Dünya küreselleşmeden vazgeçtiğine pişman olacak

Pandemi, Ukrayna-Rusya Savaşı ve ABD-Çin gerilimi sonucu tüm dünya küresel mal ve sermaye akışlarını engelleyecek tedbirlere başvurur oldu. Küreselleştirmeyi gerileten bu adımlar, jeopolitik fayları daha da derinleştirirken faturayı yine yoksul ülkeler ödüyor.

Dünya yeniden adı konulmamış bir Soğuk Savaş dönemine girdi. Vekalet savaşları, silahlanma ve ekonomik yaptırımlar hız kazandı. Yeni Soğuk Savaş’ın ilk kurbanı da küreselleşme oldu.

Kısa süre önce Para’nın Geleceği adlı kitabı yayınlanan ABD’nin Cornell Üniversitesi Öğretim Üyesi Eswar Prasad, Foreign Policy’de yayınlanan makalesinde, özellikle gelişmekte olan ülkelere sayısız yarar getiren küreselleşmenin henüz bitmediğini, ancak büyük darbe aldığını vurguluyor ve geri adım atılması gerektiğini savunuyor.

Prasad’ın makalesinden öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Küreselleşme, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomileri karşılıklı yarar sağlayan ekonomik ve finansal bağlantılardan oluşan bir ağ içine alarak dünyayı birbirine yaklaştırmayı amaçlıyordu. Hükümetler, 1980’lerin ortalarından itibaren, bu akışların önündeki engelleri kaldırdıkça ülkeler arasındaki ticari ve mali akışlar hızla arttı.

Bu senaryo 2000’li yılların ortalarına kadar iyi gitti. Son 15 yılda ise 2008-2009 küresel mali krizi, COVID-19 pandemisi, artan ABD-Çin gerilimi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali gibi bir dizi şok, senaryoyu paramparça etti. Dünya genelinde ticaret ve finansal akışlar zirve noktasının çok altına geriledi.

Bu düşüşten ekonomik faktörler sorumluydu, ancak çeşitli kisveler altında yürütülen ulusal sanayi politikaları, küresel ticaret ve mali entegrasyonun zayıflamasında büyük pay sahibiydi. Örneğin Çin’in devlet öncülüğünde yürütülen “ikili dolaşım” politikası, küresel ekonomiyle bağlantıları sürdürmeyi, ama iç talebi ve inovasyonu güçlendirerek ülkenin kendi kendine yeterliliğini artırmayı hedefliyor. Benzer şekilde Yeni Delhi hükümetinin “Hindistan’da üret” girişimi, belirli sektörlerde yerli üreticileri yabancı rekabetten koruyarak ülkenin sanayi üretimini artırmaya amaçlıyor. Bir zamanların yılmaz serbest ticaret savunucusu gelişmiş ekonomileri bile bu akıma kendini kaptırmış durumda. Biden yönetiminin “Enflasyonu Azaltma Yasası”, elektrikli araçların ve yenilenebilir enerji bileşenlerinin yerli üretimini sübvansiyonlarla teşvik etmeyi öngörüyor. Yine ABD’nin CHIPS ve Bilim Yasası, yarı iletken üreticisi firmalara, üretimlerini “Çin ve diğer ülkelere” kaydırma yasağı getirirken, ABD’de üretim yapması için benzeri teşvikleri sağlıyor.

Ülkelerin küreselleşmeden geri çekilmesi ve giderek daha fazla içe kapanmasının hem ekonomi hem de jeopolitik istikrar açısından sonuçları büyük olabilir. Ayrıca bu geri çekilmenin sonuçlarının eşit biçimde dağılmadığı ortaya çıkıyor. Çekilmenin faturasını düşük ve orta gelirli ülkeler ödüyor.

Küreselleşme çift yönlü fayda sağladı

Küreselleşme çağında, dünyadaki ticaret ve finansal akışlara esas olarak ekonomik kaygılar yön veriyordu. Nakliye maliyetleri düşerken, gelişmiş ekonomilerde şirketler, gelişmekte olan ülkelerdeki düşük işçilikten yararlanabileceklerini keşfettiler. Ayrıca birden fazla ülkeye yayılan yalın ve verimli tedarik zincirleri oluştu.

