Bugünlerde Suriye tartışılırken ‘Esed kazandı’ veya ‘Savaş sona doğru yaklaşıyor’ ifadelerini gittikçe daha fazla duyuyoruz. Ortadoğu Enstitüsü kıdemli araştırmacısı Charles Lister de bu durumu hatırlatıp, artık Suriye gündeme geldiğinde meselenin rejimle irtibata geçip geçmeme, mültecilerin geri dönüşü, yeniden inşa, yaptırımları hafifletme gibi konular üzerinden ele alındığına dikkat çekiyor.
Foreign Policy dergisinde yayınlanan makalesinde Suriye’nin şu andaki fotoğrafını da şöyle yansıtıyor:
“Suriye’nin neredeyse üçte ikisi rejimin kontrolünde. Rusya’nın 2015 Eylül’ünde başlayan askeri müdahalesinden bu yana muhalifler, tek bir büyük zafer kazanamadığı gibi, ellerindeki toprakların kahir ekseriyetini de kaybettiler. Suriye’nin doğusunda IŞİD’in toprağa dayalı hilafeti, Mart ayı sonunda Bağuz köyünde son yenilgisini aldı.”
Rejimin kadim savunucuları için bunun kutlanması gereken bir an olduğunu kabul eden Lister’a göre yine de ortada bir sorun var: “Esed hiçbir şey ‘kazanmış’ değil.”
Çünkü ona göre, rejim, Suriyelilerin kanı ve korkusu pahasına zar zor ayakta kaldı; istikrar hâlâ çok uzaklarda. Muhalefetin ülkenin kuzeybatısındaki son kaleleri, kolay kolay kontrol edilemeyecek gibi görünüyor. Lister makalesinde şu değerlendirmeyi yapıyor: “Ülkenin diğer yerlerinde müstakbel istikrarsızlığın bolca emareleri var. Suriye artık savaş altında değil ama ülkedeki siyasi kriz tırmanıyor. 2011’de isyana yol açan temel nedenler hâlâ ortada duruyor, hatta bunların çoğu daha da kötüleşmiş durumda. Rejimin hep elinde tuttuğu ve en ateşli savunucularının yaşadığı bölgelerde dahi şu an hayat, çatışmanın en yoğun günlerine kıyasla çok daha fazla zorluklarla, meydan okumalarla dolu.”
İdlib: İran’sız bir mücadele
Lister, muhaliflerin elinde kalan son bölge olan, Suriye topraklarının aşağı yukarı %4’üne tekabül etmekle birlikte, -kabaca yarısı yerinden yurdundan edilmiş- 3 milyon sivile ev sahipliği yapan İdlib’i öncelikle ele alıyor.
Suriye artık savaş altında değil ama ülkedeki siyasi kriz tırmanıyor. 2011’de isyana yol açan temel nedenler hâlâ ortada duruyor, hatta bunların çoğu daha da kötüleşmiş durumda. Rejimin hep elinde tuttuğu ve en ateşli savunucularının yaşadığı bölgelerde dahi şu an hayat, çatışmanın en yoğun günlerine kıyasla çok daha fazla zorluklarla dolu.
Suriye’deki gelişmeleri en yakından takip eden uzmanlardan biri olan Lister’ın tahminlerine göre, İdlib ve çevresinde, rejime ve rejim destekçilerine karşı savaşı sürdürmeye kararlı yaklaşık 60 bin silahlı savaşçı var. Bölge yaklaşık iki aydır rejim yanlısı kara ve hava kuvvetlerinin topyekûn saldırısına hedef oluyor. Ancak yüzlerce askerini, onlarca tankı ile zırhlı aracını ve birçok uçağını kaybeden rejim şimdiye kadar bölgenin sadece %1’lik bir kısmını geri alabildi.
Lister’a göre, Suriye rejiminin ülkenin geri kalanını ele geçirmek için gerekli insan gücünden yoksun olduğuna, İdlib’deki bu son gelişmelerden daha iyi bir kanıt olamaz. Buradaki dikkat çekici nokta, İran’ın vekil milis güçlerini İdlib’deki savaşta -kuzeybatının kendisi açısından pek de bir stratejik öneme sahip olmadığı gerekçesiyle- etkin bir şekilde kullanmayı reddetmesi. “İran’ın Esed -ve Rusya- için değeri hiç bu denli ifşa olmamıştı” yorumunu yapan Lister, Trump yönetiminin İran’ın ve bağlı güçlerin Suriye’den tamamen çıkması talebinin inandırıcı olmadığını da ima ediyor. El-Kaide ve benzeri örgütlerin İdlib’deki etkinliğine de değiniyor.
