Çin, ABD’nin yerini mi almaya çalışıyor?

Çin, hem Rusya – Ukrayna Savaşı’nda hem de Suudi Arabistan – İran ilişkilerinde “arabulucu” olarak sahnede. Çin ne yapmaya çalışıyor? Amacı ne? ABD’ye ne mesaj veriyor? Prof. Dr. Tarık Oğuzlu yazdı.

Amerika Birleşik Devletleri’yle (ABD) Çin arasındaki ilişkilerin uluslararası barış ve istikrara katkı verecek şekilde ilerlediğini iddia etmek artık çok kolay değil. İlişkilere Amerika tarafından bakıldığında görülen resim çok daha net.

ABD’ye göre Çin Amerika’nın yaklaşık yüz elli yıldır dünya siyaset ve ekonomi sahnesinde sahip olduğu hegemonik konumunu sorgulayan ve Amerika’yı tahtından etmeye çalışan en önemli alternatif güç merkezi. Amerikalı yetkililer bu noktada Çin’in hem güçlü bir arzuya hem de güç kapasitesine sahip olduğuna inanıyor. Buna karşı Amerika’nın yapması gereken en ideal şey, elindeki bütün araçları kullanarak Çin’in yükselişini baskılamak, geciktirmek ve mümkünse engellemek.

Amerika Çin’e yönelik olumsuz algıları dünyanın genelinde körüklemeye ve geleneksel müttefiklerini kendi yanına çekerek Çin’in düzen bozucu ve sistemi tehdit edici stratejik hamlelerini engellemeye çalışıyor. Çin karşısında QUAD ve AUKUS gibi alternatif güç bloklaşmaları kurmak bu stratejinin önemli bir unsuru.

ABD’nin Çin’e yönelik üç ayaklı stratejisi

Göreve geldiği günden bu yana Biden yönetimi Çin’e karşı üç ayaklı bir strateji takip ediyor. İşbirliği, rekabet ve çatışma ayaklarından oluşan bu stratejiye göre salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi problemlerin çözümü noktasında Çin’le işbirliği yapılmalıyken, ekonomi ve teknoloji gibi alanlarda Çin’le rekabet içinde olunmalı. Bunun yanında Doğu Çin Denizi, Güney Çin Denizi ve Tayvan’ın statüsü gibi konulardaysa Çin’le çatışmak göze alınmalı.

Çin’in yükselişini ve küresel sisteme entegre olup sorumlu bir aktöre dönüşmesini önceleyen liberal kapsayıcı anlayış artık hem demokrat hem de cumhuriyetçi çevrelerde kabul görmüyor. Bunun yerine realist dışlayıcı bakış açısı her geçen gün zemin kazanıyor çünkü Çin’in Amerika’nın değer ve çıkarları karşısında varoluşsal bir tehdit oluşturduğu fikri satın alınması çok kolay.

Çin ABD’ye nasıl bakıyor?

Buna mukabil Çin’in bakış açısına ilişkin resim çok net değil. Ekonomi biliminin en basit kuralı gereği nasıl ki bireyler artan gelirlerine paralel olarak daha fazla harcama yapıyorlarsa, artan ekonomik ve askerî güç kapasitesine paralel olarak Çin’in de hem kendi bölgesinde hem de küresel düzeyde daha iddialı politikalar takip etmesi aslında çok normal.

Çinli liderler uzun yıllar boyunca Çin’in yükselişini barışçı kalkınma ve barışçı yükseliş kavramları çerçevesinde tanımlıyorlardı. Buna göre farklı ülkelerle geliştireceği ticari ilişkiler üzerinden Çin, küresel düzeyde bir ekonomik kalkınma sürecinin motor ülkesi olacak ve bu sayede Çin’in olası jeopolitik ve stratejik niyetleri sorgulanmayacaktı. Ulusal çıkarlarını gerçekleştirme noktasında ekonomik, diplomatik ve sivil güç unsurlarını kullanmanın, Amerika’yı doğrudan karşısına almak ve uluslararası siyasi sorunların çözümü noktasında doğrudan topa girmekten daha az maliyetli olacağı varsayılıyordu.

Ekonomik ve kültürel diploması üzerinden kendini daha görünür kılmak ve başkalarına sevdirmek temelinde yürüyen bu strateji son zamanlarda değişmeye başlamış gibi.

Çin nasıl ve neden ABD söylemini değiştirdi?

