Irak’ta Sünni siyaset birleşti, peki kalıcı mı?

Irak’ta son parlamento seçimlerinin ardından ülkedeki Sünni gruplar birleşti. Hangi şartlar onları buna zorladı? Çıkardıkları ders ne? Sünnilerin birleşme girişimi kalıcı olursa bölge siyaseti nasıl etkilenir? Mehmet Alaca yazdı.

Ekim 2023’te Gazze’de kırılan fay hattı yeni bir bölgesel jeopolitik yarattığı gibi Sünni kimliğin hareketlenmesinde de itici güç oldu. İran-İsrail çatışmasının beklenen ikinci raundunun gölgesinde ve bu çatışma ihtimalinin Irak’a kaçınılmaz yansıyacağı tartışmalarında gidilen 11 Kasım parlamento seçimleri, parçalı sonuçlar, uzun müzakereler ve belirsiz bir hükümet kurma sürecinin içinde olduğu alışıldık bir tabloyu yeniden üretti. Ancak bu kez dikkat çeken unsurlardan biri, Sünni siyasi aktörlerin bu tabloya verdiği tepki oldu.

Seçimlerin ardından büyük Sünni siyasi grupların Ulusal Siyasi Konsey adı altında birleşme kararı, beklenmedik bir uzlaşmadan ziyade Irak’ta ABD’nin 2003 işgali sonrası örselenmiş bir siyasi kimliğin değişen bölgesel ve iç dengelere paralel olarak yeniden konumlanma çabası.

Uzun yıllardır dağınık haldeki Sünni grupların aynı çatı altında birleşmesi seçim matematiğine indirgenemeyecek kadar kritik. Irak iç siyasetinde Sünnilerin devletle ilişkilerinde yaşanan dönüşüm ile Beşar Esad sonrası bölgesel Sünni jeopolitiğin yeniden şekillenmesi birlik kararında etkili olsa da sürdürülebilirlik halen soru işareti. İyimserlik anlaşılabilir ancak Sünni siyasetin alışık olduğumuz parçalı ve rekabetçi yapısı dikkate alındığında rasyonaliteden kopmak kör sonuçlar doğurur.

Travmatik kibir siyaseti ıskaladı

ABD’nin Irak’ı işgali sonrası Irak’ta Sünni toplum ve siyaseti tarif edecek tek ifade travmadır.

Ülkedeki yeni siyasal düzen, Irak Sünnileri için sadece bir rejim değişikliği değil aynı zamanda devletle kurulan tarihsel ilişkinin kopuşu anlamına geliyor. Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesiyle birlikte devletin kurucu babaları olan Sünniler, güvenlik, bürokrasi ve siyaset alanlarında sistematik biçimde dışlandı. Şii yöneticilerin zorba tutumu ile Sünni toplumun oydaşmaya sırtını dönmesi, son seçime kadar Sünni siyaseti kırılgan kıldı.

Bu süreç, Sünni toplumu yalnızca iktidar alanının dışına itmedi aynı zamanda Sünnilerin yeni devlete yönelik aidiyet duygusunu da aşındırdı. Bu kırılma, özellikle Nuri el-Maliki’nin 2006-2014 arasındaki başbakanlığında derinleşti ve kurumsallaştı. Maliki yönetimi, güvenlik aygıtını şahsileştirerek merkeziyetçi ve dışlayıcı bir iktidar modeli inşa etti.

Terörle Mücadele Yasası, Sünni bölgelerde keyfi tutuklamaların ve yargısız uygulamaların hukuki zemini haline gelirken, Sünni siyasetçiler, aşiret liderleri ve kanaat önderleri sistematik biçimde “terör” suçlamasıyla tasfiye edildi. El Kaide ve IŞİD’in yükselişinin Sünni toplumsal yapıyla özdeşleştirilmesi ve Bağdat hükümetinin Sünni toplumu “potansiyel tehdit” olarak konumlandırması da analitik bir hata olurken Şii motifli milis gücü Haşdi Şabi’nin güvenlik alanında kalıcı bir aktöre dönüşmesi, Sünni toplum açısından yeni bir baskı ve güvensizlik katmanı yarattı. Tüm bunlar siyasi olarak parçalı, liderlikten yoksun ve merkezi otoriteye bağımlı bir siyasal Sünnilik yarattı.

