2019 boyunca Suriye’de dengeler değişmeye devam etti. Mayıs-Ağustos arasında İdlib’de yaşanan çatışmanın etkisi dinmeden Barış Pınarı Harekâtı başladı. Analizciler, Barış Pınarı’nın sonuçlarını tartışırken, Suriye Ordusu İdlib’de yeniden operasyon başlattı. Henüz yoğun iç ve dış politika gündemi içinde dikkat çekmemesine rağmen İdlib’in kısa sürede Türkiye gündemine oturacağını söylemek hiç de yanlış olmayacak.
İki operasyon arasında ne oldu?
6 Mayıs – 31 Ağustos tarihleri arasında, Suriye rejim ordusunun düzenlediği ilk İdlib Operasyonu bölgenin güneyinde kritik bir önemi olan Morek-Latamine hattının Esad güçleri tarafından ele geçirilmesiyle sona ermişti. Esad Yönetimi’nin “İdlib Şafağı” adını verdiği bu operasyonun en dikkat çekici yanları şunlardı:
İlk olarak, Rusya ve Suriye Hava Kuvvetleri, sivil yerleşim yerlerini vurarak halkı kuzeye doğru göç etmeye zorluyor; böylece boşalan alanları daha kolay kontrol etmeyi umuyorlardı. İkincisi, Rejim karşısında savaşan silahlı gruplar arasında bir eşgüdüm yoktu. Sayıca üstün olmalarına rağmen eşgüdüm eksikliği nedeniyle bulundukları bölgeleri güçlükle savunabiliyorlardı. Ayrıca ellerindeki en değerli savunma silahı olan anti-tank silahlarını “bonkörce” kullanarak kaynak yönetimi konusundaki eksiklerini ortaya koymuşlardı. Rejim’in -disiplin sorunu, yanlış taktik hamleler, Rusya-İran uzlaşmazlığı, ateş desteği eksiği ve sınırlı insan kaynağı gibi- problemleri olmasına rağmen, muhalifler açık bir galibiyet alamadılar.
Üçüncüsü, bazı yerel unsurlar Heyet Tahrir Eş Şam’ın (HTŞ) baskıcı tavırlarındansa Şam ile anlaşmayı tercih edeceklerini göstermişlerdi. Operasyonun ilk günlerinde Madık Kalesi civarında yaşananların tekrarlanmasını (Muhalifler Rejim ile iş birliği yapıp kurşun bile atmadan bölgeyi teslim etmişlerdi) engellemek için HTŞ bazı bölgelere muhaliflerin askeri çatı örgütlenmesi olan Suriye Milli Ordusu’nu davet etmek zorunda kaldı. Bazı bölgelerde ise siviller üzerindeki baskıyı artırmayı seçti.
Son olarak Rusya, gerek Türkiye ile ilişkileri gerekse Rejim’in kapasitesini dikkate alarak İdlib’i topyekün olarak ele geçirmektense aşamalı bir strateji izleyeceğini göstermişti.
Soçi Anlaşması imzalanırken ne oldu?
Rejim, yeni operasyonun birkaç gün önce başladığını ilan etse de bu operasyonun öncü dalgaları iki ay öncesine dayanıyor. Zira, ağustos sonunda ateşkes sağlandıktan sonra bölgedeki çatışmalar hemen durmadı. Ancak eylül ayı içinde çatışmaların etkisi giderek azaldı. Bir süre tek tük gerçekleşen ve sivillerin yıldırılmasına yönelik seyrek hava saldırıları dışında bölgede sükunet hakim oldu. Ancak, Türkiye ile Rusya arasında Barış Pınarı Harekatı’nı durduran Soçi Anlaşması’nın yapıldığı gün olanlar, bu sessizliğin kısa olacağının en önemli sinyali idi.
22 Ekim günü Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin, Soçi’de Fırat’ın doğusundaki durum üzerine uzlaşıya varırken, Beşar Esad aynı gün İdlib’in Hubeyt Köyü’nü ziyaret etti. Bu ziyaret İdlib’e yeniden operasyon başlayacağının en açık işaretiydi. Nitekim, 24 Ekim’de Suriye Ordusu’na bağlı birlikler İdlib’in batısındaki Kıbbene cephesine saldırırken, Rus savaş uçakları hava saldırılarını yeniden başlattı.
