9 Nisan 2003’te, 16 yaşındaydım. Saddam Hüseyin rejiminin devrildiğini hava saldırılarının yankılanan seslerinden anlıyorduk. Kerkük şehrinde sokaklara çıktığımızda, Saddam’ın askerlerinin panik içinde kaçtıklarını gördük. İntikam pususuna düşmemek için alelacele uzaklaşıyorlardı ve kaçarken askerî üniformalarını çıkarıyorlardı. Komşularımızdan birinin bir askere sivil kıyafet verdiğini hâlâ hatırlıyorum. Çünkü bu askerlerin çoğu, Saddam’ın işlediği suçlardan sorumlu değillerdi. Çoğu, zorunlu askerliğin kurbanı olan fakir ailelerin çocuklarıydı.
Suriye’de de aralık ayının başında Esad ailesinin inşa ettiği Baas Partisi’nin dikta rejimi devrildi. Tıpkı 2003’te Irak’ta olduğu gibi, Beşar Esad ve ülkeyi yıkıma sürükleyen herkes kaçtı. Halkını baskı ve korkuyla yöneten, 13 yıldır dış desteklerle kendi halkına karşı savaş açan Esad’ın heykelleri, Saddam’ınkiler gibi sökülüp yerlere atıldı. Böylece 61 yıllık bir diktatörlüğün kara sayfası da kapanmış oldu.
Irak ve Suriye’deki Baas rejimleri tarih sahnesinden işte böyle silindi. Her ikisi de kendi halklarına karşı kimyasal silahlar dahil her türlü zulmü uyguladı. Halklarını “Arap savunucusu”, “İslam koruyucusu” ve “Kudüs müdafi’i” gibi sloganlarla kandırmışlardı. Oysa gerçekte, iki rejim de Arap ve Müslüman dünyasını bölmekle kalmadı, aynı zamanda emperyalist güçlerin bölgeye müdahale etmelerinin önünü açtı. Dahası, İsrail’in daha fazla alan kazanması için fırsatlar yarattı.
Irak’ta İran etkisi
7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail içine düzenlediği saldırı sonrası İsrail’in de Gazze’ye yönelik soykırım niteliğindeki saldırıları başlamıştı. Sonra da bölgede hızlı bir biçimde değişikler oldu.
Hizbullah lideri Nasrallah’ın ölümü, Hizbullah’ın çöküşü, Şam’daki Baas rejiminin düşmesi ve Beşar Esad’ın devrilmesiyle birlikte İran’ın bölgedeki etkisini yaydığı Direniş Ekseni de kırıldı.
Bu durum, Irak’ın geleceği ve özellikle ülkedeki İran nüfuzunun geleceğini tartışmaya açtı.
Netanyahu’nun BM 79. Genel Kurul konuşmasında, “lanet haritası” olarak adlandırdığı tabloda Irak’ı, Suriye ve Lübnan ile birlikte siyah renkte göstermesi dikkat çekiciydi. Ayrıca, İsrail’in Irak’a yönelik tehditleri göz önünde bulundurulduğunda, bölgedeki denge değişikliğinden Irak’ın zarar görmemesi için Başbakan Muhammed Şia el-Sudani ciddi bir diplomasi trafiği başlattı.
Ancak Direniş Ekseni, yani İran’ın desteklediği Şii silahlı grupların belki de en güçlü olduğu ülke Irak. Zira onlardan biri olan Haşdi Şabi, Irak devletinin resmî bir askerî organı.
Haşdi Şabi, 10 Haziran 2014’te IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinin ardından, başkent Bağdat’a ilerlemelerini engellemek amacıyla Dini Merci Ali el-Sistani’nin Kifayi fetvası doğrultusunda dini güvencesini oluşturduktan sonra, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun bünyesinde yer alan Kudüs Tugayı Komutanı General Kasım Süleymani tarafından kuruldu. Irak, Lübnan, Suriye, Yemen, Bahreyn gibi birçok ülkede devlet dışı askerî güçler kurmakta önemli rol oynayan Süleymani, eli silah tutan Şii gençlerden ve IŞİD öncesinde var olan silahlı gruplardan bir askerî güç oluşturdu. Ayrıca Süleymani, Haşdi Şabi’nin temsilcilerinin İŞİD’i bertaraf ettikten sonra siyasette de güçlendirmelerine öncülük etti.
