Ukrayna’daki savaşın, ABD’de muhtemel bir Trump iktidarının ve Avrupa’da yükselen aşırı sağın gölgesinde Avrupa Birliği seçimlere gidiyor. Seçimler sonrasında Avrupa’nın kaderini merkezdeki partilerin aşırı sağın yükselişini nasıl ele alacağı belirleyecek. Bu hususta da üç kadın ön plana çıkıyor: Mevcut Avrupa Komisyonu başkanı Ursula von der Leyen, İtalya’nın sağcı başbakanı Giorgia Meloni ve Fransa’da yükselen aşırı-sağ lider Marine Le Pen.
The Economist, Avrupa Parlamentosu seçimleri sonrasında mevcut krizler döneminde Avrupa’da istikrarlı bir yönetimin sağlanması için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği ele alınıyor.
Yazının öne çıkan bazı kısımlarını paylaşıyoruz:
“Tehlikeli bir dünyada, rahatına düşkün Avrupa kendini endişe verici bir konumda buluyor. Ukrayna’da 1945’ten bu yana kıtanın en kanlı savaşı sürerken, Rusya Baltıklardan siber uzaya kadar uzanan bir alanda tehdit oluşturuyor. Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesi, Avrupa’nın güvenliğinin temeli olan NATO’nun altını oyabilir. Kıtanın ekonomisi, başka yerlerdeki sanayi politikaları ve korumacılığın neden olduğu şoklara karşı savunmasız. Avrupa Birliği karşıtı popülistler anketlerde üst sıralarda yer alıyor.
Avrupa’nın bu tehlikelerle yüzleşebilmesi için en azından AB düzeyinde tutarlı bir liderliğe ihtiyacı var. Ayrıca radikalleri de iktidardan uzak tutması gerekiyor. Bunu başarıp başaramayacağı kısmen üç kadının tercihlerine bağlı: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Fransa’nın önde gelen popülisti Marine Le Pen.
Ursula von der Leyen
AB’nin yürütme organını 2019’dan beri idare eden ve ikinci dönem için aday olan Ursula von der Leyen ile başlayalım. Bir dönemi daha hak ediyor. İyi bir iş çıkardı: Vladimir Putin’in saldırganlığına karşı AB’nin güçlü, müşterek tepki vermesini sağladı ve örneğin ortak borç ihracı için çığır açan bir program yürüterek kritik bir zamanda Avrupa entegrasyonunun derinleşmesine yardımcı oldu. Soğukkanlı bir Alman muhafazakâr olarak, Fransız-Alman ilişkilerinin gergin olduğu zamanlarda da Avrupa Komisyonu’nu karar alma sürecinin merkezine yerleştirdi. Tehditler göz önüne alındığında, güçlü ve birleşik bir liderliğe duyulan ihtiyaç hiç bu kadar büyük olmamıştı.
İkinci bir dönem kazanmak için öncelikle AB’nin 27 ulusal liderinin desteğine ihtiyacı var. Ardından 6-9 Haziran tarihlerinde 350 milyondan fazla vatandaşın oy kullanma hakkına sahip olduğu Avrupa Parlamentosu’nda çoğunluğu elde etmesi gerekiyor. Teorik olarak, siyaset kurumunu oluşturan muhafazakâr, liberal ve sosyalist grupların desteğini alacaktır. Ancak siyaset son derece ayrışmış durumda olduğu için bu üç grubun toplamda çok az sayıda sandalye kazanacağı tahmin ediliyor ve bazı milletvekilleri de saf değiştirebilir. Ursula von der Leyen 2019’daki ilk oylamada kıl payı kazanmıştı. Bu kez zafer garanti değil.
