Çin Kızıldeniz krizinde neden sessiz?

Çin, Ortadoğu’da ‘küresel güç’ olmaya soyundu. Suudi Arabistan ile İran’ı uzlaştırmayı başardı. Ancak ne Hamas-İsrail çatışmasında ne de Kızıldeniz’de etkin bir rol oynadı. Peki, neden? Ortadoğu ülkelerine mi güvenmiyor? Yoksa bu bölgeye yönelik politikaları samimi değil miydi?

Çin’in geçtiğimiz sene iki düşman ülke olan İran ve Suudi Arabistan’ı bir araya getirmesi, iki ülke arasındaki uzlaşıya öncülük etmesi, onu Ortadoğu’da yükselen bir güç olarak öne çıkmasını sağlamıştı. Ancak 7 Ekim’de başlayan İsrail-Hamas çatışmaları ve bunun sonrasında Kızıldeniz’de Husilerin saldırıları nedeniyle sekteye uğrayan küresel ticaret karşısında Çin, bölgedeki milyarlarca dolarlık yatırımının riske girmesi pahasına sessizliğini korumaya devam ediyor.

ABD merkezli bir düşünce kuruluşu Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde Ortadoğu programı direktörü Jon B. Alterman, Foreign Policy dergisi için kaleme aldığı yazısında, Çin’in Ortadoğu’da yaşanan krize rağmen sessiz kalışının ardında neler yattığını ve bunun Çin’in Ortadoğu stratejisi için ne anlam ifade ettiğini ele alıyor.

Yazının öne çıkan bazı kısımlarını paylaşıyoruz:

“Geçtiğimiz Mart ayında Wang Yi’nin yüzündeki memnuniyet ifadesini fark etmemek mümkün değildi. Suudi Arabistan ve İran arasında bir barış anlaşmasına aracılık eden eski Çin Dışişleri Bakanı, iki mevkidaşını nazikçe birbirine yaklaştırdı.

Wang’ın memnuniyet duyması için her türlü neden vardı. Çin sadece pek çok kişinin imkânsız olarak gördüğü bir şeyi başarmakla kalmamıştı, aynı zamanda bunu başarabilecek tek ülkeydi – ya da öyle olduğu iddia ediliyordu. İki ülke düşmandı ama her ikisi de Çin’e güveniyordu. Amerika Birleşik Devletleri Ortadoğu’nun güvenliğine odaklanmıştı, ama aslında Çin bunu sağlıyordu. Wang’ın beklenmedik başarısı Çin’in Ortadoğu’da yükselen rolünün bir başka işaretiydi.

Yine de geçtiğimiz dört ay boyunca, geçtiğimiz Mart ayındaki kendinden emin Çin diplomasisinden eser yoktu. Ortadoğu şiddete sürüklenirken, Filistinlilere yarım asırdan fazla bir süredir verilen desteğe, İsrail ile on yıldan fazla bir süredir devam eden yakın ilişkilere ve İran, Suudi Arabistan, Mısır ve ötesine yapılan on milyarlarca dolarlık yatırıma rağmen Çin’in arabuluculuğundan ve gerçek Çin diplomasisinden pek bir iz yok.

Çin neden harekete geçemiyor?

Daha da açık bir ifadeyle, Husilerin Kızıldeniz gemilerine yönelik üç aydır devam eden saldırıları Çin ticaretini sekteye uğratırken ve Çin’in bazı bölgesel ortaklarını boğmaya başlarken Pekin, bırakın ortaklarının çıkarlarını, kendi kapsamlı çıkarlarını ilerletmek için bile diplomatik, askerî ya da ekonomik olarak harekete geçemiyor ya da geçmeye isteksiz görünüyordu.

Çin kendisini yükselen bir küresel güç olarak tanıtma, barış ve refahı güvence altına alma konusundaki küresel hedeflerinin gerisinde kaldığı için ABD’yi dürtmeyi seviyor. Arap gözlemciler, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in Aralık 2022’de Riyad’da yaptığı zirvenin sıcak atmosferini, ABD Başkanı Joe Biden’ın beş ay önce Cidde’de Suudi liderlerle yaptığı daha gergin toplantıyla kıyasladılar. El Riyad gazetesi “bağımsız Batılı kaynaklara” dayandırdığı haberinde, “bölgenin orta vadede dikta ve hegemonyadan uzaklaşarak kalkınma, yatırım, halkların refahı ve çatışmalardan uzak durma temelinde Çin etkisiyle jeostratejik ve siyasi denge aşamasına geçeceğini” iddia etti.

