Gazze, sadece bir coğrafya değil; modern çağın en ağır insani felaketlerinden birinin, göz göre göre yaşandığı bir politik laboratuvar. Gıdanın sadece bir temel ihtiyaç değil, aynı zamanda bir müzakere kartına, savaş silahına ve savaş stratejisine dönüşmüş durumda. Modern uluslararası hukuk, sivillerin hedef alınmasını ve insani ihtiyaçların savaşın bir parçası haline getirilmesini açıkça yasaklıyor. Fakat günümüzde, aç bırakmak yalnızca bir ihmal değil, kimi zaman bilinçli bir stratejiye dönüşüyor.
Aç bırakmak, savaşın en görünmez ama en yıkıcı silahlarından biridir. İsrail’in Gazze’ye yönelik politikaları, uluslararası hukukta yasaklanan bu stratejiyi fiili bir uygulama haline getirmiş durumda. Gıda tırlarının sınırda bekletilmesi, su altyapısının bombalanması, tarım arazilerinin erişilmez hale gelmesi… Bunların hiçbiri ‘tesadüf’ değil. İsrail, uluslararası yükümlülüklerini ihlal ediyor, ancak uygulamada bu ihlallerin önüne geçilemiyor.
Central Florida Üniversitesi’nden kamu sağlığı uzmanı Yara M. Asi, Gazze’deki gıda krizinin halk sağlığı üzerindeki yıkıcı etkilerini, İsrail’in gıda yardımlarını nasıl bilinçli bir şekilde savaş aracı olarak kullandığını ve bölgedeki ekonomik altyapının nasıl sistematik biçimde çökertildiğini analiz ediyor.
Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden uluslararası hukuk profesörü Donald Rothwell ise, İsrail’in Gazze’ye gıda girişini kısıtlayarak sivilleri açlığa mahkûm etmesinin uluslararası hukuk açısından nasıl bir savaş suçu teşkil ettiğini ve bu eylemlerin İsrail yönetimi açısından doğurabileceği hukuki sonuçları değerlendiriyor.
İki uzman da The Conversation internet sitesinde yayımladıkları analizlerinde İsrail’in aç bırakma politikasını hem insani hem de hukuki boyutlarıyla ele alıyor. Biz de bu iki makaleden öne çıkan noktaları sizin için derledik:
“İsrail, geçtiğimiz haftalarda yaptığı açıklamada, yaklaşık üç aydır devam eden ablukanın ardından Gazze’ye sınırlı miktarda gıda girişine izin vereceğini duyurmuştu. Ancak bu yardımların ne zaman ve nasıl ulaşacağı net değil. Aynı gün İsrail ordusu, Gazze’de yeni bir kara harekâtına başladığını da açıkladı. Gazze, 2007’de Hamas’ın yönetime geldiği yıldan beri kara, deniz ve hava yoluyla ablukada. Bu abluka, insanların ve araçların geçişini büyük ölçüde sınırlandırırken; gıda, ilaç ve diğer temel ihtiyaçların girişine de ciddi kısıtlamalar getirdi. 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırmasından sonra bu kısıtlamalar daha da sertleştirildi ve o günden bu yana hafifletilmedi.
Ocak ayında ilan edilen geçici ateşkes sırasında Gazze’ye gıda, ilaç ve insani yardımın geçişi bir süreliğine artırıldı. Fakat Mart ayı başında, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yardımları tekrar keserek Hamas’a baskı uygulamayı amaçladı. Kısa süre sonra çatışmalar yeniden başladı. Birleşmiş Milletler’in Gazze’de yürüttüğü insani yardım çalışmaları şu anda neredeyse tamamen durdu.
