Gazze soykırımı: İsrail, ABD için batan gemi mi olmaya başladı?

ABD kamuoyu artık kayıtsız şartsız İsrail destekçisi değil. Netanyahu hükümeti hedef tahtasında. Anketlerde açıkça görülen bu durum, ABD’nin İsrail politikasını değiştirmeye yeter mi? Dr. Mehmet Rakipoğlu yazdı.

İsrail’in Gazze’de Ekim 2023’ten bu yana sürdürdüğü soykırım ve neden olduğu insani kriz, Amerikan kamuoyunun İsrail’e bakışını tarihi ölçüde değiştiriyor.

Geçmişte ABD’de İsrail’e koşulsuz destek siyasetinin merkezi konumundayken son anketler, bu tablonun hızla tersine döndüğünü gösteriyor. Özellikle Demokrat seçmenler arasında Filistin’e yönelik sempati artarken, Siyonizm’e yakın Evanjelistlerin demokratlara kıyasla daha fazla olduğu Cumhuriyetçi cephede bile İsrail’e mesafe koyma eğilimi dikkat çekiyor. Bu değişim, İsrail’in bazı müttefiklerince bir “batan gemi” olarak görülmeye başlandığı yorumlarına yol açıyor.

Kamuoyu yoklamaları, Amerikan halkının İsrail politikalarına dair görüşlerinde dramatik bir dönüşüme işaret ediyor. Örneğin, Data for Progress isimli bir araştırma kuruluşunun Ağustos 2025’te yaptığı bir ankete göre Amerikalıların yarıdan fazlası (%54), ABD’nin İsrail’e silah yardımı yerine Gazze’deki Filistinlilere insani yardımı öncelik haline getirmesi gerektiğini düşünüyor. Ankete katılanların %53’ü İsrail’in Filistinlilere karşı insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiğine inanıyor; neredeyse yarısı (%47) ise İsrail’in şu anda bir soykırım gerçekleştirdiği kanısında.

Bu görüşler, sadece sol veya liberal kesime özgü değil: Aynı anket, Cumhuriyetçi seçmenlerin de %48’inin Başkan Trump’ın İsrail’e askerî destekte bulunmak yerine Gazze’ye gıda ve tıbbi yardım ulaştırması için baskı yapmasını desteklediğini ortaya koyuyor. Bu oran, Trump’a İsrail’in askerî stratejilerine tam destek vermesi çağrısını destekleyen Cumhuriyetçilerin (%42) biraz üzerinde – bu da sağ seçmen tabanında dahi bir yarılma olduğunu gösteriyor.

Demokratlarda tarihi yön değişikliği

Demokrat Parti seçmenleri nezdinde yaşanan değişim ise en çarpıcı olanı.

CNN tarafından aktarılan anket verilerine göre, 2017’de Demokrat seçmenler İsrail’e Filistinlilere kıyasla %13 daha fazla sempati duyuyordu. 2025’e gelindiğinde roller tamamen değişti: Demokrat seçmen kitlesi, Filistinlilere İsrail’e kıyasla %43 gibi büyük bir oranla daha fazla sempati duyduğunu belirtiyor. Sekiz yıl gibi kısa bir sürede böylesine keskin bir dönüşüm, Amerikan siyaset tarihinde nadiren görülen bir olgu olarak değerlendirebilir.

Bu değişimde, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun izlediği soykırım siyasetinin ve özellikle Gazze’de süregelen insani felaketin etkisi büyük. Geleneksel olarak İsrail’i koşulsuz destekleyen birçok Demokrat siyasetçi dahi son dönemde söylemlerini yumuşatmak veya gözden geçirmek zorunda kaldı. Örneğin, genellikle İsrail’e yakın duruşuyla bilinen bazı Demokrat Kongre üyeleri bile Gazze’ye insani yardımların engellenmemesi gerektiğini vurgulayan açıklamalar yapmaya başladı.

Senatör Bernie Sanders ve Temsilciler Meclisi üyesi Ritchie Torres gibi isimler, Gazze’deki açlık krizine son verilmesi ve insani yardımın acilen ulaştırılması çağrıları yaparak, ilk kez İsrail hükümetini alenen eleştirdiler. Bu çıkışlar, her ne kadar insani hassasiyet kaynaklı olsa da aynı zamanda Demokratların kendi tabanlarındaki rahatsızlığı gördüklerini ve bunun siyaseten risk oluşturduğunu anladıklarını gösteriyor.

Bununla birlikte, Demokrat kanattaki bu eleştirilerin çoğu “Netanyahu hükümeti” odaklı kalıyor. Yani Gazze soykırımının mesuliyeti ve İsrail’in yarattığı istikrarsızlık ve problemler, İsrail devletinin genel politikalarından ziyade mevcut hükümete ve hatta Netanyahu’ya indirgeniyor. Bu söylem değişikliği, iki amaca hizmet ediyor: Hem ABD ve Batı içindeki yükselen Filistin yanlısı tepki ve aktivizmi yatıştırmak hem de İsrail’in genel meşruiyetine halel getirmeden sorunu sadece kötü yönetime bağlamak. Nitekim Amerikalı liberal çevrelerde sıkça duyulan bir argüman, İsrail’in “özündeki değerlerden koptuğu” ve Netanyahu gibi aşırı sağcı liderler yüzünden “ruhunu yitirdiği” yönünde. Böylece tarihsel bağlama bakılmaksızın, sanki İsrail geçmişte daha “ahlaki” bir çizgideymiş de son yıllarda raydan çıkmış gibi bir anlatı oluşturuluyor.