Çin, Ortadoğu’da bölgesel bir oyuncu mu?

Çin’in bu devletlerin benimsemesini istediği gelecek de tam olarak bu. Ancak Çin’in ABD’yi başlıca stratejik rakibi olarak gördüğü ve diğer her şeyin bunun yanında önemsiz kaldığı da bir gerçek.

Şaşırtıcı olan ise bunun ne kadar doğru olduğu.

Çin’in son dört aydaki eylemleri ve eylemsizliği, Ortadoğu’ya on yıllardır yatırım yapmasına rağmen, Pekin’in bölgedeki esas odak noktasının ABD’nin altını oymaya devam etmek olduğunu vurguluyor. Çin gerçekten de Ortadoğu’da bölgesel bir oyuncu haline gelmiş olsa da, hâlâ oldukça çıkarcı bir oyun oynuyor.

Çin’in Ortadoğu’ya olan ilgisinin kaynağı enerji. Çin ilk kez 30 yıl önce net petrol ithalatçısı haline geldi ve son yirmi yılın büyük bir kısmında dünyadaki petrol talebi artışının neredeyse yarısını Çin oluşturdu. Bu dönem boyunca Çin’in ithal ettiği petrolün yaklaşık yarısı Ortadoğu’dan geldi.

Çin için Ortadoğu’ya bağımlılık süregelen bir zafiyet. Amerika Birleşik Devletleri yarım asırdır bölgedeki hakim güvenlik aktörü ve birçok Çinli, ABD-Çin arasında düşmanlık olduğu zamanlarda ABD’nin Çin’i temel enerji kaynaklarından mahrum bırakabileceğinden korkuyor.

Benzer şekilde Ortadoğu, tüm küresel ticaret için hayati önem taşıyan üç nakliye geçiş noktasına ev sahipliği yapıyor: Hürmüz Boğazı, Babülmendep Boğazı ve Süveyş Kanalı. Afrika’ya, Avrupa’ya ve hatta ABD’nin doğu kıyılarına giden birçok Çin konteyneri bu üç noktadan da geçiyor. ABD Donanması şu anda tüm bu geçiş noktalarını korumaya hazır durumda, ancak bu donanma söz konusu geçiş noktalarını kapatabilir de.

Çin Ortadoğu’da ne yapmak istiyor?

Çin’in stratejisi, ABD ile karşı karşıya gelmek yerine onunla birlikte var olmak ve bölge ülkelerini ABD ile olan ilişkilerinin yanı sıra Çin ile olan ilişkilerini de geliştirmeye ikna etmek oldu.

Yaklaşık 10 yıl önce Cezayir ve Mısır ile “kapsamlı stratejik ortaklıklar” ilan eden Çin, daha sonra bu listeye Suudi Arabistan, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni de ekledi. Pekin’in geçtiğimiz Ağustos ayında söz konusu dört ülkenin BRICS bloğuna (o zamanlar Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşuyordu) katılması için başarılı bir lobi faaliyeti yürütmesi de tesadüf değil; bu ülkeler genişlemenin beşte dördünü oluşturuyor. Çin, Ortadoğu’daki ekonomik bağlarını derinleştirmek ve bu yolla ticareti ve kalkınmayı arttırmak istediğini öne sürüyor.

Ortadoğu devletleri Çin’in artan bölgesel rolünü memnuniyetle karşıladı. Bunun nedeni kısmen Çin’in onları liberalleşme yönündeki Batı baskısından kurtarması, kısmen de Çin’in onlara sıkı bir düzenleyicilik yerine hıza önem veren bir ekonomik ortaklık sunması. Ayrıca Çin’i yükselen bir küresel güç olarak görüyorlar ve on yılı aşkın bir süredir ABD başkanlarının Washington’un temel çıkarlarının Asya’da yattığına dair açıklamalarından sonra, Ortadoğu devletlerinin Çin ile sağlam bir ilişki kurmamaları düşüncesizlik olur.

Çin’in ortaya koyduğu söylem, ülkelerin Batılı devletlerle olan bağlarının yanı sıra Çin ile olan bağlarını da geliştirebilecekleri yönünde. Bu, prensipte doğru olsa da pratikte daha karmaşık bir durum ortaya çıkıyor. Batılı hükümetler Çin’in bölgedeki teknolojik yatırımlarının Çin casusluğu için araçlar yerleştirmeyi amaçladığını iddia ediyor.

