Gazze’deki savaş Suriye’yi nasıl etkileyecek?

İsrail – Hamas arasındaki savaş yayılır mı, bölgeselleşir mi? Suriye’ye sıçrama ihtimali neden çok riskli? Olası senaryolar neler? Neden her şey gelip Türkiye’de düğümleniyor? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e yönelik saldırısı Ortadoğu’da taşları yerinden ne kadar oynatacak, herkes merak ediyor. Savaş, sadece iki aktörü mü etkileyecek, çatışma bölgeselleşecek mi? Hizbullah, Suriye, İran, Irak da bu olanlardan payına düşeni alacak mı? Bölgeyi takip edenlerin aklını kurcalayan soru çok. Ama çatışmanın sıçrama riskinin en yüksek olduğu ülkelerinden biri Suriye.

Hamas’ın El Aksa Tufanı saldırısını başlattığı gün, yani 7 Ekim’de Suriye’nin bambaşka bir gündemi bulunuyordu.

Tüm dünyanın gözü kulağı Gazze’de ve İsrail’deyken, Suriye kendi iç sorunlarıyla boğuşuyordu. Fakat sınırının hemen yanı başında böylesine bir çatışma yaşanırken hiçbir devletin kendisini ve topraklarını bu çatışma dinamizminden tamamen uzak tutması mümkün değil. Üstelik Gazze’deki çatışmanın bölgeselleşme eğilimi göstermesi Suriye’yi ister istemez olayların bir parçası haline getiriyor.

Fakat şaşılacak bir biçimde Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail’in Gazze’deki katliamı hâlâ Suriye’nin kendi iç dinamiklerinin önüne geçmedi.

Belki “hâlâ” yerine “henüz” demeliyim. Yine de Suriye’nin kendi çatışma dinamiklerini ve bu çatışmanın aktörlerinin endişe ve çıkarlarını küçümsememek gerekiyor. Son günlerde pek çoğumuz yakın gelecekte olanları anlamak için senaryoları düşünüp, analizler yapıyoruz. Ben de benzerini yapacağım, ancak önce son üç haftada neler olduğunu özetleyeyim.

Suriye’de iç dinamiklerin gücü

Suriye’nin son derece güçlü iç dinamiklerini anlamak için El Aksa Tufanı’ndan bir gün önceye 6 Ekim’e dönelim.

O gün Suriye gündeminin ana maddesi, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda PKK/YPG terör örgütüne karşı başlattığı hava operasyonlarıydı. 1 Ekim’de Ankara’da gerçekleşen terör saldırısından sonra Türkiye 5 Ekim’den itibaren PYD ve YPG’yi hedef almaya başlamıştı.

6 Ekim’in diğer bir önemli gündem maddesi ise Humus Askeri Koleji’ndeki törene yapılan saldırının yansımalarıydı. 4 Ekim günü Humus’taki tören sırasında meydana gelen saldırıda aralarında 2 generalin de bulunduğu 100’e yakın Suriye ordusu mensubu ve sivil ölmüş, 300 kişiye yakını da yaralanmıştı. Bu saldırının İdlib’deki HTŞ tarafından düzenlendiği düşüncesiyle Rusya 5 Ekim’de uzun bir aradan sonra İdlib’i bombalamaya başlamıştı.

Fakat lütfen “İdlib’de bunlar hep oluyordu” demeyin. 5 Ekim’den itibaren başlayan bombardıman son 2 yılın belki de en şiddetli saldırı silsilesiydi. Sadece 5-6 Ekim arasında İdlib’de 10’u çocuk 4’ü kadın olmak üzere 32 sivil ölmüş ve 167’si yaralanmıştı. Rus uçakları, İran yanlısı milisler ve Suriye Ordusu daha önce defalarca yaptıkları gibi sadece İdlib’in güneyindeki M4’e odaklanmadılar; bu sefer Termanin, Dar et İzze, Dana gibi tamamen kuzeye sığınmış yerleşimcilerin bulunduğu kamp alanları da her tür ağır silahlarla vuruldu. Yüzlerce insan İdlib’den Afrin’e doğru yollara döküldü.