Halbuki Siyonizm’in 1910’lardan beri yürüttüğü siyaset, bu bakışın tarihle bağdaşmadığını kanıtlıyor. Buna göre İsrail’in kuruluş sürecinde, 1948’de yüz binlerce Filistinlinin topraklarından sürülmesi (Nekbe) veya 1967’de toprak işgalleriyle yüz binlercesinin mülteci konumuna düşmesi (Nekse) gibi olaylar, İsrail’in ilk günlerinden beri Filistinlilere karşı şiddet ve etnik temizlik uyguladığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla sorunu yalnızca Netanyahu’ya yüklemenin, Siyonizm ideolojisinin kolonici ve dışlayıcı yapısını göz ardı etme riski taşıyor. Bu anlamda güncel siyasi tabloda, Demokrat cephedeki eleştiriler daha ziyade Netanyahu’ya ve hükümetin yönetim biçimine odaklanıp İsrail’in varoluşsal politikalarına dokunmamayı tercih ediyor.

Cumhuriyetçi cephede ilk çatlaklar

ABD’de İsrail’e en güçlü desteğin geleneksel adresi olan Cumhuriyetçi Parti cephesinde de farklı bir hareketlilik göze çarpıyor. Cumhuriyetçi siyasetçiler genel olarak halen İsrail yanlısı bir tutum sergilese de tabanda ve bazı marjinal fakat etkili figürlerde yeni sesler yükseliyor.

Bunların başında, Trump’a yakınlığıyla bilinen Georgia Temsilcisi Marjorie Taylor Greene geliyor. Aşırı sağ söylemleriyle tanınan Greene, son aylarda sürpriz bir şekilde İsrail’e askeri yardımları kısma yönünde çıkışlar yaptı. Greene, Kongre’ye sunduğu bir değişiklik önergesiyle İsrail’e yapılan Demir Kubbe füze savunma sistemi finansmanını yarı yarıya kesmeyi teklif etti. Her ne kadar bu öneri yalnızca altı oy gibi cüzi bir destek alıp reddedilmiş olsa da (Greene’in yanı sıra Trump çizgisinden Thomas Massie ve dört ilerici Demokrat vekil destek verdi), Cumhuriyetçi Parti içinde böyle bir girişimin dahi ortaya çıkması ezber bozan bir gelişmeydi.

Greene ayrıca İsrail’in Gazze’de “soykırıma” varan uygulamalara imza attığını söyleyerek, Washington’daki en güçlü İsrail lobisi olan AIPAC’i “yabancı çıkarlar adına çalışan bir lobi” olarak tanımlayıp, bu kurumla açıktan kavgaya girişti. Bu sözleriyle Greene, kendi partisi içinde İsrail’e koşulsuz desteği sorgulayan tabanın sesi olmayı hedefliyor.

Cumhuriyetçi tabandaki rahatsızlığın kökenleri çeşitli. Bir kesim, Amerika’nın genel olarak dış yardımlarını ve “sonsuz savaşlarını” eleştiren izolasyonist bir damar. Bu görüştekiler, ABD’nin trilyonlarca dolar harcadığı Ortadoğu maceralarının ve müttefiklerine akıttığı devasa yardımların, içeride ekonomik sıkıntılar yaşanırken öncelik olmasını kabullenemiyor.

İsrail de yıllık yaklaşık 3,8 milyar dolarla Amerikan dış yardım bütçesinden en büyük payı alan ülke. Üstelik İsrail, bu yardımların bir kısmını kendi savunma sanayisine harcayabilme ve parayı peşin alıp ABD Hazine’sinde faiz geliri elde edebilme gibi ayrıcalıklara da sahip. MAGA (Make America Great Again) hareketinin tabanında, “önce Amerika” anlayışı gereği, zengin bir ülke olan İsrail’e on yıllardır akan bu yardım musluğuna tepki büyüyor. Matt Duss gibi dış politika uzmanları, özellikle Gazze’de çocukların aç bırakıldığı görüntülerin muhafazakâr ya da liberal fark etmeksizin herkesin vicdanını sarstığını ve Amerikan halkının gözünde İsrail’e verilen çek-senet desteğinin ilk kez ciddi sorgulamaya açıldığını belirtiyor.