Çin Komünist Partisi Genel Sekreterliği ve Çin Devlet Başkanlığı’na üçüncü kez seçilen Şi Çinping son zamanlarda yapmış olduğu konuşmalarda ısrarla Amerika’nın Çin’i kuşatmaya, çevrilemeye ve Çin’in yükselişini engellemeye çalıştığını iddia ediyor.

Çin’in ekonomik büyümesinin yavaşlaması için Amerika’nın Çin aleyhine bir uluslararası ortam oluşturmaya çalıştığına inanan bir liderlik hüküm sürüyor Pekin’de. Soğuk Savaş zamanını andırır bloklaşma ve kutuplaşma stratejilerinin günümüzün küresel ortamında sonuç getirmeyeceğini iddia eden Çinli yöneticiler bütün ulusların aynı gemide seyahat eden kader arkadaşı olduklarına ve bu ortak kader topluluğunu çıkar, değer ya da normlar temelinde ayrıştırmanın yanlış olduğuna inanıyor.

ABD ve Çin nasıl farklılaşıyor?

Bu bağlamda ABD ile Çin’in küresel stratejileri bir noktada ciddi manada farklılaşıyor. Amerika liberal dünya düzeni ve kendi küresel liderliğini devam ettirebilme adına demokrasiler ile otokrasiler arasında bir ayrışma yaratıp kendini demokratik ülkeler topluluğunun doğal lideri olarak tanımlıyor.

Avrupa ve Asya’daki geleneksel müttefiklerini kendi etrafında kümelenmeye çağırırken, başta Rusya ve Çin olmak üzere illiberal otoriter rejimlerin dünya barış ve istikrara tehdit oluşturduğunu söylemekten geri durmuyor.

Bu iki ülkeyi şeytanlaştırmak üzerinden kendi küresel hegemonyası meşru kılmaya çalışan bir Amerika var karşımızda.

Çin ise Amerika’nın kendisine yönelik dışlayıcı stratejik hamleleri karşısında kendi niyetlerinin halisane olduğunu, Amerika’nın küresel liderliğini sorgulamadığını, kendi siyasi rejimini ve kalkınma modelini kimseye empoze etmeye çalışmadığını ve mevcut sistemin günümüz güç dengeleri temelinde revize edilip daha adil bir çerçevede yeniden tanımlanmasından öte bir şeyi hedeflemediğini söylüyor. Daha doğrusu bugüne kadar söyleyegeldi.

Dikkat çeken 4 gelişme

Bu arka plandan bakıldığında son zamanlarda yaşanan dört gelişme Çin’in küresel stratejisinde yeni bir aşamaya geçip geçmediğini ve Amerika karşısında kendini daha görünür kılmayı hedefleyen bir yaklaşımı benimseyip benimsemediğini anlamamız noktasında önemli doneler sunuyor.

Evvela ilk kez geçtiğimiz senenin sonlarına doğru dinlendirilen ama içinde bulunduğumuz yılın ilk aylarında ete kemiğe büründürülen Küresel Kalkınma İnsiyatifi ve Küresel Güvenlik İnsiyatifi olarak adlandırılan iki stratejik belgeye odaklanmak gerekiyor. Aslında bu iki belgede dile getirilen görüşler uzun yıllardır Çin’in takip etmekte olduğu ve Yol Kuşak İnsiyatifi çerçevesinde icra edilen barışçı yükseliş ve barışçı kalkınma stratejilerinden çok fazla ayrışmıyor. Dışlayıcı olmak yerine kapsayıcılığı hedefleyen, bloklaşma yerine bütünleşmeyi merkeze alan, askerî enstrümanlar yerine diplomatik ve ekonomik enstrümanları önceleyen ve olabildiğince en geniş zemin temelinde farklılıkları bir araya getirmeye çabalayan Çin bundan böyle uluslararası ilişkilerini bu iki önemli belge çerçevesinde yürüteceğini söylüyor. Bu belgeleri önemli kılan unsur, içerdiği hususlardan öte bunların kağıda dökülmesi ve üst düzey Çinli liderler tarafından adeta dünyaya pazarlanması.

Uluslararası kamuoyunda dikkatleri çeken asıl gelişmeler ise Çin’in hem Rusya-Ukrayna Savaşı’nın bir an önce sona erdirilmesi hem de Ortadoğu’nun iki önemli ülkesi olan Suudi Arabistan ile İran arasındaki sorunların çözülmesi bağlamında arabulucu ve kolaylaştırıcı rol oynamaya çalışması.

Çin neden Ukrayna – Rusya Savaşı’nda arabuluculuk rolüne soyundu?

