ABD’nin, Filistin Devleti Başkanı Mahmud Abbas ve yaklaşık 80 Filistinli yetkilinin 9 Eylül’de başlayan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’na katılımları için gerekli vizelerini iptal etmesi, uluslararası diplomasi ve hukuk açısından önemli bir kriz yarattı.
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rabio, 29 Ağustos’ta yaptığı açıklamada Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Filistin Yönetimi’ni taahhütlerine uymadıklarını, barış umutlarını baltaladıklarını öne sürdü ve ABD’nin ulusal güvenlik çıkarlarına uygun bir şekilde vizeleri iptal ettiklerini duyurdu. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar, X’te yaptığı bir paylaşımda, Trump yönetimine “bu cesur adım ve bir kez daha İsrail’in yanında durduğu için” teşekkür etti. Fakat bu karar devamında uluslararası pek çok tepkiye sebep oldu.
Filistin yönetimi başkanlık sözcüsü Nabil Abu Rudeineh “Amerikan yönetimine kararını geri alması çağrısında bulunuyoruz. Bu karar sadece gerginliği ve gerilimi arttıracaktır,” dedi. Abu Rudeineh, başta İsrail ve Filistin topraklarında iki devletli çözüm çabalarını canlandırmak üzere 22 Eylül’de üst düzey bir konferans düzenleyen ülkeler olmak üzere, ülkeleri Trump yönetimine kararını geri alması için baskı yapmaya çağırdı. Konferansa Fransa ve Suudi Arabistan ortak ev sahipliği yapıyor. 22 Eylül’de yapılacak konferans öncesinde alınan bu karar, ABD’nin Filistin sorununa çözümü konusundaki tutumunu bir kez daha gösterdi.
Uluslararası hukuk – ABD’nin hukuku
ABD vize iptali kararını alırken 1947 tarihli Birleşmiş Milletler Genel Merkez Anlaşması’na atıf yaptı. Bu anlaşma, ev sahibi ülke olarak ABD’ye “Birleşmiş Milletler’e ve üye devletlerin temsilcilerine New York’a erişim sağlama” yükümlülüğü veriyor; anlaşma metninde üye devlet temsilcilerinin merkez bölgesine girişlerinde engellenemeyeceğine dair hükümler var. Ancak anlaşma bazı istisnalar ve uygulama detayları içeriyor, ulusal güvenlik sebebiyle ABD, katılımcıların ülkeye girişini engelleyebilir.
ABD, Filistin heyetinin vize iptalinde, FKÖ’yü barış umutlarını baltalamakla suçladı ve bu durumda ulusal güvenlik sebebiyle heyetin vizelerini iptal etme haklarını vurguladı. Suçlamaların içeriğini ise şu şekilde açıkladı: ‘FKÖ ve Filistin Yönetimi barış için ortak olarak kabul edilmeden önce, ABD yasalarının gerektirdiği ve FKÖ’nün söz verdiği üzere, 7 Ekim katliamı da dahil olmak üzere terörizmi tutarlı bir şekilde reddetmeli ve eğitimde terörizmi teşvik etmeye son vermelidir. Filistin Yönetimi ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Ceza Divanı’na yaptığı başvurular ve konjonktürel bir Filistin devletinin tek taraflı olarak tanınmasını sağlama çabaları da dahil olmak üzere uluslararası hukuk savaşı kampanyaları yoluyla müzakereleri atlatma girişimlerine son vermelidir. Her iki adım da Hamas’ın rehineleri serbest bırakmayı reddetmesine ve Gazze ateşkes görüşmelerinin çökmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur.’
Açıklamanın içeriği ve gerçekliği son derece muallak olmakla beraber, vize iptaline gerekçe olarak gösterdiği ulusal güvenlik ve devamındaki sebepler, Filistin Yönetimi’nin ABD’nin ulusal güvenliği için nasıl bir tehlike oluşturacağını açıklamak için yetersiz ve tutarsız. Eğitimde terör teşviki söylemi iddiadan ileri gitmiyor ve uluslararası hukuk mekanizmalarını kullanmaya çalışan bir devlet, ulusal güvenliği tehdit olarak algılanıyor. Fazlaca ironi içeren bu iddiaların ve kararın, 1947 tarihli anlaşmada atıf yapılan ulusal güvenlik gerekçesinin altını kesinlikle doldurmadığını bir hukukçu olarak rahatlıkla söylüyorum.
Söz konusu açıklamada aslında ABD şunu söyledi: FKÖ ve Filistin Yönetimi uluslararası hukuk mekanizmalarını kullanmayı bir an önce sona erdirmeli ve bizim ortaya koyacağımız çözümü kabul etmeli, barışın tanımına ve şekline biz karar veririz; bunun dışında başvuracağınız uluslararası mekanizmalar bizim için barışı ve çözümü istemediğiniz anlamına gelir ve bu durumda bizim için bir ulusal güvenlik sorunu haline gelirsiniz. ABD hukuku ve ABD’nin müzakereler için istediği sonuçlar, Filistin’in iradesi ve dahası uluslararası hukuk mekanizmalarından üstündür.
