Teknoloji, daha önce hiç olmadığı kadar küresel güç rekabetinin merkezinde yer almaya başladı. Soğuk Savaş yıllarındaki nükleer silahlanma yarışını andıran bir biçimde, bugün yapay zekâ ve ileri dijital teknolojiler stratejik üstünlük mücadelesinin yeni cephesi haline geldi. Fakat bu kez yarış, yalnızca iki büyük güç arasında değil; çok kutuplu ve parçalanmış bir uluslararası sistemde yaşanıyor.
Tekno-milliyetçiliğin yükselişi, uluslararası düzenin eski dengelerini sarsıyor. Çok taraflı iş birliğine ve ortak normlara dayanan küresel teknoloji ekosistemi, yerini stratejik kapalı devrelere ve ulusal çıkar eksenli bloklara bırakıyor. Amerika ve Çin’in teknoloji savaşları yalnızca iki süper gücü değil, tüm dünyayı kendi saflarına çekmeye çalışan bir jeopolitika mücadelesine dönüşüyor. Amerika’nın giderek sertleşen tekno-milliyetçi politikaları, kısa vadeli stratejik kazanımlar getirse de uzun vadede inovasyon ekosistemine ve küresel teknoloji liderliğine zarar verebilir. Çünkü teknoloji artık sadece bir gelişme aracı değil; aynı zamanda yeni bağımlılık biçimlerinin ve jeopolitik baskıların da kaynağı.
Avustralya’nın eski siber işler ve kritik teknolojiler büyükelçisi Tobias Feakin ve düşünce kuruluşu Council on Foreign Relations bünyesindeki Dijital ve Siber Uzay Politikası Programı’nın direktörü Adam Segal, Foreign Policy internet sitesinde yayımlanan yazılarında, Amerika’nın teknoloji politikalarındaki tekno-milliyetçi dönüşümü inceliyorlar. Yazarlar, Amerika’nın Avrupa regülasyonlarına karşı aldığı sert tutumların, Çin’le giderek derinleşen rekabetin ve müttefiklerle yaşanan uyum sorunlarının, uzun vadede Amerika’nın küresel liderliğini zayıflatabileceğini söylüyorlar.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Donald Trump’ın başkanlığında, küresel dijital düzen hızla yeniden şekilleniyor. Uzun süredir çok taraflı teknoloji diplomasisine, yapay zekâ güvenliği konusunda ortak girişimlere ve koordineli ihracat kontrollerine dayanan kırılgan ama işleyen bir iş birliği yapısı vardı. Şimdi bu yapı çözülüyor. Yerine, Amerika daha tek taraflı ve daha saldırgan bir teknoloji stratejisi benimsiyor. Artık öncelik, uluslararası iş birliğinden çok, teknolojide üstünlük sağlamak.
Bu strateji, küresel teknoloji ortamını daha rekabetçi, daha parçalı ve daha belirsiz hale getiriyor. Tekno-milliyetçilik yükseliyor, dijital dünya daha da kırılganlaşıyor. Amerika, kısa vadede bazı kazanımlar elde edebilir ama müttefiklerden ve ortaklardan oluşan geniş bir koalisyon olmadan uzun vadeli liderlik sürdürülemez. Parçalanma, hem küresel inovasyonun hızını kesecek hem de devletlerin teknoloji konusunda daha fazla kontrol arayışına girmesiyle yeni yönetişim modellerinin ortaya çıkmasına yol açacak.
Sonuçlar hemen kendilerini gösteriyor. Müttefikler rahatsız, rakipler stratejilerini yeniden şekillendiriyorlar. Tarafsız ülkeler ise hem ABD’nin hem Çin’in baskısından uzak durabilecekleri bir üçüncü yol arıyorlar. Gelişmiş teknolojiye sahip olmanın stratejik güç anlamına geldiği bu dönemde, Washington’un ortaklık kurmaktan vazgeçmesi, aslında korumaya çalıştığı etki alanını zayıflatıyor.