Rusya’nın İdlib’in her bölgesini hedef alan hava saldırıları devam ederken ayın 10’unda bu sefer Kuzey Suriye’de HTŞ ve Suriye Milli Ordusu arasında çatışmalar yeniden başladı.

10-14 Ekim arasında ise Fırat Kalkanı bölgesinde yer yerinden oynadı. HTŞ, Çobanbey’in güneyinden El Bab’a giden yol hattının önemli bir kısmını, civar köyleri, hatta Cerablus kırsalının bazı alanlarını müttefikleri yoluyla kontrol etti. Bu olaylar normal bir zamanda olsaydı, tüm Türkiye’nin dikkati buraya dönerdi. Fakat olan biten doğal olarak Gazze’deki katliamın gölgesinde kaldı.

Özetle, 7-14 Ekim arasında “Suriye’nin derdi Suriye’ye yeter” diyebileceğimiz çatışma, sivil ölümleri ve göçe zorlama ön plana çıkıyordu. Unutmadan söyleyeyim; HTŞ-Suriye Milli Ordusu çatışması ayın 14’ünde “şimdilik” kaydıyla bitti. Fakat Rus uçakları ve Suriye Ordusu’nun uçaklar, roketler ve havanlar kullanarak sivillere yönelttiği bombardıman durmadı. Tersine Ekim ayı boyunca Rus uçakları İdlib’i 149 kez vurdu. Bu sayının büyüklüğünü anlamanız için şunu hatırlatayım. Bu sayıya en son Eylül 2021’de yaklaşılmıştı. O tarihte bombardıman o kadar büyük bir göç tehlikesi ve çatışma tırmanması tehdidine neden olmuştu ki süreci ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki görüşme durdurmuştu. İşte o döneme yakın bir saldırı istatistiğinden bahsediyoruz.

Çatışmanın Suriye’ye taşınması

İsrail, Gazze’ye yönelik hava saldırılarını başlattıktan birkaç gün sonra haber bültenleri Suriye’den bahsetmeye başladı. 11 Ekim’de Suriye’nin güneyinden İsrail’e birkaç roket ateşlenmişti. 12 Ekim’de İsrail, Şam Uluslararası Havalimanı’nı vurdu. Yani, Gazze’deki çatışmanın genişleyebileceği endişesinin ilk örnekleri 12 Ekim’de somutlaşmaya başladı. Fakat dikkatli gözler, bunun geleceğini İran’ın sahadaki hareketliliğinden görüyordu.

El Aksa Tufanı’ndan iki gün sonra 9 Ekim’de Deyrizor’da konuşlanmış olan İran’a yakın bazı Şii milis gruplar, Suriye’nin güneyinde İsrail sınırına yakın bölgelere doğru küçük gruplar halinde hareket etmeye başlamıştı. Elbette bu aşamada büyük gruplar hareket etmiyordu, fakat İran’ın milis gruplara Şam üzerinden lojistik destek sağlayacağını anlamak pek de zor değildi. Sonrasında ayın 14’ünde Hizbullah işin içine Suriye’yi de dâhil etmek istediğini gösterircesine Suriye’nin güneyinden İsrail’e roket attı. İsrail de gitti Halep Havaalanı’nı vurdu. Tesadüf o ki, Eylül başında Deyrizor’da PYD’ye karşı ayaklanan Arap aşiretleri ayın 13’ünde harekete geçti. 15 Ekim’de ise birkaç hafta önce Deyrizor Ayaklanması’nın merkezi olan bazı kasabalarda aşiretler PYD’ye sert darbeler vurmaya başladı.

Bu kadar karşılıklı hamlenin bir yere ulaşması gerekiyordu. Sonuçta “Irak’ta İslami Direniş” adı altında Haşdi Şabi’den bir grup kuruldu ve bu grup Suriye ve Irak’ta ABD’yi hedef almaya başladı. Irak kısmını başka bir yazıya bırakalım ama bu grup Suriye’de ABD askerlerine saldırılar düzenledi. İşin ilginç tarafı, benim tespit edebildiğim 22 saldırının (yazının yazıldığı tarihi baz alıyorum) sadece 3’ü İsrail’e az da olsa yakın yerlerde gerçekleşti. Geri kalanı Suriye’nin doğusunda ve kuzeydoğusunda yani Deyrizor ve Cezire vilayetlerinde oldu. Bu saldırılara yanıt vermek için ABD birkaç kez İran yanlısı grupları vurdu, fakat büyük çaplı bir harekâta girişmedi.