Bugün itibariyle Haşdi Şabi güçlerinin çoğunluğu inanç olarak Ali Hamenei’i taklit edenlerden oluşmaktadır. Dolaysıyla bu güçlerin sadakatinin Irak’a mı İran’a mı olduğu belli değil. Bu bağlamda, Irak’ın, hiç yara almadan veya taviz vermeden bu konjonktürden kurtulabilmesi neredeyse imkânsız gibi görünüyor.
Irak’ı ne bekliyor?
Son birkaç ayda Tahran’ın yaşadığı büyük güç kaybını göz önünde bulundurunca İran’ın Irak’taki varlığının olduğu gibi devam etmesi imkânsız gibi görünüyor. Daha açık bir ifadeyle, bölgede değişen güç dengesi sürecinden Irak da nasibini alacaktır, ya ağır bedeller ödeyerek ya da birtakım tavizler vererek.
ABD ve İsrail’in, İran’ın diğer nüfuz alanları olan Irak’a ve hatta Yemen’e yönelik hamleleri, en azından Donald Trump’ın 20 Ocak 2025’te başkanlık koltuğuna oturmasını bekleyecektir.
Irak’a karşı bir hamle ihtimalinin artmasındaki ana neden, Haşdi Şabi’nin varlığına dayanıyor. Tabii ki, başka nedenler de söz konusu; siyasi sistemin etnik ve mezhepsel temellere dayalı işlemesi, devlet dışı silahın yaygın olması, siyasi ve idari yolsuzluk, iktidarın ve yargının gücünü kullanarak bir tarafın diğer taraflar üzerinde baskı kurması gibi…
Haşdi Şabi dışında, Irak’ta İran ile ilişkili başka milis gruplar da var, Hizbullah Tugayları, Ketaib Seyyid eş-Şüheda ve Nuceba Hareketi gibi. Bu gruplar, zaman zaman devletin sergilemiş olduğu tutumun dışında bir tavır alarak ABD üslerine saldırı gerçekleştirmekten kaçınmıyorlar. Bu guruplar aynı zamanda başta Suriye ve diğer bölgelerde sınır ötesi çatışmalara da katılmışlar. Irak’ın İran nüfuzundan kurtulması gerektiğini haykıran 2019’da başkent Bağdat ve güney illerde çıkan protestolardaki gençleri bastırmaya öncülük etmişler. Böylece bu guruplar hem hükümeti zor durumda bırakıyor hem de Irak’ın istikrarını bozuyorlar.
Önümüzdeki süreçte Bağdat yönetimine Haşdi Şabi ve diğer silahlı grupları feshetmek yönünde baskılar artacaktır. Genel olarak bunun için en uygun format, Haşdi Şabi’yi devletin askerî ve güvenlik erkânının içerisinde eritmektir. Haşdi Şabi dışındaki diğer grupların ise silahlarını teslim edip kendilerini feshetmeleri istenebilir.
Böylece devlet dışı grupların gücü, siyasi istikbal, ekonomik kazanç ve seçim kazanma amaçları doğrultusunda kullanılmayacak, yasadışı eylemlerden de uzak durulacaktır. Bunun için siyasi parti, din adamları, aşiret başkanları, milletvekilleri ve iş insanlarına bağlı tugaylar kalmayacaktır. Ayrıca bu grupların askerî mühimmatları, silah depoları ve karargâhları devlete teslim edilecektir. Artık ister grupların içinde ister binalarda, dinî veya mezhebi sembollerle simgelenen herhangi bir poster veya bayrak asılı kalmayacaktır. Bütün binalarda sadece Irak bayrağı göndere çekilecektir.