IŞİD varlığını koruyor ama henüz genişlemiyor
Suriye ayaklanması üzerine kitapları da olan Lister, uluslararası müdahaleyle kontrolündeki toprakları tamamen kaybeden IŞİD’in faaliyetlerini de ele alıyor:
İslam Devleti son aylarda Suriye’nin doğusundaki operasyonlarını endişe verici boyutlarda sürdürüyor. Açık kaynak haberlere göre, Mart ayından bu yana Suriye’nin doğusunda, çoğu İslam Devleti ve ona bağlı uyuyan hücrelere atfedilen 370’i aşkın saldırı gerçekleşti.
“İslam Devleti son aylarda Suriye’nin doğusundaki operasyonlarını endişe verici boyutlarda sürdürüyor. Açık kaynak haberlere göre, Mart ayından bu yana Suriye’nin doğusunda, çoğu İslam Devleti ve ona bağlı uyuyan hücrelere atfedilen 370’i aşkın saldırı gerçekleşti.”
Amerika’nın Suriye stratejisi sürdürülebilir değil
Lister, Suriye’deki varlığını IŞİD’le mücadele temelinde meşrulaştıran Amerikan askeri varlığına değiniyor:
“Başkan Donald Trump’ın geçtiğimiz Aralık ayında Amerikan askerlerini tamamen çekeceğini ilan etmesine rağmen, şimdilerde Trump yönetimi ABD’nin Suriye’de kalmasında ısrarcı; ancak bunu askeri kuvvetlerde indirime giderek gerçekleştirecek. Basında yer alan planlara göre, Amerikan birliklerinin sayısı şu an 1000 civarında kalması gerekirken 2020 sonbaharında 400’e kadar inecek.”
ABD’nin Avrupa ülkelerinden asker takviyesine de değinen Lister’a göre, buradan gelecek asker sayısı ne olursa olsun yetersiz kalacak Zira, “IŞİD’i sindirmeye yardımcı olmak; giderek genişleyen Batı müttefiki Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’ni eğitmek; Suriye, Rusya, İran ve Türkiye’den gelen tehditleri etkisizleştirmek; (kısa dönem çıkarlarına göre sık karar değiştirebilen) Arap aşiretleri Kürtlerin öncülüğündeki SDG’ye sadık kalmaya ikna etmek” gibi amaçları gerçekleştirmek kolay değil. Bu nedenlere de Fırat’ın doğusunda IŞİD’in eski kalesinde mevcut Amerikan stratejisini sürdürülebilir olarak görmek de Lister’a göre zor.
Uzlaşmayı aşındırmak
Astana sürecinde benimsenen çatışmasızlık planı dahilinde Suriye’nin güneyi ve güneybatısı, Şam’ın Doğu Guta kırsalı ve Humus kırsalında muhaliflerle rejim arasında yürütülen uzlaşma sürecini anlatan yazar, bunun sonuçlarını da şöyle değerlendiriyor:
“Rejimin çatışmasızlık bölgelerine geri dönüşü artan devlet baskısını, zorla askere almayı ve hizmetlerde azalmayı beraberinde getirdi; -bazı durumlarda da- yerel halkı Rusya ile İran destekli yerel güvenlik aktörlerinin rekabetinin ortasında zor bir durumda bıraktı. Mesela Doğu Guta güvenlik kontrol noktaları, Rusya’ya bağlı gizli hapishaneler ve İran milis tesisleriyle dolu ‘kara bir delik’ oldu. Rejimle uzlaşan muhalif savaşçılardan gittikçe daha fazlası, kendilerini, eski yoldaşlarıyla savaşmak üzere -İdlib de dahil- sahaya sürülmüş halde buldu; öyle ki çok sayıda güneyli savaşçı son haftalarda bu çatışmalarda hayatını kaybetti. Hiç kimse merkezî hükümetle gerçek anlamda uzlaşmış değil, sadece boyun eğmeye zorlanmış durumda.”