Gördüğünüz gibi çatışma Suriye’ye bir miktar taştı. Ancak çatışma Suriye’ye taşındı demek için henüz çok erken. Şimdi gelelim bunun nedenlerine ve yakın gelecekteki beklentilerime.

Gazze’deki çatışma Suriye’ye ne kadar taşınabilir?

Öncelikle önemli bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Suriye Hükümeti’nin Filistin’deki bir çatışmaya dâhil olmaya ne niyeti ne de gücü var. Hatta bu tür bir çatışmaya girişirse okların bir anda kendisine dönebileceğinin farkında. Batı dünyası Suriye’de rejim değişikliği projesini rafa kaldırmışken Suriye Hükümeti’nin en son isteyeceği şey bir anda namlunun ucunda yer almak. Rusya’nın da çatışmaların Suriye’ye taşınmasını isteyeceğini sanmıyorum. Suriye’de işler büyük ölçüde Rusya’nın istediği gibi giderken neden birden riskli bir süreç başlatmak istesin ki?

Bir husus daha var: Rusya’dan gelen açıklamalar artık trajik boyutu aştı. Rus yetkililerin, “İsrail’in Gazze’deki sivilleri katletmesi kabul edilemez” dediği gün, Rus uçakları da İdlib’de onlarca sivili yaralıyor veya öldürüyordu. Bu fırsatçılığın halk dilinde bir karşılığı var ama yazılmaz.

O halde Suriye’ye çatışmayı taşıyabilecek faktörler neler olabilir?

İlk olarak, İran’ın bunu gerçekten istemesi gerekiyor. Yanılıyor olabilirim fakat baştan itibaren İran’ın İsrail’in Gazze’deki katliamına karşı doğrudan bir çatışmaya gireceğine inanmıyorum. Hatta kendisine en yakın milis grupları da bu çatışmaya ne kadar sokmak istediği konusunda güçlü şüphelerim var.

Eğer Suriye Gazze’deki çatışmalardan büyük ölçüde etkilenecekse bunun yolu Hizbullah’tan geçiyor. Hizbullah, İsrail’in kuzeyinde büyük çaplı bir cephe açmadığı sürece Suriye çatışmadan kısa vadede asgari düzeyde etkilenecektir. Hizbullah, Lübnan’ın güneyinden İsrail’e karşı taarruza geçer veya İsrail’in tahammül edemeyeceği büyüklükte ve süreyle roket saldırısında bulunursa, bu durum Suriye’ye mutlaka yansır.

İkincisi, İsrail’in Hizbullah’ın saldırısına karşı saldırı veya güçlü bir müttefik desteğiyle karşılık vermesi gerekiyor. İsrail 2006’daki savaştan epey ders çıkardı. O dönemde Hizbullah karşısında düştüğü zor durumdan sonra komisyonlar hazırlandı ve çalışmalar yapıldı. Bu nedenle Hizbullah, İsrail sınırlarından içeri girip kasabaları, köyleri ele geçirmeye başlamadıkça, İsrail’in ikinci cepheyi açmaya çalışacağını düşünmüyorum. Tersine Hizbullah’ın saldırı kapasitesinin ABD başta olmak üzere İsrail’in müttefiklerinin desteğiyle azaltılmaya çalışılması ihtimali daha güçlü. En açık deyimiyle Hizbullah, İsrail’i çok güçlü bir biçimde vurursa Amerikan Donanması da Hizbullah’ı vurur.

Çatışmayı Suriye’ye taşıyabilecek son faktör ise İran yanlısı milis grupların ABD’ye doğrudan ve güçlü bir saldırı gerçekleştirmesi. İki haftada atılan roketler ve kamikaze dronelar ABD’nin canını sıkabilir, fakat Suriye’deki varlığını tehdit edemez. Zaten Suriye’de işler İran yanlısı milis grupların ABD’yi bölgeden çıkarmak için operasyon yapması noktasına gelecek olursa Irak daha beter karışır. Yani bu durumda çatışma bölgesi Suriye’yle sınırlı kalmaz, Irak’a da gelir.