Doğrudan Yabancı Yatırımları (DYY) akışı da yurtdışında üretim yapan şirketleri takip etme eğiliminde olmuşlardı. Böylece daha önce sadece elverişsiz koşullarda borç bulabilen gelişmekte olan ülkeler artık riski düşük, daha istikrarlı ve daha iyi koşullarda dış finansman temin edebiliyorlardı. DYY, dış borç veya diğer finansman biçimlerine kıyasla daha istikrarlıdır çünkü yabancı yatırımcılar da daha iyi gelir eklentisiyle bu tür yatırımların riskini paylaşırlar. Birçok gelişmekte olan ülke ticaret fazlalarını ihtiyat akçesi olarak ayırıyorlar ya da ABD ve diğer ülkelerin hazine tahvillerine yatırarak mali akışın iki yönlü olmasını sağlıyorlardı. Böylece, yabancı yatırımcılar kendilerine sırtlarını çevirirse, ithalatını döviz cinsinden ödeyebilecekler ve kendi para birimlerinin değerini koruyabileceklerdi. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında, her iki grubun da görece serbest ticaret ve finansal akışlardan yararlandığı sembiyotik bir ilişki gelişmişti.

Gelişmekte olan ülkeler, küreselleşmeden çeşitli şekillerde yararlandı. Ürünlerine daha fazla dış pazar buldukları gibi güçlü imalat sektörlerine ve güçlü orta sınıflara sahip olabildiler. Gelişmiş ekonomilerin büyük şirketleriyle ticari ilişkiler, teknoloji yönetim uygulamaları transferini kolaylaştırdı. Sonuçta, gelişmekte olan pazar ülkelerindeki birçok şirket, gelişmiş ekonomideki muadilleriyle her alanda rekabet edebilecek kadar büyük ve modern hale geldi. Bu da dünya genelinde tüketicilere daha fazla inovasyon ve fayda sağladı.

Yabancı yatırım da benzer bir rol oynadı, çünkü şirketler, gelişmekte olan pazarlardaki tedarikçilerinin en iyi teknolojik ve yönetimsel uygulamalarla faaliyet göstermesini sağlamak çaba gösteriyordu. Yabancı fonlar, daha büyük ticaret hacimleri ve daha iyi düzenlemelerle daha sağlam finansal piyasaların oluşmasına yardımcı oldu. Yerel finans piyasalarının gelişmesi, yurtiçi tasarrufların verimli yatırımlara kanalize edilmesini sağladı. Bu da küreselleşmenin önemli bir yan faydası oldu.

2008-2009 mali krizi dönüm noktası oldu

Sınır ötesi finansal akışlar, küresel mali krizden sonra, özellikle Batılı bankaların küresel emellerini dizginlerken ticaret akışlarının genişlemeye devam etmesi nedeniyle düştü. Her iki akış türü için de verimlilik ve maliyetin en aza indirilmesi gibi ekonomik hususlar belirleyici olmaya başladı. Finansal akışların veya en azından DYY akışlarının da kriz öncesi seviyelere dönmesi an meselesi gibi görünüyordu.

Sonra dünya değişti. COVID-19 pandemisi dünya çapında tedarik zincirlerini kesintiye uğrattı. Ülkeler farklı zamanlarda ve değişen yoğunluklarda etkilenmekle birlikte, kopan bir halka bütün bir zinciri bozduğunda pandemi kaynaklı durgunluk derinleşti. Çin’in “sıfır COVID” stratejisi, küresel tedarik zincirlerine daha fazla zarar verdi. Tedarik zincirlerinin verimliliğini öne çıkaran şirketler, sürüklenmeye başladı ve savunmasız halkalar haline geldi. Pandemi, arka plandaki diğer kırılganlıkları ortaya çıkardı. ABD ile Çin arasındaki artan gerilimin bu sorunları daha şiddetlendirdi. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, tek bir enerji ürünleri tedarikçisine güvenmenin bütün bir kıtayı savunmasız bırakabileceğini gösterdi.

Korumacılık arttı

Ulusal hükümetler ve şirket liderleri bunlardan ders aldı. Havada değişim vardı ve buna uyum sağlamaları gerekiyordu. Ticari gerilimler, jeopolitik kırılmalar ve iklim değişikliğiyle mücadele çabaları, siyaset ve stratejilerinin odak noktasını tedarik zinciri verimliliğinden, istikrar ve elastikiyete kaydırıyor. Belirsizlikle başa çıkmanın bir yolu, tedarikçilerinin yanı sıra mal ve hizmetler ihraç edilen pazarları çeşitlendirmektir. Örneğin Apple, üretiminin ve montajının bir kısmını Hindistan ve Vietnam’a kaydırmaya çalışıyor. Ancak çeşitlendirme genellikle maliyetlidir ve birden çok tedarik zincirini yönetmek gibi zorlukları artırır.

