Çin ekonomisinin yükselişi yavaşlarken dünyada Hindistan’ın büyümesine ilişkin bir iyimserlik hakim. Özellikle son yıllarda yapılan altyapı yatırımları Hindistan’ı yabancı ve yerli yatırımcı için daha cazip bir hale getiriyor.
Peki, Hindistan bir üretim merkezi olarak Çin ile rekabet edebilir mi? Bu hususta son altyapı yatırımları ne kadar etkili? Hükümet politikaları bunun için bir teşvik mi, yoksa engel mi?
Uluslararası Para Fonu’nun Hindistan ofisi eski başkanı, JH Consulting müdürü Josh Felman ve Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü’nde araştırmacı ve Modi hükümetinin eski baş ekonomi danışmanı Arvind Subramanian, Foreign Policy için kaleme aldıkları yazılarında Hindistan’ın dünya ekonomisindeki konumunun geleceğini ele alıyorlar.
Yazının öne çıkan bazı kısımlarını paylaşıyoruz:
“Hindistan bir sonraki Çin mi olacak? Çin ekonomisi düşüşe geçerken ve Hindistan’ın büyümesine ilişkin iyimserlik tüm dünyada yankılanırken, bu soru artık milliyetçilerin bir hayal ürünü olarak görülemez.
Geçtiğimiz çeyrek yüzyıl boyunca Hindistan’ın kalkınması, ülkenin kendi üretim ihtiyaçları için yetersiz olan ve Hindistan’ı bir ihracat merkezi olarak görmek isteyen yabancı firmalar için bariz bir şekilde yetersiz kalan altyapısı nedeniyle sekteye uğradı.
Ancak son on yılda ülkenin altyapısı dönüşüme uğradı. Başbakan Narendra Modi’nin hükümeti o kadar çok yol, liman, havaalanı, demiryolu, enerji ve telekomünikasyon yatırımı yaptı ki ülke sadece birkaç yıl öncesine göre neredeyse tanınmaz hale geldi. Sadece bir örnek vermek gerekirse, mevcut hükümetin 2014 yılında iktidara gelmesinden bu yana yaklaşık 34.000 mil (yaklaşık 58.000 km) uzunluğunda otoyol inşa edildi.
Yeni refah devleti
Ülkenin dijital altyapısı da dönüşüme uğradı. Bir zamanlar köhne ve teknolojik olarak geri kalmış olan bu altyapı, sıradan Hintlilerin en rutin alışveriş işlemlerinde bile akıllı telefonlarını kullanmasıyla artık son teknoloji ürünü haline geldi. Daha da önemlisi, dijital ağ artık tüm Hintlilere hizmet veriyor ve hükümetin ihtiyaç sahiplerine doğrudan nakit transferi gibi programlar sunmasına olanak tanırken, özel sektör de bunu girişimcilik ve yenilikçilik için bir platform olarak kullanıyor.
Aynı zamanda Modi hükümetinin “Yeni Refah Devleti” anlayışı Hintlilerin yaşam kalitesini arttırdı. Bu kendine özgü yaklaşım, esasen özel olan mal ve hizmetlerin kamu tarafından sunulmasına öncelik vererek seçmenlere temiz yakıt, sanitasyon, elektrik, konut, su ve bankacılık hizmetleri sunarken, bu hizmetleri sağlayanın başbakan olduğunu da açıkça ortaya koyuyor. Bu programların bir sonucu olarak, devlet artık COVID-19 salgını gibi zor zamanlarda dezavantajlı kesimleri istihdam ve ücretsiz gıda ile destekleyebiliyor. Hindistan devletinin daha iyisini büyük ölçekte inşa etme ve sunma kapasitesi dikkate değer.
Bunlar, kümülatif ve ulusal çabaların meyvesi olan önemli politika başarıları. Bu girişimlerin birçoğu aslında önceki merkezi hükümetler ve eyalet hükümetleri tarafından başlatılmış olsa da, Modi hükümeti ilerlemeyi hızlandırdığı için önemli bir övgüyü hak ediyor. Bu girişimlerin sonuç vermeye başladığına dair işaretler de var.
Küresel kapasite merkezleri
Öncelikle, Hindistan hizmet ihracatına yeni ve büyük bir ivme kazandırdı. Hindistan’ın hizmet ihracatı ilk olarak 2000’li yılların başında patlama yaşamış ancak 2008-09 küresel mali krizinin ardından duraklamıştı. Şimdi ise yeniden yükselişe geçti. 2022’de Hindistan’ın küresel pazar payı yüzde 1,1 puan (yaklaşık 40 milyar dolar) artarak kabiliyet alanında önemli bir atılım yaptığını gösterdi.
Eskiden ucuz kod yazan ve çağrı merkezlerini yöneten Hintliler artık küresel kapasite merkezlerini yönetiyor ve bu merkezlerdeki yüksek vasıflı personel en iyi küresel şirketler için analitik çalışmalar yürütüyor.