Giorgia Meloni
Bu da bizi 2022’den beri İtalya’nın başbakanı olan ve muhalif bir güç olmaktan çıkıp ülkeyi yönetmeye başlayan aşırı sağcı İtalya’nın Kardeşleri partisinin lideri Giorgia Meloni’ye getiriyor. Partinin AB seçimlerinde başarılı olması bekleniyor. Bu partinin desteğiyle Ursula von der Leyen’in AB’deki en üst düzey görevinde ikinci bir dönem için parlamento çoğunluğunu kazanma şansı artabilir. Ursula von der Leyen, İtalyanlara kur yapmakla meşguldü. Leyen 23 Mayıs’ta yaptığı açıklamada “Giorgia Meloni ile çok iyi çalışıyorum” diye konuşmuştu.
Bu sözler ve İtalya’nın Kardeşleri partisini de içeren herhangi bir anlaşma fikri, Almanya’da iktidardaki Sosyal Demokrat Parti ve Fransa’da Emmanuel Macron’un partisindeki bazı isimler de dahil olmak üzere liberalleri ve müesses nizamın önde gelenlerini öfkelendirdi. Onlara göre Giorgia Meloni’nin kabul edilebilir bir yanı yok. Macaristan’ın otoriter lideri Viktor Orban ve diğer çirkin tiplerle arkadaşlık ediyor. “Büyük İkame” gibi ırkçı komplo teorilerine itibar ediyor. AB’yi Sovyetler Birliği’ne benzetmişti. Kısacası, tam da karar alma mekanizmalarından dışlanması gereken türden bir aşırı sağcı figür, diye homurdananlar var.
Giorgia Meloni’nin kesinlikle pek çok sakıncalı politikaları ve nitelikleri bulunuyor. Bununla birlikte, prensip meselesi olarak onunla çalışmayı göz ardı etmek basiretsizlik olacaktır. Kendisinin sicili siyasi bir kundakçıya benzemiyor. Yasadışı göç gibi konularda Ursula von der Leyen ile ortak hareket etti; iki kadın Kuzey Afrika ülkelerine ortak ziyaretler gerçekleştirerek otokratlarla bu akını durdurmak için anlaşmalar yaptı. Popülist sağdaki bazı hemfikirlerinin aksine Ukrayna’nın sadık bir destekçisi oldu. Partisi ülke içinde kültür savaşları veriyor ama güvenlik ve ekonomi konularında İtalya’yı bir pragmatist olarak yönetiyor. Meloni, siyasi ana akımın dışında bırakılmamalıdır.
Marine Le Pen
Dahası, Meloni ile bir anlaşma yapmanın ek bir avantajı olabilir. Popülist sağ, daha ılımlı ve aşırı unsurları arasında bölünebilir. İşte bu noktada Marine Le Pen devreye giriyor. Partisi Ulusal Birlik’in Avrupa seçimlerinde de başarılı olması bekleniyor. Marine Le Pen kendisini ana akım bir figür olarak yeniden konumlandırmaya çalışsa da buna aldanmamak gerek. Kendisi uzun bir yabancı düşmanlığı ve Rusya’ya yalakalık geçmişi olan öfkeli bir muhalif. Avrupa’yı sert bir şekilde sağa çekebilecek büyük bir milliyetçiler grubu yaratmak istiyor. Bunu yapmak için de Giorgia Meloni ile işbirliği yapmak istiyor.
Bunun yerine Giorgia Meloni’yi merkeze çekmek çok daha iyi olur. Bu Marine Le Pen’in planını sekteye uğratacak ve aşırı sağı parçalayacaktır. Almanya için Alternatif Partisi (AfD), Avrupa Birliği’ndeki esas adayının Nazilerin işlediği suçları hafife almasının ardından kısmen çökmüş durumda. Marine Le Pen’in güç kaybetmesi, partisinin 2027’de yapılacak ulusal seçimler öncesinde anketlerde önde gittiği Fransa’daki cazibesini de azaltabilir. Fransa’da muhtemel bir Le Pen iktidarı tedirgin edici.