Öte yandan, Cumhuriyetçi cephedeki desteğin aşınmasında dinî ve ideolojik unsurlar da rol oynuyor. ABD’nin muhafazakâr tabanında önemli yer tutan Evanjelik Hristiyanlar, İsrail’i teolojik nedenlerle uzun süre koşulsuz desteklemişti. Fakat İsrail’in Filistin’de sadece Müslümanlara değil, Hristiyan azınlığa ait kutsal mekânlara yönelik saldırıları da (örneğin, Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de birçok defa kiliselerin de bombalanması ya da Batı Şeria’daki tarihi Taybeh St. George Kilisesi’nin Yahudi yerleşimcilerce kundaklanması girişimi) bu kesimde infial yarattı.

Normalde İsrail’in en hararetli savunucularından olan Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham bile, bu olaylar üzerine “Gerek Gazze’de gerek Batı Şeria’da kiliselere saldırılar derhal durmalı. Kutsal mekanlara saygısızlık yaparak Amerika’daki desteğinizi baltalıyorsunuz” diyerek İsrail’e uyarıda bulundu. Muhafazakâr (Evanjelist) medya yorumcularından Michael Knowles da İsrail hükümetine hitaben “Beni de kaybediyorsunuz. Bu korkunç savaşı derhal bitirmelisiniz” sözleriyle tepkisini dile getirdi. Bu açıklamalar, özellikle Hristiyan sağ arasında İsrail’in eylemlerine karşı bir bıkkınlığın filizlendiğine işaret ediyor.

Cumhuriyetçi kanadın bir diğer kesiminde ise, İsrail’e karşı komplo teorileri ve antisemitik söylemlerle harmanlanmış bir kuşku mevcut. Özellikle Jeffrey Epstein skandalının yeniden alevlenmesi, bu çevrelerde İsrail’e dair güvensizliği artırdı. Epstein’ın yıllarca cezasız kalan cinsel suçları ve sır dolu ölümü etrafında dönen spekülasyonlarda, onun İsrail istihbaratıyla bağlantılı olduğu iddiaları (Epstein’in suç ortağının ölen babası Robert Maxwell’in Mossad ile ilişkili olduğu söylentileri gibi) Trump yanlısı forumlarda yaygınlaştı. Trump’ın da Epstein’la geçmişteki yakın dostluğu, bu teori üreticilerince Başkan’ın İsrail lehine politikalar izlemek zorunda kaldığının “kanıtı” olarak sunuluyor. Böylece radikal sağın bir bölümü, İsrail’i “Amerikan derin devletini manipüle eden güç” olarak resmetmeye başladı. Tarihsel olarak aşırı sağ içinde kimi grupların Yahudi karşıtı önyargılar taşıdığı biliniyordu; bugün bu marjinal fikirler, mevcut Gazze savaşı üzerinden ana akım muhafazakâr söyleme kısmen sızıyor.

Washington’daki yerleşik çıkar çevrelerinin İsrail’e desteği

Tüm bu gelişmelere rağmen, Cumhuriyetçi Parti üst kademesi ve özellikle Washington’daki yerleşik çıkar çevreleri İsrail’e desteği sürdürmekte kararlı.  Amerika’daki siyasi finansman sistemi de hesaba katıldığında bu şaşırtıcı değil.

Kongre üyeleri, seçim kampanyalarını fonlayan milyoner ve lobi gruplarının etkisi altında kalabiliyor. İsrail yanlısı lobilerin (özellikle AIPAC ve milyarder bağışçıların) Amerikan siyasetindeki nüfuzu uzun zamandır iki parti için de geçerli. Bu yüzden halktaki fikir değişimleri her zaman doğrudan politika değişimine dönüşmeyebiliyor.

Yine de 2024 sonbaharında yaşanan bir olay, tabandaki baskının sistem içindeki bazıları tarafından hissedildiğini gösterdi: ABD Temsilciler Meclisi’nde aşırı sağ popülist Cumhuriyetçilerin de desteğiyle, İsrail’e yapılacak askerî yardımların belirli insan hakları kriterlerine bağlanmasını öngören değişiklik önergeleri sunuldu. Bu girişimler başarılı olmasa da politik tartışma sınırlarının eskisine göre çok farklı bir yerde olduğuna işaret ediyor.

İsrail “batan bir gemi” olarak mı görülüyor?

Tüm bu gelişmeler, tarihsel bir benzetmeye işaret ediyor: Fransızların Cezayir’den çekilme süreci. 1950’lerin sonunda Fransız halkı, Cezayir’deki koloni savaşının vahşeti ve ülkeye maliyetinden bıkmış; Fransız siyasetçileri de bir zamanların “gurur kaynağı” olan bu sömürgeyi daha fazla savunamayacaklarını anlamışlardı. Benzer şekilde, Batı dünyasında İsrail’e verilen koşulsuz desteğin de bir kırılma noktasına ilerlediği sıkça dile getiriliyor.

Özellikle Amerikan cephesinde kamuoyu desteğinin zayıflaması, İsrail açısından alarm zillerinin çalması demek. Zira İsrail’in askerî gücünün ve bölgedeki cüretkâr eylemlerinin en önemli güvencesi, her durumda yanında duran bir ABD varlığıydı. Eğer Washington’daki politik iklim, İsrail’e desteği siyasi olarak maliyetli görmeye başlarsa, bu Tel Aviv için bir kâbus senaryosu anlamına gelir.

