazla siyasal şiddete maruz kaldığı yıl olarak kayıtlara geçen 2020’de vuku bulması aslında şaşırtıcı değil.

Hindistan’da nüfusun yaklaşık yüzde 14.2’sini oluşturan Müslümanların sayısı 180 milyona yakın. Keşmir’in statüsünün değiştirilmesi, adını Babür Şah’tan alan ve Müslümanlar için sembolik önem arz eden Babri Camisi yerine Ram Tapınağı’nın inşa kararı, komşu ülkelerden kaçak olarak ülkeye giren 6 dini grubun mensuplarına 6 yıldır Hindistan’da yaşadıklarını kanıtlamaları koşuluyla vatandaşlık hakkı veren ancak Müslümanları bu kapsama almayan yeni Vatandaşlık Yasası gibi uygulamalar ülkedeki Müslümanların psikolojik olarak dışlanmış hissetmelerine neden olmuştu. Akabinde gerçekleşen özellikle Delhi’deki Müslüman karşıtı şiddet olayları ülkedeki tüm kesimleri 1990 ve 2000’li yıllarda yaşanan şiddet olaylarına geri götürdü. Bu süreçte Hindistan, sivil özgürlükler bağlamında Demokrasi Endeksi’nde 41. sıradan 51. sıraya geriledi ve her yıl hazırlanan Güney Asya’da Azınlıkların Durumu 2020 Raporu’nda da artık Müslümanlar için tehlikeli ve şiddet içeren bir ülke olarak tanımlandı.

Hindistan’ın bu hali, bir zamanlar dünyanın en büyük liberal demokrasisi olan Gandi’nin Hindistanı’nın nasıl bu şekilde savrulduğu sorusunu akıllara getiriyor. Önümüzdeki süreçte, bir zamanlar toplumda Hindu, Müslüman ve Sih’in kardeşliği prensibiyle, barış içerisinde yaşayabilme kültürünü teşvik eden Hindistan’ın mevcut belirsizlik durumunun üstesinden gelebilmek için bir çıkış stratejisi bulup bulamayacağı da tartışmaların odak noktası olacak.

Ülke bu noktaya nasıl geldi?

Bugün Hindistan kimilerine göre aşırı sağ popülizminin kendine özgü bir varyantı, kimilerine göre kültürel milliyetçiliğin Güney Asya’daki yansıması, kimilerine göre de her geçen gün gücünü konsolide eden bir tek parti sistemine karşılık geliyor. Bütün bunların en önemli sorumlusu olarak ise Hindutva olarak popülerleşen Hindu milliyetçiliği görülüyor.

Hindu milliyetçiliği, modern Hindistan’ın şekillenmesinde büyük rol oynayan iki ana akım stratejik düşünceden birisi aslında… Bağımsızlık mücadelesinde Ulusal Kongre Hareketi çatısı altında gelişen ve tüm farklılıkları aynı çatı altında birleştiren liberal ve seküler milliyetçilik anlayışına karşı, bünyesinde şiddeti barındıran daha radikal bir milliyetçilik çizgisinin takip edilmesi gerektiğini düşünenlerden ilhamını alan Hindutva yaklaşımı, o günden bu yana gerek sosyal gerek siyasal örgütlenmeler yoluyla, siyasal davranışı şekillendiren en önemli gayri resmî kurum haline geldi.

Şüphesiz Hindutva fikrinin gelişmesi ve Hindu nüfusa yayılmasında Ulusal Gönüllü Organizasyonu’nun (RSS) kritik bir işlevi oldu. Şu anki iktidar partisi BJP’nin bile RSS’nin siyasal kolu olduğu düşünüldüğünde, ülkedeki Hindu milliyetçisi tüm örgütlenmelerin lokomotifi olan RSS’nin sosyal alandaki gücü daha iyi tahayyül edilebilir. RSS, her kesimden ve her yaş grubuna hitap eden örgütlenmesi ve sosyal normları yeniden üretmesiyle hem yeni bir ulus hem de yeni bir devlet inşası fikrini Hindu çoğunluğa pazarlayabildi. Netice itibariyle Hindistan’ın varması gereken yerin, Hindu ulusu temelinde yeniden inşa edilecek Hindu devleti olduğu konusunda geniş Hindu kitleleri ikna edebildi.