Avrupa Birliği’ndeki seçimlerden çıkan sonucun ardından pazarlık aylarca sürebilir ve bu da Ursula von der Leyen’in becerisini sınayacaktır. Riskler yüksek. Tek bir yol AB düzeyinde istikrarlı bir liderlik sağlayabilir ve ılımlıların popülist sağ ile nasıl akıllıca mücadele edebileceğini gösterebilir. Asıl mesele artık popülistlerin kontrol altına alınıp alınamayacağı değil. Yükselişlerine nasıl karşılık verileceğidir. Giorgia Meloni elindeki kartları saklı tutuyor. Ancak onun gibi iktidarı duruşundan daha çok önemseyen birinin kendini Avrupa’nın çeperlerine mahkum etmesi garip olurdu.
Üçlü bela
Diğer yol ise felaket olabilir. Avrupa siyaseti o kadar bölünmüş bir hale geldi ki, Ursula von der Leyen ya da komisyon başkanlığı için başka bir adayın parlamentoda çoğunluğu elde edemeyeceği ihtimali söz konusu. Bu da Ukrayna’nın zor durumda olduğu ve olası bir Trump başkanlığının yaklaştığı en kötü zamanda anayasal bir krize yol açacaktır. Dahası, eğer Giorgia Meloni merkezle çalışmaktan bir şey elde edemeyeceğini düşünürse, Marine Le Pen ile çalışmak isteyebilir. Eğer yanlış bir karar verirlerse, Avrupa’nın merkez partileri AB’nin istikrarını bozabilir ve uzun zamandır korktukları şeyin, yani birleşik, kıta çapında bir aşırı sağ hareketin oluşmasına yol açabilirler. Bundan kaçınmak için Giorgia Meloni ile anlaşmak faydalı olacaktır.”
Aşırı sağın yükselişi Avrupa’nın siyasi istikrarını tehdit ediyor
Hazır Avrupa’nın kaderini belirleyecek 3 kadından söz etmişken uğradığımız “aşır sağ”a biraz daha yakından bakmakta fayda var. Avrupa Birliği, COVID-19 krizi sonrasında patlak veren Ukrayna-Rus savaşının ve bunun neticesinde ortaya çıkan enflasyon ve enerji krizinin gölgesinde Avrupa Parlamentosu için seçimlere gidiyor. Yükselen sağ-popülist partiler süregelen merkez partilerden oluşan statükoyu tehdit ediyor. Peki, bu seçimler sonucunda Avrupa’yı tarihinin belki de en kritik zamanında hangi zorluklar bekliyor?
The Economist, yaklaşan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin Brüksel’de ne tür çıkmazlara sebep olabileceğini ele alıyor.
Yazının öne çıkan bazı kısımlarını paylaşıyoruz:
“Avrupa Birliği geçtiğimiz beş yılı geride bırakıyor. Mayıs 2019’daki oylamadan sekiz ay sonra İngiltere’nin ayrılmasıyla blok, on altı yıllık tarihinde ilk kez bir üyesini kaybetti. Haftalar sonra Covid-19 vurdu. Kıta, karantinadan çıktığında yanı başında bir savaş ve ekonomisini dibe çeken ve yabancı düşmanı partilerin elini güçlendiren bir enerji kriziyle karşı karşıya kaldı.
Her şeyin daha iyiye gideceğini düşünenler acı bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalabilir. Evet, Brexit’in üstesinden gelindi, enerji fiyatları düştü ve pandemi unutulmaya yüz tuttu. Ancak Ukrayna’daki savaş devam ediyor ve Fransa’da Marine Le Pen’in ya da Macaristan’da Viktor Orban’ın aşırı sağı giderek daha fazla güç kazanıyor. Daha da kötüsü, seçimlerin olası sonucu siyasi bir belirsizlik dönemi olacak. En iyi ihtimalle 27 ulusal lider ve AB’nin merkezi kurumları aylarını Brüksel’de kimin hangi koltuğa oturacağı gibi iç entrikalara odaklanarak geçirecek. En kötü ihtimalle, AB’nin gelecekteki istikametine ilişkin tartışmalar yıl sonuna kadar sürebilir ve muhtemel bir Trump yönetimi göreve başlarken bile bu siyasi boşluk devam edebilir.