Bunun yerine ülkeler ve şirketler, ticaret ve finansal akışlarını jeopolitik taahhütlerle uyumlu hale getirmeye yönelerek farklı bir yol izliyor. Bu tür bir yönelim, gümrük vergilerini artırıp ithalat ve ihracat kısıtlamaları getirmek gibi ticaret önlemlerini ya da yabancı yatırımların önünü kesen ve yerli teknolojileri teşvik eden sanayi politikalarını gerektirir. Bütün hükümetler, özellikle yeşil teknolojiler olmak üzere yeni teknolojilere yatırımı teşvik etme ihtiyacı hissediyor. Gelişmekte olan ekonomiler, özellikle Çin gibi olumsuz demografik eğilimlere sahip ülkeler açısından bu tür yatırımlar, ekonomik büyümenin hızla düşmesini önlemek için gerekli görülüyor. Gelişmekte olan pazarlardan artan rekabetle karşı karşıya kalan gelişmiş ekonomiler açısından bu tür yatırımlar, küçülen imalat sektörleri için varoluşsal öneme sahip görülüyor.

Dolayısıyla tedarik zinciri aksamaları, jeopolitik ayrışmalar, iklim değişikliğine uyum ve bir dizi ekonomik ve politik baskı, siyasi karar alıcıları ülke içine kapanmaya yönlendiriyor. Örneğin ABD’nin “Enflasyonu Düşürme Yasası”, teknolojik üstünlüğünü koruma, enerji güvenliğini geliştirme ve yeşil ve diğer yeni teknolojilere yerli yatırımı teşvik etme kisvesi altında, ABD’de üretilen elektrikli araçlara vergi indirimleri gibi serbest ticarete engel teşkil eden bir dizi politikaya sarıldı. Özel şirketler de yatırımlarını ülke içine veya kendi ülkeleriyle jeopolitik gerilim yaşamayan dost ülkelere kaydırarak küreselleşmenin gerilemesine neden oluyor.

Küreselleşme öldü mü?

Küreselleşme ölmedi, ancak jeopolitik fay hatlarında parçalanmaya başladı. Bunun tüm ülkeler için önemli sonuçları olacak. Hem ticaret hem DYY akışları jeopolitik ittifaklara uygun biçimde kademeli olarak değişiyor. Bu parçalanmadan en çok küresel ticaret ve finansman akışlarından çeşitli şekillerde yararlanan gelişmekte olan ekonomiler zarar görmeye başladı.

Gelişmiş ülkelerle aynı siyasi çizgide olmayan gelişmekte olan ekonomiler açısından ticaretin ve mali akışların durulması daha az teknoloji ve bilgi transferi anlamına gelecek. Bu da onların kalkınmalarını sekteye uğratacak. Ülkelerin küresel entegrasyondan geri çekilmesiyle ihracat pazarlarına erişim de kısıtlı olacak. Bu durum, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi büyüyen, kendi kendine yeten ve diğer pek çok gelişmekte olan piyasa ekonomisinden daha zengin olan ülkeler açısından önem arz etmeyebilir, ama daha küçük ve ekonomik gelişmenin daha erken aşamalarında olan ülkeleri darboğaza sokabilir.

Bu eğilimler, birçoğu nispeten genç ve genişleyen işgücü avantajına sahip olan, ancak finansman diğer kaynaklardan yoksun kalan düşük gelirli ülkelerin ekonomik kalkınmasını engelleyecektir. Özellikle Sahra altı Afrika’daki düşük gelirli ülkeler, geleceğin endüstrilerinde etkin bir şekilde rekabet etmek şöyle dursun, temel üretimi inşa edecek mali sermayeden ve teknolojik bilgi birikiminden yoksundur. Sınırlı yabancı yatırım ve küresel pazarlara erişim üzerindeki kısıtlamalar, bu ülkelerin kalkınması ve daha iyi yaşam standartlarına kavuşmasını daha da zorlaştıracaktır.

Sıcak para akışı sürecek ama…

Gelişmekte olan ülkelere yönelik finansal akışların büyüklüğünün esasta aynı kalması mümkün. Gelişmiş ekonomiler, yaşlanan nüfus, yüksek düzeyde kamu borcu ve düşük verimlilik artışıyla boğuşuyor. Yatırımlarından daha iyi getiri elde etmek veya en azından çeşitlendirme fırsatları arayan yatırımcılar için, gelişmekte olan ülke ekonomileri muhtemelen çekici olmaya devam edecek. Ancak bu finansmanın doğası değişebilir. Gelişmekte olan piyasalar, DYY gibi daha istikrarlı akışlar yerine, hisse senedi ve tahvil piyasalarına akan para gibi portföy yatırımları şeklinde olacaktır. Bu akış da memnuniyet yaratabilir ama istikrarsız olacaktır. Bu akışlar aynı zamanda teknoloji transferi gibi ikincil faydalar üretmez.