Savaşın birinci yıldönümüne rastlayan 24 Şubat günü Çin’in açıkladığı on iki maddelik barış planı kalıcı bir barış inşa edilmesinde etkili olabilir mi bilinmez. Önemli olan, Çin’in niye böyle bir planla ortaya çıktığı.

Savaşın başından günümüze Çin’in Rusya ve Batı arasında denge kurmayı hedefleyen stratejisi beklenen faydaları sağlamadı gibi. Çin ne tam anlamıyla Rusya’nın arkasında durup Batılı aktörlerin kendisine yönelik eleştiri ve olası yaptırımlarının hedefi olmak istiyor ne de Rusya’ya karşı uygulanan yaptırım ve müeyyidelere katılıp Batı karşısındaki en önemli stratejik ortağının zayıflamasını istiyor.

Savaşın uzaması ve bu süreçte Rusya’nın küresel güç kapasitesinin ciddi oranda aşınması Çin’in çıkarlarıyla örtüşmüyor. Batı karşısındaki mücadelesinde Rusya’nın kendi yanında sağlam ve güçlü durmasını isteyen Çin uzun bir yıpratma savaşı neticesinde Rusya’nın kapasitesinin ciddi oranda zayıflamasını engellemeye çalışıyor.

Diğer taraftan Amerika’nın iddia ettiği gibi Rusya’ya silah tedariki yapacak olması ve dünya kamuoyunda Çin’in her durumda Rusya’nın yanında yer aldığı algısının oluşması Çin için iyi bir senaryo değil. Devletlerin iç işlerine karışılmaması ve egemenliklerine saygı duyulması temelinde gelişen Çin diplomasisi, Rusya’nın uluslararası hukuku tanımayan ve jeopolitik çıkarlarını elde etmek adına zorlayıcı güç enstrümanlarını kullanmaktan çekinmeyen yaklaşımının arkasında durursa Çin’in uzun yıllardan beri dinlendirdiği barışçı kalkınma ve barışçı yükseliş temelindeki dış politika yaklaşımı ciddi anlamda sorgulanacak.

Çin’in küresel itibar erozyonuna uğramaması ve Amerika’yı küresel arenada yalnızlaştırabilmesi kendisine yönelik algının dünyanın genelinde olumlu seyretmesine yakından bağlı. Özellikle karşılıklı ekonomik bağımlılık temelinde yakın ilişkiler geliştirdiği Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Çin’e yönelik yaklaşımlarının son yıllarda olumsuz seyretmeye başlaması, Çin’in Avrupa ile Amerika arasındaki çatlağı açmayı hedefleyen stratejisini başarısız kılıyor. Yapılan birçok kamuoyu araştırmasına göre Avrupalıların geneli Rusya’yı kendi güvenliklerine yönelmiş en önemli tehdit olarak görüyor. Rusya’nın arkasında yer alması Avrupalıların Çin’e yönelik algılarını olumsuz yönde etkiliyor.

Bunun yanında Rusya-Ukrayna Savaşı’nın bir an önce sona ermesi Küresel Güney diye tarif ettiğimiz ülkeleri de rahatlatır. Savaştan dolayı artan enerji ve tahıl fiyatlarıyla küresel tedarik zincirlerinde yaşanan tıkanıklıklar, gelişmekte ve kalkınmakta olan birçok ülkeyi olumsuz yönde etkiliyor. Doğrudan Rusya’nın karşısında yer almaktansa ellerinden geldiğince topa girmemeyi tercih eden bu ülkeler savaşın uzamasından olumsuz şekilde etkileniyor. Dolayısıyla Çin’in barış planı çerçevesinde bu savaş sonra ererse Çin’in bu ülkeler nezdinde sahip olduğu algı olumlu yönde seyreder.

Çin neden Suudi Arabistan ve İran’ı barıştırmak istiyor?

Suudi Arabistan’la İran’ın Çin’in arabuluculuğunda bir araya gelmeleri ve 2016 yılından bu yana kopmuş olan diplomatik ilişkilerini yeniden tesis etmeye karar vermeleri Çin’in uluslararası siyaseti bakımından bir diğer önemli gelişme.

Enerji ihtiyacının yarıya yakınını Ortadoğu bölgesinden ithal eden Çin her iki ülkeyle de çok yakın ticari ilişkilere sahip. Çinli yetkililerle İran ve Suudi Arabistan’lı yetkililer arasında son aylarda üst düzey birçok toplantı düzenlendi. Çin’in iki ülke arasındaki sorunlarda taraf tutmak ve onlara kendi bakış açısı çerçevesinde ideal olabilecek bir çözümü dayatmak yerine tarafları bir araya getirip onların kendilerinin bir çözüm bulmalarına katkı vermeye çalışması not edilmeli.