Brüksel’de olanlar 450 milyon AB vatandaşı ile sınırlı değil
Her ne kadar ortalama bir seçmen için AB uzak görünse de Brüksel’de olanlar önem arz ediyor, zira bloğun sanayi politikası, savunma, çevre ve diğer pek çok konudaki yaklaşımı burada şekilleniyor. Eğer birlik net bir liderlikten yoksun kalırsa, bunun etkisini hissedecek olanlar sadece 450 milyon AB vatandaşı ile sınırlı kalmayacak. Ukrayna hâlâ para ve silah için Avrupalı müttefiklerine bağımlı. AB’nin siyasi olarak çıkmaza girmesi herkesten çok Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in hoşuna gidecektir. Kasım ayında Beyaz Saray’ı kim kazanırsa kazansın, Çin ve Amerika’nın serbest ticaret kurallarını terk ettiği bir dönemde Avrupa hâlâ bu kuralları destekleyen tek küresel blok. Avrupa’daki popülistlerin genel olarak talep ettiği gibi AB karbon azaltma hedefinden vazgeçerse, dünyanın geri kalanına korkunç bir mesaj verilmiş olur.
Avrupalıların kendilerinin bile pek umursamadığı seçimlere bu kadar çok şeyin bağlı olması ise ironik bir durum. Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılım oranı ulusal seçimlere kıyasla belirgin bir şekilde düşük; Temmuz ayında görevlerine başlayacak olan 720 seçilmiş üyenin çalışmalarını çok az kişi takip edecek. Ancak yine de seçimin iki ciddi siyasi sonucu olacak. Bunlardan biri, bloğun güçlü yürütme organı olan Avrupa Komisyonu’nun başkanı Ursula von der Leyen’in beş yıllık bir dönem daha görev yapıp yapmayacağının belirlenmesi olacak. Diğeri ise, partileri hezimete uğradığı için 10 Haziran’da bazılarının seçimlerde burnu kanayacak olan ulusal siyasetçileri ilgilendiriyor. Her iki gelişme de Avrupa siyasetini kilitleme potansiyeline sahip.
“Ayrışma” ve “riskten arındırma” politikaları
Şu anda Brüksel’de neler olacağına odaklanılacak. Seçimlerden sekiz gün sonra AB liderleri, başta komisyon olmak üzere bloğun kurumlarına kimin liderlik edeceğine karar vermek üzere bir zirve düzenleyecek. Ursula von der Leyen kıtanın bazı önemli politikalarının şekillenmesini sağladı. Ukrayna’ya verdiği kararlı destek hayati önem taşıdı. Bu komisyon, Avrupa’nın 2050 yılına kadar net sıfır karbon emisyonu hedeflemesini sağladı. Ursula von der Leyen, ABD’nin zaman zaman yöneldiği Çin’den “ayrışma” politikasına başvurmadan tedarik zincirlerinin Çin ithalatına karşı “riskten arındırılması” politikası ile kıtanın Çin ile olan ilişkisinin tonunu belirledi.
Yine de Ursula von der Leyen’in geleceği garanti altında değil. Ursula von der Leyen’in ikinci bir dönem için AB liderleri tarafından aday gösterilmesi ve ardından yeni milletvekillerinin çoğunluğu tarafından onaylanması gerekiyor. Anketlerde önde giden merkez sağ Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) “baş adayı” olarak en önde gidiyor. Oysa Avrupa Birliği anlaşmaları, liderlerin komisyon başkanını atarken seçim sonuçlarını dikkate almasını öngörüyor. Avrupa’da üst düzey bir görev için favori olmak geçmişte pek bir şey ifade etmiyordu.