Birçok düşük gelirli Afrika ülkesinin riskli borçlara bağımlılığı artıyor. Bu ülkeler tipik olarak düşük döviz rezervlerine sahiptir ve bu da onları alacaklılarının kaprislerine karşı savunmasız bırakır.

İstikrarsızlığı azaltması amacıyla başvurulan üretimin ülke içine veya dost ülkelere kaydırılması, tam tersine istikrarsızlığı artırabilir. Zira iklim değişikliği, ülkeler arasındaki ekonomik ve jeopolitik sürtüşmeleri aşan daha büyük bir risk haline geliyor. 2011’de Tayland’daki seller, otomobiller ve belirli elektronik ürünler için küresel tedarik zincirlerini durma noktasına getirdi çünkü ülke belirli elektronik çip türlerinin üretim üssüydü. Bölgesel yoğunlaşma, tedarik zincirlerini bu tür iklimle ilgili olaylara karşı daha savunmasız hale getirebilir.

Küreselleşme jeopolitik denge unsuruydu

Başka maliyetler de var. Ekonomik akışlar ülkelerin jeopolitik çizgisiyle uygun hale geldikçe, jeopolitik sürtüşmelerde ekonomik ayıplar önemsiz hale geliyor. Çin ile ABD arasında yaşanan gerilim buna en iyi örnek. İki ülke arasındaki ekonomik ve mali ilişki, bir zamanlar jeopolitik gerilimlere karşı bir denge görevi görmüştü. Ne de olsa, böyle bir ilişki her iki ülkeye de fayda sağlayacak şekilde inşa edilebilir ve sürdürülebilir, bu da onu pozitif toplamlı bir oyun haline getirir. Buna karşılık, jeopolitik nüfuz arayışı doğası gereği sıfır toplamlı bir oyundur ve bir ülkenin artan etkisi rakibinin etkisinin azalmasını getirir.

ABD-Çin ilişkisinin evrimi, ekonomik ilişkilerin bile nasıl sıfır toplamlı bir oyun olarak görüldüğünün habercisidir. Çin’in orta gelir statüsünden zengin ekonomiler sıralamasına yükselme arzusu, endüstriyel yapısının iyileştirilmesini ve düşük ücretli, düşük vasıflı imalattan yüksel teknolojili üretime kaymasını gerektirecektir. Gerçekten de, Çin’in yüksek teknoloji ürünleriyle kendi kendine yeterli olmayı ve küresel pazar payını artırmayı hedeflemesinin yanı sıra ABD’nin Çin şirketlerinin artan ticari çıkarlarını ulusal güvenliği için bir tehdit görmesi ile teknoloji yeni savaş alanı haline geldi. ABD yüksek teknolojili ürün ve teknolojilerin ihracatını kısıtlarken Amerikalı şirketlerin Çin’e yatırım yapmaktan caydırmaya çalıştı. İki ülke arasındaki ticari ve ekonomik gerilimler artık siyasi gerilimleri besliyor.

Bu nedenle, ticaret ve finansın jeopolitik hatlar boyunca parçalanması, daha fazla ekonomik istikrar ve elastikiyet gibi varsayılan faydaların yok olmasına, aksine hem ekonomik hem de jeopolitik olarak daha da büyük dalgalanmalara neden olabilir. Bu kaymaların yükü orantısız bir şekilde düşük ve orta gelirli ekonomilerin üzerine binecek. Bu tür kısıtlamalar, teknolojinin ve diğer bilgi biçimlerinin küresel düzeyde ilerlemesini de engelleyecektir.

Küreselleşmeden geri çekilme, ülkeleri daha güvenli ve küresel oynaklığa daha az maruz bırakabilir. Böyle bir geri çekilmenin maliyeti daha az belirgin olacak. Ancak yine de büyük olacak ve hem zengin hem de fakir tüm ülkeler bir gün içe dönüklüklerinden pişman olacaklar.”

Bu yazı ilk kez 25 Nisan 2023’te yayımlanmıştır.

