Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron, emeklilik yaşını yükseltmek istemesi nedeniyle içeride, ABD’den bağımsız bir Çin politikası izlemek istediği için de dışarıda çeşitli sorunlarla karşılaşıyor. Aslında Macron dünya değişirken Fransa’nın yeri neresi olacak sorusuna da yanıt arıyor.
Zira, 20. yüzyılda inşa edilen dünya düzeni artık 21. yüzyılın sınamaları karşısında yetersiz kalıyor. ABD küresel hegemonyasını kaybederken Çin ile birlikte doğunun yeniden yükselişine tanık oluyoruz. Dünyadaki neredeyse tüm ülkeler bu değişim rüzgârlarından etkileniyor ve kendilerini ülkelerinin çıkarları doğrultusunda bir yere konumlandırmaya çalışıyor.
Avrupa Birliği (AB) ülkeleri bu sürece istisna değil. Ukrayna Savaşı’yla birlikte her ne kadar Avrupa-Atlantik ilişkileri pekişmiş ve Rusya’ya yönelik kararlı bir duruş sergilenmiş olsa da, bazı AB üyesi ülkeler ABD’nin güdümünde hareket etmekten rahatsız. Bunu özellikle ABD ile Çin arasındaki artan ihtilafta görüyoruz.
Yıllardır Çin’in yükselişini doğru okuyamayan Vaşington kendisine sadece ekonomik değil, aynı zamanda askerî, siyasi, diplomatik ve kültürel bir rakip olarak ortaya çıkan Pekin’le tek başına mücadele edemeyeceğini biliyor. ABD bu gerçeği Biden Yönetimi’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde net bir şekilde ortaya koyuyor.
Ancak AB’nin Rusya’dan aldığı enerjiyi başka kaynaklardan ikame etmesi görece daha kolayken, Çin’le olan ticareti ilişkileri çok daha karmaşık bir yapıya sahip. AB’nin birinci ticaret ortağının Çin olması, ayrıca ileri teknoloji alanında üretim ve yeşil dönüşüm başta olmak üzere birçok alanda Çin’e ihtiyaç duyması ilişkilerin hassasiyetle yürütülmesini gerektiriyor. Bu nedenle AB üyesi ülkeler, dünyanın geri kalanı gibi ABD-Çin geriliminden endişe duyuyor ve kendilerine bir çıkış yolu arıyor.
AB üyesi ülkeleri de tek ve homojen bir blok olarak kabul etmek mümkün değil. Bu durum Ukrayna savaşıyla birlikte daha net bir şekilde görülüyor. Bugüne kadar Avrupa’nın ve AB’nin itici güçleri olan Fransa ve Almanya’nın dışında Polonya ve Baltıklar ile Macaristan ayrı hareket eden güç merkezleri haline gelmeye başladı.
Tüm bu gelişmeler birçok ülke gibi Fransa’yı da derinden etkiliyor. İçeride zorluklarla karşılasan Cumhurbaşkanı Macron dış politikada bazı başarılar elde etmeye çalışsa da mevcut konjonktür buna pek izin vermiyor.
Macron’un Fransa’yı ileriye taşıma gücü ve kabiliyeti var mı?
Fransa’nın tek başına hareket etme ve bağımsız bir dış politika izleme arayışı yeni değil. Charles de Gaulle döneminde Fransa siyasi ve askerî olarak bağımsız hareket ederek ve bu doğrultuda nükleer silah sahibi olarak ABD’yle eşit şartlarda dünya sahnesinde yer almasına yol açacak bir dış politika yürüttü.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve tıpkı bugünkü gibi dünyada yeni bir düzenin oluşturulması sürecinde Fransa’nın uluslararası arenadaki ağırlığı ve önemi azalmış olsa da, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi beş üyesinden biri olması, ayrıca G-20 ile G-7 oluşumlarında yer alması Paris’in göz ardı edilemeyeceğini gösteriyor.
Peki, köklü değişikliklerin yaşandığı bir dönemde içeride ciddi sınamalarla karşı karşıya kalan Macron’un Fransa’yı ileriye taşıma gücü ve kabiliyeti var mı?
En genç başkanın hikayesi
Cumhurbaşkanı seçilmeden önce özel sektörde çalışan Macron, 2001 yılında Sosyalist Parti’ye katıldı ve François Hollande’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde 2014-2016 yılları arasında Ekonomi, Sanayi ve Dijital Ekonomi Bakanlığı görevini yürüttü.