Sonuç olarak, Batılı hükümetler bazen bölgesel hükümetlerin bu teknolojiyi edinmesini işbirliğine dayalı bir dizi güvenlik düzenlemesinin önünde bir engel olarak görüyor.

Çin’in yapıcı rolü ne?

Çinli akademisyenler ABD’nin bölgesel güvenlik çabalarını derinden eleştiriyor.

Önde gelen bir Çinli akademisyenin yazdığı gibi, “Çin, ABD’nin pervasız askerî faaliyetleri ve varlığının bir sonucu olarak bölgesel istikrarsızlığın kurbanıdır.” Wang’ın Ocak 2022’de altı Ortadoğu ülkesinin dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıyı konu alan bir Çin makalesinde Wang’ın şu sözleri aktarıldı: “Biz Orta Doğu halklarının Ortadoğu’nun efendileri olduğuna inanıyoruz. Ortada hiçbir zaman bir ‘güç boşluğu’ yok ve ‘dışarıdan bir vesayete’ ihtiyaç yok.”

Çinli uzmanların ortak görüşü, ABD’nin yaklaşımının Ortadoğu’daki ülkelere yeterince saygı göstermediği yönünde. Bir yazar, “Çok uzun süredir hegemonik bir güç olan ABD, kendi çıkarları için başkalarına baskı yapmaya ve onların endişelerine sağır kalmaya alıştı” yorumunu yapıyor.

Mart 2023’te Suudi-İran anlaşması yapıldığında Çin tarafı bu anlaşmayı “Ortadoğu’da barış ve istikrarın sağlanmasının önünü açmak ve ülkeler arasındaki sorunların ve anlaşmazlıkların diyalog ve istişare yoluyla çözülmesi için güzel bir örnek” olarak tanımlamış ve “Çin’in yapıcı rolünü sürdüreceği” sözünü vermişti.

Yine de Ortadoğu’da şiddetin patlak vermesinden bu yana geçen aylarda Çin, dünya çapında yapılan endişe açıklamalarına destek verdi, ancak kendi açıklamaları sınırlı kaldı.

Ne Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrailli sivillere yönelik saldırısını kınadı ne de Husilerin Kızıldeniz gemilerine yönelik saldırılarını kınadı. Bir barış konferansı düzenlenmesinin genel olarak arzu edildiğini duyurmak dışında, bölgede ortaya çıkan ve birbiriyle ilişkili krizlerin herhangi bir unsurunu çözmeye yönelik Çin’in diplomatik bir girişimi yok. Çin için diplomasinin araçları -üst düzey ziyaretler, teşvikler ve yaptırımlar, arabuluculuk- yedekte tutuluyor.

Çin, İran’ın kararlarını etkileyebiliyor mu?

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile Wang arasında Ocak ayında Tayland’da yapılan ve Kızıldeniz güvenliğinin de gündeme geldiği toplantı öncesinde Çinli ve İranlı yetkililer Çin’in Husilere verdiği destek konusunda İran hükümetine şikayette bulunduğunu, ancak bir sonuç alamadığını iddia ettiler. Bu tür açıklamaların sadece Wang’ı ABD baskısından soyutlamaya mı yönelik olduğu yoksa Çin’in İran’ın kararlarını etkilemedeki gerçek yetersizliğini mi yansıttığı belirsiz.

Bu arada, Batılı ve Ortadoğulu diplomatlar hayat kurtarmak, gerilimi azaltmak ve küresel ticareti rahatlatmak için bir yol bulmaya çalışıyorlar.

Bölgedeki olayların Çin’in çıkarlarına doğrudan zarar vermediğini iddia etmek zor. İlk olarak Husiler ile başlayalım. Çin ile ticareti dünyanın kalanı ile yaptığı toplam ticaretin üçte biri olan ancak Çin’in dış ticaret payının yüzde birinden azını oluşturan İran’dan yılda yaklaşık 100 milyon dolar alıyorlar.

Çin dünyanın geri kalanını İran’dan çok daha fazla önemsiyor ve bazı hesaplara göre normalde Kızıldeniz’in güneyinden geçen gemilerin yüzde 90’ı bölgeden uzak durmak için rotalarını değiştirmiş durumda. Olağan zamanlarda Kızıldeniz rotaları tüm küresel konteyner trafiğinin yaklaşık üçte birini ve Asya ile Avrupa arasındaki tüm ticaretin yüzde 40’ını oluşturur. Deniz taşımacılığındaki darboğaz konteyner fiyatlarını üçe ya da dörde katlıyor, Avrupa’ya giden enerji sevkiyatlarını Afrika’nın etrafından dolaşmaya zorluyor ve teslimatlardaki gecikmeler nedeniyle tedarik zincirlerini felce uğratıyor.