Son dönemde Irak’ta yaşanan nispi normalleşme Sünnilerinin yaşadığı mezhepsel krizin aşılmasına kapı aralasa da Sünni siyasetin krizi de çözüm arayışında. Zira işgal Irak Sünnileri açısından sadece bir rejim değişikliği değil devlet içindeki tarihsel konumun ani ve sert bir şekilde kaybı anlamına geliyordu. Ancak uzun yıllar sistemle müzakere eden değil sisteme tepki veren çizgide olan Sünni siyasetin önde gelen yapıları Takaddüm Partisi, Azim Partisi, Siyade (Egemenlik) İttifakı, Ulusal Hasm İttifakı ve Cemahir Partisi’nin 23 Kasım 2025’te Bağdat’ta gerçekleştirilen toplantıda Ulusal Siyasi Konsey adı altında koordinasyon ve ortak politika üretimi hedefiyle bir araya gelmesi, bahsi geçen tarihsel deneyimin ve travmatik kibrin tekrarını önleme refleksinin ürünü.

Savunmadan müzakereye geçiliyor

Bir sohbetimiz esnasında Türk bürokrasisinin önemli figürlerinden biri, “Şiiler minimumda uzlaşmayı başarıyor ancak Sünniler maksimumu hedeflediği için birlik olamıyor” demişti. Özellikle IŞİD’in 2014’te yükselişiyle birlikte Sünni siyasi liderliğin Musul’dan Anbar’a taşınması ve Sünni liderlerin kendi çıkarlarını öncelemesi ve ilişkilerini İran-Türkiye-Körfez üçgeninde çeşitlendirmeleri, birlik fikrinin altını oyuyordu.

Siyasetin parçalı hali derin bir toplumsal ve siyasal yorgunluğa neden oldu. IŞİD sonrası yıkım, yerinden edilme, ekonomik toparlanmanın yavaşlığı ve Sünni siyasilerin somut kazanım üretememesi, toplum nazarında sandığın anlamını aşındırdı. Aynı elit figürlerin farklı ittifaklarla tekrar sahneye çıkması, siyaseti “kapalı bir elit oyunu” olarak algılatıyordu. Ancak hem ülkede genel olarak siyasetin normalleşmesi hem de bölgesel gelişmeler Sünni toplumun son seçimde sandığa ilgisini artırdı. Nitekim ülke genelinde yüzde 56 olan katılım oranları Anbar ve Musul gibi Sünni vilayetlerde yüzde 70’lere ulaştı. İronik olan ise güneydeki Şii vilayetlerde katılımın yüzde 45’lerde kalması. Sünnilerin yeni bölgesel jeopolitikte siyasilerine şans vermesi, Sünni liderleri birleşmeye zorlamış görünüyor. Zira sandıktan çıkan toplumsal destek ancak kolektif ve daha disiplinli bir siyasi çerçeveyle telafi edilebilir.

Hem toplumsal boyutta hem de siyasi kademede yaşanan değişim, Sünnilerin siyasal sisteme yeniden “inanmasından” çok, sistemin dışından sonuç üretilemeyeceğinin kabullenildiğini gösterdi. Yani Sünniler, Şii siyasetin realitesini ve sistemde güçlü olmanın yolunun birleşmek olduğunu geç de olsa anlamış oldu. Birleşme girişimi, ideolojik bir birlikten ziyade müzakere kapasitesini artırmaya dönük kurumsal bir araç. Sünni siyaset savunmacı ve reaktif çizgiden, sınırlı ama hedef odaklı bir entegrasyona ve müzakereciliğe yöneliyor.

Zamanlama ne diyor?

Sünnilerin birlik arayışının zamanlaması da tesadüfi değil.

Hem iç siyasi baskılar hem de bölgesel jeopolitik bu süreci hızlandırdı. Irak’ta 2003 sonrası düzende cumhurbaşkanlığı Kürtlere, başbakanlık Şiilere, meclis başkanlığı Sünnilere veriliyor. Kabine ise bu gruplar arasındaki güç paylaşımı çerçevesinde teşkil oluyor. Bu nedenle Sünnilerin birlik kararı, hükümet kurma sürecindeki müzakerelerde el güçlendirme hamlesi. Konseyin, hem Şii partilerle yürütülecek koalisyon pazarlıklarında hem de devletin kurumlarında temsil açısından güçlü bir konuma gelmeyi hedeflediği anlaşılıyor. Irak siyasetinde alınan fazladan bir bakanlık dahi istihdam mekanizması ve sistemde güç konsolidasyonu açısından hayati.