Hindistan’ın tarihinin yeniden yazılmasından sosyo-politik düzenin kurulmasına kadar büyük bir iddiaya sahip olan Hindutva fikrinin en temel ötekisi ise Müslümanlar olarak işaret edildi. Uzun yıllar ülkenin kontrolünü elinde tutmuş olan Müslümanların, yeniden ülkeyi ele geçirecekleri tezinden hareketle Hindu kitleler seçimlerde mobilize edildi ve Hindu milliyetçisi BJP gibi partiler iktidara getirildi. Tabii buradaki sosyal değişim de kolay olmadı; Müslümanlar için sembolik önem arz eden Babri Camisi’nin Hindu kalabalıklar tarafından yıkıma uğratıldığı 1992 Ayodhya Olayları; Ayodhya’dan dönen Hindu hacıların hedef alındığı tren yakma hadisesinden Müslümanların sorumlu tutulması sonucu Hindu fanatikler tarafından saldırıya uğradığı 2002 Gucarat Olayları gibi kitlesel şiddet olayları üzerinden devasa toplum mühendisliği çalışmaları devreye sokuldu.

2014’teki kırılma

Bugünkü Modi yönetimini iktidara getiren ve siyasal değişim açısından büyük önem arz eden tarihsel kırılma ise 2014 seçimlerinde yaşandı. Bağımsızlık yıllarından bu yana iktidar bloğunu oluşturan Kongre Partisi’nin yönetimden ilk kez bu kadar saf dışı kaldığı ve Hindu milliyetçililerinin ilk defa bu kadar güçlü bir şekilde iktidara geldikleri 2014 sonrası süreç, 2019 seçimleriyle de konsolide edildi. Her ne kadar ilk döneminde daha kalkınmacı bir söylem üzerinden politikalar uygulamaya çalışsa da, başta ekonomik kriz ve ardından COVID-19 salgın sürecinin yönetimindeki problemler ve insani krizlerle ortaya çıkan ve artan devlet kapasitesi yetersizliği krizi Modi yönetiminin iyice Hindu milliyetçisi bir çizgiye kaymasına neden oldu.

Bu kapsamda, RSS’nin uzun yıllardır vaatte bulunduğu Keşmir meselesinden Babri Camisi’ne ve Müslüman göçmenlere kadar Müslüman kimliğini hedef alan tüm yeni düzenlemeler donmuş toplumsal fay hatlarını yeniden harekete geçirdi. Netice itibariyle ülke, tüm farklılıkların siyasallaşarak derin bir bölünme süreciyle karşı karşıya kaldı.

Büyük dönüşümün arifesindeki Hindistan

Bugün Hindistan’daki muhalefet, Hindu milliyetçisi RSS-BJP ikilisinin arzu ettiği Hindu devletini inşa etmek için tüm devlet kurumlarını teker teker ele geçirmeye çalıştığını iddia ediyor. Böylesine büyük bir kurumsal dönüşüm, geniş bir toplumsal desteği gerektireceği için ihtiyaç duyulan toplumsal rızanın da Müslüman karşıtlığı üzerinden Hindutva gündemiyle üretildiği söylenebilir.

Ancak tek başına ideolojik dönüşümün yeterli olmayacağını fark eden Modi yönetimi, güncel toplumsal çıkar çatışmalarının üstesinden gelebilmek adına makro-ekonomik bir değişimi de gerçekleştirmeye girişti. Nitekim bugün Müslüman kesimlerin ötesinde ülkenin yüzde 70’ini oluşturan çiftçilerin de mobilize olmasının altında bu sebep yatıyor.

Hindistan, bağımsızlık sonrası dönemden başlayarak 1990’lı yıllara kadar kalkınmacı ve planlamacı devletin merkezde olduğu ithal ikameci karma ekonomik bir model ile ekonomik modernleşmesini gerçekleştirmeye çalıştı. 1990’lı yıllar ise ekonomik liberalleşme politikalarının devreye girerek serbest piyasa kabulüyle küresel ekonomik entegrasyon sürecinin başladığı yıllar oldu. Buradaki kırılma anı 2014 sonrası Modi dönemi olmuşken, bu dönemde neoliberal dönüşüm maksimum seviyeye çıktı. Modi daha ilk yılında büyük bir motivasyonla ülkenin can damarı olarak tarım konusunda istimlak yasasını değiştirmeye girişmişti, ancak toprak kanundaki değişim ülkedeki yerleşik çıkar gruplarını rahatsız ettiği için büyük tepkilere neden oldu ve iptal edildi.