Çin sadece bir ticaret ülkesi değil, aynı zamanda denizci bir ülke. Küresel ticaretteki aksaklıklar hem Çin’i doğrudan etkiliyor hem de yatırımcıları gelecekteki aksaklıklardan kaçınmak için “nearshoring”e (tedarik zincirlerini daha yakın ve dost ülkelere kaydırmak) itiyor.

Kızıldeniz’de neler oluyor?

Yaşanan aksaklıklar Çin’in Ortadoğu’daki yatırımlarına da zarar verdi.

Çin sadece Cibuti’deki askerî üssüne değil, aynı zamanda Doğu Afrika, Suudi Arabistan ve Sudan’daki liman tesislerine, demiryollarına, fabrikalara ve geniş çapta öne çıkarılan Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla kısmen finanse edilen sayısız diğer projeye de on milyarlarca dolar akıttı. Tüm bu projeler Kızıldeniz’deki deniz taşımacılığının sekteye uğraması nedeniyle tehlike altında.

Ortadoğu’da İran’ın uzantıları bölgeyi savaşa sürüklemekle tehdit ediyor ve bunu da kısmen neredeyse yirmi yıldır Çin’le ilişkilerini istikrarlı bir şekilde geliştiren İsrail’e yönelik saldırılarıyla yapıyorlar. American Enterprise Institute’un Çin Küresel Yatırım Takibi’ne göre, Çin son 10 yılda İsrail’e yaklaşık 9 milyar dolar yatırım yaptı ve 3 milyar dolar değerinde proje inşa etti.

Çok az kişi Çin’in bırakın İran’ın uzantılarını, İran’ı bile kontrol etmesini beklerken, Çin’in buna teşebbüs etmemesi dikkat çekici.

Çin’in krizde gördüğü fırsat

Ancak Çin bu krizde bir fırsat da görüyor.

Çin krizden yararlanmak için iki şey yaptı. Birincisi, ABD’yi eleştirerek küresel güneyde ABD’nin Orta Doğu’daki rolüne karşı düşmanlığı körüklemek. Ekim ayında China Daily‘de yayınlanan bir köşe yazısında ABD’nin Gazze’de “tarihin yanlış tarafında” olduğu ve “Gazze Şeridi’nde daha büyük bir insani krizin önlenmesine yardım ederek dünyanın tek süper gücü olarak küresel sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiği” savunuldu. Çin yayın kuruluşları, ABD’nin İsrail’e yönelik tarafgirliğinin, çatışmayı temelden çözecek iki devletli bir çözüm arayışının önünü tıkadığını savunarak -bazen üstü kapalı bazen de açık bir şekilde- küresel güneyde hem ABD hem de İsrail karşıtı duyguları körükleyecek şekilde ABD’nin diplomatik çabalarını hedef almaya devam etti.

Çin’in yaptığı ikinci şey ise öncelikli ekonomik çıkarlarını gözetmek. Nakliye şirketlerinin Husilerin saldırmayacağına inandıkları Çin gemilerine olan talebi artmış durumda. Kızıldeniz’de seyreden bazı gemiler, saldırılardan kaçınmak için gemi takip cihazlarında “tüm mürettebatlarının Çinli” olduğunu yayınlıyor.

Bu durum, Çin diplomasisinin Ortadoğu’da hızla değişen koşullara uyum sağlamakta zorlandığını gösteriyor. Ayrıca, ortak çıkarlara hizmet eden zor şeyleri yapmaktan da kaçınıyor. Bunun yerine Çinli yetkililer, ortakları ve müttefikleri pahasına kendi çıkarlarını ilerletmek için marjinal yollar arıyor.

Bu Çin’in sık sık dile getirdiği “kazan-kazan” mantığına uymuyor. Şimdi, Çin de dahil olmak üzere herkes kaybederken Çin kenarda oturuyor.”

Bu yazı ilk kez 21 Şubat 2024’te yayımlanmıştır.

 

Jon B. Alterman’ın Foreign Policy dergisinde yayınlanan “What the Red Sea Crisis Reveals About China’s Middle East Strategy” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Caner Köseler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://foreignpolicy.com/2024/02/14/red-sea-crisis-china-middle-east-strategy-egypt-yemen/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Çin Kızıldeniz krizinde neden sessiz?