AB bataklığı
AB’nin ulusal liderlerinin çoğu, vaktinin çoğunu Brüksel’deki komisyon merkezinde alelade bir odada geçiren eski Alman savunma bakanı Ursula von der Leyen’i takdir ediyor. Ancak her cumhurbaşkanı, şansölye ya da başbakanın komşularıyla çatışabilecek öncelikleri var. Her ülke, ister ticaret kurallarını, ister genişlemeyi ya da ekonomisini denetlesin, komisyonda büyük bir portföye sahip olmak ister. Avrupalı liderlerin entrikaları nadiren öngörülebilir, ancak Haziran ayında yapılması planlanan iki zirveden birinde mevcut başkanın ikinci bir dönem için aday gösterilmesi ihtimali yüksek.
En az yarısının AB liderlerinin adayını desteklemesi gereken Avrupa Parlamentosu’nda çok az kişi sürecin bu kadar yumuşak geçmesini bekliyor. Beş yıl önce ilk mazbatasını almak için Liberaller, Sosyalistler ve kendi partisi EPP’den oluşan bir koalisyon yeterliydi. Ancak bu merkezde yer alan grup o zamandan bu yana, Kimlik ve Demokrasi (ID) ve daha ılımlı Avrupalı Muhafazakârlar ve Reformistler olmak üzere iki ana gruptan oluşan popülistlere karşı zemin kaybetti. Bir zamanlar muhalefette yer alan aşırı sağ, artık İtalya’da Giorgia Meloni gibi ulusal liderleri de içeriyor. Fransa, Polonya ve belki de Almanya dahil olmak üzere diğer bazı büyük ülkelerde anketler popülist partilerin AB oylamasında birinci ya da ikinci olacağını gösteriyor. Onlar olmadan koalisyon kurmak giderek zorlaşıyor.
Merkez partilerden oluşan üçlünün kazanması beklenen 400 kadar sandalye, Ursula von der Leyen’in çoğunluk için ihtiyaç duyduğu 361 oyu sağlamaya yetmeyebilir. Zira Temmuz ya da Eylül ayında yapılacak oylama gizli olacak ve Avrupa Parlamentosu milletvekilleri daha önceki onay oylamalarında gruplarından bağımsız oy kullanmışlardı. Avrupa sağa kayarken, Yeşiller gibi daha sol eğilimli partileri bir araya getiren bir koalisyon pek olası görünmüyor.
Tam da bu muamma, Ursula von der Leyen’i sert sağın oluşturduğu yapı içinde daha ılımlı bir grup olan Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular Partisi’nin (ECR) bir parçası olan Giorgia Meloni’nin partisiyle ittifak yapmayı düşünmeye sevk etti. Ancak hem liberaller hem de sosyalistler böyle bir ittifaka katılma konusunda çekingen olduklarını söylüyorlar. Almanya için Alternatif (AfD) partisini bir skandalın ardından 23 Mayıs’ta ihraç eden daha sert çizgideki Kimlik ve Demokrasi Partisi (ID) grubundaki gerilimler, AB düzeyindeki ittifakların yeniden şekilleneceği anlamına geliyor.
Herkesi tatmin edecek politikalar
Çoğunluğu elde etmek için gereken siyasi çekişmeler ancak oylar sayıldıktan sonra netleşecektir. Ulusal koalisyonlar kurulurken olduğu gibi, hem AB liderleri hem de milletvekilleri kendi gündemlerine kulak verilmesini sağlamaya çalışacaklardır. Eğer bu gerçekleşirse, politikaların herkesi tatmin edecek şekilde şekillenmesi birkaç ay daha sürebilir. Hollanda Kasım ayında seçimlere gitti ve ancak bu hafta yeni bir başbakana sahip oldu. Brüksel’deki korku benzer bir gecikmenin yaşanabileceği yönünde. Tüm siyasi partiler kırmızı çizgilerine sadık kalırsa, AB’nin en üst düzey yöneticiliği için herhangi bir adayı destekleyecek bir koalisyon bulunamayabilir. O zaman ne olacak? Ulusal düzeyde yaşanan tıkanıklıkların aksine, AB düzeyinde yeni bir seçim çağrısı yapılamaz.