Şu an için Trump yönetimi, içerideki tepkilere rağmen İsrail’e somut desteğini (askerî yardımlar, mühimmat sevkiyatı, diplomatik koruma vb.) sürdürmekte kararlı bir tutum sergiliyor. Nitekim savaşın ilk aylarında dönemin başkanı Biden, İsrail’e adeta “açık çek” verdiğini vurgulamış; ABD savunma stoklarından İsrail’e füze ve bomba transferleri yapılmıştı. Fakat Trump yönetimi bir yandan da İsrail’i aşırı uç hamlelerden geri tutmaya çalışıyor. Trump’ın Ahmed eş-Şara yönetimiyle görüşmesi ve Netanyahu ile yaptığı temaslarda ateşkes ile esir takası konusunda İsrail’e sert ifadeler kullanması, Tel Aviv’e yönelik bakışın eskisi gibi olmadığına işaret olabilir. Bu tür haberler, Amerikan siyaset elitinin İsrail’e desteğinin artık eskisi kadar otomatik bir şekilde işlemediğinin işareti sayılıyor.

İsrail için dönüm noktası mı?

Önümüzdeki dönemde, İsrail’in Batı’daki imajının nasıl şekilleneceği büyük ölçüde Gazze’deki savaşın gidişatına ve Filistin topraklarındaki genel tabloya bağlı olacak.

Eğer sivil kayıplar artmaya devam eder ve televizyon ekranlarına açlıktan ölmek üzere olan çocuk görüntüleri yansırsa, bırakın Avrupa’yı, Amerika’da dahi İsrail’i savunmak siyasi bir yük haline gelebilir. Kaldı ki anketler halihazırda bu yükün hissedilmeye başlandığını gösteriyor.

Gallup şirketinin Kasım 2024’te yayımladığı veriler, Amerikalı yetişkinlerin yalnızca %32’sinin İsrail’in Gazze’deki ‘askerî harekâtını’ desteklediğini, 18-34 yaş arası genç yetişkinlerde ise bu oranın sadece %9 gibi son derece düşük bir düzeyde kaldığını ortaya koydu. ABD genelinde farklı ideolojik kamplardan insanlar, ilk kez ortak bir noktada buluşuyor: İsrail hükümetinin politikalarına eleştirel bakmak ve Filistinlilerin yaşadığı trajediye insani zeminde duyarlılık göstermek.

İsrail ile ABD arasındaki stratejik ittifak bir gecede sona erecek değil. Ortadoğu’da İran’ın nüfuzu, küresel jeopolitik çıkarlar ve ABD iç siyasetindeki dengeler gibi unsurlar, Washington’ın belirli sınırların ötesine geçmesini engelleyebilir. Ancak bugün gelinen noktada, İsrail’in uluslararası yalnızlaşması açık bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. İsrail’in kurulu düzen yanlısı en sadık dostları bile “batan gemiyi kurtarmak” için itibar hasarını tamir etmeye, gerekirse bazı sembolik tavizlerle dünyayı yatıştırmaya çalışıyor. Örneğin, Eylül 2025’te Birleşmiş Milletler’de Filistin devletini tanıma yönünde atılacak adımlar, gerçekte iki devletli çözüme inanç geri gelmiş gibi görünmekten ziyade, Batı’nın kendi imajını kurtarma ve İsrail’i dizginleme hamlesi olabilir.

Sonuç olarak, ABD kamuoyunun İsrail’e desteği konusunda bir dönüm noktasına yaklaşıldığı söylenebilir. Kamuoyu eğilimleri ve siyasi söylemler, artık İsrail’e eleştirinin marjinal bir tutum olmaktan çıkıp ana akımın parçası haline geldiğine işaret ediyor. İsrail, kuruluşundan bu yana belki de ilk defa, en büyük hamisi olan Amerikan toplumunun önemli bir kesimi tarafından sorgulanır durumda. Bu sorgulama, İsrail’i “vazgeçilmez müttefik” olarak gören anlayışta bir gedik açmış durumda.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Ağustos 2025’te yayımlanmıştır.

Mehmet Rakipoğlu
Mehmet Rakipoğlu
Dr. Mehmet Rakipoğlu - Lisans eğitimini Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. 2023 yılında Ortadoğu Çalışmaları alanında doktora derecesini aldı. Akademik ilgi alanları arasında Körfez ülkelerinin dış politikaları, Türkiye-Körfez ilişkileri, İslami hareketler ve Filistin meselesi yer alıyor. Bu çerçevede saha çalışmaları ve dil eğitimi faaliyetleri kapsamında Ürdün ve Sudan’da bulundu. Yurt içi ve yurt dışında birçok düşünce kuruluşuna ve medya organına analizler, raporlar ve görüş yazıları sundu. Hâlihazırda Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor öğretim üyesi olarak görev yapan Rakipoğlu, aynı zamanda Exeter Üniversitesi Institute of Arab and Islamic Studies bünyesinde Filistin üzerine araştırmalar yürütüyor. İngilizceyi ileri, Arapçayı ise orta seviyede biliyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Gazze soykırımı: İsrail, ABD için batan gemi mi olmaya başladı?