İran İsrail’e Hizbullah ve milis gruplarla saldırır mı?

Diyelim ki; İran rasyonel davranmaktan vazgeçti ve yıllardır Ortadoğu’da ördüğü ağların tamamını kullanarak İsrail üzerinden ABD veya Batı ile bir çatışmaya girdi. Hadi, o kadar ileri gitmeyeyim, İsrail’i Gazze’de başarısızlığa uğratmak için Hizbullah, Irak ve Suriye’deki milis gruplarını devreye sokup bir yıpratma savaşı başlattı. Bunun sonucu ne olur?

Yine halk tabiriyle yanıt vereyim. Kabak, Esad’ın başına patlar. Rusya halen Ukrayna’da zor koşullarda bir çatışma yürütüyor. Suriye Ordusu insan gücü açısından geçmişe oranla daha iyi durumda olsa bile tek başına ülkeye hâkim olabilecek durumda değil. Şam’ın doğusundan başlayarak Deyrizor’a kadar uzanan bölgeyi Rakka’nın güneyinden Halep’e kadar uzanan bölgeleri Suriye ordusu ile birlikte İran’ın milisleri kontrol ediyor. İsrail’e karşı Lübnan üzerinden girişecekleri bir savaşla İsrail’i yıpratalım derken ABD’nin doğrudan hedefi olup bu sahalardaki kontrollerini yitirebilirler. Suriye’deki İran varlığı insan gücü açısından büyük ölçüde dışa bağımlıdır. Yani milis gruplarındaki silahlıların çoğu Irak, Yemen, Afganistan ve Pakistan gibi yerlerden geliyor. İran burada kaybettiğini yerine koymakta çok güçlük çekebilir. En azından ciddi bir zamana ihtiyaç duyabilir. Rusya’nın sıkışıp kaldığı bir savaşa, İran’ın da insan gücü kanallarının kapanması eklenirse Şam için tekrar tehlike çanları çalmaya başlar.

Elbette burada Şam sembolik bir niteleme. Zincirin zayıf halkası Halep. Suriyeli muhalif gruplar Halep’i geri alma umutlarını hiç kaybetmediler. İsrail’e karşı bir cephe açacağım derken Halep’te bir karşı saldırı yemesi halinde işte o zaman Suriye’de ciddi değişim olur.

Peki ya Türkiye?

Farkında mısınız iş yine gelip Türkiye’de düğümleniyor. Türkiye çatışmanın bir an önce sona ermesini istiyor, özellikle çatışmanın bölgeye yayılmasına tamamen karşı. Bunun en önemli nedeni, tarihsel tecrübeler. Son 20 yılda Orta Doğu’da çıkan her çatışma peşinden yayılma eğilimini getirdi. Bu durum ise devletlerin sınırlarının değişmesi riskini doğurdu. Şu an için öncelik Filistin’de çözüme ulaşmak, çatışmanın bölgeselleşmesi çözüm yerine yeni sorunlar getirecek. Türkiye’nin Gazze’deki çatışma karşısında aldığı tutum tamamen insani ve vicdani nedenlere dayanıyor.

Fakat Gazze’de ateşkese ulaşıldığında, İsrail’in katliamlarını Ortadoğu’daki çıkarlarını genişletmek için avantaja dönüştürmek isteyen tüm aktörler yeniden bir durum değerlendirmesi yapmak zorunda kalacaktır. O noktaya gelmemek için bence Suriye’de çatışmanın etkisi daha zayıf olacak.

Savaş Suriye’ye sıçrarsa 2014’te Suriye Hükümeti’nin günlerinin sayılı olduğunun düşünüldüğü zamanlara dönülebilir. Bu nedenle kavganın Suriye’ye sıçramasının maliyeti tüm rasyonel aktörlerin frene basmasına neden oluyor.

Fakat hepimizin aklında aynı soru var. Ya devletler sandığımız kadar rasyonel değilse?