Lister tespitlerini şöyle sürdürüyor: “Sonuç olarak bilhassa -içeriden bir kaynaktan aldığım bilgiye göre, rejimin güvenlik yetkililerinin son dönemde kriz durumu ilan ettiği- Suriye’nin güneyinde istikrarsızlık artıyor. Gerek yeraltı direniş ağları gerekse -iddiaya göre- hâlihazırda kağıt üzerinde rejime bağlı birlikler olarak görünen uzlaşmış savaşçılar tarafından son aylarda Deraa’da onlarca saldırı gerçekleştirildi. Bir örnek vermek gerekirse, Deraa’daki rejimle uzlaşan eski isyancı lider Adham Alkarad, 23 Haziran’da eğer rejim güneydeki uzlaşmış savaşçıları çatışmak üzere İdlib’e yollamaya devam ederse ‘sivil itaatsizlik’ kampanyasına destek çıkmakla tehdit etti. Şam’ın merkezi de hedef gözeten bombalı saldırılar ve hareket halindeki araçlardan ateş açma olaylarına şahit oluyor; tıpkı rejimin kontrolündeki Deyrezzor vilayetinde yaşandığı gibi. Bu tür saldırıların tamamına yakını, 2011-2012’deki rejim karşıtı isyanın ilk kökenleriyle bağlantılı, bu da devrimci ateşin -azalmakla birlikte- hâlâ daha ne denli varlığını koruduğunu gösteriyor.”
Jeopolitik husumetler ve birbirleriyle çatışan taraflar
Lister makalesinde “yabancı işgalleri” olarak tanımladığı duruma da değiniyor:
“Hâlihazırda Suriye’nin %62’si rejimin kontrolünde. Kalan %38’lik toprağın tamamı, yabancı hükümetlerin nüfuzu altında ve onlara bağımlı olan Suriyeli aktörler tarafından -farklı düzeylerde- kontrol ediliyor. Türkiye kuzey Halep ve Suriye’nin kuzeybatısına odaklanarak Suriye topraklarının %10’unda etkin bir kontrol sağlarken, doğuda ve kuzeyde ABD ve onun IŞİD karşıtı koalisyon müttefikleri ülkenin %28’ini elinde tutuyor. Türkiye ve ABD’nin müdahilliği, devletlerarası ve devlet altı birden çok muhtemel çatışma hattı yaratmış durumda: Kürtler ile Araplar arasında; muhaliflere karşı SDG; ABD’ye karşı İran, Rusya, Suriye rejimi ve muhtemelen Türkiye; rejime karşı diğer herkes.”
ABD, en azından yakın gelecekte, Suriye’de olacak. Barış görüşmelerinin bazısı (mesela SDG ile Şam arasındaki) duraklamış, bazıları da (ABD ile Türkiye arasında olduğu gibi) donmuş durumda. Hiçbirinde anlamlı bir ilerleme kaydedilmiş değil.
Yazar, IŞİD sonrası süreçte Suriye sahasında aktör olan her devlet kendi elindeki toprağı genişletmeye veya konsolide etmeye çalışırken, yeni hatların çizildiğine ve bazı gerginliklerin çözüm ihtimalinin belirsiz olduğuna işaret ediyor:
“Türkiye’nin – Halep’in kuzeyi ve Afrin boyunca dirençli bir Kürt isyanıyla yüz yüze olsa da – hâlihazırda bulunduğu alanlardan ayrılması son derece ihtimal dışı. Bu arada ABD, en azından yakın gelecekte, Suriye’de olacak. Barış görüşmelerinin bazısı (mesela SDG ile Şam arasındaki) duraklamış, bazıları da (ABD ile Türkiye arasında olduğu gibi) donmuş durumda. Hiçbirinde anlamlı bir ilerleme kaydedilmiş değil.”
İsrail de vazgeçmedi
“Bu arada İsrail, sınırları yakınında İran’ın varlığını bir tehdit olarak görmeye devam ediyor ve bu yüzden Suriye topraklarına saldırılar düzenliyor, diyen Lister’a göre, Rus S-300 füze savunma sisteminin Suriye’ye konuşlandırılması da İsrail’i askeri adımlarından caydırmış değil. Bölgede İran merkezli mevcut gerginlikler ışığında İsrail ile İran arasında istenmedik bir gerginlik ihtimali de mevcut. “ABD-İran gerginliği ve husumeti tırmanırsa Tahran Suriye’deki Amerikan birliklerini kolay lokma olarak görebilir ki bu da son derece ölümcül sonuçlar doğurabilir.”