Görüş ayrılıkları nedeniyle istifa eden Macron, 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde kendi hareketini kurdu. Yürüyüş Hareketi adı altında kendisiyle benzer düşüncedeki insanları ve özellikle de gençleri bir araya getiren Macron ülkeyi kalkındırmak ve uluslararası arenada yeniden oyun kurucu haline getirmek için eski ve geleneksel yöntemler yerine Fransa’yı hem içeride hem de dışarıda bir “startup” anlayışıyla yöneteceğini söyleyerek iktidara geldi.
Batı basını V. Cumhuriyetin en genç Cumhurbaşkanı olan Macron’u ilk başta bir “mucize” olarak nitelendirdi.
2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ulusal Cephe’yi temsil eden aşırı sağcı Marine Le Pen’le ikinci tura kalan Macron oyların %66,1’ini rakibi ise oyların %33,9’unu aldı. İktidardaki bir yılı dolmak üzereyken vergi reformu ve akaryakıt zammı nedeniyle alt-orta gelirlilerin tepkisini toplayan ve “Zenginlerin Cumhurbaşkanı” olmakla suçlanan Macron Sarı Yelekler Hareketi’yle karşı karşıya kaldı.
Hükümetin belirli ölçüde geri adım atması, ayrıca Covid-19 pandemisinin ortaya çıkmasıyla hareket tedrici olarak gücünü kaybetti. Bu süreçte Macron’a verilen kamuoyu desteği %30’ların altına indi.
2022 seçimlerinde ise aşırı sağın yükselişi karşısında Fransız halkı Macron’u tercih etti. Seçimler yine ikinci tura kaldı ve bu defa Macron oyların %58,5’ini Le Pen ise oyların %41,4’ünü aldı. Seçim sonrasında zafer ilan eden Macron konuşmasında tüm halkın Cumhurbaşkanı olacağına vurgu yaparak, ikinci beş yıllık dönemin ilk beş yıllık döneminin bir devamı olmayacağını, hep birlikte oluşturulacak yeni bir metotla ülkenin yönetileceğini açıkladı.
Macron’un iç ve dış politika karnesi
Ancak yine seçilmesinin üzerinden bir yıl geçmeden bu defa halk emeklilik reformu nedeniyle sokaklara döküldü. Dolayısıyla şu ana kadar Macron iç politikada ülkenin 21. yüzyıla ayak uydurmasını sağlayacak ve Fransa’yı daha rekabetçi bir hale getirecek reformları istediği hızda ve kapsamda hayata geçiremedi.
İç politikadaki sınamalar Macron’u dış politikada bazı kazanımlar elde etmeye itti. İktidara gelmeden önce dış politikada stratejik özerklik kavramı üzerinde duran Macron bu çerçevede AB ordusunun kurulması gerektiğini savundu. Bu konuda Merkel’in de desteğini alan Macron, 2019 yılında NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini ifade ettiğinde ise, Alman Şansölye NATO’nun ve Avrupa’nın ABD’yle olan ilişkilerinin önemine işaret eden açıklamalarda bulundu. Böylelikle Macron’un stratejik özerklik önerisi rafa kalkmış oldu.
Öte yandan, geçtiğimiz yıl Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) fikrini gündeme getiren Macron bu konuda AB’nin desteğini aldı ve AST’nin ilk zirvesi Ekim 2022’de Prag’da düzenlendi. 44 ülkenin bir araya geldiği zirvede enerjiden ulaştırmaya Avrupa kıtasını ilgilendiren birçok konu gündeme geldi. AST’nin başarılı olup olmayacağını zaman gösterecek. Fransa’nın oluşumun süreklilik arz etmesi konusunda oynayacağı rol ise belirleyici olacak.
Macron’un Çin Ziyareti ve beraberinde gelen tartışmalar
Cumhurbaşkanlığının ikinci döneminde protestoların yeniden patlak vermesi, savaş nedeniyle Avrupa’nın askerî ve diplomatik açıdan ABD’nin gölgesinde kalarak artan oranda Vaşington’un güdümünde hareket eder hale gelmesi ve bunun da ötesinde Çin’le rekabetinde ABD’nin Avrupa’yı taraf tutmaya zorlaması, Macron’u yeni bir çıkış yolu bulmaya zorladı.
Fransa’da ortalık mahşer yeriyken Cumhurbaşkanı’nın 5-8 Nisan 2023 tarihlerinde Çin’e gerçekleştirdiği resmî ziyareti bu arka planda değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Daha önce Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’le farklı vesilelerle bir araya gelen Macron’un bu ziyareti adı geçenin açıklamaları nedeniyle gündem oldu. Macron’un Tayvan konusundaki ifadeleri ve yeniden stratejik özerkliğe vurgu yapması ABD ve AB içerisinde tartışmaları beraberinde getirdi.
