Yüzde 10’a yaklaşan enflasyon, dolar karşısında sürekli değer yitiren sterlin, kronikleşen grevler, kitlesel eylemler ve bunlara çare üretmekten uzak, için için kaynayan bir hükümet… İngiltere’de işler iyi gitmiyor. Ama bu İngiltere’nin bir “hasta adam” veya “düşüşte” olduğu anlamına mı geliyor? İngiltere’nin yaşadığı sıkıntılar dünyanın geri kalanından farklı mı?
New York Üniversitesi’nde modern İngiltere tarihi dersleri veren Guy Ortalano, daha önce de İngiltere’nin düşüşte olduğunun defalarca dile getirildiğini, ancak bu ülkenin yüz yıl öncesine göre çok daha müreffeh olduğunun altını çiziyor. Washington Post’ta yayımlanan makaleden öne çıkanlar:
“İngiltere’de çalkantılı bir yaz geride kaldı. Temmuz ayında yaşanan bir dizi kriz, Boris Johnson’ı başbakanlık koltuğundan etti. Ülkede enflasyon yükseliyor, sterlin değer yitiriyor ve enerji krizinin ortasında ülke soğuk bir kışa hazırlanıyor. Brexit onu savunanların vaat ettiği özerkliği, verimliliği ve refahı sağlayamadı. Buna karşılık İngiltere ile İskoçya’nın 315 yıllık birliğinin bozulmasına neden olabilir. Hepsinin üstüne ülkeyi 70 yıldır yöneten Kraliçe II. Elizabeth’in 8 Eylül’de ölümü, güçlü bir istikrar sembolünün de ortadan kalkmasına yol açtı.
Bu gelişmeleri anlamakta güçlük çeken İngiltere’nin Amerikalı muhatapları, benzer bir teşhise ulaşıyorlar. Onlara göre İngiltere düşüşün sonuçlarından mustarip. Temmuz ayında önde gelen bir Amerika gazetesi, “İngiltere’nin Geleceği Karanlık Görünüyor” başlığını attı. Bir ay sonra aynı gazete, “İngiltere’de Kriz Büyüyor” başlığını attı. Ve yine aynı gazete, kraliçenin ölümü üzerine, bu sefer “Birleşik Krallık Birleşik Kalabilir mi?” sorusunu sormaya başladı. İma edilen şey açıktı: İngiltere birliğini koruyamazdı, koruyamayacaktı.
Bu soğukkanlı bir analiz değil, başkalarının acılarından zevk alanların bıktırıcı klişelerinden biri. Elbette bugün güçlükler yaşandığı yadsınamaz, ama bu düşüş edebiyatı en az 150 yıldır var. Evet, İngiltere artık bir asır öncesinin askerî gücüne sahip değil. Ancak “düşüş” ekonomik ve jeopolitik değişimlerin tarafsız bir yorumu değil. Düşüş, kaçınabilir ve üzücü bir şeyi ifade ediyor, ama gelişmeler İngiliz İmparatorluğu’nun sonu gibi kaçınılmazdır.
Düşüş iddialarının üç dalgası
“Düşüş” edebiyatı ilk kez 1870’lerde ortaya çıkmıştı. İngiltere’nin sanayileşmesinden yarım yüzyıl sonra Almanya ve ABD arayı kapatıyordu. Gelişmeler İngiltere’nin tek başına hegemonyasının sonunu haber veriyordu ve yorumcular İngiltere’nin düşmekte olan bir ulus olduğu yönünde yorumlarda bulunmakta gecikmemişlerdi. Bu aşırı duygusal yorumlara rağmen ABD’nin İngiltere’nin küresel hegemonyasına son vermesi 70 yıl aldı. O zaman bile Amerika’nın artan zenginliği İngiltere’yi fakirleştirmediği gibi İngiltere İmparatorluğu’nun (aslında İngiliz sömürgeciliğinin) sona ermesi yas tutulacak bir şey değildi.