Geçmişte hükümet kurma süreçlerinde Sünni blokların ayrı hareket ettiklerinde Şii Koordinasyon Çerçevesi ve Kürt partileri karşısında etkisiz kaldığı biliniyor. Parçalı yapı, siyasette pazarlık gücünü sınırladığı gibi aktörleri de silikleştiriyor. Parlamentodaki 329 sandalyenin yarısını Şiiler alırken Sünni grupların yaklaşık 80 sandalye elde etmesi birleşme sürecini kaçınılmaz kıldı. Şiiler aralarındaki ayrışmalara rağmen Şii Koordinasyon Çerçevesi altında dönemsel uzlaşıları ve Kürtlerin birleşme ihtimali, Sünnilerin denge rolünü kaybetme riskini artırdı.

Ankara’nın çabası

Bölgesel aktörlerin son seçimlerde Sünniler arasındaki fragmantasyonun tekrar etmemesi yönünde telkinlerde bulunduğu biliniyor. Özellikle işgalden bu yana Sünnilerin siyasal alanın dışında kalmaması için ince bir siyasi işçilik sergileyen Ankara’nın çabalarını not etmek gerekiyor. Seçim öncesi ve sonrası Sünni liderlerle yapılan görüşmelerde günlük ve bireysel çıkarların üstünde bir üst siyasetin kurgulanması gerekliliği yönündeki telkinler şu an için karşılık bulmuş görünüyor. Yine, Körfez ülkelerinin de bu konuda motive edici rolü dikkate alınmalı. Bu anlamda birlik fikri, Bağdat’a olduğu kadar bölgeye de verilen bir “toparlanıyoruz” mesajı.

Bölgesel ölçekte İran’ın nüfuz alanlarının aşırı genişlemesi hem bölge ülkeleri hem de ABD-İsrail ikilisi açısından ağır maliyet üretirken, Türkiye ve Körfez merkezli Sünni aktörler daha kurumsal ve istikrar odaklı bir etki stratejisine yöneliyor. Özellikle de Suriye’de yeni sayfanın başlaması, Sünni jeopolitiğin yeniden özgüven kazandığı bir atmosfer yarattı. Nitekim ABD Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın haziran ayında Emevi Halifesi Muaviye’nin “Kılıcı, kırbaç yeterliyse çekmem; kırbacı da dilim kâfiyse kullanmam” ifadesine atfı, Washington’ın bölgedeki İransızlaştırmaya ve güçlenen Sünni jeopolitiğine dair mesajı olarak okunuyor. Irak Sünnileri, bu yeni denklemde silahlı ya da radikal bir aktör değil dengeleyici ve müzakere edilebilir bir unsur olarak konumlanmak zorunda. Bu bağlamda Ulusal Siyasi Konsey, Irak Sünnilerinin “yeniden muhatap alınabilir” olma çabasının kurumsal ifadesi olarak okunabilir.

Umut verici ama kırılgan

Sünnilerin birleşme girişimi olumlu bir adım ancak henüz geçmişin travmalarını tamamen aşan veya aralarındaki ezeli rekabeti bir kenara koyan bir birlik değil. Bu açıdan Sünni siyasetin geleceğini garanti altına alan bir yapı olduğunu söylemek zor. Liderlik rekabetleri, vilayet temelli çıkar çatışmaları ve dış etkiler bu yapıyı kırılganlaştırıyor.

Daha açacak olursak, örneğin en önde gelen Sünni parti Takaddum’un lideri Muhammed Halbusi’nin İran ile ilişkileri oldukça girift. Halbusi’nin son kertede Tahran hilafına bir karar alıp alamayacağı konseyin geleceğini belirleyecek. Yine Siyade İttifakı’nın lideri Hamis Hançer ile Azm İttifakı Başkanı Mussenna Samarai’nin karmaşık iç ve dış iltisakları ve siyasette kirli parayı kullanma konusundaki aç gözlülükleri ümitsizliği pekiştiriyor. Buna karşın İran ve Şii güçlerin Sünni liderler arasındaki ilişkiyi manipüle ettiğini de not etmek gerekir.