Çin, Ortadoğu’da ‘küresel güç’ olmaya soyundu. Suudi Arabistan ile İran’ı uzlaştırmayı başardı. Ancak ne Hamas-İsrail çatışmasında ne de Kızıldeniz’de etkin bir rol oynadı. Peki, neden? Ortadoğu ülkelerine mi güvenmiyor? Yoksa bu bölgeye yönelik politikaları samimi değil miydi?

Çin’in geçtiğimiz sene iki düşman ülke olan İran ve Suudi Arabistan’ı bir araya getirmesi, iki ülke arasındaki uzlaşıya öncülük etmesi, onu Ortadoğu’da yükselen bir güç olarak öne çıkmasını sağlamıştı. Ancak 7 Ekim’de başlayan İsrail-Hamas çatışmaları ve bunun sonrasında Kızıldeniz’de Husilerin saldırıları nedeniyle sekteye uğrayan küresel ticaret karşısında Çin, bölgedeki milyarlarca dolarlık yatırımının riske girmesi pahasına sessizliğini korumaya devam ediyor.

ABD merkezli bir düşünce kuruluşu Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde Ortadoğu programı direktörü Jon B. Alterman, Foreign Policy dergisi için kaleme aldığı yazısında, Çin’in Ortadoğu’da yaşanan krize rağmen sessiz kalışının ardında neler yattığını ve bunun Çin’in Ortadoğu stratejisi için ne anlam ifade ettiğini ele alıyor.

Yazının öne çıkan bazı kısımlarını paylaşıyoruz:

“Geçtiğimiz Mart ayında Wang Yi’nin yüzündeki memnuniyet ifadesini fark etmemek mümkün değildi. Suudi Arabistan ve İran arasında bir barış anlaşmasına aracılık eden eski Çin Dışişleri Bakanı, iki mevkidaşını nazikçe birbirine yaklaştırdı.

Wang’ın memnuniyet duyması için her türlü neden vardı. Çin sadece pek çok kişinin imkânsız olarak gördüğü bir şeyi başarmakla kalmamıştı, aynı zamanda bunu başarabilecek tek ülkeydi – ya da öyle olduğu iddia ediliyordu. İki ülke düşmandı ama her ikisi de Çin’e güveniyordu. Amerika Birleşik Devletleri Ortadoğu’nun güvenliğine odaklanmıştı, ama aslında Çin bunu sağlıyordu. Wang’ın beklenmedik başarısı Çin’in Ortadoğu’da yükselen rolünün bir başka işaretiydi.

Yine de geçtiğimiz dört ay boyunca, geçtiğimiz Mart ayındaki kendinden emin Çin diplomasisinden eser yoktu. Ortadoğu şiddete sürüklenirken, Filistinlilere yarım asırdan fazla bir süredir verilen desteğe, İsrail ile on yıldan fazla bir süredir devam eden yakın ilişkilere ve İran, Suudi Arabistan, Mısır ve ötesine yapılan on milyarlarca dolarlık yatırıma rağmen Çin’in arabuluculuğundan ve gerçek Çin diplomasisinden pek bir iz yok.

Çin neden harekete geçemiyor?

Daha da açık bir ifadeyle, Husilerin Kızıldeniz gemilerine yönelik üç aydır devam eden saldırıları Çin ticaretini sekteye uğratırken ve Çin’in bazı bölgesel ortaklarını boğmaya başlarken Pekin, bırakın ortaklarının çıkarlarını, kendi kapsamlı çıkarlarını ilerletmek için bile diplomatik, askerî ya da ekonomik olarak harekete geçemiyor ya da geçmeye isteksiz görünüyordu.

Çin kendisini yükselen bir küresel güç olarak tanıtma, barış ve refahı güvence altına alma konusundaki küresel hedeflerinin gerisinde kaldığı için ABD’yi dürtmeyi seviyor. Arap gözlemciler, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in Aralık 2022’de Riyad’da yaptığı zirvenin sıcak atmosferini, ABD Başkanı Joe Biden’ın beş ay önce Cidde’de Suudi liderlerle yaptığı daha gergin toplantıyla kıyasladılar. El Riyad gazetesi “bağımsız Batılı kaynaklara” dayandırdığı haberinde, “bölgenin orta vadede dikta ve hegemonyadan uzaklaşarak kalkınma, yatırım, halkların refahı ve çatışmalardan uzak durma temelinde Çin etkisiyle jeostratejik ve siyasi denge aşamasına geçeceğini” iddia etti.