18 yıldır süren abluka
13 Mayıs’ta BM Acil Yardım Koordinatörü Tom Fletcher, Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmada şunları söyledi: ’10 haftadır Gazze’ye ne yiyecek, ne ilaç, ne su, ne de çadır, hiçbir şey girmedi. Gazze Şeridi’nde yaşayan 2,1 milyon kişinin tamamı açlık tehlikesiyle karşı karşıya. Her beş kişiden biri ise doğrudan açlık riski altında.’ İsrail, Gazze’de ciddi bir gıda sıkıntısı olmadığını öne sürüyor. Yardım kamyonlarının bölgeye girişine, Hamas’ın malzemelere el koymasını engelleyecek yeni bir sistem kurulana kadar izin verilmeyeceğini söylüyor.
Gazze’de 18 aydır süren hava saldırıları, kara baskınları ve giderek sertleşen abluka sonrası, Birleşmiş Milletler 20 Mayıs 2025’te şimdiye kadarki en ciddi uyarısını yaptı: Acil yardım, özellikle gıda ulaşmazsa yaklaşık 14.000 bebek ölüm riskiyle karşı karşıya. Bu açıklama, İsrail’in 2 Mart’ta başlattığı tam ablukadan sonra ilk kez yardıma kısmen izin vermesinin hemen ertesi günü geldi. Fakat yeniden başlayan yardımın ilk gününde BM’ye göre Gazze’ye sadece 9 kamyon giriş yapabildi. Oysa günlük ihtiyaç yaklaşık 500 kamyon.
Son 18 ay boyunca İsrail’in gıda dahil Gazze’ye giren tüm ürünler ve yardımlar üzerindeki kontrolü sürekli gündemdeydi. İsrail’in geniş çaplı askeri operasyonu başladıktan sadece iki hafta sonra, Oxfam International, Gazze’ye ulaşan gıdanın normal seviyenin sadece %2’sine düştüğünü açıklamış ve ‘açlığın bir savaş silahı olarak kullanılmaması’ gerektiğini vurgulamıştı. Mayıs ayı başında Birleşmiş Milletler uzmanları, şiddet durmazsa ‘Gazze’deki Filistinlilerin yok olabileceği’ uyarısında bulunmuştu.
Açlık riski çoktan krize dönüştü
Şimdiye kadar yaklaşık 53.000 Filistinli hayatını kaybetti, 120.000’den fazlası ise yaralandı. Açlık bu tabloyu daha da ağırlaştırabilir. Yaşanan yıkımın ardından, Gazze’de neredeyse bir gıda sistemi kalmadı. Ekim 2023’ten bu yana süren bombardımanlar evleri, fırınları, gıda üretim tesislerini ve marketleri hedef aldı. Zaten azalan gıda ithalatının etkilerini hafifletmek artık neredeyse imkânsız hale geldi.
Gıda güvencesizliği, İsrail’in 7 Ekim saldırılarına verdiği yanıtla başlamadı. 2022’de yayımlanan bir BM raporuna göre, Gazze’de yaşayanların %65’i yeterli, sağlıklı ve güvenli gıdaya düzenli erişimden yoksundu. Bu durumun başlıca nedenlerinden biri, 2007’den bu yana İsrail’in uyguladığı ve Mısır’ın da destek verdiği abluka. Gazze’ye giren gıda dahil giren her şey İsrail’in onayına bağlı hale geldi. Bu da ürünlerin gecikmesine, bazen de tamamen engellenmesine yol açtı. Temel gıdaların girişine izin veriliyordu, ancak sınırda yaşanan gecikmeler yüzünden bu ürünler daha Gazze’ye ulaşmadan bozuluyordu.
İsrail, Gazze’ye giren gıdaya kısıtlamalar getirerek Hamas’ı baskı altına almak amacıyla bu kısıtlamaları uyguladığını ifade ediyordu. Ama bu baskı doğrudan sivilleri etkiliyordu. Bu yaklaşımı uygulamak için, İsrail hükümeti 2008’de bir araştırma yaptırdı. Araştırmada, Gazze’deki insanların aç kalmadan yaşayabilmesi için günde kaç kaloriye ihtiyaç duydukları hesaplanmıştı. Bu rapor ancak 2012’de, mahkeme kararıyla kamuoyuna açıklanabildi.