Belki de Direniş Ekseni’ndeki etkili isimlerden oluşan uzun bir liste duyabiliriz. Bazı askerî, siyasi ve iş insanlarının banka hesapları dondurulabilir, mal varlıklarına, taşınır ve taşınmaz mülklerine el konulabilir. Bunun yanı sıra, bu isimlere yurtdışına çıkma yasağı getirilebilir.
Bu önlemler, yine de İsrail’i tatmin etmeyebilir. ABD böyle bir girişimi daha önce engellemiş olsa bile, İsrail, Irak’ta birçok stratejik hedefe yönelik hava saldırıları gerçekleştirebilir. Bu saldırılar, İsrail’in tehdit olarak gördüğü bazı önemli liderleri doğrudan hedef almayı, bazı askerî karargâhları, silah depolarını ve yeraltı koridorlarını hedef almayı içerebilir. Bu durumda, İran’ın Irak’taki varlığı hem askerî hem de ekonomik açıdan kısıtlanmış olur.
ABD de daha önce benzer operasyonlara imza attı. Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Genelkurmay Başkanı Ebu Mehdi el-Mühendis, 3 Ocak 2020’de Amerika Birleşik Devletleri tarafından Bağdat Havalimanı’na düzenlenen bir İHA saldırısında hedef alındılar. Süleymani’nin öldürülmesi de İran’ın bölgedeki gücünü ve etkisini önemli ölçüde zayıflattı.
Peki, ya İran?
İran önce sınırları dışındaki kartlarını kullanarak zaman kazanmaya çalışacak. Ardından, kendi rejimini kendi sınırları içinde sürdürebilmek için masaya oturup bazı tavizler verecek.
ABD ve İsrail başta olmak üzere Batı’nın ve hatta bir zamanlar Körfez ülkelerinin de İran rejiminden rahatsız oldukları ve tehdit gördükleri iki husus var: nükleer silahlar ve İran’ın yayılmacı politikasının bir parçası olan silahlı gruplar.
Donald Trump’ın başkanlık döneminin başlamasıyla İran’a yönelik baskıların artması bekleniyor. Bu, Tahran’ı stratejik gerilemelerle karşı karşıya bırakacak bir süreci beraberinde getirebilir. Bu durum, İran’ın on yıllardır sürdürdüğü güvenlik politikalarını yeniden değerlendirmesine yol açabilir.
İran’ın Irak’taki varlığı da kırılırsa, konu artık Tahran’a odaklanacaktır.
Trump’ın başkanlığı sırasında, İran’ın nükleer programı konusunda diplomatik müzakerelere dönme olasılığı gündeme gelebilir. Ancak, askerî seçeneklerin değerlendirilmesi ihtimali, bölgesel istikrarsızlık riskini artırabilir. Bu noktada İran, nükleer silah konusunda Saddam Hüseyin’in yaptığı hatalardan kaçınmak zorundadır. Saddam Hüseyin, nükleer silah konusunda Birleşmiş Milletler ile işbirliği yapmaktan kaçınmış ve nükleer tesislerinin denetlenmesine izin vermeyerek, 2003’teki ABD işgaline giden sürecin önünü açmıştı. İran’ın bu geçmiş deneyimlerden çıkarımlar yaparak daha esnek bir tavır sergilemesi olasıdır.
İran’ın yayılmacı politikalarını sınırlandırma, silahlı gruplara olan desteğini kesme ve iç reformlara yönelme gibi adımlar değerlendirebileceği düşünülebilir. Bu tür bir dönüşüm, İran’ın uluslararası baskıyı azaltma ve bölgedeki gerilimleri düşürme çabalarının bir parçası olarak görülebilir. Ancak, bu bölgelerdeki nüfuzunun azalması, İran’ın ciddi bir ekonomik kriz yaşamasına yol açabilir. Bu durumda, nükleer anlaşmasına geri dönmek için çaba harcayıp, uzun süredir ülke ekonomisini zor durumda bırakan yaptırımların kaldırılması sağlanabilir. Ancak, bu stratejilerin ne kadar etkili olacağı belirsizdir.