Çin, Ortadoğu’da bölgesel bir oyuncu mu?

Çin’in bu devletlerin benimsemesini istediği gelecek de tam olarak bu. Ancak Çin’in ABD’yi başlıca stratejik rakibi olarak gördüğü ve diğer her şeyin bunun yanında önemsiz kaldığı da bir gerçek.

Şaşırtıcı olan ise bunun ne kadar doğru olduğu.

Çin’in son dört aydaki eylemleri ve eylemsizliği, Ortadoğu’ya on yıllardır yatırım yapmasına rağmen, Pekin’in bölgedeki esas odak noktasının ABD’nin altını oymaya devam etmek olduğunu vurguluyor. Çin gerçekten de Ortadoğu’da bölgesel bir oyuncu haline gelmiş olsa da, hâlâ oldukça çıkarcı bir oyun oynuyor.

Çin’in Ortadoğu’ya olan ilgisinin kaynağı enerji. Çin ilk kez 30 yıl önce net petrol ithalatçısı haline geldi ve son yirmi yılın büyük bir kısmında dünyadaki petrol talebi artışının neredeyse yarısını Çin oluşturdu. Bu dönem boyunca Çin’in ithal ettiği petrolün yaklaşık yarısı Ortadoğu’dan geldi.

Çin için Ortadoğu’ya bağımlılık süregelen bir zafiyet. Amerika Birleşik Devletleri yarım asırdır bölgedeki hakim güvenlik aktörü ve birçok Çinli, ABD-Çin arasında düşmanlık olduğu zamanlarda ABD’nin Çin’i temel enerji kaynaklarından mahrum bırakabileceğinden korkuyor.

Benzer şekilde Ortadoğu, tüm küresel ticaret için hayati önem taşıyan üç nakliye geçiş noktasına ev sahipliği yapıyor: Hürmüz Boğazı, Babülmendep Boğazı ve Süveyş Kanalı. Afrika’ya, Avrupa’ya ve hatta ABD’nin doğu kıyılarına giden birçok Çin konteyneri bu üç noktadan da geçiyor. ABD Donanması şu anda tüm bu geçiş noktalarını korumaya hazır durumda, ancak bu donanma söz konusu geçiş noktalarını kapatabilir de.

Çin Ortadoğu’da ne yapmak istiyor?

Çin’in stratejisi, ABD ile karşı karşıya gelmek yerine onunla birlikte var olmak ve bölge ülkelerini ABD ile olan ilişkilerinin yanı sıra Çin ile olan ilişkilerini de geliştirmeye ikna etmek oldu.

Yaklaşık 10 yıl önce Cezayir ve Mısır ile “kapsamlı stratejik ortaklıklar” ilan eden Çin, daha sonra bu listeye Suudi Arabistan, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni de ekledi. Pekin’in geçtiğimiz Ağustos ayında söz konusu dört ülkenin BRICS bloğuna (o zamanlar Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşuyordu) katılması için başarılı bir lobi faaliyeti yürütmesi de tesadüf değil; bu ülkeler genişlemenin beşte dördünü oluşturuyor. Çin, Ortadoğu’daki ekonomik bağlarını derinleştirmek ve bu yolla ticareti ve kalkınmayı arttırmak istediğini öne sürüyor.

Ortadoğu devletleri Çin’in artan bölgesel rolünü memnuniyetle karşıladı. Bunun nedeni kısmen Çin’in onları liberalleşme yönündeki Batı baskısından kurtarması, kısmen de Çin’in onlara sıkı bir düzenleyicilik yerine hıza önem veren bir ekonomik ortaklık sunması. Ayrıca Çin’i yükselen bir küresel güç olarak görüyorlar ve on yılı aşkın bir süredir ABD başkanlarının Washington’un temel çıkarlarının Asya’da yattığına dair açıklamalarından sonra, Ortadoğu devletlerinin Çin ile sağlam bir ilişki kurmamaları düşüncesizlik olur.

Çin’in ortaya koyduğu söylem, ülkelerin Batılı devletlerle olan bağlarının yanı sıra Çin ile olan bağlarını da geliştirebilecekleri yönünde. Bu, prensipte doğru olsa da pratikte daha karmaşık bir durum ortaya çıkıyor. Batılı hükümetler Çin’in bölgedeki teknolojik yatırımlarının Çin casusluğu için araçlar yerleştirmeyi amaçladığını iddia ediyor.