Sadece JPMorgan Chase’in Hindistan’da 50.000’den fazla çalışanı var; Goldman Sachs’ın New York dışındaki en büyük ofisi Bengaluru’da. Diğerlerinin yanı sıra Accenture ve Amazon da büyük varlık gösteriyor.
Bu büyüme, Ahmedabad, Bengaluru, Haydarabad, Mumbai ve Pune gibi teknoloji şehirlerinin siluetini süsleyen vinçlerle birlikte yüksek katlı apartmanların inşasını da hızlandırdı. SUV satışları artıyor, lüks alışveriş merkezleri ve lüks restoranlar filizleniyor; bunların hepsi de bireysel kredilerdeki patlamanın yardımıyla gerçekleşiyor.
Demografik ağırlık
Öte yandan, Hindistan’ın en kalabalık ve en az gelişmiş eyaletlerinden biri olan Uttar Pradesh’in yeniden canlanmaya başladığına dair işaretler var. Eyalet, eskiyen altyapısını yeniliyor (birçok tapınağından bahsetmiyorum bile), mali durumunu kontrol altına alıyor. Eyalet nihayet cazip bir yatırım merkezi haline gelebilirse, demografik ağırlığıyla tüm ulusun yörüngesini değiştirme potansiyeline sahip. Eyaletin dönüşümü, yakın zamana kadar aşağılayıcı bir şekilde bimaru ya da hastalıklı bölge olarak adlandırılan Hindistan’ın merkezinin sürekli az gelişmişliğe mahkum olmadığının sinyalini verecektir.
Son olarak, Xi Jinping yönetimindeki Çin ekonomisinin kötüye doğru gidişatı hızlandı. Bunun sonucunda, resmî rakamlara göre 2023 yılında net 69 milyar dolarlık şirket ve hane halkı fonunun ülkeyi terk etmesiyle, sermaye endişe verici bir hızla Çin’i terk ediyor.
Şaşırtıcı bir olgu
Bu sermayenin küçük bir kısmının Hindistan’a gittiğine dair işaretler var. Apple, özellikle ABD ve Çin arasındaki ekonomik gerilimlerin arttığı şu günlerde, iç pazara daha kolay tedarik sağlayabilmek ve ihracat tabanını çeşitlendirebilmek için Hindistan’ın bazı eyaletlerinde fabrikalar kurdu. Bu da, bazıları özellikle Hindistan’ın güneyinde 20.000’den fazla işçi çalıştıran büyük fabrikalar kurmayı planlayan yerli elektronik tedarikçiler zincirinin oluşmasına yardımcı oluyor. Bu, şimdiye kadar hep alt ölçekli, verimsiz imalat firmalarıyla tanımlanan bir ülkede şaşırtıcı bir olgu.
Bu büyük ölçekli fabrikalar hayata geçirilebilirse, mal ihracatında bir artışa yol açabilir ve bu da sadece Hindistan’ın uzun süredir zor durumda olan imalat sektörü için değil, aynı zamanda yüksek vasıflı hizmet ihracatı artışından yararlanamayan düşük vasıflı işçiler için de beklentileri gerçekten değiştirir. Bu, üzerinde düşünmeye değer bir hesap. Hindistan’ın düşük vasıflı ihracatı, yüzde 40’ı aşan küresel pazar payına sahip Çin’in rekabetçilik seviyesine asla ulaşamayacak. Bunun nedeni, gelişmiş dünyayı sanayi üssünün büyük kısmını tek bir ülkeye kaydırmaya teşvik eden benzersiz siyasi ve ekonomik koşulların artık mevcut olmaması. Ancak önümüzdeki on yıl içinde Hindistan’ın şu anda yüzde 3 civarında olan payını yüzde 5-10 puan artırması son derece mümkün ki bu da yüz milyarlarca dolarlık ek ihracat anlamına gelecektir.
Olumlu işaretlere rağmen, Hindistan’ın Çin’in yerini alacağını söylemek için henüz erken. Zira cesaret verici işaretler henüz ekonomik verilere ikna edici bir şekilde yansımamışken, hükümet politikaları da yeni fırsatları hayata geçirme konusunda yetersiz kalıyor.
Ekonomide istihdam
Ekonomik verileri ele alalım. Bir süredir, Hindistan’ın 2010’ların kayıp on yılını, mütevazı bir büyüme, çok az yapısal dönüşüm ve zayıf istihdam yaratma dönemini gerçekten bir kenara bırakabildiği iddialarına şüpheyle yaklaşıyoruz. Doğru, ekonomi COVID sonrası toparlandı ancak bu toparlanma eşit olmayan bir şekilde, sermayeyi emeğe, büyük firmaları küçüklere, maaşlı orta sınıfı ve zenginleri kayıt dışı ekonomide istihdam edilen milyonlarca insana tercih ederek gerçekleşti.
Sorunun bir kısmı, Hindistan’ın şimdiye kadar Çin’in görece olarak ekonomik gerilemesinin yarattığı yeni fırsatların sadece küçük bir kısmından yararlanmayı başarmış olması. Hükümetin “Hindistan’da Üretim” konusundaki kararlı kampanyasına rağmen, şimdiye kadar pek çok firmayı Hindistan’daki faaliyetlerini genişletmeye ikna etmeyi başaramadı. Aslında doğrudan yabancı yatırım (DYY) girişleri düşüş gösteriyor. Hindistan ayrıca Çin hariç gelişmekte olan piyasalara yönelik DYY akışlarında daha küçük bir paya sahip.
