İngiltere’nin 1915’te Gelibolu’da büyük bir bozguna uğraması, Winston Churchill’in görevinden ayrılmasına neden olmuştu. Peki bu hamlenin asıl sebebi neydi? Keith Johnson, Foreign Policy’deki yazısında Nicholas A. Lambert’ın The War Lords and the Gallipoli Disaster: How Globalized Trade Led Britain to Its Worst Defeat of the First World War, (Savaş Lordları ve Gelibolu Felaketi: Küreselleşen Ticaret İngiltere’yi Nasıl Birinci Dünya Savaşı’ndaki En Kötü Mağlubiyetine Götürdü?) başlıklı yeni kitabını inceliyor. Kitap, Gelibolu örneği üzerinden siyaset ve ekonominin askeri kararları nasıl şekillendirdiğini çarpıcı ayrıntılarla ortaya koyuyor.
Yazının öne çıkan bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“1915 yılında felaketle sonuçlanan Gelibolu seferindeki rolü nedeniyle İngiltere Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan istifa etmek zorunda kalan Winston Churchill, İngiltere’nin I. Dünya Savaşı’ndaki en kötü mağlubiyetlerinden birine neden olan seferi yönettiği için hâlâ karalanıyor. (…) Birlikleri Avrupa’ya yeni gelmiş ve Gelibolu Yarımadası kıyılarında ölümcül bir ateş altında kalmış Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar için bu olay ve Churchill’in bu olaydaki rolü, acı bir hatıra olmaya devam ediyor. II. Dünya Savaşı sırasında bile Avustralya’nın Churchill’e karşı devam eden öfkesi, Canberra’nın Avustralyalı askerleri o zamanki başbakanın elinden alarak İmparatorluk için değil Avustralya için savaşmaları amacıyla eve getirme kararının temelini oluşturmuştu.
Ancak Nicholas A. Lambert, yeni kitabında ölümcül fiyaskonun sadece Churchill ile ilgili olmadığını ve bu hamlenin, Batı Cephesi’ndeki açmazdan çıkmaya yönelik stratejik bir alternatif de teşkil etmediğini ileri sürüyor. Tersine, Gelibolu seferi tamamen buğdayla ilgiliydi. Daha da özelde, Rus buğdayıyla ilgiliydi: Moskova’nın ihraç ederek savaşta kalmak için ihtiyacı olan parayı kazanmasını sağlayacak tahıl. Aynı zamanda dünyanın (ve İngiliz ada ülkelerinin) hızla yükselen fiyatlar ve kıtlık korkusuyla karşı karşıya kalmasıyla İngiliz liderlerin çaresizce ihtiyaç duyacaklarını düşündükleri gıda.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 1914’ün sonlarında İttifak Devletleri’nin bir parçası olarak Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın yanında yer almasından itibaren, Osmanlı kontrolündeki Türk Boğazları ticari taşımacılığa kapatıldı. Savaştan önceki yıllarda küresel pazarın (ve İngiltere’nin) en büyük buğday tedarikçilerinden biri haline gelen Rus İmparatorluğu da bu gelişmeyle aniden çıkış yolunu kaybetmiş oldu.
Gıda ve savaş stratejisi bir arada
1915 yılının başlarında bu durum, gıdanın çoğunu ithal etme ihtiyacını şiddetle hisseden İngiliz liderler için bir sorun haline geliyordu. Küresel nakliye, savaş nedeniyle büyük ölçüde açık denizler üzerinden yapılamıyordu. Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Hindistan’da hasat durumu kötüydü. Buğday kıtlığı kapıdaydı. Bu öngörü ise beraberinde düpedüz açlık olmasa bile ekmek fiyatlarının aşırı yükselmesinin İngiltere’de büyük sosyal ve politik çalkantıları tetiklemesi ihtimalini getiriyordu.