Sonuç olarak, Batılı hükümetler bazen bölgesel hükümetlerin bu teknolojiyi edinmesini işbirliğine dayalı bir dizi güvenlik düzenlemesinin önünde bir engel olarak görüyor.

Çin’in yapıcı rolü ne?

Çinli akademisyenler ABD’nin bölgesel güvenlik çabalarını derinden eleştiriyor.

Önde gelen bir Çinli akademisyenin yazdığı gibi, “Çin, ABD’nin pervasız askerî faaliyetleri ve varlığının bir sonucu olarak bölgesel istikrarsızlığın kurbanıdır.” Wang’ın Ocak 2022’de altı Ortadoğu ülkesinin dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıyı konu alan bir Çin makalesinde Wang’ın şu sözleri aktarıldı: “Biz Orta Doğu halklarının Ortadoğu’nun efendileri olduğuna inanıyoruz. Ortada hiçbir zaman bir ‘güç boşluğu’ yok ve ‘dışarıdan bir vesayete’ ihtiyaç yok.”

Çinli uzmanların ortak görüşü, ABD’nin yaklaşımının Ortadoğu’daki ülkelere yeterince saygı göstermediği yönünde. Bir yazar, “Çok uzun süredir hegemonik bir güç olan ABD, kendi çıkarları için başkalarına baskı yapmaya ve onların endişelerine sağır kalmaya alıştı” yorumunu yapıyor.

Mart 2023’te Suudi-İran anlaşması yapıldığında Çin tarafı bu anlaşmayı “Ortadoğu’da barış ve istikrarın sağlanmasının önünü açmak ve ülkeler arasındaki sorunların ve anlaşmazlıkların diyalog ve istişare yoluyla çözülmesi için güzel bir örnek” olarak tanımlamış ve “Çin’in yapıcı rolünü sürdüreceği” sözünü vermişti.

Yine de Ortadoğu’da şiddetin patlak vermesinden bu yana geçen aylarda Çin, dünya çapında yapılan endişe açıklamalarına destek verdi, ancak kendi açıklamaları sınırlı kaldı.

Ne Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrailli sivillere yönelik saldırısını kınadı ne de Husilerin Kızıldeniz gemilerine yönelik saldırılarını kınadı. Bir barış konferansı düzenlenmesinin genel olarak arzu edildiğini duyurmak dışında, bölgede ortaya çıkan ve birbiriyle ilişkili krizlerin herhangi bir unsurunu çözmeye yönelik Çin’in diplomatik bir girişimi yok. Çin için diplomasinin araçları -üst düzey ziyaretler, teşvikler ve yaptırımlar, arabuluculuk- yedekte tutuluyor.

Çin, İran’ın kararlarını etkileyebiliyor mu?

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile Wang arasında Ocak ayında Tayland’da yapılan ve Kızıldeniz güvenliğinin de gündeme geldiği toplantı öncesinde Çinli ve İranlı yetkililer Çin’in Husilere verdiği destek konusunda İran hükümetine şikayette bulunduğunu, ancak bir sonuç alamadığını iddia ettiler. Bu tür açıklamaların sadece Wang’ı ABD baskısından soyutlamaya mı yönelik olduğu yoksa Çin’in İran’ın kararlarını etkilemedeki gerçek yetersizliğini mi yansıttığı belirsiz.

Bu arada, Batılı ve Ortadoğulu diplomatlar hayat kurtarmak, gerilimi azaltmak ve küresel ticareti rahatlatmak için bir yol bulmaya çalışıyorlar.

Bölgedeki olayların Çin’in çıkarlarına doğrudan zarar vermediğini iddia etmek zor. İlk olarak Husiler ile başlayalım. Çin ile ticareti dünyanın kalanı ile yaptığı toplam ticaretin üçte biri olan ancak Çin’in dış ticaret payının yüzde birinden azını oluşturan İran’dan yılda yaklaşık 100 milyon dolar alıyorlar.

Çin dünyanın geri kalanını İran’dan çok daha fazla önemsiyor ve bazı hesaplara göre normalde Kızıldeniz’in güneyinden geçen gemilerin yüzde 90’ı bölgeden uzak durmak için rotalarını değiştirmiş durumda. Olağan zamanlarda Kızıldeniz rotaları tüm küresel konteyner trafiğinin yaklaşık üçte birini ve Asya ile Avrupa arasındaki tüm ticaretin yüzde 40’ını oluşturur. Deniz taşımacılığındaki darboğaz konteyner fiyatlarını üçe ya da dörde katlıyor, Avrupa’ya giden enerji sevkiyatlarını Afrika’nın etrafından dolaşmaya zorluyor ve teslimatlardaki gecikmeler nedeniyle tedarik zincirlerini felce uğratıyor.