İngiltere, 1950’lerin sonunda ve 1960’ların başında, ikinci bir gerileme dönemine girdi. İngiltere ekonomisi aslında görülmemiş hızda büyüyordu, ama bu büyüme hızı Avrupa’nın diğer ülkelerine kıyasla geride kalıyordu. Almanya, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz şehirlerini bombalamış, ancak İngiltere istila veya işgal yaşamamıştı. Dolayısıyla harap olmuş kıta Avrupa’sına kıyasla toparlayacak daha az alanı vardı. Ama tuhaftır, o sıralar Avrupa’nın en zengin ekonomisine sahip olan İngiltere, kronik düşüşte olan ülke olarak gösterildi.
1980’lerde üçüncü bir “düşüş” dalgası geldi. Önceki on yıl boyunca, dünyanın geri kalanında olduğu gibi İngiltere de bir dizi durgunluk ve zorlukla karşı karşıya kalmıştı. Seçmenlerin kaygılarına yanıt veren Başbakanı Margaret Thatcher, İngiltere’nin düşüşünü tersine çevirme sözü vermişti. Uygulamada bu büyük vaat, iktidarı devreden İşçi Partisi hükümetinin önceliklerini reddetmek anlamına geliyordu. Muhafazakârlar “düşüşü” ekonomik bir analiz olarak değil, siyasi bir silah olarak kullandılar.
Yorum mu, trollük mü?
Geçen yüzyılda yorumcular İngiltere’nin düşüşü hakkında hep aceleci davranmıştır. Ancak her seferinde verileri karartarak kendilerini haklı çıkarmaya çalıştılar. Bu yorum geleneği, İngiltere’nin bugün bir asır öncesine göre çok daha müreffeh ve daha az sömürgeci olduğunu anlamıyor. Trollemeyi bırakın, bunlar iyi şeyler.
Her defasında ayrıntılar farklı olsa da bugün dile getirilen “İngiltere düşüşte” söylemi bir öncekilerle ortak varsayımı paylaşıyor. Akışkan bir dünya sisteminde değişimi sürekli olarak anlamak yerine, İngiltere’nin düştüğünü ağızlarına sakız edenler işlerin farklı gidebileceğini hayal ediyorlar. Britanya’nın zorlukları genellikle başka yerlerdeki olaylardan kaynaklandı: 19. yüzyılda ABD ve Alman sanayileşmesi; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgecilik karşıtı milliyetçilik; 1970’lerde uluslararası durgunluk; bugün bir pandemi. Ancak, dünyevi olayların dünyevi bir anlayışını sunmak yerine, gerilemeciler bunun yerine tek bir ülkenin varsayılan hatalarına takılıp kalırlar.
Aynı şekilde kendilerini farklı görseler de bugünün gericileri dünün emperyalistlerinden farklı değiller. Hepsi orta büyüklükte bir Avrupa ülkesinin kendi kaderini tayin etmesi gerektiğine inanıyor. Ancak çok az ülkenin, ABD’nin bile böyle bir bağımsız davranma hakkı bulunuyor. Ülkeler, dünyanın geri kalanının onlara sunduğu kartları oynamak için mücadele verirler. Bugünün krizleri arttıkça bu kartlarda kozdan çok Trump var.
İngiltere kadim bir ülkedir. 150 yıldır düşüşte olduğu söylenmesine rağmen, bir asır öncesine göre daha müreffeh ve çok daha az sömürgendir. İngiltere’nin değişim geçirdiği, gerçekten de zorluklarla karşıya olduğu ve bu iki durumu krize çevirmeye meyilli bir hükümetin mağduru olduğu doğru. Ancak peş peşe gelen krizler bir ulusun çökmeye başladığının kanıtı olamaz.
Kraliçe öldü. İngiltere değil.”
Bu yazı ilk kez 19 Ekim 2022’de yayımlanmıştır.