ABD kamuoyu artık kayıtsız şartsız İsrail destekçisi değil. Netanyahu hükümeti hedef tahtasında. Anketlerde açıkça görülen bu durum, ABD’nin İsrail politikasını değiştirmeye yeter mi? Dr. Mehmet Rakipoğlu yazdı.

İsrail’in Gazze’de Ekim 2023’ten bu yana sürdürdüğü soykırım ve neden olduğu insani kriz, Amerikan kamuoyunun İsrail’e bakışını tarihi ölçüde değiştiriyor.

Geçmişte ABD’de İsrail’e koşulsuz destek siyasetinin merkezi konumundayken son anketler, bu tablonun hızla tersine döndüğünü gösteriyor. Özellikle Demokrat seçmenler arasında Filistin’e yönelik sempati artarken, Siyonizm’e yakın Evanjelistlerin demokratlara kıyasla daha fazla olduğu Cumhuriyetçi cephede bile İsrail’e mesafe koyma eğilimi dikkat çekiyor. Bu değişim, İsrail’in bazı müttefiklerince bir “batan gemi” olarak görülmeye başlandığı yorumlarına yol açıyor.

Kamuoyu yoklamaları, Amerikan halkının İsrail politikalarına dair görüşlerinde dramatik bir dönüşüme işaret ediyor. Örneğin, Data for Progress isimli bir araştırma kuruluşunun Ağustos 2025’te yaptığı bir ankete göre Amerikalıların yarıdan fazlası (%54), ABD’nin İsrail’e silah yardımı yerine Gazze’deki Filistinlilere insani yardımı öncelik haline getirmesi gerektiğini düşünüyor. Ankete katılanların %53’ü İsrail’in Filistinlilere karşı insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiğine inanıyor; neredeyse yarısı (%47) ise İsrail’in şu anda bir soykırım gerçekleştirdiği kanısında.

Bu görüşler, sadece sol veya liberal kesime özgü değil: Aynı anket, Cumhuriyetçi seçmenlerin de %48’inin Başkan Trump’ın İsrail’e askerî destekte bulunmak yerine Gazze’ye gıda ve tıbbi yardım ulaştırması için baskı yapmasını desteklediğini ortaya koyuyor. Bu oran, Trump’a İsrail’in askerî stratejilerine tam destek vermesi çağrısını destekleyen Cumhuriyetçilerin (%42) biraz üzerinde – bu da sağ seçmen tabanında dahi bir yarılma olduğunu gösteriyor.

Demokratlarda tarihi yön değişikliği

Demokrat Parti seçmenleri nezdinde yaşanan değişim ise en çarpıcı olanı.

CNN tarafından aktarılan anket verilerine göre, 2017’de Demokrat seçmenler İsrail’e Filistinlilere kıyasla %13 daha fazla sempati duyuyordu. 2025’e gelindiğinde roller tamamen değişti: Demokrat seçmen kitlesi, Filistinlilere İsrail’e kıyasla %43 gibi büyük bir oranla daha fazla sempati duyduğunu belirtiyor. Sekiz yıl gibi kısa bir sürede böylesine keskin bir dönüşüm, Amerikan siyaset tarihinde nadiren görülen bir olgu olarak değerlendirebilir.

Bu değişimde, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun izlediği soykırım siyasetinin ve özellikle Gazze’de süregelen insani felaketin etkisi büyük. Geleneksel olarak İsrail’i koşulsuz destekleyen birçok Demokrat siyasetçi dahi son dönemde söylemlerini yumuşatmak veya gözden geçirmek zorunda kaldı. Örneğin, genellikle İsrail’e yakın duruşuyla bilinen bazı Demokrat Kongre üyeleri bile Gazze’ye insani yardımların engellenmemesi gerektiğini vurgulayan açıklamalar yapmaya başladı.

Senatör Bernie Sanders ve Temsilciler Meclisi üyesi Ritchie Torres gibi isimler, Gazze’deki açlık krizine son verilmesi ve insani yardımın acilen ulaştırılması çağrıları yaparak, ilk kez İsrail hükümetini alenen eleştirdiler. Bu çıkışlar, her ne kadar insani hassasiyet kaynaklı olsa da aynı zamanda Demokratların kendi tabanlarındaki rahatsızlığı gördüklerini ve bunun siyaseten risk oluşturduğunu anladıklarını gösteriyor.

Bununla birlikte, Demokrat kanattaki bu eleştirilerin çoğu “Netanyahu hükümeti” odaklı kalıyor. Yani Gazze soykırımının mesuliyeti ve İsrail’in yarattığı istikrarsızlık ve problemler, İsrail devletinin genel politikalarından ziyade mevcut hükümete ve hatta Netanyahu’ya indirgeniyor. Bu söylem değişikliği, iki amaca hizmet ediyor: Hem ABD ve Batı içindeki yükselen Filistin yanlısı tepki ve aktivizmi yatıştırmak hem de İsrail’in genel meşruiyetine halel getirmeden sorunu sadece kötü yönetime bağlamak. Nitekim Amerikalı liberal çevrelerde sıkça duyulan bir argüman, İsrail’in “özündeki değerlerden koptuğu” ve Netanyahu gibi aşırı sağcı liderler yüzünden “ruhunu yitirdiği” yönünde. Böylece tarihsel bağlama bakılmaksızın, sanki İsrail geçmişte daha “ahlaki” bir çizgideymiş de son yıllarda raydan çıkmış gibi bir anlatı oluşturuluyor.