22 Ekim günü Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin, Soçi’de Fırat’ın doğusundaki durum üzerine uzlaşıya varırken, Beşar Esad aynı gün askeri güçlerinin almak için büyük çaba sarf ettiği İdlib’in Hubeyt Köyü’nü ziyaret etti. Bu ziyaret İdlib’e yeniden operasyon başlayacağının en açık işaretiydi. Nitekim, 24 Ekim’de Suriye Ordusu’na bağlı birlikler İdlib’in batısındaki Kıbbene Cephesi’ne saldırırken, Rus savaş uçakları hava saldırılarını yeniden başlattı.
Operasyon öncesi dalganın ilk evresi sayabileceğimiz bu çatışmaların 24 Ekim – 1 Kasım arasında yoğunluklu olarak devam ettiği Kıbbene Cephesi herhangi bir yer değil, özel bir önemi var. Lazkiye ve Türkmendağı arasındaki bölgenin kilidi Cisr es Şuğr’a giden yolu elinde tutan Kürt Dağı bölgesinin en kritik çatışma hattı olan bu cephe, önceki operasyon sırasında da defalarca Suriye Ordusu tarafından alınmak istenmişti. Ancak Rejim’in birlikleri her seferinde ağır yenilgilerle geri dönmüştü. Benzer durum kasım başında tekrarlandı. Bölgede konuşlu Suriye Ordusu’nun 5. Tümeni’nin HTŞ ve bağlı grupların ani bir baskınıyla ağır kayıp vermesi, bu cephede değişen bir şey olmayacağını gösterdi. Nitekim, bölgedeki asıl birlik olan 4. Tümen bu olayda kayıp vermedi. Fakat gelen takviye ağır darbe alınca saldırıları azaldı. Böylece çatışma yön değiştirdi. Bunun en önemli göstergelerinden birisi, Rusya’nın 2 Kasım’dan itibaren bombardımanı İdlib’in diğer bölgelerine doğru kaydırması oldu. 6 Kasım’da Rusya ateşkesin yapılmasından sonraki en büyük hava saldırısını yaptı. Onlarca sivilin hayatını kaybettiği bu saldırıyı, kısa süre içinde benzerleri izledi.
Operasyon öncesi dalganın ikinci evresi hemen bu sürecin ardından geldi. Herhangi bir resmi operasyon ilanı olmaksızın Suriye Ordusu 14 Kasım’da İdlib’in güneyinde ilerlemeye başladı. 14 – 23 Kasım tarihleri arasında Garibe, Luveybide, Tel Kineze, Muşherife, Um El Halil ve Zarzur köylerini aldı. Burası, yüzölçümü olarak küçük bir alan olsa da şimdiki operasyonun önünü açması bakımından hayati öneme sahip bir bölge. Rusya bu ikinci dalgada daha önce başvurmadığı bir yönteme başvurdu: Çatışma bölgesiyle ilişkisi dahi olmayan ve sadece çatışmadan kaçan sivillerin yaşadığı mülteci kamplarına uçaklar ve füze ile saldırı düzenledi. İkinci dalganın sonunda Suriye Ordusu bölgede tahkimatını büyük ölçüde artırdı. 19 Aralık’ta Suriye makamları “İdlib Şafağı 2” adlı operasyonun başladığını duyurdu.
Yeni operasyon: Stratejik hedefler, farklar ve benzerlikler
Operasyon henüz üç gün önce başladı. Ancak sahadaki mevcut duruma ilişkin gözlemler, Rusya ve Suriye’nin genel beklentileri ve önceki operasyonlardan edinilen tecrübeler ışığında bu operasyonun genel özellikleri şöyle sıralanabilir:
Operasyonun dört temel stratejik hedefi olduğu söylenebilir. Bunlar, önce M5’i sonra M4’ü etki altına almak; kısa sürede önemli yerleşim birimlerini kontrol etmek; sivilleri İdlib’in iç bölgeleri ve Türkiye sınırına doğru sürerek bölgeyi Şam’a mecbur hale getirmek ve çatışma cephelerini en aza indirerek uzun vadede kesin bir askeri galibiyet elde etmek.
Operasyonun 4 temel stratejik hedefi olduğu söylenebilir. Bunlar, önce M5’i sonra M4’ü etki altına almak; kısa sürede önemli yerleşim birimlerini kontrol etmek; sivilleri İdlib’in iç bölgeleri ve Türkiye sınırına doğru sürerek bölgeyi Şam’a mecbur hale getirmek ve çatışma cephelerini en aza indirerek uzun vadede kesin bir askeri galibiyet elde etmek.