Dahası, bu isimlerin hepsinin birbirini ezeli düşman gibi anması da mevcut birleşme kararının taktik düzeyde kalma riskini ortaya çıkarıyor. Ancak yine de kritik bir eşik aşılmış durumda. Irak Sünnileri, mağduriyet söyleminin ve ölümcül rekabetin tek başına siyasi sermaye üretmediğini ve dağınıklığın kader olmadığını göstermiş oldu. Bu nedenle toplumun beklentilerini temel alan ve sistemin asli unsuru olmayı hedefleyen bir üst siyaset kurgulanması ve kurumsallaştırılması gerekiyor. Bu, Irak siyasetinde Sünnilerin yeniden oyun kurucu olmasa bile dengeleyici ve görmezden gelinemeyecek bir aktör haline gelmesini beraberinde getirir.

Birlik yaşarsa ne olur?

Irak’ta Sünni partiler, bölgesel Sünni aktörlerin Irak’ın iç işlerine müdahale edilmeden desteğini alarak ve Ortadoğu’da güçlenen Sünni akımını arkasına alarak Iraklılık kimliğiyle kalkınma ve halk odaklı bir birlik içinde siyaset yapabilirse uzun vadede ülkedeki Şii siyasete karşı daha güçlü rakip olabilir.

Ancak Irak’ta işgal sonrası Şii hegemon sistemin, bütün ağlarıyla İran modelini kopyalamaya çalışan yapısı Sünnilerin siyasi yeniden doğuşunun önünde önemli bir engel.

Buna rağmen Suriye örneği ve kapıdaki İran-İsrail savaşı Iraklı Sünnileri siyaseten öne çıkartmaya devam edecek. Aksi senaryo toplumun siyasete inancını daha da azaltacağı gibi Şiilerin Sünniler üzerindeki siyasi ve toplumsal hegemonyasını pekiştirir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 16 Aralık 2025’te yayımlanmıştır.

Mehmet Alaca
Mehmet Alaca
Mehmet Alaca - Irak, bölgesel Kürt siyaseti ve Ortadoğu’daki Şii milisler konularında akademik çalışmalarını yürütüyor. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans, İngiltere’de Exeter Üniversitesi’nin Politics and International Relations of the Middle East Bölümü’nde yüksek lisans derecesi aldı. Çalışmaları çok sayıda ulusal ve uluslararası yayın organında yayımlanıyor. Çeşitli medya kurumları ve düşünce kuruluşlarında çalıştı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Irak’ta Sünni siyaset birleşti, peki kalıcı mı?

Irak’ta son parlamento seçimlerinin ardından ülkedeki Sünni gruplar birleşti. Hangi şartlar onları buna zorladı? Çıkardıkları ders ne? Sünnilerin birleşme girişimi kalıcı olursa bölge siyaseti nasıl etkilenir? Mehmet Alaca yazdı.

Ekim 2023’te Gazze’de kırılan fay hattı yeni bir bölgesel jeopolitik yarattığı gibi Sünni kimliğin hareketlenmesinde de itici güç oldu. İran-İsrail çatışmasının beklenen ikinci raundunun gölgesinde ve bu çatışma ihtimalinin Irak’a kaçınılmaz yansıyacağı tartışmalarında gidilen 11 Kasım parlamento seçimleri, parçalı sonuçlar, uzun müzakereler ve belirsiz bir hükümet kurma sürecinin içinde olduğu alışıldık bir tabloyu yeniden üretti. Ancak bu kez dikkat çeken unsurlardan biri, Sünni siyasi aktörlerin bu tabloya verdiği tepki oldu.

Seçimlerin ardından büyük Sünni siyasi grupların Ulusal Siyasi Konsey adı altında birleşme kararı, beklenmedik bir uzlaşmadan ziyade Irak’ta ABD’nin 2003 işgali sonrası örselenmiş bir siyasi kimliğin değişen bölgesel ve iç dengelere paralel olarak yeniden konumlanma çabası.

Uzun yıllardır dağınık haldeki Sünni grupların aynı çatı altında birleşmesi seçim matematiğine indirgenemeyecek kadar kritik. Irak iç siyasetinde Sünnilerin devletle ilişkilerinde yaşanan dönüşüm ile Beşar Esad sonrası bölgesel Sünni jeopolitiğin yeniden şekillenmesi birlik kararında etkili olsa da sürdürülebilirlik halen soru işareti. İyimserlik anlaşılabilir ancak Sünni siyasetin alışık olduğumuz parçalı ve rekabetçi yapısı dikkate alındığında rasyonaliteden kopmak kör sonuçlar doğurur.