“COVID-19’dan daha büyük salgın”

İlk büyük reform girişiminde geri adım atmak zorunda kalan Modi yönetimi, bundan sonraki süreçte ABD’nin sürekli ekonomik reform baskısına rağmen daha kademeli bir değişim çizgisi takip etti. Ancak ülke dengelerini gözeten bu taktiksel değişim modeli, COVID-19’un ortaya çıkardığı yeni fırsat yapısıyla rafa kaldırıldı ve kriz dönemi ekonomik reformlar için farklı bir taktikle değerlendirilmeye çalışıldı. Bu seferki taktik daha çok eyaletler üzerinden piyasayı düzenleyen kuralların ortadan kaldırılması oldu. Özellikle Uttar Pradeş ve Madya Pradeş gibi BJP’nin yönetimindeki eyaletlerde İş Kanunu emekçi kesimlerin aleyhine yeniden düzenlendi. Salgın sürecinde Çin’den kaçan sermayeyi çekebilme amaçlı uluslararası yatırımcıları her türlü düzenlemeden üç yıl muaf tutan bu yeni düzenlemeler, RSS’nin emek örgütlerinin bile tepkisini çekerek “COVID-19’dan daha büyük bir salgın” olarak değerlendirildi.

Modi yönetiminin, binlerce çiftçiyi Delhi’ye doğru sürükleyen ve Cumhuriyet Bayramı’ndaki kaosa neden olan tarım ile ilgili yasalardaki son değişiklikler ise ülkeyi daha önce eşine rastlanmayan bambaşka bir sürecin içerisine soktu. “Tarımın 1991 Anı” olarak ifade edilen bu yeni süreç, tarımın serbest piyasaya açılıp tüm kurallarının yok edilerek tamamen sermayenin kontrolüne geçeceği endişesiyle çiftçiler tarafından tepkiyle karşılandı. Vatandaşlık Yasası protestolarında Müslümanları muhatap alma gereği bile duymayan Hindu milliyetçisi Modi yönetimi, ülkenin stratejik kesimi çiftçiler söz konusu olunca aynı şekilde davranamadı. Özellikle protestoya destek veren çiftçilerin, Pencap ve Haryana’dan sonra Uttar Pradeş gibi eyaletlerden de destek toplamaya başlaması Modi yönetimine geri adım attırdı.

Yeniden inşa mümkün mü?

Şu an yeni tarım yasalarını uygulamaya koyamamış olan Modi yönetimi, protestoları önce Yüksek Mahkeme üzerinden sonra da geçici olarak askıya alma teklifiyle sona erdirmeye çalıştı. Ancak çiftçi liderleri önerileri ciddiye almadı ve tek yolun tamamen ortadan kaldırılmaları olduğunu söyledi. Cumhuriyet Bayramı’nda yaşanan çiftçilerin traktörleriyle Kızıl Kale’ye saldırması, Modi yönetimi tarafından ABD’deki Kongre baskınına benzetildi ve protestocular, Sihlerin bağımsız bir devlete sahip olması gerektiğini savunan ayrılıkçı “Halistan” hareketiyle ilişkilendirilerek ahlaki açıdan yıpratılmaya çalışıldı.

Ancak Vatandaşlık Yasası protestoları sonrası şimdiki çiftçi protestolarının devletin kurumlarına karşı güveni daha da azalttığı ve ülkedeki derin bölünmüşlüğü daha da arttırdığı kabul ediliyor. Bu açıdan kutuplaşma tartışmalarını yaşayan birçok ülke gibi Hindistan’da da önümüzdeki süreçte toplumun yeniden nasıl inşa edilebileceği tartışmalarının hız kazanması bekleniyor.