Pekin’de gerçekleştirilen tören esnasında İran ve Suudi Arabistanlı temsilcilerin ortasında görünen Çin Halk Cumhuriyeti’nin en üst düzey dış politika temsilcisi Vang Yi’nin kameralara verdiği zafer kazanmış komutan pozu çok şey anlatıyor. Çin açıkça diyor ki, küresel sorunların çözülmesinde ve tıkanmış krizlerin aşılmasında tek alternatif ABD değil. Bilakis ABD’nin tarafgir tutumu sorunların daha da çözümsüz kalmasını sağlıyor.

İran’ın böyle bir mutabakata neden olur verdiği nispeten çok daha kolay anlaşılır. Amerika ve İsrail’in kendisine karşı uyguladığı kuşatma ve yaptırım politikasını bölge ülkeleriyle, ki en başta stratejik rakibi olan Suudi Arabistan geliyor, ilişkilerini düzeltmek yoluyla halletmeye çalışması ve bunu yaparken de stratejik anlamda birçok ortak çıkar paylaştığı Çin’i arkasında görmesi İran için önemli.

Suudi yetkililerinse Amerika’ya eskisi kadar güvenmediklerini not edilmeli. Ortadoğu’nun genelinde Amerika’nın askerî mevcudiyeti devam ediyor olsa da Amerika’nın bölgeye ilişkin bağlılığının ciddi oranda aşındığını herkes görüyor. Amerika’nın ipi ile kuyuya inilemeyeceğini düşünen Suudi yönetimi Çin’in arabuluculuğunda İran’la diplomatik ilişkiler tesis etmeyi doğru buluyor. Böyle yaparak ABD’yle olan ilişkisinde elini güçlendirmeye çalıştığı da aşikar.

Çin’in amacı ne?

Söz konusu mutabakatın içeriği ve sürdürülebilir olup olmadığından ziyade asıl önemli olan, Çin’in uluslararası arenada daha görünür olmaya ve ABD karşısında alternatif bir vizyon sunmaya karar vermiş olması.

Son aylarda ABD’nin Çin’i çevreleme ve kuşatma yönünde artan çabaları karşısında Çin karşı hamlelerle bu kuşatmayı yarmaya ve kendisiyle uyumlu hareket edebilecek ülke sayısını artırmaya çalışıyor.

İşin ilginç yanı şu ki Amerika ve Çin her geçen gün ikinci bir soğuk savaş ortamına doğru hızla koşarken aralarındaki karşılıklı ekonomik bağımlılık ilişkisi aynen devam ediyor.

Küresel ekonomik bağımlılığın soğuk savaşın önündeki en önemli panzehir olup olmadığını zaman içinde yaşayıp göreceğiz. Karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin barışa mı yoksa çatışmaya mı daha fazla hizmet ettiği sorusu bence uluslararası siyasetin cevaplanmayı hak eden en önemli sorusu.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Mart 2023’te yayımlanmıştır.

Tarık Oğuzlu
Tarık Oğuzlu
Prof. Dr. Tarık Oğuzlu - İstanbul Aydın Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Doçentlik derecesini 2008’de, doktora derecesini Uluslararası İlişkiler alanında Bilkent Üniversitesi’nden 2003’te, ilk yüksek lisans derecesini 1998’de Bilkent Üniversitesi’nde, ikinci yüksek lisans derecesini de 2000’de London School of Economics’den aldı. Çalışma alanları arasında Uluslararası İlişkiler teorileri, dış politikanın Avrupalılaşması, transatlantik ilişkiler ve NATO, Avrupa Birliği dış, güvenlik ve savunma politikaları, Ortadoğu, Türk-Yunan ilişkiler, Kıbrıs sorunu ve genel olarak Türk dış politikası yer alıyor. Akademik makaleleri, Political Science Quarterly, Middle East Policy, International Journal, Security Dialogue, Middle Eastern Studies, Turkish Studies, Cambridge Review of International Affairs, European Security, International Spectator, Contemporary Security Policy, Australian Journal of International Affairs, Mediterranean Politics, Journal of Balkans and Near East Studies, Insight Turkey ve Uluslararası İlişkiler gibi hakemli ve bilimsel indekslerde yer alan dergilerde yayınlandı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Çin, ABD’nin yerini mi almaya çalışıyor?