Travmatik kibir siyaseti ıskaladı

ABD’nin Irak’ı işgali sonrası Irak’ta Sünni toplum ve siyaseti tarif edecek tek ifade travmadır.

Ülkedeki yeni siyasal düzen, Irak Sünnileri için sadece bir rejim değişikliği değil aynı zamanda devletle kurulan tarihsel ilişkinin kopuşu anlamına geliyor. Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesiyle birlikte devletin kurucu babaları olan Sünniler, güvenlik, bürokrasi ve siyaset alanlarında sistematik biçimde dışlandı. Şii yöneticilerin zorba tutumu ile Sünni toplumun oydaşmaya sırtını dönmesi, son seçime kadar Sünni siyaseti kırılgan kıldı.

Bu süreç, Sünni toplumu yalnızca iktidar alanının dışına itmedi aynı zamanda Sünnilerin yeni devlete yönelik aidiyet duygusunu da aşındırdı. Bu kırılma, özellikle Nuri el-Maliki’nin 2006-2014 arasındaki başbakanlığında derinleşti ve kurumsallaştı. Maliki yönetimi, güvenlik aygıtını şahsileştirerek merkeziyetçi ve dışlayıcı bir iktidar modeli inşa etti.

Terörle Mücadele Yasası, Sünni bölgelerde keyfi tutuklamaların ve yargısız uygulamaların hukuki zemini haline gelirken, Sünni siyasetçiler, aşiret liderleri ve kanaat önderleri sistematik biçimde “terör” suçlamasıyla tasfiye edildi. El Kaide ve IŞİD’in yükselişinin Sünni toplumsal yapıyla özdeşleştirilmesi ve Bağdat hükümetinin Sünni toplumu “potansiyel tehdit” olarak konumlandırması da analitik bir hata olurken Şii motifli milis gücü Haşdi Şabi’nin güvenlik alanında kalıcı bir aktöre dönüşmesi, Sünni toplum açısından yeni bir baskı ve güvensizlik katmanı yarattı. Tüm bunlar siyasi olarak parçalı, liderlikten yoksun ve merkezi otoriteye bağımlı bir siyasal Sünnilik yarattı.

Son dönemde Irak’ta yaşanan nispi normalleşme Sünnilerinin yaşadığı mezhepsel krizin aşılmasına kapı aralasa da Sünni siyasetin krizi de çözüm arayışında. Zira işgal Irak Sünnileri açısından sadece bir rejim değişikliği değil devlet içindeki tarihsel konumun ani ve sert bir şekilde kaybı anlamına geliyordu. Ancak uzun yıllar sistemle müzakere eden değil sisteme tepki veren çizgide olan Sünni siyasetin önde gelen yapıları Takaddüm Partisi, Azim Partisi, Siyade (Egemenlik) İttifakı, Ulusal Hasm İttifakı ve Cemahir Partisi’nin 23 Kasım 2025’te Bağdat’ta gerçekleştirilen toplantıda Ulusal Siyasi Konsey adı altında koordinasyon ve ortak politika üretimi hedefiyle bir araya gelmesi, bahsi geçen tarihsel deneyimin ve travmatik kibrin tekrarını önleme refleksinin ürünü.

Savunmadan müzakereye geçiliyor

Bir sohbetimiz esnasında Türk bürokrasisinin önemli figürlerinden biri, “Şiiler minimumda uzlaşmayı başarıyor ancak Sünniler maksimumu hedeflediği için birlik olamıyor” demişti. Özellikle IŞİD’in 2014’te yükselişiyle birlikte Sünni siyasi liderliğin Musul’dan Anbar’a taşınması ve Sünni liderlerin kendi çıkarlarını öncelemesi ve ilişkilerini İran-Türkiye-Körfez üçgeninde çeşitlendirmeleri, birlik fikrinin altını oyuyordu.

Siyasetin parçalı hali derin bir toplumsal ve siyasal yorgunluğa neden oldu. IŞİD sonrası yıkım, yerinden edilme, ekonomik toparlanmanın yavaşlığı ve Sünni siyasilerin somut kazanım üretememesi, toplum nazarında sandığın anlamını aşındırdı. Aynı elit figürlerin farklı ittifaklarla tekrar sahneye çıkması, siyaseti “kapalı bir elit oyunu” olarak algılatıyordu. Ancak hem ülkede genel olarak siyasetin normalleşmesi hem de bölgesel gelişmeler Sünni toplumun son seçimde sandığa ilgisini artırdı. Nitekim ülke genelinde yüzde 56 olan katılım oranları Anbar ve Musul gibi Sünni vilayetlerde yüzde 70’lere ulaştı. İronik olan ise güneydeki Şii vilayetlerde katılımın yüzde 45’lerde kalması. Sünnilerin yeni bölgesel jeopolitikte siyasilerine şans vermesi, Sünni liderleri birleşmeye zorlamış görünüyor. Zira sandıktan çıkan toplumsal destek ancak kolektif ve daha disiplinli bir siyasi çerçeveyle telafi edilebilir.