Bu operasyon ile Mayıs-Ağustos aralığında gerçekleşen operasyon arasındaki ilk benzerlik, Suriye Ordusu’nun yine sınırlı bir hedefe yönelik bir askeri operasyon gerçekleştirmesi olarak tanımlanabilir. Operasyon tüm İdlib’i değil, taktik olarak ele geçirilebilecek stratejik olarak anlamlı yerleri hedefliyor. İkinci temel benzerlik ise Rusya’nın bu operasyonda da temel belirleyici rolü oynuyor olması.
Peki, farklar neler?
Öncelikle, önceki operasyonun aksine Rejim ilk üç gün içinde 30’a yakın köyü ele geçirdiğini, önceki operasyonda bu sayının dört olduğunu hatırlayalım. Muhtemelen geçen operasyonda 3,5 ayda ulaşabildiği toprak kontrolüne bu sefer bir haftada ulaşabilir. Bu büyük farkın sebeplerini ise dört maddede sıralamak mümkün.
Evvelki operasyon dört ana cepheye yayılmıştı, bu nedenle Suriye Ordusu ateş destek vasıtalarını ve insan gücünü bir bölgeye odaklayamıyordu. Oysa bu operasyonda çatışma sahası dar bir bölgeye odaklanmış durumda. Bu sebeple, çatışma sahasına önceki operasyonun 3-4 katı değerinde bir ateş desteği sağlayabiliyor. Üstelik, hava desteğinin yanı sıra 16 Aralık’ta Rusya-Suriye donanmalarının Doğu Akdeniz’de ortak tatbikat gerekçesiyle başlattığı deniz manevrasından da ciddi bir ateş desteği geliyor. Dolayısıyla Rejim’in karşısındaki silahlı unsurların bu ateş karşısında dayanabilmesi çok güç.
İkinci fark, çatışmaya katılan birimlerde karşımıza çıkıyor. Önceki çatışmada Rejim çok farklı birimleri sahaya sürmüştü. Bu sefer, asıl çatışma sahasında adını 25. Özel Operasyonlar Birliği olarak değiştiren Kaplan Güçleri, ona bağlı milis grupları (Taha, Haydar, Zarif alayları ile Şavahin Şahinleri), Rusya’nın eski muhaliflerden oluşturduğu 5. Tümen unsurları ve Kudüs Tugayı görülüyor. Önceki operasyonda dağınık bir görünüm çizen bu grupların bu sefer emir komuta zincirine göreli olarak uydukları görülüyor. Ancak İran’ın aktif desteği de yabana atılmamalı. Önceki operasyona son ana kadar destek vermeyen İran’a yakın grupların ilk öncü dalgadan itibaren hem militan desteği hem de İHA desteği verdiği dikkat çekiyor. Karşılarında ise çoğunlukla HTŞ ve Ensar el Tevhid bulunuyor. Ilımlı muhalifler olan Suriye Milli Ordusu’nun unsurları ise çatışma sahasından genelde uzaklar. Bunun en önemli nedeni, önceki operasyondan sonra HTŞ’nin halk ve gruplar üzerinde kurduğu büyük baskı. Son iki aydır İdlib’in pek çok yerinde HTŞ’nin baskıcı tutumuna karşı yerel halk protestolar yaparken HTŞ’nin buna baskıyla yanıt vermesinin yerel grup ve halkın şimdiki tavrında etkili olduğu düşünülebilir.
Bir diğer fark, operasyon sahasının topoğrafyası ve hava durumu. Hava durumunun muhaliflerin lehinde olduğu görülüyor. Sis ve yağmurlu günlerde hava desteği olmadan Suriye Ordusu’nun ilerlemesi güçleşiyor. Ancak, çatışma sahası önceki operasyonun tersine düz ve açık arazi. Bu durum hava desteği olan ağır zırhlı birliklerle operasyon yapan Esad Yönetimi’nin işini kolaylaştırıyor. Üstelik, önceki operasyonun tersine gece görüş ekipmanlarının da getirilmesi Şam Yönetimi’ne ait birliklerin gece yaşadığı zafiyeti bir ölçüde ortadan kaldırmış durumda.