Trump döneminde yeni teknoloji stratejisi: Önce Amerika
Biden yönetimi, teknolojiyi küresel rekabetin merkezine yerleştirmişti. Uluslararası stratejisini, müttefiklerle değer ve çıkar birliğine dayalı olarak kurmuştu. Farklı ülkelerin regülasyon yaklaşımlarını uyumlu hâle getirmeye çalışmış, dijital kapasite inşası için ortaklara yatırım yapmış, içeride inovasyonu ve tedarik zincirlerini güçlendirmiş, Çin’e yönelik teknoloji transferini yavaşlatmaya çalışmıştı.
Bugünse bu yaklaşım yerini, özellikle yapay zekâda ‘Amerika’nın liderliği’ söylemine ve Avrupa Birliği’nin teknoloji regülasyonlarına yönelik sert eleştirilere bırakıyor. Şubat ayında Paris’te düzenlenen Yapay Zekâ Eylem Zirvesi’nde konuşan ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance, ‘ABD yapay zekâda liderdir ve yönetimimiz bu liderliğin sürmesini sağlayacak,’ demişti. Ayrıca, Trump yönetiminin ‘yapay zekâ alanında aşırı regülasyonların bu dönüştürücü sektörü öldürebileceğine’ inandığını belirtmişti ve yabancı hükümetlerin Amerikan teknoloji şirketleri üzerindeki baskılarına göz yummayacaklarını söylemişti.
Trump, teknoloji devlerine yönelik Avrupa’nın regülasyonlarını uzun süredir eleştiriyor. Apple, Alphabet (Google) ve Meta’ya Dijital Pazarlar Yasası kapsamında verilen cezaları ‘verginin başka bir türü’ olarak tanımlıyor. Trump yönetimi, bu tür düzenlemelere karşılık olarak ticaret yaptırımları tehdidinde bulunuyor. Hatta Amerikan Ticaret Temsilciliği, dijital hizmet vergisi uygulayan Avrupa Birliği, Birleşik Krallık, Türkiye ve diğer bazı ülkeler hakkında resmî soruşturmalar başlattı.
Çin’le olan teknoloji rekabeti, Trump’ın ikinci döneminde de belirleyici bir gündem maddesi. Çin merkezli DeepSeek adlı şirketin geliştirdiği güçlü bir yapay zekâ modeli, Amerikan yönetiminde ciddi endişelere yol açtı. Bunun üzerine, Nvidia’nın Çin’e çip satışı daha sıkı kurallara bağlandı ve lisanssız satış yasaklandı.
Teknoloji üstünden yeni siyasi bloklaşmalar
Trump’ın ‘Önce Amerika’ yaklaşımı, dünyada yeni bir teknoloji milliyetçiliği dalgasını başlatmış durumda. Birçok ülke, Amerika’ya ya da Çin’e fazla bağımlı kalmanın risklerinden korunmak için ya kendi başına ya da yeni ortaklıklar kurarak bağımsızlaşma adımları atıyor. Amerika’nın daha sert teknoloji duruşu, Asya-Pasifik’te daha dikkatli ve temkinli adımlarla karşılanıyor. Japonya, Güney Kore ve Hindistan gibi ülkeler, Biden döneminde Amerika’nın teknoloji diplomasisinde önemli yer tutan aktörlerdi. Şimdi bölgesel iş birliklerini güçlendirerek her iki süper güce de aşırı bağımlı kalmadan yol almanın yollarını arıyorlar.
Güneydoğu Asya ülkeleri de benzer bir çizgide ilerliyorlar. Endonezya, kamuya açık uygulamalarda kullanılacak yabancı yapay zekâ sistemlerinin, yerel denetimlerden geçmesini zorunlu kılan yeni bir yasa çıkardı. Singapur ise veri paylaşımı ve yapay zekâ testleri konusunda tarafsız bir bölgesel merkez olmayı hedefliyor. Asya genelinde mesaj net: Amerika ile ilişkiler önemli, fakat Washington’un daha baskıcı teknoloji politikası, ülkeleri farklı yollar ve iş birlikleri aramaya yöneltiyor. Bu arada Çin, Trump’ın gümrük vergilerinden etkilenen ülkelere, siyasi baskı olmadan uygun fiyatlı teknolojik çözümler sunmaya hazır olduğunu açıkça belirtiyor.