 

Eswar Prasad, Foreign Policy’de yayınlanan “Dünya Küreselleşmeden Çekilmekten Pişman Olacak” başlıklı makalesinden bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrildi ve editoryal katkısıyla yayına hazırlandı. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://foreignpolicy.com/2023/03/24/trade-economy-globalization-united-states-china-ira-chips-reshoring-decoupling-industry-china/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Dünya küreselleşmeden vazgeçtiğine pişman olacak

Pandemi, Ukrayna-Rusya Savaşı ve ABD-Çin gerilimi sonucu tüm dünya küresel mal ve sermaye akışlarını engelleyecek tedbirlere başvurur oldu. Küreselleştirmeyi gerileten bu adımlar, jeopolitik fayları daha da derinleştirirken faturayı yine yoksul ülkeler ödüyor.

Dünya yeniden adı konulmamış bir Soğuk Savaş dönemine girdi. Vekalet savaşları, silahlanma ve ekonomik yaptırımlar hız kazandı. Yeni Soğuk Savaş’ın ilk kurbanı da küreselleşme oldu.

Kısa süre önce Para’nın Geleceği adlı kitabı yayınlanan ABD’nin Cornell Üniversitesi Öğretim Üyesi Eswar Prasad, Foreign Policy’de yayınlanan makalesinde, özellikle gelişmekte olan ülkelere sayısız yarar getiren küreselleşmenin henüz bitmediğini, ancak büyük darbe aldığını vurguluyor ve geri adım atılması gerektiğini savunuyor.

Prasad’ın makalesinden öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Küreselleşme, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomileri karşılıklı yarar sağlayan ekonomik ve finansal bağlantılardan oluşan bir ağ içine alarak dünyayı birbirine yaklaştırmayı amaçlıyordu. Hükümetler, 1980’lerin ortalarından itibaren, bu akışların önündeki engelleri kaldırdıkça ülkeler arasındaki ticari ve mali akışlar hızla arttı.

Bu senaryo 2000’li yılların ortalarına kadar iyi gitti. Son 15 yılda ise 2008-2009 küresel mali krizi, COVID-19 pandemisi, artan ABD-Çin gerilimi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali gibi bir dizi şok, senaryoyu paramparça etti. Dünya genelinde ticaret ve finansal akışlar zirve noktasının çok altına geriledi.

Bu düşüşten ekonomik faktörler sorumluydu, ancak çeşitli kisveler altında yürütülen ulusal sanayi politikaları, küresel ticaret ve mali entegrasyonun zayıflamasında büyük pay sahibiydi. Örneğin Çin’in devlet öncülüğünde yürütülen “ikili dolaşım” politikası, küresel ekonomiyle bağlantıları sürdürmeyi, ama iç talebi ve inovasyonu güçlendirerek ülkenin kendi kendine yeterliliğini artırmayı hedefliyor. Benzer şekilde Yeni Delhi hükümetinin “Hindistan’da üret” girişimi, belirli sektörlerde yerli üreticileri yabancı rekabetten koruyarak ülkenin sanayi üretimini artırmaya amaçlıyor. Bir zamanların yılmaz serbest ticaret savunucusu gelişmiş ekonomileri bile bu akıma kendini kaptırmış durumda. Biden yönetiminin “Enflasyonu Azaltma Yasası”, elektrikli araçların ve yenilenebilir enerji bileşenlerinin yerli üretimini sübvansiyonlarla teşvik etmeyi öngörüyor. Yine ABD’nin CHIPS ve Bilim Yasası, yarı iletken üreticisi firmalara, üretimlerini “Çin ve diğer ülkelere” kaydırma yasağı getirirken, ABD’de üretim yapması için benzeri teşvikleri sağlıyor.

Ülkelerin küreselleşmeden geri çekilmesi ve giderek daha fazla içe kapanmasının hem ekonomi hem de jeopolitik istikrar açısından sonuçları büyük olabilir. Ayrıca bu geri çekilmenin sonuçlarının eşit biçimde dağılmadığı ortaya çıkıyor. Çekilmenin faturasını düşük ve orta gelirli ülkeler ödüyor.

Küreselleşme çift yönlü fayda sağladı

Küreselleşme çağında, dünyadaki ticaret ve finansal akışlara esas olarak ekonomik kaygılar yön veriyordu. Nakliye maliyetleri düşerken, gelişmiş ekonomilerde şirketler, gelişmekte olan ülkelerdeki düşük işçilikten yararlanabileceklerini keşfettiler. Ayrıca birden fazla ülkeye yayılan yalın ve verimli tedarik zincirleri oluştu.