Yıllardır süren abluka, sadece dışarıdan gelen yardımı değil, Gazze’de kendi kendine yeten bir ekonomik yapının gelişmesini de engelledi. 2022 sonu itibarıyla Gazze’de işsizlik oranı yaklaşık %50’ye ulaşmıştı. Gıda fiyatlarının giderek artması da eklenince, birçok aile yiyecek almakta zorlanır hale geldi ve yardımlara bağımlı oldu. Ne var ki bu yardımlar da düzensiz ve yetersiz.
Abluka ve bombardımanlar, Gazze’de gıda üretimini neredeyse imkânsız hale getirdi. Savaş başlamadan önce bile, Gazze’li balıkçılar Akdeniz’e açıldıklarında, İsrail’in belirlediği sınırların ötesine geçtikleri gerekçesiyle İsrail deniz kuvvetleri tarafından ateş altına alınıyordu. Oysa kıyıya yakın balıklar hem küçük hem de az olduğu için, Gazze’deki balıkçıların geliri 2017’den bu yana yarı yarıya azaldı.
Ekim 2023 sonrası İsrail’in attığı adımlar, Gazze’deki birçok tarım arazisini Filistinlilerin erişimine kapattı. Seralar, tarlalar, meyve bahçeleri, hayvancılık alanları ve gıda üretim tesisleri ya tamamen yıkıldı ya da ağır hasar aldı. Uluslararası yardım kuruluşlarıysa, yeniden inşa konusunda isteksizler. Çünkü kimse yaptığı yatırımın birkaç yıl içinde yeniden bombalanmayacağından emin olamıyor.
Son kuşatma, Gazze’nin kendi gıda ihtiyacını karşılama kapasitesini iyice bitirme noktasına getirdi. Mayıs 2025’e gelindiğinde, tarım arazilerinin yaklaşık %75’i tahrip olmuştu; hayvancılık da büyük ölçüde yok edilmişti. Sulama için kullanılan kuyuların ise yalnızca üçte biri hâlâ çalışır durumdaydı.
Açlığı savaş aracı olarak kullanmak
İnsan Hakları İzleme Örgütü, İsrail’i doğrudan ‘açlığı bir savaş silahı olarak kullanmakla’ suçladı. Uluslararası Af Örgütü ise son kuşatmanın, ‘soykırım kastının’ bir işareti olduğunu söyledi. İsrail hükümeti ise Gazze’de yaşanan ölümlerden Hamas’ı sorumlu tutmayı sürdürüyor ve Filistinlilerin Gazze’yi tamamen terk etmesi gerektiğini artık açıkça dile getiriyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, yardımlara şu anda yalnızca ‘müttefik ülkelerin toplu açlık görüntüleri üzerinden baskı kurduğu için’ izin verdiklerini açıkça söyledi. Bu yaklaşım, İsrail’in yardımları artırma niyetinde olmadığını; siyasi baskılar dışında başka bir motivasyonu bulunmadığını ortaya koyuyor. Bugün elimizde, İsrail’in gıdayı bir savaş aracı olarak kullandığına dair her zamankinden daha fazla kanıt var. Ama bu durum 7 Ekim 2023’ten çok önce başlamıştı.
Dünya Sağlık Örgütü, yalnızca 2 Mart 2025’te başlayan son kuşatmadan bu yana en az 57 çocuğun yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybettiğini duyurdu. Bu ölümlerin artması ise ne yazık ki neredeyse kesin. 12 Mayıs’ta, dünya genelinde gıda krizlerini izlemek amacıyla oluşturulan Entegre Gıda Güvencesizliği Aşama Sınıflandırması (IPC), Gazze’ye ilişkin son derece çarpıcı bir rapor yayımladı. Rapora göre, Eylül 2025’e kadar Gazze’de yarım milyon insan, yani her beş kişiden biri açlıkla karşı karşıya kalacak. Kalan nüfusun tamamı ise kriz düzeyinde ya da daha kötü koşullarda ciddi bir gıda güvencesizliği içinde olacak.