Ekonomi, yaptırımlar ve yeniden inşa
Lister, makalesinde sadece askeri – güvenlik konularıyla yetinmeyip savaşın iktisadi sonuçlarını da değerlendiriyor:
Rejimin yolsuzlukları ve kötü yönetimi, iktisadi huzursuzluğun en büyük kaynağı. Sözde savaş sonrası dönemde bireysel iktisadi şartların iyileşmek yerine giderek kötüleşmesiyle birlikte, bilhassa rejime sadık gruplar arasında hayal kırıklığı ve öfke artmış durumda.
“Suriye, sekiz yıllık kanlı çatışmanın iktisadi sonuçlarının çilesini çekmeye başlıyor; devlet öncülüğündeki şiddet ülkeyi ve kritik önemdeki altyapısını büyük ölçüde harap etmiş, bir devlete ve millete benzer her ne varsa parçalamış, yaptırımlar yoluyla uluslararası tecrit kampanyasına davetiye çıkarmış bulunuyor. Dahası, Suriye’nin enerji kaynaklarının ve tarım alanlarının çoğu SDG’nin ve Amerikan destekli koalisyon güçlerinin kontrolü altında; ayrıca petrol yaptırımları, uluslararası tecrit ve Suriye’nin boru hatlarına saldırılar da Esed rejiminin bağımlı olduğu İran petrolünün sevkiyatını tehdit ediyor. İran’ın beş ay boyunca Suriye’ye hiç petrol taşıyamamasının ardından Nisan ayında Şam’ı, felç edici bir akaryakıt krizi vurdu… Rejimin yolsuzlukları ve kötü yönetimi, iktisadi huzursuzluğun en büyük kaynağı. Sözde savaş sonrası dönemde bireysel iktisadi şartların iyileşmek yerine giderek kötüleşmesiyle birlikte, bilhassa rejime sadık gruplar arasında hayal kırıklığı ve öfke artmış durumda.”
“Ülkenin yeniden inşası 50 yıl sürebilir”
Suriye uzmanına göre, ülkenin istikrarını etkileyecek daha vahim boyut, yeniden inşa sorununun ölçeği:
“Dünya Bankası’nın 2016 tahminine göre, eğer ki savaş 2017’de bitseydi, 450 milyar dolara, 2021’e kadar sürerse 780 milyar dolara mâl olacak. Almanya’nın Qantara internet sitesinde yayınlanan bir tahmine göre, eğer ki Suriye dünyanın en yüksek yeniden inşa yardımını alan Afganistan’la eşit düzeyde bir yardıma kavuşursa, ülkenin yeniden inşası 50 yıldan fazla sürecek. Ve tabii hiç yolsuzluk olmayacağı ve harcamaların son derece verimli şekilde yapılacağı varsayımıyla bu tahmin yürütülmüş, ki bu iki koşulun karşılanmayacağı da kesin. En ideal koşullar sağlansa bile sorunun ölçeği çok büyük. Mesela 2 milyon konutun yeniden inşası işini bir düşünün. Suriye’nin bunu makul bir hızda yapabilmesi için 10 yıl boyunca her sene 25 milyon ton çimento ve 5 milyon ton da demir ithal etmesi gerekir; ancak bunun için ne parası ne de altyapısı (yolları, limanları, transfer tesisleri) var. Sadece çimentoyu karmak için muazzam miktarda su ithal etmek zorunda.”
Yazar, uluslararası toplumun Suriye üzerindeki iktisadi kısıtlamaları, mevcut şartlar altında kısa zamanda gevşetmesini de beklemiyor.
Makalenin son bölümünde ise Lister, ABD’nin neden Suriye’ye sırtını dönmemesi gerektiğini anlatıyor. Sözde Cenevre süreci fiilen ölse de müzakere yoluyla çözüm kavramının yaşadığını ve bundan vazgeçilmemesi gerektiğini vurguluyor. Yine Rusya’nın, – ABD’nin de desteğini alan – bir tür büyük siyasi çözüme ulaşmayı istediğine ve buna muhtaç da olduğuna dikkat çekiyor.
Lister’a göre net olan şu: “Eğer ki ABD Suriye’yi mevcut kargaşa halinde bırakıp giderse bunun yol açacağı kaos, günün birinde herkesin başına musallat olacak şekilde geri dönecektir. Ve bir sonraki sefer hiç kimsenin yapabileceği hiçbir şey kalmayabilir.”
Yazının tamamını okumak için:
https://foreignpolicy.com/2019/07/11/assad-hasnt-won-anything-syria/
Bu yazı ilk kez 16 Ağustos 2019’da yayımlanmıştır.