Doğrudan Yabancı Yatırımları (DYY) akışı da yurtdışında üretim yapan şirketleri takip etme eğiliminde olmuşlardı. Böylece daha önce sadece elverişsiz koşullarda borç bulabilen gelişmekte olan ülkeler artık riski düşük, daha istikrarlı ve daha iyi koşullarda dış finansman temin edebiliyorlardı. DYY, dış borç veya diğer finansman biçimlerine kıyasla daha istikrarlıdır çünkü yabancı yatırımcılar da daha iyi gelir eklentisiyle bu tür yatırımların riskini paylaşırlar. Birçok gelişmekte olan ülke ticaret fazlalarını ihtiyat akçesi olarak ayırıyorlar ya da ABD ve diğer ülkelerin hazine tahvillerine yatırarak mali akışın iki yönlü olmasını sağlıyorlardı. Böylece, yabancı yatırımcılar kendilerine sırtlarını çevirirse, ithalatını döviz cinsinden ödeyebilecekler ve kendi para birimlerinin değerini koruyabileceklerdi. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında, her iki grubun da görece serbest ticaret ve finansal akışlardan yararlandığı sembiyotik bir ilişki gelişmişti.

Gelişmekte olan ülkeler, küreselleşmeden çeşitli şekillerde yararlandı. Ürünlerine daha fazla dış pazar buldukları gibi güçlü imalat sektörlerine ve güçlü orta sınıflara sahip olabildiler. Gelişmiş ekonomilerin büyük şirketleriyle ticari ilişkiler, teknoloji yönetim uygulamaları transferini kolaylaştırdı. Sonuçta, gelişmekte olan pazar ülkelerindeki birçok şirket, gelişmiş ekonomideki muadilleriyle her alanda rekabet edebilecek kadar büyük ve modern hale geldi. Bu da dünya genelinde tüketicilere daha fazla inovasyon ve fayda sağladı.

Yabancı yatırım da benzer bir rol oynadı, çünkü şirketler, gelişmekte olan pazarlardaki tedarikçilerinin en iyi teknolojik ve yönetimsel uygulamalarla faaliyet göstermesini sağlamak çaba gösteriyordu. Yabancı fonlar, daha büyük ticaret hacimleri ve daha iyi düzenlemelerle daha sağlam finansal piyasaların oluşmasına yardımcı oldu. Yerel finans piyasalarının gelişmesi, yurtiçi tasarrufların verimli yatırımlara kanalize edilmesini sağladı. Bu da küreselleşmenin önemli bir yan faydası oldu.

2008-2009 mali krizi dönüm noktası oldu

Sınır ötesi finansal akışlar, küresel mali krizden sonra, özellikle Batılı bankaların küresel emellerini dizginlerken ticaret akışlarının genişlemeye devam etmesi nedeniyle düştü. Her iki akış türü için de verimlilik ve maliyetin en aza indirilmesi gibi ekonomik hususlar belirleyici olmaya başladı. Finansal akışların veya en azından DYY akışlarının da kriz öncesi seviyelere dönmesi an meselesi gibi görünüyordu.

Sonra dünya değişti. COVID-19 pandemisi dünya çapında tedarik zincirlerini kesintiye uğrattı. Ülkeler farklı zamanlarda ve değişen yoğunluklarda etkilenmekle birlikte, kopan bir halka bütün bir zinciri bozduğunda pandemi kaynaklı durgunluk derinleşti. Çin’in “sıfır COVID” stratejisi, küresel tedarik zincirlerine daha fazla zarar verdi. Tedarik zincirlerinin verimliliğini öne çıkaran şirketler, sürüklenmeye başladı ve savunmasız halkalar haline geldi. Pandemi, arka plandaki diğer kırılganlıkları ortaya çıkardı. ABD ile Çin arasındaki artan gerilimin bu sorunları daha şiddetlendirdi. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, tek bir enerji ürünleri tedarikçisine güvenmenin bütün bir kıtayı savunmasız bırakabileceğini gösterdi.

Korumacılık arttı

Ulusal hükümetler ve şirket liderleri bunlardan ders aldı. Havada değişim vardı ve buna uyum sağlamaları gerekiyordu. Ticari gerilimler, jeopolitik kırılmalar ve iklim değişikliğiyle mücadele çabaları, siyaset ve stratejilerinin odak noktasını tedarik zinciri verimliliğinden, istikrar ve elastikiyete kaydırıyor. Belirsizlikle başa çıkmanın bir yolu, tedarikçilerinin yanı sıra mal ve hizmetler ihraç edilen pazarları çeşitlendirmektir. Örneğin Apple, üretiminin ve montajının bir kısmını Hindistan ve Vietnam’a kaydırmaya çalışıyor. Ancak çeşitlendirme genellikle maliyetlidir ve birden çok tedarik zincirini yönetmek gibi zorlukları artırır.