Yapay zekâ alanındaki küresel yarış daha da hızlanacak. Washington, çok taraflı güvenlik tartışmalarını geri plana iterken yapay zekâda üstünlük kurmaya odaklanıyor. Bu durum, yapay zekânın geliştirilmesi ve kullanımıyla ilgili uluslararası normların oluşma ihtimalini azaltıyor. Hem Amerika hem de Birleşik Krallık, Paris Yapay Zekâ Zirvesi’nde, teknolojinin ‘şeffaf,’ ‘güvenli’ ve ‘güvenilir’ şekilde geliştirilmesini öngören ortak bildiriyi imzalamayı reddetti.
Buna karşılık, Kanada ve Fransa gibi daha küçük ama etkili demokratik teknoloji aktörleri bu boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Her iki ülke de Küresel Yapay Zekâ Ortaklığı’nı kurarak erken dönemde yön belirleyici olmuştu ve Amerika’dan bağımsız şekilde bu liderliği sürdürecek gibi görünüyorlar. Ancak Washington’un rotayı güvenlik ve regülasyonlardan uzaklaştırması, küresel çapta bir yapay zekâ silahlanma yarışını yavaşlatabilecek bazı koruyucu mekanizmaları da zayıflatmış oldu.
Amerika’nın teknolojideki üstünlüğü devam edebilecek mi?
Amerika, kısa vadede gelişmiş çipler ve ileri yapay zekâ modellerinde lider konumunu sürdürse de, uzun vadede bu üstünlüğünü koruyup koruyamayacağı kesin değil. Federal araştırma bütçesindeki büyük kesintiler büyük araştırma üniversitelerinde işten çıkarmalara ve projelerin aksamasına yol açtı. Bu durum, Amerika’nın inovasyon gücünü besleyen temel bilim araştırmalarını ciddi şekilde zorluyor.
Ayrıca Washington’un tek başına hareket etmeyi tercih etmesi, küresel teknoloji yarışındaki konumunu zayıflatıyor. Çin ile rekabet edebilmek için Amerika’nın ölçek, teknoloji yayılımı ve kontrol konusunda ortaklara ihtiyacı var. Huawei ve diğer Çinli şirketler, gelişmekte olan ülkelerde uygun maliyetli dijital altyapı kurmaya devam ediyorlar. Örneğin Biden yönetimi döneminde Amerika; Avustralya, Japonya ve özel sektörle birlikte Pasifik adalarına deniz altı kabloları ve veri merkezleri inşa etmek için finansman sağlamıştı. Ancak Amerika, Çin’in yatırımlarına yalnızca müttefiklerinin desteğiyle yetişebiliyor. Bu durum, yeni nesil teknolojiler açısından da geçerli.
Amerika aynı zamanda yapay zekânın yeni dalgasını küresel çapta yaymak için de ortak ve müttefiklerine ihtiyaç duyuyor. Amerikan ürünleri genelde pahalı lisans ücretleri ve ciddi altyapı yatırımları gerektirirken, Çin orta seviyedeki yapay zekâ çözümlerini küresel güney ülkelerine daha uygun fiyatlarla sunuyor. Çinli şirketler, Güneydoğu Asya, Latin Amerika ve Afrika’da bilgi transferi yapıyor, araştırma laboratuvarları kuruyor ve iş gücü yetiştiriyorlar.
DeepSeek, Baidu, Alibaba ve Tencent gibi Çinli şirketler açık kaynak yapay zekâ modelleri geliştirip erişime açıyorlar. Böylece gelişmekte olan ülkelerdeki aktörler, Çin’in teknolojilerini kendi koşullarına ve ihtiyaçlarına uyarlayabiliyorlar. Buna karşılık, Amerika’nın gelişmekte olan ülkelerdeki diplomatik ve kalkınma faaliyetlerini geri çekmesi, özellikle yapay zekâyı küresel sağlık, iklim değişikliğine uyum ve gıda güvenliği gibi acil sorunlara çözüm bulmak için kullanmak isteyen yerel liderler açısından, bu teknolojilerin yayılması ve benimsenmesi için önemli bir fırsat kanalını kapatıyor.