Macron, Paris’e dönüş yolunda gazetecilere verdiği mülakatta Fransa’nın önderliğinde stratejik özerkliğe sahip bir Avrupa’nın önemine değinerek, ABD ve Çin arasındaki gerilimin artması halinde, ABD güdümünde hareket edecek Avrupa ülkelerinin vasal devletlere dönüşmesi tehlikesine vurgu yaptı. Macron bu çerçevede Avrupa’nın Tayvan konusunda farklı bir tutum benimsemesi gerektiğini ifade etti.
Batı basınında bir yandan Macron’un Çin’i ziyareti sırasında beyninin yıkandığı ve adı geçenin sonuçlarını düşünmeden yorumlarda bulunduğu görüşlerine yer verilirken, diğer yandan Fransa Cumhurbaşkanı’nın esasında birçok Avrupalı liderin düşüncesini ifade ettiği yorumları yapıldı.
Beyaz Saray’dan “Fransa’yla olan mükemmel ikili ilişkilerimizden eminiz ve bu konuda rahatız” açıklaması geldi.
Macron’un sözlerine AB ve üye ülkelerin liderlerinden farklı açıklamalar geldi. AB Konseyi Başkanı Charles Michel Macron’un Fransa adına konuştuğunu, ancak düşüncelerinin Avrupalı liderlerin görüşlerindeki değişimi yansıttığını söyledi. Michel, birkaç yıl öncesine kıyasla stratejik özerklik konusunda Avrupa’da ilerleme yaşandığını da sözlerine ekledi.
Fransa Cumhurbaşkanı bilahare Tayvan konusunda ülkesinin süregelen politikasının değişmediğini ifade etti, ancak stratejik özerklik konusunda geri adım atmadı.
Macron’dan bir hafta sonra Çin’i ziyaret eden Almanya Dışişleri Bakanı Anna Baerbock ise Tayvan’daki olası bir çatışmaya kayıtsız kalamayacaklarının altını çizdi. Bununla birlikte Baerbock, ortak pazara sahip olan AB’nin en büyük ticaret ortağı konusunda farklı düşünmesinin mümkün olmadığına vurgu yaparak, belirli ölçüde Macron’a destek vermiş oldu.
Fransa’yı nasıl bir gelecek bekliyor?
Çin ziyareti sırasında gittiği farklı şehirlerde coşkuyla karşılanan Macron, bir hafta sonra Hollanda’da protesto edilince gerçeklerle yeniden yüzleşmiş oldu. Macron’un 17 Nisan akşamı ulusa sesleniş konuşmasında emeklilik reformunun gerekliliğine vurgu yapması haftalardır Fransa’nın dört bir yanını ateşe veren protestocuları daha da öfkelendirdi.
Normal şartlar altında 2027’de görev süresi bitecek olan Macron’un önünde zorlu bir süreç bulunuyor. Fransız lider içeride istediği reformları uygulama konusunda ciddi mukavemetle karşılaşıyor ve son yapılan kamuoyu anketlerine göre Le Pen %55 destekle Macron’un 10 puan ilerisinde gözüküyor. Bu durum Fransa için korkulan senaryonun gerçek olacağı endişelerini de beraberinde getiriyor.
Avrupa’nın liderliğine oynayan Macron’un artık tek bir AB’den söz edilemeyeceği için İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana uygulanagelen “güçlü Fransa güçlü AB, güçlü AB güçlü Fransa” politikasında değişikliğe gitmesi gerektiğini görerek, bu çerçevede bir strateji izlemesi muhtemel.
Çin’e yönelik olarak izlenecek tutum ise Alman Dışişleri Bakanı’nın da ifade ettiği sebeplerden dolayı Fransa’nın tek başına verebileceği bir karar değil. Bu nedenle sadece Fransa değil, AB de değişen dünya düzeninde kendisini ne şekilde konumlandıracağına karar vermeli.
Çoğu NATO üyesi olan 27 ülkeli blokun bu konuda mutabık kalması ise hiç kolay olmayacak. Ya AB, Asya ve Orta Doğu ülkelerinin yaptıkları gibi ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında kalmaya ama aynı zamanda Çin’le ticari ilişkilerini geliştirmeye devam edecek, ki bu ABD açısından tercih edilir bir senaryo değil, ya da çok kutuplu bir dünya düzeninde üçüncü büyük güç olmaya çalışacak.
Her hal ve karda, Ukrayna savaşı sürerken bu konuların gündem yapılmasının Rusya ve Çin tarafından bir zafiyet olarak değerlendirileceği açık.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 1 Mayıs 2023’te yayımlanmıştır.