Böyle bir durumda, Avrupa Komisyonu’nun mevcut üyeleri görevde kalmaya devam edecek ancak herhangi bir adım atmak için gerekli siyasi meşruiyetten yoksun olacaklardır. Eğer sakin bir dönemden geçiyor olsaydık, Avrupa’nın siyasi bir boşboğazlık nöbeti geçirmesi çok da önemli olmazdı. Ancak sakin bir dönemde yaşamıyoruz.
Ukrayna’daki savaşın devam etmesi, Avrupa ekonomisinin küresel rakiplerinin gerisinde kalması ve yeşil dönüşüm sürecinin finanse edilmesi ihtiyacı nedeniyle Fransa dahil pek çok ülke AB bütçesinin yeniden düzenlenmesini istiyor. Polonya ve Yunanistan, Avrupa için, pandemi kurtarma fonunda olduğu gibi, birlik aracılığıyla ortaklaşa borçlanılarak finanse edilebilecek pahalı bir füze savunma kalkanı önerdi. Kurulması öngörülen koalisyon hükümetlerinde aşırı sağın da yer alması beklenen Almanya ve Hollanda ise bu konuda daha az istekli. AB’nin kurallarının Ukrayna gibi yeni üyeleri de kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmesi ihtiyacı ve Çin’le elektrikli arabalar konusunda artan ticari çekişme de diğer anlaşmazlıklar arasında yer alıyor.
Fransa ve Almanya’da ne oluyor?
Brüksel’de tam anlamıyla işleyen bir komisyon varken bile Avrupalılar arasında bu tür anlaşmazlıklarda arabuluculuk yapmak yeterince zor. Komisyon olmadan bu anlaşmazlıklar çok daha büyük boyutlara ulaşabilir. Daha da kötüsü, Brüksel’deki yönetim boşluğu birçok üye ülkede de aynı şekilde hissedilecektir. Fransa’da Emmanuel Macron’un partisi Ulusal Birlik’in gerisinde kalarak ikinci sıraya düşebilir, hatta üçüncü sıraya bile gerileyebilir. Bu da azınlık hükümetinin zaman zaman önemli oylamalarda kıl payı kurtulduğu Fransa parlamentosunda muhalefeti güçlendirecektir. AB entegrasyonunun sembol isimlerinden biri olan Macron, kendi ülkesinde ve dolayısıyla Avrupa’da zayıflayacaktır.
Aynı şey Almanya için de geçerli olacak. AfD bir zamanlar çok yüksek seyreden beklentilerin gerisinde kalabilir ama yine de Şansölye Olaf Scholz’un Sosyal Demokratlarını üçüncü sıraya geriletebilir. Liberal Hür Demokratların beklenen kötü performansı, Alman siyasetinde şu anda hüküm süren narin dengeyi bozabilir. Çok yakında tüm gözler 2025’teki ulusal seçimlere çevrilecek ve Berlin’deki siyasetçilerin Macron’un sıklıkla dile getirdiği büyük AB insiyatiflerini kabul etmeleri daha da zorlaşacak.
Macron ve Scholz bu hafta, Fransa Cumhurbaşkanı’nın resmi bir ziyaret için Almanya’ya gelmesiyle birlikte Avrupa’da bir dayanışma gösterisi sergilediler. Hayati önem taşıyan Fransız-Alman ilişkileri soğukluğunu korusa da ikili, hemfikir oldukları noktaları vurgulamak için büyük çaba sarf etti. Zamanları birçok şeyi gerçekleştirmek için kısıtlı. Bu sürenin birkaç ayı da Avrupa’yı kimin ve nasıl yönetmesi gerektiği konusuyla uğraşmakla geçecek.”
Bu yazı ilk kez 8 Haziran 2024’te yayımlanmıştır.