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 2 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Notify of
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Gazze’deki savaş Suriye’yi nasıl etkileyecek?

İsrail – Hamas arasındaki savaş yayılır mı, bölgeselleşir mi? Suriye’ye sıçrama ihtimali neden çok riskli? Olası senaryolar neler? Neden her şey gelip Türkiye’de düğümleniyor? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e yönelik saldırısı Ortadoğu’da taşları yerinden ne kadar oynatacak, herkes merak ediyor. Savaş, sadece iki aktörü mü etkileyecek, çatışma bölgeselleşecek mi? Hizbullah, Suriye, İran, Irak da bu olanlardan payına düşeni alacak mı? Bölgeyi takip edenlerin aklını kurcalayan soru çok. Ama çatışmanın sıçrama riskinin en yüksek olduğu ülkelerinden biri Suriye.

Hamas’ın El Aksa Tufanı saldırısını başlattığı gün, yani 7 Ekim’de Suriye’nin bambaşka bir gündemi bulunuyordu.

Tüm dünyanın gözü kulağı Gazze’de ve İsrail’deyken, Suriye kendi iç sorunlarıyla boğuşuyordu. Fakat sınırının hemen yanı başında böylesine bir çatışma yaşanırken hiçbir devletin kendisini ve topraklarını bu çatışma dinamizminden tamamen uzak tutması mümkün değil. Üstelik Gazze’deki çatışmanın bölgeselleşme eğilimi göstermesi Suriye’yi ister istemez olayların bir parçası haline getiriyor.

Fakat şaşılacak bir biçimde Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail’in Gazze’deki katliamı hâlâ Suriye’nin kendi iç dinamiklerinin önüne geçmedi.

Belki “hâlâ” yerine “henüz” demeliyim. Yine de Suriye’nin kendi çatışma dinamiklerini ve bu çatışmanın aktörlerinin endişe ve çıkarlarını küçümsememek gerekiyor. Son günlerde pek çoğumuz yakın gelecekte olanları anlamak için senaryoları düşünüp, analizler yapıyoruz. Ben de benzerini yapacağım, ancak önce son üç haftada neler olduğunu özetleyeyim.

Suriye’de iç dinamiklerin gücü

Suriye’nin son derece güçlü iç dinamiklerini anlamak için El Aksa Tufanı’ndan bir gün önceye 6 Ekim’e dönelim.

O gün Suriye gündeminin ana maddesi, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda PKK/YPG terör örgütüne karşı başlattığı hava operasyonlarıydı. 1 Ekim’de Ankara’da gerçekleşen terör saldırısından sonra Türkiye 5 Ekim’den itibaren PYD ve YPG’yi hedef almaya başlamıştı.

6 Ekim’in diğer bir önemli gündem maddesi ise Humus Askeri Koleji’ndeki törene yapılan saldırının yansımalarıydı. 4 Ekim günü Humus’taki tören sırasında meydana gelen saldırıda aralarında 2 generalin de bulunduğu 100’e yakın Suriye ordusu mensubu ve sivil ölmüş, 300 kişiye yakını da yaralanmıştı. Bu saldırının İdlib’deki HTŞ tarafından düzenlendiği düşüncesiyle Rusya 5 Ekim’de uzun bir aradan sonra İdlib’i bombalamaya başlamıştı.

Fakat lütfen “İdlib’de bunlar hep oluyordu” demeyin. 5 Ekim’den itibaren başlayan bombardıman son 2 yılın belki de en şiddetli saldırı silsilesiydi. Sadece 5-6 Ekim arasında İdlib’de 10’u çocuk 4’ü kadın olmak üzere 32 sivil ölmüş ve 167’si yaralanmıştı. Rus uçakları, İran yanlısı milisler ve Suriye Ordusu daha önce defalarca yaptıkları gibi sadece İdlib’in güneyindeki M4’e odaklanmadılar; bu sefer Termanin, Dar et İzze, Dana gibi tamamen kuzeye sığınmış yerleşimcilerin bulunduğu kamp alanları da her tür ağır silahlarla vuruldu. Yüzlerce insan İdlib’den Afrin’e doğru yollara döküldü.