Son olarak, Rus ve Suriye Hava Kuvvetleri’nin sivil yerleşimleri hedef alma girişimlerini doruğa çıkardığını da eklemek gerekiyor. Maalesef İdlib’de uzun süreden beri sivil yerleşimler hedef alınıyor. Ancak, doğrudan mülteci kamplarının hedef alınması yeni bir olgu. Bu durum sivil hareketliliği artıyor, sonuçta da büyük bir iç göç dalgasına neden oluyor.
Türkiye sınırına yaklaşan binlerce Suriyeli’nin Türkiye için bir risk oluşturduğu biliniyor. Burada Türk-Rus ikili ilişkileri devreye girebilir. Fakat, 22 Ekim’den sonra Rusya’nın Suriye’de daha avantajlı olduğu, Türkiye ile Rusya’nın Libya’da karşı karşıya geldiği dikkate alınırsa bundan sonrasını İdlib’deki yerel dengelerin değil daha büyük hesapların belirleyeceği söylenebilir.
Yakın gelecekte ne olabilir? Türkiye’yi ne bekliyor?
Önümüzdeki günlerde Suriye Ordusu’nun taktik hedefleri ve bölgede yaşanabilecek gelişmeleri şöyle özetleyebiliriz:
Suriye Ordusu’nun ilk hedefinin HTŞ’nin güçlü olduğu Cercenaz kasabası oradan da HTŞ’nin kabul görmediği Maarat El Numan ilçesi olduğu görülüyor. Bu ilçenin kontrolü M5’in denetimi açısından büyük bir kazanım olabilir. (Birkaç gün içinde ilçe tamamen Suriye Ordusu’nun denetimine geçebilir)
Sahadaki detaylara bakıldığında ise bu hedefin sonucu olarak Türkiye’nin 8 numaralı Gözlem Noktası’nın (GN) ve Hiş civarındaki geçici üs bölgesinin tehlikede olduğu söylenebilir. Çok büyük bir olasılıkla Ağustos ayında Rejim güçlerinin kuşattığı 9 no’lu GN’de yaşanan gelişmenin bir benzeri çok kısa bir süre içinde Sarman’daki 8 No’lu GN’de de yaşanabilir. (Siz bu yazıyı okuduğunuzda olay gerçekleşmiş bile olabilir).
İlk hedefe ulaşılması halinde ikinci hedef ise Serakib kasabası olacaktır. Yolların kesiştiği tam bir kavşak noktası olan Serakib, hem Halep-Şam yolu açısından hem de İdlib’in geri kalanı açısından hayati öneme sahip. Özetle, kısa vadede (önümüzdeki 2 – 4 hafta arasında) çatışmanın yoğunlaşacağı bölgelerin Halep’in batı kırsalı ile M4-M5 yolları civarına odaklanacağı görülüyor.
Sonrası ise iki temel gelişmeye bağlı. Bunlardan birisi, muhalif grupların tavrı. Eğer bazı gruplar anlaşma yoluna gider ve çatışma sahasından çekilirse operasyon hızlanabilir. Kolay zafer Suriye Ordusu’nun hızını artırabilir.
İkincisi ise, bu hamleler sonucunda ortaya çıkabilecek iç göç. Türkiye sınırına yaklaşan binlerce Suriyeli’nin Türkiye için bir risk oluşturduğu biliniyor. Burada Türk – Rus ikili ilişkileri devreye girebilir. Fakat, 22 Ekim’den sonra Rusya’nın Suriye’de daha avantajlı olduğu, Türkiye ile Rusya’nın Libya’da karşı karşıya geldiği dikkate alınırsa bundan sonrasını İdlib’deki yerel dengelerin değil, daha büyük hesapların belirleyeceği söylenebilir.
Açık bir biçimde görüldüğü gibi Moskova ve Şam, İdlib’deki nüfusun miktarı ve bileşenleri, Türkiye’nin endişeleri ve Suriye Ordusu’nun kapasite yetersizliğini dikkate alarak İdlib’i parça parça kontrol etmeyi ve nihayetinde tamamen denetime almayı hedefliyor. Ancak hem Suriye genelindeki dengeler hem de İdlib’in özel durumu dikkate alındığında, bunu zamana yayarak yapmak gerekiyor. Bu nedenle, İdlib’deki süreç uzun vadeye yayılacaktır. Yani, mevcut operasyon birkaç hafta sürdükten sonra yeni bir ateşkes yapılması, daha sonra bir sonraki uygun atmosferde yeniden başlaması beklenmelidir.
Twitter: @SerhatErkmen
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 23 Aralık 2019’da yayımlanmıştır.