Bu durum sadece ürkek yabancı yatırımcı için geçerli değil. Hükümetin yarattığı gelişmiş altyapıya, sunduğu sübvansiyonlara ve bazı durumlarda imalat sektörüne uyguladığı korumacılığa rağmen yerli firmalar bile yatırım yapma konusunda isteksiz davranıyor. Fabrika ve makinelere yapılan özel yatırımlar son on yıldaki düşük seviyelerden hâlâ toparlanabilmiş değil. Bu durumun tersine döneceğine dair ikna edici işaretler de yok. Aslında, yeni proje duyuruları 2023 yılında bir önceki yılın seviyesine kıyasla nominal olarak düşüş gösterdi.
Küresel pazar payı – Küresel mali kriz
Sonuç olarak, Hindistan’ın geniş vasıfsız işgücü havuzu için istihdam yaratma kaynağı olan imalat ihracatı zayıf kalmaya devam ediyor. Aslında, Hindistan’ın hazır giyim gibi kilit sektörlerdeki küresel pazar payı küresel mali krizden bu yana azaldı. Tüm bunlar Modi hükümeti ve hatta kısa bir süre önce özel sektörü “kendine çeki düzen vermeye” ve hükümeti yatırım yükünden kurtarmaya çağıran bir rapor yayınlayan Merkez Bankası için büyük bir endişe kaynağı oldu.
Firmalar önlerinde bu kadar açık bir şekilde duran fırsatları değerlendirmek konusunda neden bu kadar isteksiz davranıyorlar? Esasen, bunu yapmanın risklerinin çok yüksek olduğunu düşündükleri için.
Firmaların endişeleri üç ana alanda toplanıyor. İlk olarak, politika belirleme “yazılımının” zayıf kalmasından endişe ediyorlar. Birkaç büyük yerli holding ve bazı büyük yabancı şirketler, daha geniş yatırım ortamının aleyhine olacak şekilde kayırılan firmalar konumunda olduğundan, oyun alanı eşit değil. Sonuçta, riskleri azaldığı için yatırım yapan her kayırılmış firma için, riskleri arttığı için harcamalarını azaltan birçok rakip var. Bu firmalar için, devletin keyfi eylemlerinin kurbanı olma riski hâlâ büyük.
İkincisi, hükümet ihracatı artırma ihtiyacını kabul etse bile, içgüdüsel olarak içe dönüklüğe, yani ithalat engellerine bağlı kalmaya devam ediyor. Bu korumacılığın yeni bir cazibesi var çünkü pek çok kişi Hindistan’ın iç pazarının artık çok büyük ve yerli firmalarının da hükümet tarafından desteklendikleri sürece yabancı firmaların yerini kolayca alabilecek kadar gelişmiş olduğuna inanıyor. Ekonomik milliyetçiliğin kaçınılmaz olarak siyasi milliyetçiliğe eşlik etmesi şaşırtıcı değil.
Korku hâlâ devam ediyor
Ancak gerçek şu ki, Hindistan’ın iç pazarı, en azından küresel firmaların satmaya çalıştığı orta sınıfa yönelik mallar için çok büyük değil. Korumacı önlemlerin sık sık gündeme gelmesi de, firmaların er ya da geç kritik yabancı tedariklerden mahrum kalabileceklerini düşünerek riskten kaçınmaya başlamaları nedeniyle yerli yatırımları baltalıyor. Örneğin, geçtiğimiz Ağustos ayında dizüstü bilgisayar ithalatının kısıtlanacağının açıklanması, bilişim sektöründeki önemli firmalar arasında paniğe yol açtı. Sonunda kısıtlamalar hafifletildi, ancak özellikle diğer sektörlerde de benzer önlemler uygulandığı için korkular hâlâ devam ediyor.
Her şeyden önce, siyaset ve ekonomi arasında nasıl bir ayrım yapılacağı sorusu ortaya çıkıyor. Yatırım ve büyüme, siyasi rejim istikrarlı olduğu sürece kurumsal çürüme karşısında ayakta kalabilir, hatta gelişebilir. Modi’nin popülaritesi de istikrarın habercisi gibi görünüyor. Ancak azınlık toplulukları, güney eyaletleri, siyasi muhalefet ve kuzey Hindistan’daki çiftçiler arasında artan hoşnutsuzluk ve huzursuzluk bir felaket olasılığını artırıyor. Ekonomist John Maynard Keynes’in ünlü sözünde belirttiği gibi, kaçınılmaz olan asla gerçekleşmez. Her zaman beklenmeyen olur.
Hindistan’ın bugününe umutla baksak da, geleceğe dair endişelerimiz devam ediyor.”
Bu yazı ilk kez 23 Nisan 2024’te yayımlanmıştır.