Tekno-milliyetçiliğin oluşturduğu yeni küresel düzen
Washington, Çin’e yönelik ihracat kısıtlamalarını tek başına uygulayabiliyor; fakat bu kısıtlamaların etkili olabilmesi, büyük ölçüde müttefiklerin iş birliğine bağlı. Japonya ve Hollanda, Biden döneminde alınan kısıtlama kararlarına, ekonomik maliyetler ve yeterince danışılmaması nedeniyle başlangıçta temkinli yaklaşmıştı. Fakat daha sonra Çinli firmaların yarı iletken üretim ekipmanlarına düzenlemelerdeki boşluklardan yararlanarak erişmesini engellemek için Amerika ile yakın çalıştılar. Mevcut Trump yönetimi döneminde ise bu hassas iş birliği baskı altında. İhracat kısıtlamaları artık stratejik rekabetin kalıcı bir unsuru haline gelirken, müttefiklerin Washington’la uyum gösterme isteği, kısıtlamaların kendisi kadar belirleyici olabilir.
Dünyanın büyük ekonomilerinde teknoloji milliyetçiliği güç kazandıkça, genel olarak teknolojik ilerlemenin hızı da yavaşlayabilir. Yapay zekâ devrimini mümkün kılan bilimsel atılımlar, büyük ölçüde sınır ötesi iş birlikleri, esnek yetenek hareketliliği ve ortak bilimsel normlara dayalı açık ve birbirine bağlı bir inovasyon ekosisteminde ortaya çıktı. Ancak bu model artık ciddi bir baskıyla karşı karşıya.
Daha parçalı ve güvenlik odaklı bir sistem şekilleniyor. Hükümetler artık verimlilik ve açıklığı ikinci plana atıp, kontrol, dayanıklılık ve jeopolitik güç kazanmaya öncelik veriyorlar. Devletler, gelişen teknolojiler üzerinde yeniden stratejik kontrol kurmaya çalışırken, yalnızca rakipler arasında değil, müttefikler arasında da gerilimler artıyor. Bu durum, açıklık ve iş birliğiyle ilerleyen temel araştırmaları sekteye uğratma tehlikesi taşıyor.
Buna karşın, ülkeler Amerika ve Çin’den bağımsız hareket edebilmek için yeni yönetim modelleri ve uluslararası ortaklıklar geliştirme arayışına giriyorlar. Teknolojiyi iyi kullanan ülkeler, küçük ve orta ölçekli devletlerin kolayca benimseyip uyarlayabileceği, Avrupa Birliği’nin geniş ve karmaşık standartlarına kıyasla daha esnek ve uygulanabilir dijital yönetim yaklaşımlarıyla etki alanlarını genişletmeyi hedefliyorlar.
Devletler, yapay zekâ ve diğer yeni teknolojileri kullanarak bölgesel iş birliklerini de güçlendirmeye çalışıyorlar. Trump yönetiminin uluslararası teknoloji stratejisi ise oldukça net: Amerika, yapay zekâ yarışını kazanmalı, dijital altyapıda hakimiyet kurmalı ve kendi ulusal ve ticari çıkarlarını koruyan kuralları, gerekirse tek başına bile olsa, uygulamaya koymalı. Ancak bu tek taraflı üstünlük arayışı ters tepebilir. Amerika’nın liderliğini güçlendirmek yerine, teknoloji milliyetçiliğini daha da körükleyebilir, yapay zekâ ve siber alandaki rekabeti derinleştirebilir ve onlarca yıldır Amerika’nın etkisini pekiştiren dijital ittifakları parçalayabilir. Ortaklığa dayanmayan bir üstünlük kırılgan olur; baskıyla kurulan düzenler kısa vadede etkili olsa bile, sürdürülebilir bir gelecek inşa etmeye yetmez.”
Bu yazı ilk kez 1 Temmuz 2025’te yayımlanmıştır.