Rusya’nın İdlib’in her bölgesini hedef alan hava saldırıları devam ederken ayın 10’unda bu sefer Kuzey Suriye’de HTŞ ve Suriye Milli Ordusu arasında çatışmalar yeniden başladı.

10-14 Ekim arasında ise Fırat Kalkanı bölgesinde yer yerinden oynadı. HTŞ, Çobanbey’in güneyinden El Bab’a giden yol hattının önemli bir kısmını, civar köyleri, hatta Cerablus kırsalının bazı alanlarını müttefikleri yoluyla kontrol etti. Bu olaylar normal bir zamanda olsaydı, tüm Türkiye’nin dikkati buraya dönerdi. Fakat olan biten doğal olarak Gazze’deki katliamın gölgesinde kaldı.

Özetle, 7-14 Ekim arasında “Suriye’nin derdi Suriye’ye yeter” diyebileceğimiz çatışma, sivil ölümleri ve göçe zorlama ön plana çıkıyordu. Unutmadan söyleyeyim; HTŞ-Suriye Milli Ordusu çatışması ayın 14’ünde “şimdilik” kaydıyla bitti. Fakat Rus uçakları ve Suriye Ordusu’nun uçaklar, roketler ve havanlar kullanarak sivillere yönelttiği bombardıman durmadı. Tersine Ekim ayı boyunca Rus uçakları İdlib’i 149 kez vurdu. Bu sayının büyüklüğünü anlamanız için şunu hatırlatayım. Bu sayıya en son Eylül 2021’de yaklaşılmıştı. O tarihte bombardıman o kadar büyük bir göç tehlikesi ve çatışma tırmanması tehdidine neden olmuştu ki süreci ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki görüşme durdurmuştu. İşte o döneme yakın bir saldırı istatistiğinden bahsediyoruz.

Çatışmanın Suriye’ye taşınması

İsrail, Gazze’ye yönelik hava saldırılarını başlattıktan birkaç gün sonra haber bültenleri Suriye’den bahsetmeye başladı. 11 Ekim’de Suriye’nin güneyinden İsrail’e birkaç roket ateşlenmişti. 12 Ekim’de İsrail, Şam Uluslararası Havalimanı’nı vurdu. Yani, Gazze’deki çatışmanın genişleyebileceği endişesinin ilk örnekleri 12 Ekim’de somutlaşmaya başladı. Fakat dikkatli gözler, bunun geleceğini İran’ın sahadaki hareketliliğinden görüyordu.

El Aksa Tufanı’ndan iki gün sonra 9 Ekim’de Deyrizor’da konuşlanmış olan İran’a yakın bazı Şii milis gruplar, Suriye’nin güneyinde İsrail sınırına yakın bölgelere doğru küçük gruplar halinde hareket etmeye başlamıştı. Elbette bu aşamada büyük gruplar hareket etmiyordu, fakat İran’ın milis gruplara Şam üzerinden lojistik destek sağlayacağını anlamak pek de zor değildi. Sonrasında ayın 14’ünde Hizbullah işin içine Suriye’yi de dâhil etmek istediğini gösterircesine Suriye’nin güneyinden İsrail’e roket attı. İsrail de gitti Halep Havaalanı’nı vurdu. Tesadüf o ki, Eylül başında Deyrizor’da PYD’ye karşı ayaklanan Arap aşiretleri ayın 13’ünde harekete geçti. 15 Ekim’de ise birkaç hafta önce Deyrizor Ayaklanması’nın merkezi olan bazı kasabalarda aşiretler PYD’ye sert darbeler vurmaya başladı.

Bu kadar karşılıklı hamlenin bir yere ulaşması gerekiyordu. Sonuçta “Irak’ta İslami Direniş” adı altında Haşdi Şabi’den bir grup kuruldu ve bu grup Suriye ve Irak’ta ABD’yi hedef almaya başladı. Irak kısmını başka bir yazıya bırakalım ama bu grup Suriye’de ABD askerlerine saldırılar düzenledi. İşin ilginç tarafı, benim tespit edebildiğim 22 saldırının (yazının yazıldığı tarihi baz alıyorum) sadece 3’ü İsrail’e az da olsa yakın yerlerde gerçekleşti. Geri kalanı Suriye’nin doğusunda ve kuzeydoğusunda yani Deyrizor ve Cezire vilayetlerinde oldu. Bu saldırılara yanıt vermek için ABD birkaç kez İran yanlısı grupları vurdu, fakat büyük çaplı bir harekâta girişmedi.