Derin bir çeşitliliğe sahip olan Hindistan sosyolojisinin son zamanlardaki bölünmüşlük görüntüsü, ekonomi kadar bir kültür meselesi ve giderek siyasal kimliklerle örtüştürülüyor. Ekonomi, işsizlik, ırkçılık, eşitsizlik ve göç konuları ülkeyi bölen başlıca konulardan bazılarıyken, son yıllarda farklı inançlar da Hindu milliyetçileri tarafından partizan bir eğilimle ötekileştiriliyor. Bu partizan kültürel kimlikler, aslında ülkedeki derinlemesine iç içe geçmiş kast, ırk, sınıf ve göç siyasetinden doğmuşken, dezenformasyon kampanyalarıyla giderek kirlenen bir medya ekosisteminde yeniden çerçeveleniyor. Bir tarafta büyüyen düşmanlığa karşı, diğer taraf da belli tepkiler vermeye zorlanınca amansız bir gerilim döngüsü ortaya çıkıyor.

Bölünmüşlük nasıl giderilebilir?

Hindistan’ın bu bölünmeyi gidermek için ekonomik çözümlerin yanı sıra sosyal çözümlere de ihtiyacı olduğu önemli bir gerçek. Bu kapsamda her şeyden önce devlet kurumlarına olan güvenin yeniden sağlanması gerekiyor. Özellikle baskıya maruz kalan kesimlerin arttırılan güveni sonrası, taraflar arasında yanlış bilgilerin yayılması önlenerek gerçeklere yeniden saygı göstermek bir sonraki aşamaya karşılık geliyor. Bundan sonrası için ise çatışan kimlikler arasındaki bağları güçlendirebilmek adına gruplar arası temasın geliştirilmesi gerekecek. Bu noktada belki bir ek olarak siyasal bölünmüşlük daha çok orta sınıflar üzerinden alevlendirildiği ve orta sınıfların sahip oldukları bilgi de çoğunlukla sosyal medya üzerinden sağlandığı için gelişmiş bir medya okuryazarlığı eğitimi de öneriler arasına dâhil edilebilir.

Bu tarz bir yeniden inşa sürecine girişilmez ise, önümüzdeki süreçte bölgesel milliyetçiliğin yoğun olduğu Batı Bengal, Kerala ve Tamil Nadu gibi eyaletlerdeki seçim süreçleri söz konusu bölünmüşlüğü çok daha ileri noktalara taşıyabilir ve ülkenin daha çok Müslümanlar üzerinden tartışılan parçalanma gündemi, Güney Hindistan’ın ya da Batı Bengal’in ülkeden ayrılma taleplerine yerini bırakabilir. Bu açıdan Delhi eyaletinin bile özerklik taleplerini dile getirdiği ülke siyasetinde Hindistan’ın birliğini devam ettirebilmesi adına yeniden bir onarım süreci yüksek ihtimalle bizleri bekliyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Şubat 2021’de yayımlanmıştır.

Hayati Ünlü
Hayati Ünlü
Dr. Hayati Ünlü - Doktorasını Eylül 2019’da “Hindistan’da Hakim Parti Sistemi’nin Değişimi: Kurumsalcı Bir Analiz” teziyle İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi Anabilim Dalı’nda tamamladı. Ünlü’nün çalışma alanları, başta Hindistan olmak üzere Pakistan, Afganistan ve İran coğrafyalarına dair karşılaştırmalı siyasal kurumlar, devlet-toplum ilişkileri, milliyetçilik ve siyasal partilerdir. Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (GASAM)’da çalışmalarına devam eden Ünlü, aynı zamanda Türkiye Maarif Vakfı’nda Başkanlık Müşaviri olarak görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Bölünmüş bir toplumun yeniden inşası mümkün mü?

Bir zamanlar dünyanın en büyük liberal demokrasisi olarak tanımlanan Hindistan nasıl tamamen bölünmüş, siyasi kurumlara güvenin sıfıra indiği bir ülke haline geldi? Yükselen Hindu milliyetçiliği Müslümanları nasıl hedef alıyor? Dr. Hayati Ünlü yazdı.

Tezatlıklar ülkesi Hindistan şimdilerde tarihinin en önemli siyasal sınavlarından birini veriyor. Ülke bir taraftan IMF’nin tahminlerine göre salgın sonrası ekonomik toparlanma sürecinde yüzde 11 gibi bir büyüme oranı beklentisi içerisindeyken, diğer taraftan sahip olunan demokratik kapasitenin her geçen gün biraz daha aşındığı tartışılıyor.

Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Bayramı’nın kutlandığı Hindistan’da, bayram günü yaşanan çiftçilerin kendilerine verilen güzergâhın dışına çıkarak tarihi Kızıl Kale’ye saldırdığı traktörlü protesto, hem büyük bir kaos ortamının ortaya çıkmasına neden oldu hem de ülkedeki azalan siyasal güvenin hangi seviyelere indiğini gözler önüne serdi. Pencap, Haryana gibi tarımın büyük önem arz ettiği eyaletlerden gelen çiftçiler, Başbakan Narenda Modi yönetiminin yeni tarım yasalarını protesto ettiler. Bu protestoların başta Müslümanlar olmak üzere ülkedeki azınlıkların en fazla siyasal şiddete maruz kaldığı yıl olarak kayıtlara geçen 2020’de vuku bulması aslında şaşırtıcı değil.

Hindistan’da nüfusun yaklaşık yüzde 14.2’sini oluşturan Müslümanların sayısı 180 milyona yakın. Keşmir’in statüsünün değiştirilmesi, adını Babür Şah’tan alan ve Müslümanlar için sembolik önem arz eden Babri Camisi yerine Ram Tapınağı’nın inşa kararı, komşu ülkelerden kaçak olarak ülkeye giren 6 dini grubun mensuplarına 6 yıldır Hindistan’da yaşadıklarını kanıtlamaları koşuluyla vatandaşlık hakkı veren ancak Müslümanları bu kapsama almayan yeni Vatandaşlık Yasası gibi uygulamalar ülkedeki Müslümanların psikolojik olarak dışlanmış hissetmelerine neden olmuştu. Akabinde gerçekleşen özellikle Delhi’deki Müslüman karşıtı şiddet olayları ülkedeki tüm kesimleri 1990 ve 2000’li yıllarda yaşanan şiddet olaylarına geri götürdü. Bu süreçte Hindistan, sivil özgürlükler bağlamında Demokrasi Endeksi’nde 41. sıradan 51. sıraya geriledi ve her yıl hazırlanan Güney Asya’da Azınlıkların Durumu 2020 Raporu’nda da artık Müslümanlar için tehlikeli ve şiddet içeren bir ülke olarak tanımlandı.

Hindistan’ın bu hali, bir zamanlar dünyanın en büyük liberal demokrasisi olan Gandi’nin Hindistanı’nın nasıl bu şekilde savrulduğu sorusunu akıllara getiriyor. Önümüzdeki süreçte, bir zamanlar toplumda Hindu, Müslüman ve Sih’in kardeşliği prensibiyle, barış içerisinde yaşayabilme kültürünü teşvik eden Hindistan’ın mevcut belirsizlik durumunun üstesinden gelebilmek için bir çıkış stratejisi bulup bulamayacağı da tartışmaların odak noktası olacak.

Ülke bu noktaya nasıl geldi?

Bugün Hindistan kimilerine göre aşırı sağ popülizminin kendine özgü bir varyantı, kimilerine göre kültürel milliyetçiliğin Güney Asya’daki yansıması, kimilerine göre de her geçen gün gücünü konsolide eden bir tek parti sistemine karşılık geliyor. Bütün bunların en önemli sorumlusu olarak ise Hindutva olarak popülerleşen Hindu milliyetçiliği görülüyor.

Hindu milliyetçiliği, modern Hindistan’ın şekillenmesinde büyük rol oynayan iki ana akım stratejik düşünceden birisi aslında… Bağımsızlık mücadelesinde Ulusal Kongre Hareketi çatısı altında gelişen ve tüm farklılıkları aynı çatı altında birleştiren liberal ve seküler milliyetçilik anlayışına karşı, bünyesinde şiddeti barındıran daha radikal bir milliyetçilik çizgisinin takip edilmesi gerektiğini düşünenlerden ilhamını alan Hindutva yaklaşımı, o günden bu yana gerek sosyal gerek siyasal örgütlenmeler yoluyla, siyasal davranışı şekillendiren en önemli gayri resmî kurum haline geldi.