1914 sonbaharından itibaren İngiltere savaş kabinesinde Yakın Doğu’da gerçekleştirilecek bir tür operasyonla ilgili çeşitli fikirler dolaşıyordu. Bu, boğazları açmaya zorlamak için bir deniz operasyonu, Suriye’ye bir çıkarma ya da o sırada savaşta halen tarafsız olan Yunanistan’a yeni bir İngiltere cephesi açmak olabilirdi. …. Lambert, o yıl hükümetin ilk kez ‘savaş stratejisi ve gıda sorununu’ birleştirdiğini yazıyor.
Gıda sorunu aynı zamanda bir para meselesiydi: Rusya, büyük krediler için İngiltere’yi sıkıştırıyordu. Moskova’nın, mühimmat ithal etmeye gücünün yetmemesi halinde Almanya ile ayrı bir barış yapacağına dair korkular vardı. Rusya’nın ihraç edebileceği tek şey buğdaydı ve bu buğdayın Karadeniz ve boğazlardan taşınması gerekiyordu. İngilizlere göre aynı anda hem Rusya’nın mali sıkıntılarını atlatmasını sağlayabilecek hem buğday kıtlığını azaltabilecek hem de İngiliz sokaklarındaki isyanları savuşturabilecek tek seçenek Çanakkale Boğazı’nı açmaktı ki kabine nihayet Ocak ayının sonunda böyle bir karar verdi.
Lambert, ‘(dönemin başbakanı) Asquith, savaş kabinesinin karşı karşıya olduğu iki büyük sorunun (yani nerede savaşılacağı ve artan gıda fiyatlarıyla nasıl mücadele edileceği) tek bir çözümü olduğunu fark etmiş görünüyordu’ diye yazıyor. ‘…Nitekim ülkede gıda fiyatları nedeniyle oraya çıkan sosyal ve siyasi huzursuzluğu önlemek için Çanakkale Boğazı’na saldırmak, diğer alternatiflerden “daha kolay” ve “çok daha ucuz” olacaktı.’
…. Ancak sonuçta hiçbirinin anlamı yoktu. Bunun nedeni İngiliz deniz saldırısı ve Gelibolu’ya yapılan İngiliz-Avustralya kara saldırısının tamamen başarısız olması da değildi. Gelibolu başarılı olsaydı bile hükümetin aradığı sihirli çözüm gerçekleşmeyecekti. Nitekim özellikle Kuzey Amerika’daki beklenmedik rekor buğday hasadı, tam yaz başında buğday sorununu mucizevi bir şekilde çözmüştü. İngilizler boğazları yeniden açabilselerdi bile Rusya’nın halihazırda ihraç edecek buğdayı olmadığı da ortaya çıkmıştı.
Küreselleşmenin dünü ve bugünü
Yazara göre kitabın en büyüleyici yönü, Lambert’ın 19’uncu yüzyılın sonlarındaki ilk büyük küreselleşme döneminden kaynaklanan ve ödünleşmeler olarak nitelendirdiği şeyin bugüne yansımaları: “‘Küreselleşmenin mümkün kıldığı verimlilikler, kolaylıklar ve tüketiciler için daha düşük fiyatların stratejik kırılganlığı artırması.’ Ticaret savaşları, gümrük tarifeleri, kesintiye uğramış tedarik zincirleri, ticaretin hassas çarklarını harap eden bir salgın ya da Süveyş Kanalı’nın bir süre önce kısa süreliğine kapanması gibi durumlarda modern liderler, küreselleşmenin iki yüzünün nasıl olabileceği konusunda hafızalarını tazeleme ihtiyacı duymuyorlar.
I. Dünya Savaşı öncesinde ve esnasında İngiliz deniz stratejisi üzerine yazdığı bir dizi kitapla adını duyuran Lambert, 19’uncu yüzyılda denizcilik, finans ve tarım alanındaki dönüşümleri Anzak ve Suvla koylarındaki kanlı tarihle ilişkilendiren dikkate değer bir iş çıkarmış. (…) Son kitabı özellikle siyaset ve ekonominin o zaman da şimdi de askerî kararları şekillendirdiğine dair önemli bir hatırlatıcı niteliğinde.”
Bu yazı ilk kez 22 Nisan 2021’de yayımlanmıştır.