Hem toplumsal boyutta hem de siyasi kademede yaşanan değişim, Sünnilerin siyasal sisteme yeniden “inanmasından” çok, sistemin dışından sonuç üretilemeyeceğinin kabullenildiğini gösterdi. Yani Sünniler, Şii siyasetin realitesini ve sistemde güçlü olmanın yolunun birleşmek olduğunu geç de olsa anlamış oldu. Birleşme girişimi, ideolojik bir birlikten ziyade müzakere kapasitesini artırmaya dönük kurumsal bir araç. Sünni siyaset savunmacı ve reaktif çizgiden, sınırlı ama hedef odaklı bir entegrasyona ve müzakereciliğe yöneliyor.

Zamanlama ne diyor?

Sünnilerin birlik arayışının zamanlaması da tesadüfi değil.

Hem iç siyasi baskılar hem de bölgesel jeopolitik bu süreci hızlandırdı. Irak’ta 2003 sonrası düzende cumhurbaşkanlığı Kürtlere, başbakanlık Şiilere, meclis başkanlığı Sünnilere veriliyor. Kabine ise bu gruplar arasındaki güç paylaşımı çerçevesinde teşkil oluyor. Bu nedenle Sünnilerin birlik kararı, hükümet kurma sürecindeki müzakerelerde el güçlendirme hamlesi. Konseyin, hem Şii partilerle yürütülecek koalisyon pazarlıklarında hem de devletin kurumlarında temsil açısından güçlü bir konuma gelmeyi hedeflediği anlaşılıyor. Irak siyasetinde alınan fazladan bir bakanlık dahi istihdam mekanizması ve sistemde güç konsolidasyonu açısından hayati.

Geçmişte hükümet kurma süreçlerinde Sünni blokların ayrı hareket ettiklerinde Şii Koordinasyon Çerçevesi ve Kürt partileri karşısında etkisiz kaldığı biliniyor. Parçalı yapı, siyasette pazarlık gücünü sınırladığı gibi aktörleri de silikleştiriyor. Parlamentodaki 329 sandalyenin yarısını Şiiler alırken Sünni grupların yaklaşık 80 sandalye elde etmesi birleşme sürecini kaçınılmaz kıldı. Şiiler aralarındaki ayrışmalara rağmen Şii Koordinasyon Çerçevesi altında dönemsel uzlaşıları ve Kürtlerin birleşme ihtimali, Sünnilerin denge rolünü kaybetme riskini artırdı.

Ankara’nın çabası

Bölgesel aktörlerin son seçimlerde Sünniler arasındaki fragmantasyonun tekrar etmemesi yönünde telkinlerde bulunduğu biliniyor. Özellikle işgalden bu yana Sünnilerin siyasal alanın dışında kalmaması için ince bir siyasi işçilik sergileyen Ankara’nın çabalarını not etmek gerekiyor. Seçim öncesi ve sonrası Sünni liderlerle yapılan görüşmelerde günlük ve bireysel çıkarların üstünde bir üst siyasetin kurgulanması gerekliliği yönündeki telkinler şu an için karşılık bulmuş görünüyor. Yine, Körfez ülkelerinin de bu konuda motive edici rolü dikkate alınmalı. Bu anlamda birlik fikri, Bağdat’a olduğu kadar bölgeye de verilen bir “toparlanıyoruz” mesajı.