Züccaciye dükkanına giren fil ve planları
Yukarıda kısa bir değerlendirmesini yaptığım bakış açısı ve sözde hukuk anlayışı, kaba kuvvet olarak Orta Doğu ve Körfez’de sıkça gördüğümüz ABD’nin ve dahası züccaciye dükkanına giren fil gibi davranan Trump yönetiminin, aslında şaşırtmayan bir politikası.
Kendi politikası ve çıkarlarını tüm dünyaya dayatmaya çalışan Trump ve yönetimi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda hali hazırda Gazze’yi boşaltma planını tartışmaya açmaya hazırlanıyor. Bu Genel Kurul’da Mahmud Abbas ve beraberindeki heyeti istememesi bu bakımdan şaşırtıcı değil. Fakat ABD, Filistin Yönetimi toplantıya katılacak olsaydı da bu planı Genel Kurul’da tartışmaya açabilirdi. Bu durumda, kararın hukuksuzluğunun ötesinde, Trump ve ekibinin diplomatik ilişkiler ve uluslararası hukuku tamamen yok sayarak hareket etmesinin ardında var olan birkaç sebep üzerine de düşünmek gerekiyor.
ABD ve İsrail için göz ardı edilmemesi gereken olasılıklar
ABD, İsrail ile omuz omuza yürürken, iki ülkenin Gazze’yi boşaltmasını durdurabilecek bir güç ne yazık ki şu an için görünmüyor ve vize iptaline yönelik gelen tepkiler elbette ABD ve İsrail’i durduracak yeterlilikte değil.
Yine de ABD, Gazze’yi tamamen boşaltma planını devreye sokmaya hazırlanırken, Filistin Yönetimi’nin diplomatik bir unsur olarak görünmesine dahi alan tanımak istemiyor, planını uygulamaya sokarken hiçbir pürüzle karşılaşmak istemiyor.
Bu yılki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu başta İngiltere Fransa olmak üzere Kanada, Avusturalya, Malta, Portekiz gibi devletlerin de Filistin’i devlet olarak tanıyacağı bir toplantı olma özelliğini de taşıyor. ABD ise başta Birleşik Krallık ve sonrasında Fransa’nın bu tanıma kararına başından beri tepkili. Bu sebeple, özellikle vize reddi sonrasında Washington – Paris hattında gerilim artmaya devam etti. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rabio, Hamas – İsrail arasındaki ateşkes görüşmelerinin olumsuz sonuçlanmasının sebebi olarak Fransa’nın Filistin’i tanıma kararı olduğunu söyledi, Paris ise suçlamaları reddetti.
ABD, BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı olan beş devletten biri fakat genel kurulda herhangi bir devletin vetosu söz konusu değil, yani genel kurulda tanıma kararlarını engellemesi de mümkün değil. Fakat Filistin Yönetimi’nin toplantıya katılarak üye devletler ile gerçekleştireceği diplomatik temaslar dahi, ABD’nin şu an için istediği bir senaryo değil. Hem iç siyasette Kongre / Senato‘nun beklentileri hem de İsrail ile işbirliğinin getirdiği yükümlülükler sebebiyle Trump ve yönetimi, üzerinde herhangi bir Avrupa baskısını açıkça istemiyor. Bu durumda Filistin’in görünen diplomatik bir varlığı dahi ABD için değişmesi ve kontrol edilmesi gereken bir durum.
İkinci bir sebep olarak ABD’nin, Avrupa’nın Filistin’i tanıma yönündeki güçlü iradesini olası bir tehlike olarak görmesi de konuşulması gereken bir husus. Filistin Yönetimi’nin diplomatik varlığının ötesinde, Filistin’in daha fazla devlet tarafından tanınması, Gazze’yi boşaltma planını devreye sokmaya hazırlanan ABD için bir başka istenmeyen tehlike. Zayıf bir ihtimal olarak, bu tanımalar sonrasında BM’de ortaya konacak güçlü bir Gazze iradesi ve hatta yine zayıf bir ihtimal olarak BM müdahalesi, ABD için de zayıf bir ihtimal olsa da riski alınamayacak bir olasılık. Bu yüzden Avrupa’ya tanıma konusundaki siyasi baskıların yanı sıra, vize iptali kararı ABD için sıradan ama gerekli bir tedbir. Çünkü siyasi baskılar artık yetersiz görünüyor.
Politik dengeler–ekonomik ilişkiler arasında sıkışan Filistin ve insani kriz
ABD, Avrupa ile kurduğu politik ve ekonomik ilişkilerinde özellikle 2022’den beri Rusya kozunu sıkça oynuyor. Rusya tehlikesi karşısında ABD ile işbirliğinde hassas dengeleri son derece gözeten Avrupa, ABD ile ittifakına uyumlu şekilde politikalarını sürdürdü. ABD’de için de durum farklı değil, Avrupa ile yıllardır süregelen stratejik ve ekonomik ilişkilerini kendi çıkarlarına ters düşmeden devam ettirmek istiyor.