Halbuki Siyonizm’in 1910’lardan beri yürüttüğü siyaset, bu bakışın tarihle bağdaşmadığını kanıtlıyor. Buna göre İsrail’in kuruluş sürecinde, 1948’de yüz binlerce Filistinlinin topraklarından sürülmesi (Nekbe) veya 1967’de toprak işgalleriyle yüz binlercesinin mülteci konumuna düşmesi (Nekse) gibi olaylar, İsrail’in ilk günlerinden beri Filistinlilere karşı şiddet ve etnik temizlik uyguladığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla sorunu yalnızca Netanyahu’ya yüklemenin, Siyonizm ideolojisinin kolonici ve dışlayıcı yapısını göz ardı etme riski taşıyor. Bu anlamda güncel siyasi tabloda, Demokrat cephedeki eleştiriler daha ziyade Netanyahu’ya ve hükümetin yönetim biçimine odaklanıp İsrail’in varoluşsal politikalarına dokunmamayı tercih ediyor.

Cumhuriyetçi cephede ilk çatlaklar

ABD’de İsrail’e en güçlü desteğin geleneksel adresi olan Cumhuriyetçi Parti cephesinde de farklı bir hareketlilik göze çarpıyor. Cumhuriyetçi siyasetçiler genel olarak halen İsrail yanlısı bir tutum sergilese de tabanda ve bazı marjinal fakat etkili figürlerde yeni sesler yükseliyor.

Bunların başında, Trump’a yakınlığıyla bilinen Georgia Temsilcisi Marjorie Taylor Greene geliyor. Aşırı sağ söylemleriyle tanınan Greene, son aylarda sürpriz bir şekilde İsrail’e askeri yardımları kısma yönünde çıkışlar yaptı. Greene, Kongre’ye sunduğu bir değişiklik önergesiyle İsrail’e yapılan Demir Kubbe füze savunma sistemi finansmanını yarı yarıya kesmeyi teklif etti. Her ne kadar bu öneri yalnızca altı oy gibi cüzi bir destek alıp reddedilmiş olsa da (Greene’in yanı sıra Trump çizgisinden Thomas Massie ve dört ilerici Demokrat vekil destek verdi), Cumhuriyetçi Parti içinde böyle bir girişimin dahi ortaya çıkması ezber bozan bir gelişmeydi.

Greene ayrıca İsrail’in Gazze’de “soykırıma” varan uygulamalara imza attığını söyleyerek, Washington’daki en güçlü İsrail lobisi olan AIPAC’i “yabancı çıkarlar adına çalışan bir lobi” olarak tanımlayıp, bu kurumla açıktan kavgaya girişti. Bu sözleriyle Greene, kendi partisi içinde İsrail’e koşulsuz desteği sorgulayan tabanın sesi olmayı hedefliyor.

Cumhuriyetçi tabandaki rahatsızlığın kökenleri çeşitli. Bir kesim, Amerika’nın genel olarak dış yardımlarını ve “sonsuz savaşlarını” eleştiren izolasyonist bir damar. Bu görüştekiler, ABD’nin trilyonlarca dolar harcadığı Ortadoğu maceralarının ve müttefiklerine akıttığı devasa yardımların, içeride ekonomik sıkıntılar yaşanırken öncelik olmasını kabullenemiyor.

İsrail de yıllık yaklaşık 3,8 milyar dolarla Amerikan dış yardım bütçesinden en büyük payı alan ülke. Üstelik İsrail, bu yardımların bir kısmını kendi savunma sanayisine harcayabilme ve parayı peşin alıp ABD Hazine’sinde faiz geliri elde edebilme gibi ayrıcalıklara da sahip. MAGA (Make America Great Again) hareketinin tabanında, “önce Amerika” anlayışı gereği, zengin bir ülke olan İsrail’e on yıllardır akan bu yardım musluğuna tepki büyüyor. Matt Duss gibi dış politika uzmanları, özellikle Gazze’de çocukların aç bırakıldığı görüntülerin muhafazakâr ya da liberal fark etmeksizin herkesin vicdanını sarstığını ve Amerikan halkının gözünde İsrail’e verilen çek-senet desteğinin ilk kez ciddi sorgulamaya açıldığını belirtiyor.