Bunun yerine ülkeler ve şirketler, ticaret ve finansal akışlarını jeopolitik taahhütlerle uyumlu hale getirmeye yönelerek farklı bir yol izliyor. Bu tür bir yönelim, gümrük vergilerini artırıp ithalat ve ihracat kısıtlamaları getirmek gibi ticaret önlemlerini ya da yabancı yatırımların önünü kesen ve yerli teknolojileri teşvik eden sanayi politikalarını gerektirir. Bütün hükümetler, özellikle yeşil teknolojiler olmak üzere yeni teknolojilere yatırımı teşvik etme ihtiyacı hissediyor. Gelişmekte olan ekonomiler, özellikle Çin gibi olumsuz demografik eğilimlere sahip ülkeler açısından bu tür yatırımlar, ekonomik büyümenin hızla düşmesini önlemek için gerekli görülüyor. Gelişmekte olan pazarlardan artan rekabetle karşı karşıya kalan gelişmiş ekonomiler açısından bu tür yatırımlar, küçülen imalat sektörleri için varoluşsal öneme sahip görülüyor.

Dolayısıyla tedarik zinciri aksamaları, jeopolitik ayrışmalar, iklim değişikliğine uyum ve bir dizi ekonomik ve politik baskı, siyasi karar alıcıları ülke içine kapanmaya yönlendiriyor. Örneğin ABD’nin “Enflasyonu Düşürme Yasası”, teknolojik üstünlüğünü koruma, enerji güvenliğini geliştirme ve yeşil ve diğer yeni teknolojilere yerli yatırımı teşvik etme kisvesi altında, ABD’de üretilen elektrikli araçlara vergi indirimleri gibi serbest ticarete engel teşkil eden bir dizi politikaya sarıldı. Özel şirketler de yatırımlarını ülke içine veya kendi ülkeleriyle jeopolitik gerilim yaşamayan dost ülkelere kaydırarak küreselleşmenin gerilemesine neden oluyor.

Küreselleşme öldü mü?

Küreselleşme ölmedi, ancak jeopolitik fay hatlarında parçalanmaya başladı. Bunun tüm ülkeler için önemli sonuçları olacak. Hem ticaret hem DYY akışları jeopolitik ittifaklara uygun biçimde kademeli olarak değişiyor. Bu parçalanmadan en çok küresel ticaret ve finansman akışlarından çeşitli şekillerde yararlanan gelişmekte olan ekonomiler zarar görmeye başladı.

Gelişmiş ülkelerle aynı siyasi çizgide olmayan gelişmekte olan ekonomiler açısından ticaretin ve mali akışların durulması daha az teknoloji ve bilgi transferi anlamına gelecek. Bu da onların kalkınmalarını sekteye uğratacak. Ülkelerin küresel entegrasyondan geri çekilmesiyle ihracat pazarlarına erişim de kısıtlı olacak. Bu durum, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi büyüyen, kendi kendine yeten ve diğer pek çok gelişmekte olan piyasa ekonomisinden daha zengin olan ülkeler açısından önem arz etmeyebilir, ama daha küçük ve ekonomik gelişmenin daha erken aşamalarında olan ülkeleri darboğaza sokabilir.

Bu eğilimler, birçoğu nispeten genç ve genişleyen işgücü avantajına sahip olan, ancak finansman diğer kaynaklardan yoksun kalan düşük gelirli ülkelerin ekonomik kalkınmasını engelleyecektir. Özellikle Sahra altı Afrika’daki düşük gelirli ülkeler, geleceğin endüstrilerinde etkin bir şekilde rekabet etmek şöyle dursun, temel üretimi inşa edecek mali sermayeden ve teknolojik bilgi birikiminden yoksundur. Sınırlı yabancı yatırım ve küresel pazarlara erişim üzerindeki kısıtlamalar, bu ülkelerin kalkınması ve daha iyi yaşam standartlarına kavuşmasını daha da zorlaştıracaktır.

Sıcak para akışı sürecek ama…

Gelişmekte olan ülkelere yönelik finansal akışların büyüklüğünün esasta aynı kalması mümkün. Gelişmiş ekonomiler, yaşlanan nüfus, yüksek düzeyde kamu borcu ve düşük verimlilik artışıyla boğuşuyor. Yatırımlarından daha iyi getiri elde etmek veya en azından çeşitlendirme fırsatları arayan yatırımcılar için, gelişmekte olan ülke ekonomileri muhtemelen çekici olmaya devam edecek. Ancak bu finansmanın doğası değişebilir. Gelişmekte olan piyasalar, DYY gibi daha istikrarlı akışlar yerine, hisse senedi ve tahvil piyasalarına akan para gibi portföy yatırımları şeklinde olacaktır. Bu akış da memnuniyet yaratabilir ama istikrarsız olacaktır. Bu akışlar aynı zamanda teknoloji transferi gibi ikincil faydalar üretmez.