Çin, hem Rusya – Ukrayna Savaşı’nda hem de Suudi Arabistan – İran ilişkilerinde “arabulucu” olarak sahnede. Çin ne yapmaya çalışıyor? Amacı ne? ABD’ye ne mesaj veriyor? Prof. Dr. Tarık Oğuzlu yazdı.

Amerika Birleşik Devletleri’yle (ABD) Çin arasındaki ilişkilerin uluslararası barış ve istikrara katkı verecek şekilde ilerlediğini iddia etmek artık çok kolay değil. İlişkilere Amerika tarafından bakıldığında görülen resim çok daha net.

ABD’ye göre Çin Amerika’nın yaklaşık yüz elli yıldır dünya siyaset ve ekonomi sahnesinde sahip olduğu hegemonik konumunu sorgulayan ve Amerika’yı tahtından etmeye çalışan en önemli alternatif güç merkezi. Amerikalı yetkililer bu noktada Çin’in hem güçlü bir arzuya hem de güç kapasitesine sahip olduğuna inanıyor. Buna karşı Amerika’nın yapması gereken en ideal şey, elindeki bütün araçları kullanarak Çin’in yükselişini baskılamak, geciktirmek ve mümkünse engellemek.

Amerika Çin’e yönelik olumsuz algıları dünyanın genelinde körüklemeye ve geleneksel müttefiklerini kendi yanına çekerek Çin’in düzen bozucu ve sistemi tehdit edici stratejik hamlelerini engellemeye çalışıyor. Çin karşısında QUAD ve AUKUS gibi alternatif güç bloklaşmaları kurmak bu stratejinin önemli bir unsuru.

ABD’nin Çin’e yönelik üç ayaklı stratejisi

Göreve geldiği günden bu yana Biden yönetimi Çin’e karşı üç ayaklı bir strateji takip ediyor. İşbirliği, rekabet ve çatışma ayaklarından oluşan bu stratejiye göre salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi problemlerin çözümü noktasında Çin’le işbirliği yapılmalıyken, ekonomi ve teknoloji gibi alanlarda Çin’le rekabet içinde olunmalı. Bunun yanında Doğu Çin Denizi, Güney Çin Denizi ve Tayvan’ın statüsü gibi konulardaysa Çin’le çatışmak göze alınmalı.

Çin’in yükselişini ve küresel sisteme entegre olup sorumlu bir aktöre dönüşmesini önceleyen liberal kapsayıcı anlayış artık hem demokrat hem de cumhuriyetçi çevrelerde kabul görmüyor. Bunun yerine realist dışlayıcı bakış açısı her geçen gün zemin kazanıyor çünkü Çin’in Amerika’nın değer ve çıkarları karşısında varoluşsal bir tehdit oluşturduğu fikri satın alınması çok kolay.

Çin ABD’ye nasıl bakıyor?

Buna mukabil Çin’in bakış açısına ilişkin resim çok net değil. Ekonomi biliminin en basit kuralı gereği nasıl ki bireyler artan gelirlerine paralel olarak daha fazla harcama yapıyorlarsa, artan ekonomik ve askerî güç kapasitesine paralel olarak Çin’in de hem kendi bölgesinde hem de küresel düzeyde daha iddialı politikalar takip etmesi aslında çok normal.

Çinli liderler uzun yıllar boyunca Çin’in yükselişini barışçı kalkınma ve barışçı yükseliş kavramları çerçevesinde tanımlıyorlardı. Buna göre farklı ülkelerle geliştireceği ticari ilişkiler üzerinden Çin, küresel düzeyde bir ekonomik kalkınma sürecinin motor ülkesi olacak ve bu sayede Çin’in olası jeopolitik ve stratejik niyetleri sorgulanmayacaktı. Ulusal çıkarlarını gerçekleştirme noktasında ekonomik, diplomatik ve sivil güç unsurlarını kullanmanın, Amerika’yı doğrudan karşısına almak ve uluslararası siyasi sorunların çözümü noktasında doğrudan topa girmekten daha az maliyetli olacağı varsayılıyordu.

Ekonomik ve kültürel diploması üzerinden kendini daha görünür kılmak ve başkalarına sevdirmek temelinde yürüyen bu strateji son zamanlarda değişmeye başlamış gibi.

Çin nasıl ve neden ABD söylemini değiştirdi?