Şüphesiz Hindutva fikrinin gelişmesi ve Hindu nüfusa yayılmasında Ulusal Gönüllü Organizasyonu’nun (RSS) kritik bir işlevi oldu. Şu anki iktidar partisi BJP’nin bile RSS’nin siyasal kolu olduğu düşünüldüğünde, ülkedeki Hindu milliyetçisi tüm örgütlenmelerin lokomotifi olan RSS’nin sosyal alandaki gücü daha iyi tahayyül edilebilir. RSS, her kesimden ve her yaş grubuna hitap eden örgütlenmesi ve sosyal normları yeniden üretmesiyle hem yeni bir ulus hem de yeni bir devlet inşası fikrini Hindu çoğunluğa pazarlayabildi. Netice itibariyle Hindistan’ın varması gereken yerin, Hindu ulusu temelinde yeniden inşa edilecek Hindu devleti olduğu konusunda geniş Hindu kitleleri ikna edebildi.

Hindistan’ın tarihinin yeniden yazılmasından sosyo-politik düzenin kurulmasına kadar büyük bir iddiaya sahip olan Hindutva fikrinin en temel ötekisi ise Müslümanlar olarak işaret edildi. Uzun yıllar ülkenin kontrolünü elinde tutmuş olan Müslümanların, yeniden ülkeyi ele geçirecekleri tezinden hareketle Hindu kitleler seçimlerde mobilize edildi ve Hindu milliyetçisi BJP gibi partiler iktidara getirildi. Tabii buradaki sosyal değişim de kolay olmadı; Müslümanlar için sembolik önem arz eden Babri Camisi’nin Hindu kalabalıklar tarafından yıkıma uğratıldığı 1992 Ayodhya Olayları; Ayodhya’dan dönen Hindu hacıların hedef alındığı tren yakma hadisesinden Müslümanların sorumlu tutulması sonucu Hindu fanatikler tarafından saldırıya uğradığı 2002 Gucarat Olayları gibi kitlesel şiddet olayları üzerinden devasa toplum mühendisliği çalışmaları devreye sokuldu.

2014’teki kırılma

Bugünkü Modi yönetimini iktidara getiren ve siyasal değişim açısından büyük önem arz eden tarihsel kırılma ise 2014 seçimlerinde yaşandı. Bağımsızlık yıllarından bu yana iktidar bloğunu oluşturan Kongre Partisi’nin yönetimden ilk kez bu kadar saf dışı kaldığı ve Hindu milliyetçililerinin ilk defa bu kadar güçlü bir şekilde iktidara geldikleri 2014 sonrası süreç, 2019 seçimleriyle de konsolide edildi. Her ne kadar ilk döneminde daha kalkınmacı bir söylem üzerinden politikalar uygulamaya çalışsa da, başta ekonomik kriz ve ardından COVID-19 salgın sürecinin yönetimindeki problemler ve insani krizlerle ortaya çıkan ve artan devlet kapasitesi yetersizliği krizi Modi yönetiminin iyice Hindu milliyetçisi bir çizgiye kaymasına neden oldu.

Bu kapsamda, RSS’nin uzun yıllardır vaatte bulunduğu Keşmir meselesinden Babri Camisi’ne ve Müslüman göçmenlere kadar Müslüman kimliğini hedef alan tüm yeni düzenlemeler donmuş toplumsal fay hatlarını yeniden harekete geçirdi. Netice itibariyle ülke, tüm farklılıkların siyasallaşarak derin bir bölünme süreciyle karşı karşıya kaldı.

Büyük dönüşümün arifesindeki Hindistan

Bugün Hindistan’daki muhalefet, Hindu milliyetçisi RSS-BJP ikilisinin arzu ettiği Hindu devletini inşa etmek için tüm devlet kurumlarını teker teker ele geçirmeye çalıştığını iddia ediyor. Böylesine büyük bir kurumsal dönüşüm, geniş bir toplumsal desteği gerektireceği için ihtiyaç duyulan toplumsal rızanın da Müslüman karşıtlığı üzerinden Hindutva gündemiyle üretildiği söylenebilir.

Ancak tek başına ideolojik dönüşümün yeterli olmayacağını fark eden Modi yönetimi, güncel toplumsal çıkar çatışmalarının üstesinden gelebilmek adına makro-ekonomik bir değişimi de gerçekleştirmeye girişti. Nitekim bugün Müslüman kesimlerin ötesinde ülkenin yüzde 70’ini oluşturan çiftçilerin de mobilize olmasının altında bu sebep yatıyor.