Irak nasıl bir strateji izleyebilir?
Irak, bugün iki temel seçenekle karşı karşıya: Ya içeriden gerçek ve kapsamlı reformlar gerçekleştirilerek önce Iraklıların istekleri, sonra da başta ABD olmak üzere uluslararası toplumun ve bölge ülkelerinin taleplerine yanıt verilecek ya da askerî de dâhil, dış müdahalelerin yol açabileceği olumsuz sonuçlarla karşılaşılacak.
Dış müdahale, kısa vadede belirli çıkar gruplarına fayda sağlasa da uzun vadede Irak’ın ulusal egemenliğini ve iç istikrarını tehdit edebilir. Bu nedenle, Irak için en etkili yol, halkın desteğini alan ve ulusal uzlaşıya dayalı bir reform sürecini hayata geçirmektir. Bu yaklaşım, sadece ülkenin geleceğini garanti altına almakla kalmayacak, aynı zamanda dış müdahalelerin olumsuz etkilerinden kaçınmanın da en güvenilir yolu olacaktır.
Irak devletinin içinde bulunduğu zorlukları aşabilmek için gerçek bir siyasi reform uygulaması gerekiyor. Bu zorlukların en başında, devletin gücünü zayıflatmakta ve siyasi sistemi istikrarsızlaştırmakta olan devlet dışı aktörlerin etkisinden kurtulma çabaları yer alıyor. Reformlar, silahın sadece devlet elinde sınırlandırılmasına, hukukun üstünlüğünü güçlendirmeye, devlet otoritesini yeniden tesis etmeye ve yolsuzluğu ortadan kaldırmaya yönelik ciddi adımlarla başlamalıdır. Bu süreçte, mali, idari ve siyasi yolsuzluğa karşı ciddi önlemler alınması kaçınılmazdır.
Bu reform hareketleri, yan kimlikler yerine ulusal kimliği güçlendirmeye, kamu kaynaklarının etkin yönetimini sağlamaya ve insan haklarını geliştirmeye odaklanmalıdır. Bu adımlar, Irak’ın bölgesel ve uluslararası arenada daha güçlü bir konum elde etmesine katkıda bulunabilir.
Irak’ın siyasi yapısında reformların temel direklerinden biri, etnik, mezhepçi ve kabileci kota sisteminin sona erdirilmesidir. Bu sistem, gücün gerçek halk iradesi yerine dini ve etnik aidiyetlere dayalı olarak paylaşılmasına neden olmuş, siyasi istikrarsızlığı artırmış ve güçlü hükümetlerin kurulmasını engellemiştir. Bunun yerine, demokratik değerler üzerine inşa edilmiş, çoğunluk hükümetine olanak tanıyan bir anayasal mekanizma gereklidir.
Atılan bu adımlar, sağlık, eğitim ve altyapı gibi temel alanlarda kalkınmayı hızlandırmayı hedefleyen hükümet programlarını beraberinde getirecektir. Ayrıca, etkin bir parlamenter muhalefet kurulmalı, hükümetin hesap verebilirliği sağlanmalı ve alternatif politikalar üretilmelidir. Bunun için Irak’a uygun bir seçim sistemi benimsenmelidir.
Bu siyasi reform talepleri, yalnızca halkın değil, aynı zamanda Necef’teki Şii dini merciinin de sıklıkla vurguladığı bir konudur. Seyit Ali el-Sistani adına okunan vaazlarda, yolsuzlukla mücadele, sosyal adaletin tesisi ve devletin reform ihtiyacına dikkat çekilmektedir. Bu söylem, birçok Irak vatandaşının ülkede daha adil ve istikrarlı bir sistem arzularını yansıtmaktadır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 26 Aralık 2024’te yayımlanmıştır.