Çin Komünist Partisi Genel Sekreterliği ve Çin Devlet Başkanlığı’na üçüncü kez seçilen Şi Çinping son zamanlarda yapmış olduğu konuşmalarda ısrarla Amerika’nın Çin’i kuşatmaya, çevrilemeye ve Çin’in yükselişini engellemeye çalıştığını iddia ediyor.

Çin’in ekonomik büyümesinin yavaşlaması için Amerika’nın Çin aleyhine bir uluslararası ortam oluşturmaya çalıştığına inanan bir liderlik hüküm sürüyor Pekin’de. Soğuk Savaş zamanını andırır bloklaşma ve kutuplaşma stratejilerinin günümüzün küresel ortamında sonuç getirmeyeceğini iddia eden Çinli yöneticiler bütün ulusların aynı gemide seyahat eden kader arkadaşı olduklarına ve bu ortak kader topluluğunu çıkar, değer ya da normlar temelinde ayrıştırmanın yanlış olduğuna inanıyor.

ABD ve Çin nasıl farklılaşıyor?

Bu bağlamda ABD ile Çin’in küresel stratejileri bir noktada ciddi manada farklılaşıyor. Amerika liberal dünya düzeni ve kendi küresel liderliğini devam ettirebilme adına demokrasiler ile otokrasiler arasında bir ayrışma yaratıp kendini demokratik ülkeler topluluğunun doğal lideri olarak tanımlıyor.

Avrupa ve Asya’daki geleneksel müttefiklerini kendi etrafında kümelenmeye çağırırken, başta Rusya ve Çin olmak üzere illiberal otoriter rejimlerin dünya barış ve istikrara tehdit oluşturduğunu söylemekten geri durmuyor.

Bu iki ülkeyi şeytanlaştırmak üzerinden kendi küresel hegemonyası meşru kılmaya çalışan bir Amerika var karşımızda.

Çin ise Amerika’nın kendisine yönelik dışlayıcı stratejik hamleleri karşısında kendi niyetlerinin halisane olduğunu, Amerika’nın küresel liderliğini sorgulamadığını, kendi siyasi rejimini ve kalkınma modelini kimseye empoze etmeye çalışmadığını ve mevcut sistemin günümüz güç dengeleri temelinde revize edilip daha adil bir çerçevede yeniden tanımlanmasından öte bir şeyi hedeflemediğini söylüyor. Daha doğrusu bugüne kadar söyleyegeldi.

Dikkat çeken 4 gelişme

Bu arka plandan bakıldığında son zamanlarda yaşanan dört gelişme Çin’in küresel stratejisinde yeni bir aşamaya geçip geçmediğini ve Amerika karşısında kendini daha görünür kılmayı hedefleyen bir yaklaşımı benimseyip benimsemediğini anlamamız noktasında önemli doneler sunuyor.

Evvela ilk kez geçtiğimiz senenin sonlarına doğru dinlendirilen ama içinde bulunduğumuz yılın ilk aylarında ete kemiğe büründürülen Küresel Kalkınma İnsiyatifi ve Küresel Güvenlik İnsiyatifi olarak adlandırılan iki stratejik belgeye odaklanmak gerekiyor. Aslında bu iki belgede dile getirilen görüşler uzun yıllardır Çin’in takip etmekte olduğu ve Yol Kuşak İnsiyatifi çerçevesinde icra edilen barışçı yükseliş ve barışçı kalkınma stratejilerinden çok fazla ayrışmıyor. Dışlayıcı olmak yerine kapsayıcılığı hedefleyen, bloklaşma yerine bütünleşmeyi merkeze alan, askerî enstrümanlar yerine diplomatik ve ekonomik enstrümanları önceleyen ve olabildiğince en geniş zemin temelinde farklılıkları bir araya getirmeye çabalayan Çin bundan böyle uluslararası ilişkilerini bu iki önemli belge çerçevesinde yürüteceğini söylüyor. Bu belgeleri önemli kılan unsur, içerdiği hususlardan öte bunların kağıda dökülmesi ve üst düzey Çinli liderler tarafından adeta dünyaya pazarlanması.

Uluslararası kamuoyunda dikkatleri çeken asıl gelişmeler ise Çin’in hem Rusya-Ukrayna Savaşı’nın bir an önce sona erdirilmesi hem de Ortadoğu’nun iki önemli ülkesi olan Suudi Arabistan ile İran arasındaki sorunların çözülmesi bağlamında arabulucu ve kolaylaştırıcı rol oynamaya çalışması.

Çin neden Ukrayna – Rusya Savaşı’nda arabuluculuk rolüne soyundu?