Hindistan, bağımsızlık sonrası dönemden başlayarak 1990’lı yıllara kadar kalkınmacı ve planlamacı devletin merkezde olduğu ithal ikameci karma ekonomik bir model ile ekonomik modernleşmesini gerçekleştirmeye çalıştı. 1990’lı yıllar ise ekonomik liberalleşme politikalarının devreye girerek serbest piyasa kabulüyle küresel ekonomik entegrasyon sürecinin başladığı yıllar oldu. Buradaki kırılma anı 2014 sonrası Modi dönemi olmuşken, bu dönemde neoliberal dönüşüm maksimum seviyeye çıktı. Modi daha ilk yılında büyük bir motivasyonla ülkenin can damarı olarak tarım konusunda istimlak yasasını değiştirmeye girişmişti, ancak toprak kanundaki değişim ülkedeki yerleşik çıkar gruplarını rahatsız ettiği için büyük tepkilere neden oldu ve iptal edildi.

“COVID-19’dan daha büyük salgın”

İlk büyük reform girişiminde geri adım atmak zorunda kalan Modi yönetimi, bundan sonraki süreçte ABD’nin sürekli ekonomik reform baskısına rağmen daha kademeli bir değişim çizgisi takip etti. Ancak ülke dengelerini gözeten bu taktiksel değişim modeli, COVID-19’un ortaya çıkardığı yeni fırsat yapısıyla rafa kaldırıldı ve kriz dönemi ekonomik reformlar için farklı bir taktikle değerlendirilmeye çalışıldı. Bu seferki taktik daha çok eyaletler üzerinden piyasayı düzenleyen kuralların ortadan kaldırılması oldu. Özellikle Uttar Pradeş ve Madya Pradeş gibi BJP’nin yönetimindeki eyaletlerde İş Kanunu emekçi kesimlerin aleyhine yeniden düzenlendi. Salgın sürecinde Çin’den kaçan sermayeyi çekebilme amaçlı uluslararası yatırımcıları her türlü düzenlemeden üç yıl muaf tutan bu yeni düzenlemeler, RSS’nin emek örgütlerinin bile tepkisini çekerek “COVID-19’dan daha büyük bir salgın” olarak değerlendirildi.

Modi yönetiminin, binlerce çiftçiyi Delhi’ye doğru sürükleyen ve Cumhuriyet Bayramı’ndaki kaosa neden olan tarım ile ilgili yasalardaki son değişiklikler ise ülkeyi daha önce eşine rastlanmayan bambaşka bir sürecin içerisine soktu. “Tarımın 1991 Anı” olarak ifade edilen bu yeni süreç, tarımın serbest piyasaya açılıp tüm kurallarının yok edilerek tamamen sermayenin kontrolüne geçeceği endişesiyle çiftçiler tarafından tepkiyle karşılandı. Vatandaşlık Yasası protestolarında Müslümanları muhatap alma gereği bile duymayan Hindu milliyetçisi Modi yönetimi, ülkenin stratejik kesimi çiftçiler söz konusu olunca aynı şekilde davranamadı. Özellikle protestoya destek veren çiftçilerin, Pencap ve Haryana’dan sonra Uttar Pradeş gibi eyaletlerden de destek toplamaya başlaması Modi yönetimine geri adım attırdı.

Yeniden inşa mümkün mü?

Şu an yeni tarım yasalarını uygulamaya koyamamış olan Modi yönetimi, protestoları önce Yüksek Mahkeme üzerinden sonra da geçici olarak askıya alma teklifiyle sona erdirmeye çalıştı. Ancak çiftçi liderleri önerileri ciddiye almadı ve tek yolun tamamen ortadan kaldırılmaları olduğunu söyledi. Cumhuriyet Bayramı’nda yaşanan çiftçilerin traktörleriyle Kızıl Kale’ye saldırması, Modi yönetimi tarafından ABD’deki Kongre baskınına benzetildi ve protestocular, Sihlerin bağımsız bir devlete sahip olması gerektiğini savunan ayrılıkçı “Halistan” hareketiyle ilişkilendirilerek ahlaki açıdan yıpratılmaya çalışıldı.