Birçok düşük gelirli Afrika ülkesinin riskli borçlara bağımlılığı artıyor. Bu ülkeler tipik olarak düşük döviz rezervlerine sahiptir ve bu da onları alacaklılarının kaprislerine karşı savunmasız bırakır.

İstikrarsızlığı azaltması amacıyla başvurulan üretimin ülke içine veya dost ülkelere kaydırılması, tam tersine istikrarsızlığı artırabilir. Zira iklim değişikliği, ülkeler arasındaki ekonomik ve jeopolitik sürtüşmeleri aşan daha büyük bir risk haline geliyor. 2011’de Tayland’daki seller, otomobiller ve belirli elektronik ürünler için küresel tedarik zincirlerini durma noktasına getirdi çünkü ülke belirli elektronik çip türlerinin üretim üssüydü. Bölgesel yoğunlaşma, tedarik zincirlerini bu tür iklimle ilgili olaylara karşı daha savunmasız hale getirebilir.

Küreselleşme jeopolitik denge unsuruydu

Başka maliyetler de var. Ekonomik akışlar ülkelerin jeopolitik çizgisiyle uygun hale geldikçe, jeopolitik sürtüşmelerde ekonomik ayıplar önemsiz hale geliyor. Çin ile ABD arasında yaşanan gerilim buna en iyi örnek. İki ülke arasındaki ekonomik ve mali ilişki, bir zamanlar jeopolitik gerilimlere karşı bir denge görevi görmüştü. Ne de olsa, böyle bir ilişki her iki ülkeye de fayda sağlayacak şekilde inşa edilebilir ve sürdürülebilir, bu da onu pozitif toplamlı bir oyun haline getirir. Buna karşılık, jeopolitik nüfuz arayışı doğası gereği sıfır toplamlı bir oyundur ve bir ülkenin artan etkisi rakibinin etkisinin azalmasını getirir.

ABD-Çin ilişkisinin evrimi, ekonomik ilişkilerin bile nasıl sıfır toplamlı bir oyun olarak görüldüğünün habercisidir. Çin’in orta gelir statüsünden zengin ekonomiler sıralamasına yükselme arzusu, endüstriyel yapısının iyileştirilmesini ve düşük ücretli, düşük vasıflı imalattan yüksel teknolojili üretime kaymasını gerektirecektir. Gerçekten de, Çin’in yüksek teknoloji ürünleriyle kendi kendine yeterli olmayı ve küresel pazar payını artırmayı hedeflemesinin yanı sıra ABD’nin Çin şirketlerinin artan ticari çıkarlarını ulusal güvenliği için bir tehdit görmesi ile teknoloji yeni savaş alanı haline geldi. ABD yüksek teknolojili ürün ve teknolojilerin ihracatını kısıtlarken Amerikalı şirketlerin Çin’e yatırım yapmaktan caydırmaya çalıştı. İki ülke arasındaki ticari ve ekonomik gerilimler artık siyasi gerilimleri besliyor.

Bu nedenle, ticaret ve finansın jeopolitik hatlar boyunca parçalanması, daha fazla ekonomik istikrar ve elastikiyet gibi varsayılan faydaların yok olmasına, aksine hem ekonomik hem de jeopolitik olarak daha da büyük dalgalanmalara neden olabilir. Bu kaymaların yükü orantısız bir şekilde düşük ve orta gelirli ekonomilerin üzerine binecek. Bu tür kısıtlamalar, teknolojinin ve diğer bilgi biçimlerinin küresel düzeyde ilerlemesini de engelleyecektir.

Küreselleşmeden geri çekilme, ülkeleri daha güvenli ve küresel oynaklığa daha az maruz bırakabilir. Böyle bir geri çekilmenin maliyeti daha az belirgin olacak. Ancak yine de büyük olacak ve hem zengin hem de fakir tüm ülkeler bir gün içe dönüklüklerinden pişman olacaklar.”

Bu yazı ilk kez 25 Nisan 2023’te yayımlanmıştır.

 

Eswar Prasad, Foreign Policy’de yayınlanan “Dünya Küreselleşmeden Çekilmekten Pişman Olacak” başlıklı makalesinden bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrildi ve editoryal katkısıyla yayına hazırlandı. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://foreignpolicy.com/2023/03/24/trade-economy-globalization-united-states-china-ira-chips-reshoring-decoupling-industry-china/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x