Savaşın birinci yıldönümüne rastlayan 24 Şubat günü Çin’in açıkladığı on iki maddelik barış planı kalıcı bir barış inşa edilmesinde etkili olabilir mi bilinmez. Önemli olan, Çin’in niye böyle bir planla ortaya çıktığı.

Savaşın başından günümüze Çin’in Rusya ve Batı arasında denge kurmayı hedefleyen stratejisi beklenen faydaları sağlamadı gibi. Çin ne tam anlamıyla Rusya’nın arkasında durup Batılı aktörlerin kendisine yönelik eleştiri ve olası yaptırımlarının hedefi olmak istiyor ne de Rusya’ya karşı uygulanan yaptırım ve müeyyidelere katılıp Batı karşısındaki en önemli stratejik ortağının zayıflamasını istiyor.

Savaşın uzaması ve bu süreçte Rusya’nın küresel güç kapasitesinin ciddi oranda aşınması Çin’in çıkarlarıyla örtüşmüyor. Batı karşısındaki mücadelesinde Rusya’nın kendi yanında sağlam ve güçlü durmasını isteyen Çin uzun bir yıpratma savaşı neticesinde Rusya’nın kapasitesinin ciddi oranda zayıflamasını engellemeye çalışıyor.

Diğer taraftan Amerika’nın iddia ettiği gibi Rusya’ya silah tedariki yapacak olması ve dünya kamuoyunda Çin’in her durumda Rusya’nın yanında yer aldığı algısının oluşması Çin için iyi bir senaryo değil. Devletlerin iç işlerine karışılmaması ve egemenliklerine saygı duyulması temelinde gelişen Çin diplomasisi, Rusya’nın uluslararası hukuku tanımayan ve jeopolitik çıkarlarını elde etmek adına zorlayıcı güç enstrümanlarını kullanmaktan çekinmeyen yaklaşımının arkasında durursa Çin’in uzun yıllardan beri dinlendirdiği barışçı kalkınma ve barışçı yükseliş temelindeki dış politika yaklaşımı ciddi anlamda sorgulanacak.

Çin’in küresel itibar erozyonuna uğramaması ve Amerika’yı küresel arenada yalnızlaştırabilmesi kendisine yönelik algının dünyanın genelinde olumlu seyretmesine yakından bağlı. Özellikle karşılıklı ekonomik bağımlılık temelinde yakın ilişkiler geliştirdiği Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Çin’e yönelik yaklaşımlarının son yıllarda olumsuz seyretmeye başlaması, Çin’in Avrupa ile Amerika arasındaki çatlağı açmayı hedefleyen stratejisini başarısız kılıyor. Yapılan birçok kamuoyu araştırmasına göre Avrupalıların geneli Rusya’yı kendi güvenliklerine yönelmiş en önemli tehdit olarak görüyor. Rusya’nın arkasında yer alması Avrupalıların Çin’e yönelik algılarını olumsuz yönde etkiliyor.

Bunun yanında Rusya-Ukrayna Savaşı’nın bir an önce sona ermesi Küresel Güney diye tarif ettiğimiz ülkeleri de rahatlatır. Savaştan dolayı artan enerji ve tahıl fiyatlarıyla küresel tedarik zincirlerinde yaşanan tıkanıklıklar, gelişmekte ve kalkınmakta olan birçok ülkeyi olumsuz yönde etkiliyor. Doğrudan Rusya’nın karşısında yer almaktansa ellerinden geldiğince topa girmemeyi tercih eden bu ülkeler savaşın uzamasından olumsuz şekilde etkileniyor. Dolayısıyla Çin’in barış planı çerçevesinde bu savaş sonra ererse Çin’in bu ülkeler nezdinde sahip olduğu algı olumlu yönde seyreder.

Çin neden Suudi Arabistan ve İran’ı barıştırmak istiyor?

Suudi Arabistan’la İran’ın Çin’in arabuluculuğunda bir araya gelmeleri ve 2016 yılından bu yana kopmuş olan diplomatik ilişkilerini yeniden tesis etmeye karar vermeleri Çin’in uluslararası siyaseti bakımından bir diğer önemli gelişme.

Enerji ihtiyacının yarıya yakınını Ortadoğu bölgesinden ithal eden Çin her iki ülkeyle de çok yakın ticari ilişkilere sahip. Çinli yetkililerle İran ve Suudi Arabistan’lı yetkililer arasında son aylarda üst düzey birçok toplantı düzenlendi. Çin’in iki ülke arasındaki sorunlarda taraf tutmak ve onlara kendi bakış açısı çerçevesinde ideal olabilecek bir çözümü dayatmak yerine tarafları bir araya getirip onların kendilerinin bir çözüm bulmalarına katkı vermeye çalışması not edilmeli.