Gördüğünüz gibi çatışma Suriye’ye bir miktar taştı. Ancak çatışma Suriye’ye taşındı demek için henüz çok erken. Şimdi gelelim bunun nedenlerine ve yakın gelecekteki beklentilerime.

Gazze’deki çatışma Suriye’ye ne kadar taşınabilir?

Öncelikle önemli bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Suriye Hükümeti’nin Filistin’deki bir çatışmaya dâhil olmaya ne niyeti ne de gücü var. Hatta bu tür bir çatışmaya girişirse okların bir anda kendisine dönebileceğinin farkında. Batı dünyası Suriye’de rejim değişikliği projesini rafa kaldırmışken Suriye Hükümeti’nin en son isteyeceği şey bir anda namlunun ucunda yer almak. Rusya’nın da çatışmaların Suriye’ye taşınmasını isteyeceğini sanmıyorum. Suriye’de işler büyük ölçüde Rusya’nın istediği gibi giderken neden birden riskli bir süreç başlatmak istesin ki?

Bir husus daha var: Rusya’dan gelen açıklamalar artık trajik boyutu aştı. Rus yetkililerin, “İsrail’in Gazze’deki sivilleri katletmesi kabul edilemez” dediği gün, Rus uçakları da İdlib’de onlarca sivili yaralıyor veya öldürüyordu. Bu fırsatçılığın halk dilinde bir karşılığı var ama yazılmaz.

O halde Suriye’ye çatışmayı taşıyabilecek faktörler neler olabilir?

İlk olarak, İran’ın bunu gerçekten istemesi gerekiyor. Yanılıyor olabilirim fakat baştan itibaren İran’ın İsrail’in Gazze’deki katliamına karşı doğrudan bir çatışmaya gireceğine inanmıyorum. Hatta kendisine en yakın milis grupları da bu çatışmaya ne kadar sokmak istediği konusunda güçlü şüphelerim var.

Eğer Suriye Gazze’deki çatışmalardan büyük ölçüde etkilenecekse bunun yolu Hizbullah’tan geçiyor. Hizbullah, İsrail’in kuzeyinde büyük çaplı bir cephe açmadığı sürece Suriye çatışmadan kısa vadede asgari düzeyde etkilenecektir. Hizbullah, Lübnan’ın güneyinden İsrail’e karşı taarruza geçer veya İsrail’in tahammül edemeyeceği büyüklükte ve süreyle roket saldırısında bulunursa, bu durum Suriye’ye mutlaka yansır.

İkincisi, İsrail’in Hizbullah’ın saldırısına karşı saldırı veya güçlü bir müttefik desteğiyle karşılık vermesi gerekiyor. İsrail 2006’daki savaştan epey ders çıkardı. O dönemde Hizbullah karşısında düştüğü zor durumdan sonra komisyonlar hazırlandı ve çalışmalar yapıldı. Bu nedenle Hizbullah, İsrail sınırlarından içeri girip kasabaları, köyleri ele geçirmeye başlamadıkça, İsrail’in ikinci cepheyi açmaya çalışacağını düşünmüyorum. Tersine Hizbullah’ın saldırı kapasitesinin ABD başta olmak üzere İsrail’in müttefiklerinin desteğiyle azaltılmaya çalışılması ihtimali daha güçlü. En açık deyimiyle Hizbullah, İsrail’i çok güçlü bir biçimde vurursa Amerikan Donanması da Hizbullah’ı vurur.

Çatışmayı Suriye’ye taşıyabilecek son faktör ise İran yanlısı milis grupların ABD’ye doğrudan ve güçlü bir saldırı gerçekleştirmesi. İki haftada atılan roketler ve kamikaze dronelar ABD’nin canını sıkabilir, fakat Suriye’deki varlığını tehdit edemez. Zaten Suriye’de işler İran yanlısı milis grupların ABD’yi bölgeden çıkarmak için operasyon yapması noktasına gelecek olursa Irak daha beter karışır. Yani bu durumda çatışma bölgesi Suriye’yle sınırlı kalmaz, Irak’a da gelir.