Bölgesel ölçekte İran’ın nüfuz alanlarının aşırı genişlemesi hem bölge ülkeleri hem de ABD-İsrail ikilisi açısından ağır maliyet üretirken, Türkiye ve Körfez merkezli Sünni aktörler daha kurumsal ve istikrar odaklı bir etki stratejisine yöneliyor. Özellikle de Suriye’de yeni sayfanın başlaması, Sünni jeopolitiğin yeniden özgüven kazandığı bir atmosfer yarattı. Nitekim ABD Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın haziran ayında Emevi Halifesi Muaviye’nin “Kılıcı, kırbaç yeterliyse çekmem; kırbacı da dilim kâfiyse kullanmam” ifadesine atfı, Washington’ın bölgedeki İransızlaştırmaya ve güçlenen Sünni jeopolitiğine dair mesajı olarak okunuyor. Irak Sünnileri, bu yeni denklemde silahlı ya da radikal bir aktör değil dengeleyici ve müzakere edilebilir bir unsur olarak konumlanmak zorunda. Bu bağlamda Ulusal Siyasi Konsey, Irak Sünnilerinin “yeniden muhatap alınabilir” olma çabasının kurumsal ifadesi olarak okunabilir.

Umut verici ama kırılgan

Sünnilerin birleşme girişimi olumlu bir adım ancak henüz geçmişin travmalarını tamamen aşan veya aralarındaki ezeli rekabeti bir kenara koyan bir birlik değil. Bu açıdan Sünni siyasetin geleceğini garanti altına alan bir yapı olduğunu söylemek zor. Liderlik rekabetleri, vilayet temelli çıkar çatışmaları ve dış etkiler bu yapıyı kırılganlaştırıyor.

Daha açacak olursak, örneğin en önde gelen Sünni parti Takaddum’un lideri Muhammed Halbusi’nin İran ile ilişkileri oldukça girift. Halbusi’nin son kertede Tahran hilafına bir karar alıp alamayacağı konseyin geleceğini belirleyecek. Yine Siyade İttifakı’nın lideri Hamis Hançer ile Azm İttifakı Başkanı Mussenna Samarai’nin karmaşık iç ve dış iltisakları ve siyasette kirli parayı kullanma konusundaki aç gözlülükleri ümitsizliği pekiştiriyor. Buna karşın İran ve Şii güçlerin Sünni liderler arasındaki ilişkiyi manipüle ettiğini de not etmek gerekir.

Dahası, bu isimlerin hepsinin birbirini ezeli düşman gibi anması da mevcut birleşme kararının taktik düzeyde kalma riskini ortaya çıkarıyor. Ancak yine de kritik bir eşik aşılmış durumda. Irak Sünnileri, mağduriyet söyleminin ve ölümcül rekabetin tek başına siyasi sermaye üretmediğini ve dağınıklığın kader olmadığını göstermiş oldu. Bu nedenle toplumun beklentilerini temel alan ve sistemin asli unsuru olmayı hedefleyen bir üst siyaset kurgulanması ve kurumsallaştırılması gerekiyor. Bu, Irak siyasetinde Sünnilerin yeniden oyun kurucu olmasa bile dengeleyici ve görmezden gelinemeyecek bir aktör haline gelmesini beraberinde getirir.

Birlik yaşarsa ne olur?

Irak’ta Sünni partiler, bölgesel Sünni aktörlerin Irak’ın iç işlerine müdahale edilmeden desteğini alarak ve Ortadoğu’da güçlenen Sünni akımını arkasına alarak Iraklılık kimliğiyle kalkınma ve halk odaklı bir birlik içinde siyaset yapabilirse uzun vadede ülkedeki Şii siyasete karşı daha güçlü rakip olabilir.

Ancak Irak’ta işgal sonrası Şii hegemon sistemin, bütün ağlarıyla İran modelini kopyalamaya çalışan yapısı Sünnilerin siyasi yeniden doğuşunun önünde önemli bir engel.

Buna rağmen Suriye örneği ve kapıdaki İran-İsrail savaşı Iraklı Sünnileri siyaseten öne çıkartmaya devam edecek. Aksi senaryo toplumun siyasete inancını daha da azaltacağı gibi Şiilerin Sünniler üzerindeki siyasi ve toplumsal hegemonyasını pekiştirir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 16 Aralık 2025’te yayımlanmıştır.

Mehmet Alaca
Mehmet Alaca
Mehmet Alaca - Irak, bölgesel Kürt siyaseti ve Ortadoğu’daki Şii milisler konularında akademik çalışmalarını yürütüyor. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans, İngiltere’de Exeter Üniversitesi’nin Politics and International Relations of the Middle East Bölümü’nde yüksek lisans derecesi aldı. Çalışmaları çok sayıda ulusal ve uluslararası yayın organında yayımlanıyor. Çeşitli medya kurumları ve düşünce kuruluşlarında çalıştı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x