Ancak Vatandaşlık Yasası protestoları sonrası şimdiki çiftçi protestolarının devletin kurumlarına karşı güveni daha da azalttığı ve ülkedeki derin bölünmüşlüğü daha da arttırdığı kabul ediliyor. Bu açıdan kutuplaşma tartışmalarını yaşayan birçok ülke gibi Hindistan’da da önümüzdeki süreçte toplumun yeniden nasıl inşa edilebileceği tartışmalarının hız kazanması bekleniyor.

Derin bir çeşitliliğe sahip olan Hindistan sosyolojisinin son zamanlardaki bölünmüşlük görüntüsü, ekonomi kadar bir kültür meselesi ve giderek siyasal kimliklerle örtüştürülüyor. Ekonomi, işsizlik, ırkçılık, eşitsizlik ve göç konuları ülkeyi bölen başlıca konulardan bazılarıyken, son yıllarda farklı inançlar da Hindu milliyetçileri tarafından partizan bir eğilimle ötekileştiriliyor. Bu partizan kültürel kimlikler, aslında ülkedeki derinlemesine iç içe geçmiş kast, ırk, sınıf ve göç siyasetinden doğmuşken, dezenformasyon kampanyalarıyla giderek kirlenen bir medya ekosisteminde yeniden çerçeveleniyor. Bir tarafta büyüyen düşmanlığa karşı, diğer taraf da belli tepkiler vermeye zorlanınca amansız bir gerilim döngüsü ortaya çıkıyor.

Bölünmüşlük nasıl giderilebilir?

Hindistan’ın bu bölünmeyi gidermek için ekonomik çözümlerin yanı sıra sosyal çözümlere de ihtiyacı olduğu önemli bir gerçek. Bu kapsamda her şeyden önce devlet kurumlarına olan güvenin yeniden sağlanması gerekiyor. Özellikle baskıya maruz kalan kesimlerin arttırılan güveni sonrası, taraflar arasında yanlış bilgilerin yayılması önlenerek gerçeklere yeniden saygı göstermek bir sonraki aşamaya karşılık geliyor. Bundan sonrası için ise çatışan kimlikler arasındaki bağları güçlendirebilmek adına gruplar arası temasın geliştirilmesi gerekecek. Bu noktada belki bir ek olarak siyasal bölünmüşlük daha çok orta sınıflar üzerinden alevlendirildiği ve orta sınıfların sahip oldukları bilgi de çoğunlukla sosyal medya üzerinden sağlandığı için gelişmiş bir medya okuryazarlığı eğitimi de öneriler arasına dâhil edilebilir.

Bu tarz bir yeniden inşa sürecine girişilmez ise, önümüzdeki süreçte bölgesel milliyetçiliğin yoğun olduğu Batı Bengal, Kerala ve Tamil Nadu gibi eyaletlerdeki seçim süreçleri söz konusu bölünmüşlüğü çok daha ileri noktalara taşıyabilir ve ülkenin daha çok Müslümanlar üzerinden tartışılan parçalanma gündemi, Güney Hindistan’ın ya da Batı Bengal’in ülkeden ayrılma taleplerine yerini bırakabilir. Bu açıdan Delhi eyaletinin bile özerklik taleplerini dile getirdiği ülke siyasetinde Hindistan’ın birliğini devam ettirebilmesi adına yeniden bir onarım süreci yüksek ihtimalle bizleri bekliyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Şubat 2021’de yayımlanmıştır.

Hayati Ünlü
Hayati Ünlü
Dr. Hayati Ünlü - Doktorasını Eylül 2019’da “Hindistan’da Hakim Parti Sistemi’nin Değişimi: Kurumsalcı Bir Analiz” teziyle İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi Anabilim Dalı’nda tamamladı. Ünlü’nün çalışma alanları, başta Hindistan olmak üzere Pakistan, Afganistan ve İran coğrafyalarına dair karşılaştırmalı siyasal kurumlar, devlet-toplum ilişkileri, milliyetçilik ve siyasal partilerdir. Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (GASAM)’da çalışmalarına devam eden Ünlü, aynı zamanda Türkiye Maarif Vakfı’nda Başkanlık Müşaviri olarak görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x