Öte yandan, Cumhuriyetçi cephedeki desteğin aşınmasında dinî ve ideolojik unsurlar da rol oynuyor. ABD’nin muhafazakâr tabanında önemli yer tutan Evanjelik Hristiyanlar, İsrail’i teolojik nedenlerle uzun süre koşulsuz desteklemişti. Fakat İsrail’in Filistin’de sadece Müslümanlara değil, Hristiyan azınlığa ait kutsal mekânlara yönelik saldırıları da (örneğin, Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de birçok defa kiliselerin de bombalanması ya da Batı Şeria’daki tarihi Taybeh St. George Kilisesi’nin Yahudi yerleşimcilerce kundaklanması girişimi) bu kesimde infial yarattı.

Normalde İsrail’in en hararetli savunucularından olan Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham bile, bu olaylar üzerine “Gerek Gazze’de gerek Batı Şeria’da kiliselere saldırılar derhal durmalı. Kutsal mekanlara saygısızlık yaparak Amerika’daki desteğinizi baltalıyorsunuz” diyerek İsrail’e uyarıda bulundu. Muhafazakâr (Evanjelist) medya yorumcularından Michael Knowles da İsrail hükümetine hitaben “Beni de kaybediyorsunuz. Bu korkunç savaşı derhal bitirmelisiniz” sözleriyle tepkisini dile getirdi. Bu açıklamalar, özellikle Hristiyan sağ arasında İsrail’in eylemlerine karşı bir bıkkınlığın filizlendiğine işaret ediyor.

Cumhuriyetçi kanadın bir diğer kesiminde ise, İsrail’e karşı komplo teorileri ve antisemitik söylemlerle harmanlanmış bir kuşku mevcut. Özellikle Jeffrey Epstein skandalının yeniden alevlenmesi, bu çevrelerde İsrail’e dair güvensizliği artırdı. Epstein’ın yıllarca cezasız kalan cinsel suçları ve sır dolu ölümü etrafında dönen spekülasyonlarda, onun İsrail istihbaratıyla bağlantılı olduğu iddiaları (Epstein’in suç ortağının ölen babası Robert Maxwell’in Mossad ile ilişkili olduğu söylentileri gibi) Trump yanlısı forumlarda yaygınlaştı. Trump’ın da Epstein’la geçmişteki yakın dostluğu, bu teori üreticilerince Başkan’ın İsrail lehine politikalar izlemek zorunda kaldığının “kanıtı” olarak sunuluyor. Böylece radikal sağın bir bölümü, İsrail’i “Amerikan derin devletini manipüle eden güç” olarak resmetmeye başladı. Tarihsel olarak aşırı sağ içinde kimi grupların Yahudi karşıtı önyargılar taşıdığı biliniyordu; bugün bu marjinal fikirler, mevcut Gazze savaşı üzerinden ana akım muhafazakâr söyleme kısmen sızıyor.

Washington’daki yerleşik çıkar çevrelerinin İsrail’e desteği

Tüm bu gelişmelere rağmen, Cumhuriyetçi Parti üst kademesi ve özellikle Washington’daki yerleşik çıkar çevreleri İsrail’e desteği sürdürmekte kararlı.  Amerika’daki siyasi finansman sistemi de hesaba katıldığında bu şaşırtıcı değil.

Kongre üyeleri, seçim kampanyalarını fonlayan milyoner ve lobi gruplarının etkisi altında kalabiliyor. İsrail yanlısı lobilerin (özellikle AIPAC ve milyarder bağışçıların) Amerikan siyasetindeki nüfuzu uzun zamandır iki parti için de geçerli. Bu yüzden halktaki fikir değişimleri her zaman doğrudan politika değişimine dönüşmeyebiliyor.

Yine de 2024 sonbaharında yaşanan bir olay, tabandaki baskının sistem içindeki bazıları tarafından hissedildiğini gösterdi: ABD Temsilciler Meclisi’nde aşırı sağ popülist Cumhuriyetçilerin de desteğiyle, İsrail’e yapılacak askerî yardımların belirli insan hakları kriterlerine bağlanmasını öngören değişiklik önergeleri sunuldu. Bu girişimler başarılı olmasa da politik tartışma sınırlarının eskisine göre çok farklı bir yerde olduğuna işaret ediyor.

İsrail “batan bir gemi” olarak mı görülüyor?

Tüm bu gelişmeler, tarihsel bir benzetmeye işaret ediyor: Fransızların Cezayir’den çekilme süreci. 1950’lerin sonunda Fransız halkı, Cezayir’deki koloni savaşının vahşeti ve ülkeye maliyetinden bıkmış; Fransız siyasetçileri de bir zamanların “gurur kaynağı” olan bu sömürgeyi daha fazla savunamayacaklarını anlamışlardı. Benzer şekilde, Batı dünyasında İsrail’e verilen koşulsuz desteğin de bir kırılma noktasına ilerlediği sıkça dile getiriliyor.

Özellikle Amerikan cephesinde kamuoyu desteğinin zayıflaması, İsrail açısından alarm zillerinin çalması demek. Zira İsrail’in askerî gücünün ve bölgedeki cüretkâr eylemlerinin en önemli güvencesi, her durumda yanında duran bir ABD varlığıydı. Eğer Washington’daki politik iklim, İsrail’e desteği siyasi olarak maliyetli görmeye başlarsa, bu Tel Aviv için bir kâbus senaryosu anlamına gelir.