Uluslararası hukuka göre aç bırakmak suç
1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve uluslararası teamül hukuku, sivillerin aç bırakılmasını savaş yöntemi olarak kesin şekilde yasaklıyor. Ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü’ne göre sivilleri açlığa mahkûm etmek savaş suçu sayılıyor. BM Acil Yardım Koordinatörü Tom Fletcher, uluslararası hukuka göre İsrail’in, kontrolü altındaki bölgelerde sivillere yardım ulaştırmaktan sorumlu olduğunu hatırlattı. Ancak İsrail’in mevcut uygulamasının, yardımları askeri ve siyasi hedeflere bağladığını, açlığı bir pazarlık aracı haline getirdiğini söyledi.
Bu konuda uluslararası yargı da devreye girdi. Kasım 2024’te Uluslararası Ceza Mahkemesi, 7 Ekim saldırılarının sorumlularından Hamas lideri Muhammed Deyf ile birlikte İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama kararı çıkardı. Mahkeme, Netanyahu ve Gallant’ın Gazze’deki sivillerin hayatta kalması için gerekli olan gıda, su ve ilaç gibi temel ihtiyaçları kasten engellediklerine dair güçlü kanıtlar olduğunu belirtti.
İsrail, Roma Statüsü’nün tarafı olmadığı için bu kararları uygulama zorunluluğu yok. Netanyahu ve Gallant, statüye taraf olmayan ülkelere seyahat edebiliyor. Taraf ülkelere giderlerse tutuklanmaları mümkün ama garanti değil. Bu tutuklama kararları, mahkeme tarafından iptal edilmediği sürece geçerli olacak. Eski Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte’nin Mart ayında tutuklanması, bu tür davaların zaman alsa da sonuç doğurabileceğini gösteriyor. Özellikle ülkelerde siyasi iklim değişirse, tutuklama ihtimali artabiliyor.
Soykırım davası da devam ediyor
Bu süreçte, Güney Afrika’nın açtığı başka bir dava da Uluslararası Adalet Divanı’nda devam ediyor. Güney Afrika, İsrail’i Gazze’de Filistin halkına karşı soykırım işlemekle suçluyor. Dava kapsamında mahkeme, geçen yıl İsrail’in soykırım eylemlerinden kaçınması yönünde geçici kararlar almıştı. En son Mayıs ayında verilen kararda ise İsrail’in Refah’taki saldırılarını derhal durdurması, Mısır’la olan Refah Sınır Kapısı’nı açık tutarak bölgeye acil insani yardımın kesintisiz ulaşmasını sağlaması istenmişti.
Uluslararası Adalet Divanı’nın aldığı kararlar hâlâ geçerli. Fakat bugün Refah, Gazzelilerin terk etmek zorunda bırakıldığı bir yasak bölgeye dönmüş durumda. İsrail’in Gazze’ye yönelik ablukası ve yardım ile gıda girişine uyguladığı kısıtlamalar, mahkeme kararlarının açıkça ihlal edildiğini gösteriyor. Geçtiğimiz ayın sonlarında, mahkeme İsrail’in yardım ulaştırma sorumluluğunu değerlendirmek üzere yeni duruşmalar başlattı. Mahkemenin bu konudaki görüşünü açıklaması birkaç ay sürebilir. Güney Afrika’nın açtığı, İsrail’i soykırımla suçladığı daha geniş kapsamlı davada ise kararın çıkması yıllar alabilir.”
Bu yazı ilk kez 28 Mayıs 2025’te yayımlanmıştır.

https://theconversation.com/israel-has-promised-basic-amount-of-food-into-gaza-but-its-policies-have-already-created-catastrophic-starvation-risk-for-millions-257181 , https://theconversation.com/1-in-5-gazans-face-starvation-can-the-law-force-israel-to-act-256695