İran İsrail’e Hizbullah ve milis gruplarla saldırır mı?

Diyelim ki; İran rasyonel davranmaktan vazgeçti ve yıllardır Ortadoğu’da ördüğü ağların tamamını kullanarak İsrail üzerinden ABD veya Batı ile bir çatışmaya girdi. Hadi, o kadar ileri gitmeyeyim, İsrail’i Gazze’de başarısızlığa uğratmak için Hizbullah, Irak ve Suriye’deki milis gruplarını devreye sokup bir yıpratma savaşı başlattı. Bunun sonucu ne olur?

Yine halk tabiriyle yanıt vereyim. Kabak, Esad’ın başına patlar. Rusya halen Ukrayna’da zor koşullarda bir çatışma yürütüyor. Suriye Ordusu insan gücü açısından geçmişe oranla daha iyi durumda olsa bile tek başına ülkeye hâkim olabilecek durumda değil. Şam’ın doğusundan başlayarak Deyrizor’a kadar uzanan bölgeyi Rakka’nın güneyinden Halep’e kadar uzanan bölgeleri Suriye ordusu ile birlikte İran’ın milisleri kontrol ediyor. İsrail’e karşı Lübnan üzerinden girişecekleri bir savaşla İsrail’i yıpratalım derken ABD’nin doğrudan hedefi olup bu sahalardaki kontrollerini yitirebilirler. Suriye’deki İran varlığı insan gücü açısından büyük ölçüde dışa bağımlıdır. Yani milis gruplarındaki silahlıların çoğu Irak, Yemen, Afganistan ve Pakistan gibi yerlerden geliyor. İran burada kaybettiğini yerine koymakta çok güçlük çekebilir. En azından ciddi bir zamana ihtiyaç duyabilir. Rusya’nın sıkışıp kaldığı bir savaşa, İran’ın da insan gücü kanallarının kapanması eklenirse Şam için tekrar tehlike çanları çalmaya başlar.

Elbette burada Şam sembolik bir niteleme. Zincirin zayıf halkası Halep. Suriyeli muhalif gruplar Halep’i geri alma umutlarını hiç kaybetmediler. İsrail’e karşı bir cephe açacağım derken Halep’te bir karşı saldırı yemesi halinde işte o zaman Suriye’de ciddi değişim olur.

Peki ya Türkiye?

Farkında mısınız iş yine gelip Türkiye’de düğümleniyor. Türkiye çatışmanın bir an önce sona ermesini istiyor, özellikle çatışmanın bölgeye yayılmasına tamamen karşı. Bunun en önemli nedeni, tarihsel tecrübeler. Son 20 yılda Orta Doğu’da çıkan her çatışma peşinden yayılma eğilimini getirdi. Bu durum ise devletlerin sınırlarının değişmesi riskini doğurdu. Şu an için öncelik Filistin’de çözüme ulaşmak, çatışmanın bölgeselleşmesi çözüm yerine yeni sorunlar getirecek. Türkiye’nin Gazze’deki çatışma karşısında aldığı tutum tamamen insani ve vicdani nedenlere dayanıyor.

Fakat Gazze’de ateşkese ulaşıldığında, İsrail’in katliamlarını Ortadoğu’daki çıkarlarını genişletmek için avantaja dönüştürmek isteyen tüm aktörler yeniden bir durum değerlendirmesi yapmak zorunda kalacaktır. O noktaya gelmemek için bence Suriye’de çatışmanın etkisi daha zayıf olacak.

Savaş Suriye’ye sıçrarsa 2014’te Suriye Hükümeti’nin günlerinin sayılı olduğunun düşünüldüğü zamanlara dönülebilir. Bu nedenle kavganın Suriye’ye sıçramasının maliyeti tüm rasyonel aktörlerin frene basmasına neden oluyor.

Fakat hepimizin aklında aynı soru var. Ya devletler sandığımız kadar rasyonel değilse?

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 2 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Notify of
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x
()
x