Ancak Rusya kozunun 2022’ye nazaran etkisi artık bir tartışma konusu. İsrail’e verilen ekonomik desteğin boyutu arttıkça Ukrayna’nın ABD’ye gereğinden fazla yük olma gerçeği gün yüzüne çıkıyor. Odaklanılması gereken bir İsrail ve Gazze varken, Ukrayna’ya verilen destek fazla maliyetli.
Bunun yanı sıra, gözden kaçırılmaması gereken bir diğer konu da, Çin’in Avrupa’da genişleyen ticaret hacmi. Çin, ABD için, kendisinin Avrupa’da düşmeye eğilimli ticaret hacmi yüzünden unutulmaması gereken bir gerçek. Bu yüzden, elinde zayıflamaya başlayan Rusya kozu ve Çin tehlikesi, ABD – Avrupa ilişkilerinde dengeleri etkiliyor ve bu durum ABD’nin Avrupa üzerindeki siyasi baskılarından istediği sonucu alamaması sonucunu doğuruyor. Ayrı ayrı derinlikli tartışılabilecek bu denklemler, ABD – Avrupa arasındaki ittifakı şu an için dramatik şekilde değiştirmese bile, ABD’yi Avrupa’nın Filistin konusundaki tutumu sebebiyle, bir dizi yeni önlemler almaya götürüyor. Filistin Heyeti’nin vize iptali de tüm bu dengeler ve halihazırda İsrail’in çıkarlarına asla aykırı davranmayan ABD’nin, kural tanımazlığının yansıması.
Vize iptalinin haykırdığı gerçek
Fakat tüm bu meselelerin üzerine düşünmemizdeki ana konu, en azından benim için, dünyadaki krizler üzerine entelektüel fikirlerimizi ortaya koymaktan çok daha önemli: Gazze’de devam eden soykırım ve sadece silahlar değil artık açlık yüzünden ölen insanlar…
Umarım, soykırımı durduramayan dünya, vize iptalinin haykırdığı gerçeği duyabilir. Bu karar, zaten tartışmalı olan BM’nin etkinliği ve uluslararası normlar açısından tehlikeli başka bir emsal oluşturuyor: eğer ev sahibi devlet (ABD) geniş kategoriler altında temsilcilerin girişini engelleyebiliyorsa, Birleşmiş Milletler’in “tüm üyelere eşit erişim” ilkesi zaten yok haline geliyor. Bu durumda pratikte ABD, ulusal güvenlik gerekçelerini kuvvetle öne sürerek ve hatta gerekçesiz başkaca kararları da uygulamaya devam edecektir. Böylece, ABD ve İsrail’in engellenemez ve önlenemez tüm aksiyonları, dünyanın odadaki fil ile ne yapacağını ciddi bir biçimde düşündürüyor.
ABD’nin Filistin heyetinin vizelerini iptali yalnızca ikili bir kriz değil, Birleşmiş Milletler sisteminin meşruiyetini ve tüm dünyanın güvenliğini doğrudan tehdit eden bir adım. Filistin için olmasa bile, her ülkenin kendi hukuku ve varlığı açısından somut adım atması artık bir tercih değil, zorunluluktur. Bu nedenle, sonuçların belirsizliği ve umutların zayıflığına rağmen, uluslararası toplumun Washington’u ev sahibi ülke sıfatıyla yükümlülüklerini yerine getirmeye zorlaması gerekir. İşlevselliğine yönelik eleştiriler devam etse de, konunun uluslararası hukuk mekanizmalarına taşınması ve ev sahibi ülke anlaşmasının ihlal edildiğinin resmî olarak tespit edilmesi bu sürecin temel bir parçası olmalıdır. Aksi halde ABD’nin, bir başka senaryoda bir başka devletin haklarını çiğnemesinin ve uluslararası arenada varlığını adeta ezmesinin önü tamamen açılmış olur. Zaten halihazırda istediği ülkeye istediği gibi parmak sallayan bir devlet için bu hiç de uzak bir olasılık değil. Öte yandan, İsrail’in süregelen işgal ve abluka politikaları için de benzer bir kararlılık gereklidir.
Her ne kadar ütopik ve hayalperest de bulunsa, kınamalar yerine, silah satışlarının kısıtlanması, yerleşimlerle bağlantılı ürünlerin ticaretinin engellenmesi ve uluslararası finansal desteklerin sınırlandırılması gibi somut yaptırımlar devreye sokulmadıkça hem Filistin meselesi çözümsüz kalacak hem de uluslararası düzenin güvenilirliği daha büyük bir hızla aşınacak.
Hayata geçirilmesi mümkün görünmeyen, “Kimse bunları yapmaz” dediğimiz eylem planlarından, artık var olmadığını gördüğümüz hukuk ve adaletten topyekûn vazgeçmemiz mümkün değil. Çünkü söz konusu eylemler, hukuk ve adalet, yalnızca Filistin için değil; kendi iradesi dışında hiçbir sistemin ve insanın yaşamasına izin vermeyen zalim bir gücün karşısında var olabilmenin asgari koşulları; dünya dönmeye devam ettikçe de böyle kalacak.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 17 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.