Çin sadece bir ticaret ülkesi değil, aynı zamanda denizci bir ülke. Küresel ticaretteki aksaklıklar hem Çin’i doğrudan etkiliyor hem de yatırımcıları gelecekteki aksaklıklardan kaçınmak için “nearshoring”e (tedarik zincirlerini daha yakın ve dost ülkelere kaydırmak) itiyor.

Kızıldeniz’de neler oluyor?

Yaşanan aksaklıklar Çin’in Ortadoğu’daki yatırımlarına da zarar verdi.

Çin sadece Cibuti’deki askerî üssüne değil, aynı zamanda Doğu Afrika, Suudi Arabistan ve Sudan’daki liman tesislerine, demiryollarına, fabrikalara ve geniş çapta öne çıkarılan Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla kısmen finanse edilen sayısız diğer projeye de on milyarlarca dolar akıttı. Tüm bu projeler Kızıldeniz’deki deniz taşımacılığının sekteye uğraması nedeniyle tehlike altında.

Ortadoğu’da İran’ın uzantıları bölgeyi savaşa sürüklemekle tehdit ediyor ve bunu da kısmen neredeyse yirmi yıldır Çin’le ilişkilerini istikrarlı bir şekilde geliştiren İsrail’e yönelik saldırılarıyla yapıyorlar. American Enterprise Institute’un Çin Küresel Yatırım Takibi’ne göre, Çin son 10 yılda İsrail’e yaklaşık 9 milyar dolar yatırım yaptı ve 3 milyar dolar değerinde proje inşa etti.

Çok az kişi Çin’in bırakın İran’ın uzantılarını, İran’ı bile kontrol etmesini beklerken, Çin’in buna teşebbüs etmemesi dikkat çekici.

Çin’in krizde gördüğü fırsat

Ancak Çin bu krizde bir fırsat da görüyor.

Çin krizden yararlanmak için iki şey yaptı. Birincisi, ABD’yi eleştirerek küresel güneyde ABD’nin Orta Doğu’daki rolüne karşı düşmanlığı körüklemek. Ekim ayında China Daily‘de yayınlanan bir köşe yazısında ABD’nin Gazze’de “tarihin yanlış tarafında” olduğu ve “Gazze Şeridi’nde daha büyük bir insani krizin önlenmesine yardım ederek dünyanın tek süper gücü olarak küresel sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiği” savunuldu. Çin yayın kuruluşları, ABD’nin İsrail’e yönelik tarafgirliğinin, çatışmayı temelden çözecek iki devletli bir çözüm arayışının önünü tıkadığını savunarak -bazen üstü kapalı bazen de açık bir şekilde- küresel güneyde hem ABD hem de İsrail karşıtı duyguları körükleyecek şekilde ABD’nin diplomatik çabalarını hedef almaya devam etti.

Çin’in yaptığı ikinci şey ise öncelikli ekonomik çıkarlarını gözetmek. Nakliye şirketlerinin Husilerin saldırmayacağına inandıkları Çin gemilerine olan talebi artmış durumda. Kızıldeniz’de seyreden bazı gemiler, saldırılardan kaçınmak için gemi takip cihazlarında “tüm mürettebatlarının Çinli” olduğunu yayınlıyor.

Bu durum, Çin diplomasisinin Ortadoğu’da hızla değişen koşullara uyum sağlamakta zorlandığını gösteriyor. Ayrıca, ortak çıkarlara hizmet eden zor şeyleri yapmaktan da kaçınıyor. Bunun yerine Çinli yetkililer, ortakları ve müttefikleri pahasına kendi çıkarlarını ilerletmek için marjinal yollar arıyor.

Bu Çin’in sık sık dile getirdiği “kazan-kazan” mantığına uymuyor. Şimdi, Çin de dahil olmak üzere herkes kaybederken Çin kenarda oturuyor.”

Bu yazı ilk kez 21 Şubat 2024’te yayımlanmıştır.

 

Jon B. Alterman’ın Foreign Policy dergisinde yayınlanan “What the Red Sea Crisis Reveals About China’s Middle East Strategy” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Caner Köseler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://foreignpolicy.com/2024/02/14/red-sea-crisis-china-middle-east-strategy-egypt-yemen/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x