Şu an için Trump yönetimi, içerideki tepkilere rağmen İsrail’e somut desteğini (askerî yardımlar, mühimmat sevkiyatı, diplomatik koruma vb.) sürdürmekte kararlı bir tutum sergiliyor. Nitekim savaşın ilk aylarında dönemin başkanı Biden, İsrail’e adeta “açık çek” verdiğini vurgulamış; ABD savunma stoklarından İsrail’e füze ve bomba transferleri yapılmıştı. Fakat Trump yönetimi bir yandan da İsrail’i aşırı uç hamlelerden geri tutmaya çalışıyor. Trump’ın Ahmed eş-Şara yönetimiyle görüşmesi ve Netanyahu ile yaptığı temaslarda ateşkes ile esir takası konusunda İsrail’e sert ifadeler kullanması, Tel Aviv’e yönelik bakışın eskisi gibi olmadığına işaret olabilir. Bu tür haberler, Amerikan siyaset elitinin İsrail’e desteğinin artık eskisi kadar otomatik bir şekilde işlemediğinin işareti sayılıyor.

İsrail için dönüm noktası mı?

Önümüzdeki dönemde, İsrail’in Batı’daki imajının nasıl şekilleneceği büyük ölçüde Gazze’deki savaşın gidişatına ve Filistin topraklarındaki genel tabloya bağlı olacak.

Eğer sivil kayıplar artmaya devam eder ve televizyon ekranlarına açlıktan ölmek üzere olan çocuk görüntüleri yansırsa, bırakın Avrupa’yı, Amerika’da dahi İsrail’i savunmak siyasi bir yük haline gelebilir. Kaldı ki anketler halihazırda bu yükün hissedilmeye başlandığını gösteriyor.

Gallup şirketinin Kasım 2024’te yayımladığı veriler, Amerikalı yetişkinlerin yalnızca %32’sinin İsrail’in Gazze’deki ‘askerî harekâtını’ desteklediğini, 18-34 yaş arası genç yetişkinlerde ise bu oranın sadece %9 gibi son derece düşük bir düzeyde kaldığını ortaya koydu. ABD genelinde farklı ideolojik kamplardan insanlar, ilk kez ortak bir noktada buluşuyor: İsrail hükümetinin politikalarına eleştirel bakmak ve Filistinlilerin yaşadığı trajediye insani zeminde duyarlılık göstermek.

İsrail ile ABD arasındaki stratejik ittifak bir gecede sona erecek değil. Ortadoğu’da İran’ın nüfuzu, küresel jeopolitik çıkarlar ve ABD iç siyasetindeki dengeler gibi unsurlar, Washington’ın belirli sınırların ötesine geçmesini engelleyebilir. Ancak bugün gelinen noktada, İsrail’in uluslararası yalnızlaşması açık bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. İsrail’in kurulu düzen yanlısı en sadık dostları bile “batan gemiyi kurtarmak” için itibar hasarını tamir etmeye, gerekirse bazı sembolik tavizlerle dünyayı yatıştırmaya çalışıyor. Örneğin, Eylül 2025’te Birleşmiş Milletler’de Filistin devletini tanıma yönünde atılacak adımlar, gerçekte iki devletli çözüme inanç geri gelmiş gibi görünmekten ziyade, Batı’nın kendi imajını kurtarma ve İsrail’i dizginleme hamlesi olabilir.

Sonuç olarak, ABD kamuoyunun İsrail’e desteği konusunda bir dönüm noktasına yaklaşıldığı söylenebilir. Kamuoyu eğilimleri ve siyasi söylemler, artık İsrail’e eleştirinin marjinal bir tutum olmaktan çıkıp ana akımın parçası haline geldiğine işaret ediyor. İsrail, kuruluşundan bu yana belki de ilk defa, en büyük hamisi olan Amerikan toplumunun önemli bir kesimi tarafından sorgulanır durumda. Bu sorgulama, İsrail’i “vazgeçilmez müttefik” olarak gören anlayışta bir gedik açmış durumda.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Ağustos 2025’te yayımlanmıştır.

Mehmet Rakipoğlu
Mehmet Rakipoğlu
Dr. Mehmet Rakipoğlu - Lisans eğitimini Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. 2023 yılında Ortadoğu Çalışmaları alanında doktora derecesini aldı. Akademik ilgi alanları arasında Körfez ülkelerinin dış politikaları, Türkiye-Körfez ilişkileri, İslami hareketler ve Filistin meselesi yer alıyor. Bu çerçevede saha çalışmaları ve dil eğitimi faaliyetleri kapsamında Ürdün ve Sudan’da bulundu. Yurt içi ve yurt dışında birçok düşünce kuruluşuna ve medya organına analizler, raporlar ve görüş yazıları sundu. Hâlihazırda Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor öğretim üyesi olarak görev yapan Rakipoğlu, aynı zamanda Exeter Üniversitesi Institute of Arab and Islamic Studies bünyesinde Filistin üzerine araştırmalar yürütüyor. İngilizceyi ileri, Arapçayı ise orta seviyede biliyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x