Pekin’de gerçekleştirilen tören esnasında İran ve Suudi Arabistanlı temsilcilerin ortasında görünen Çin Halk Cumhuriyeti’nin en üst düzey dış politika temsilcisi Vang Yi’nin kameralara verdiği zafer kazanmış komutan pozu çok şey anlatıyor. Çin açıkça diyor ki, küresel sorunların çözülmesinde ve tıkanmış krizlerin aşılmasında tek alternatif ABD değil. Bilakis ABD’nin tarafgir tutumu sorunların daha da çözümsüz kalmasını sağlıyor.

İran’ın böyle bir mutabakata neden olur verdiği nispeten çok daha kolay anlaşılır. Amerika ve İsrail’in kendisine karşı uyguladığı kuşatma ve yaptırım politikasını bölge ülkeleriyle, ki en başta stratejik rakibi olan Suudi Arabistan geliyor, ilişkilerini düzeltmek yoluyla halletmeye çalışması ve bunu yaparken de stratejik anlamda birçok ortak çıkar paylaştığı Çin’i arkasında görmesi İran için önemli.

Suudi yetkililerinse Amerika’ya eskisi kadar güvenmediklerini not edilmeli. Ortadoğu’nun genelinde Amerika’nın askerî mevcudiyeti devam ediyor olsa da Amerika’nın bölgeye ilişkin bağlılığının ciddi oranda aşındığını herkes görüyor. Amerika’nın ipi ile kuyuya inilemeyeceğini düşünen Suudi yönetimi Çin’in arabuluculuğunda İran’la diplomatik ilişkiler tesis etmeyi doğru buluyor. Böyle yaparak ABD’yle olan ilişkisinde elini güçlendirmeye çalıştığı da aşikar.

Çin’in amacı ne?

Söz konusu mutabakatın içeriği ve sürdürülebilir olup olmadığından ziyade asıl önemli olan, Çin’in uluslararası arenada daha görünür olmaya ve ABD karşısında alternatif bir vizyon sunmaya karar vermiş olması.

Son aylarda ABD’nin Çin’i çevreleme ve kuşatma yönünde artan çabaları karşısında Çin karşı hamlelerle bu kuşatmayı yarmaya ve kendisiyle uyumlu hareket edebilecek ülke sayısını artırmaya çalışıyor.

İşin ilginç yanı şu ki Amerika ve Çin her geçen gün ikinci bir soğuk savaş ortamına doğru hızla koşarken aralarındaki karşılıklı ekonomik bağımlılık ilişkisi aynen devam ediyor.

Küresel ekonomik bağımlılığın soğuk savaşın önündeki en önemli panzehir olup olmadığını zaman içinde yaşayıp göreceğiz. Karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin barışa mı yoksa çatışmaya mı daha fazla hizmet ettiği sorusu bence uluslararası siyasetin cevaplanmayı hak eden en önemli sorusu.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Mart 2023’te yayımlanmıştır.

Tarık Oğuzlu
Tarık Oğuzlu
Prof. Dr. Tarık Oğuzlu - İstanbul Aydın Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Doçentlik derecesini 2008’de, doktora derecesini Uluslararası İlişkiler alanında Bilkent Üniversitesi’nden 2003’te, ilk yüksek lisans derecesini 1998’de Bilkent Üniversitesi’nde, ikinci yüksek lisans derecesini de 2000’de London School of Economics’den aldı. Çalışma alanları arasında Uluslararası İlişkiler teorileri, dış politikanın Avrupalılaşması, transatlantik ilişkiler ve NATO, Avrupa Birliği dış, güvenlik ve savunma politikaları, Ortadoğu, Türk-Yunan ilişkiler, Kıbrıs sorunu ve genel olarak Türk dış politikası yer alıyor. Akademik makaleleri, Political Science Quarterly, Middle East Policy, International Journal, Security Dialogue, Middle Eastern Studies, Turkish Studies, Cambridge Review of International Affairs, European Security, International Spectator, Contemporary Security Policy, Australian Journal of International Affairs, Mediterranean Politics, Journal of Balkans and Near East Studies, Insight Turkey ve Uluslararası İlişkiler gibi hakemli ve bilimsel indekslerde yer alan dergilerde yayınlandı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x