İran Biden yönetiminden ne bekliyor?

ABD ve İran nükleer anlaşmada kritik ilk düğümü çözebilecek mi? İran, Trump’ın çekildiği anlaşmaya geri dönme sözü veren Biden’dan ne bekliyor? Süreç neden tıkanıyor? Zaman gittikçe daralırken bölgeyi de rahatlatacak yeni bir anlaşma mümkün mü? İran uzmanı Dr. Gülriz Şen yazdı.

ABD-İran ilişkilerinde, ABD Başkanlık koltuğuna Joe Biden’ın oturmasından sonra, yeniden olumlu beklentiler dönemine girildi. Bu iyimserliğin en önemli sebebi, Biden’ın seçimleri kazandığı takdirde önceki başkan Donald Trump’ın çekildiği nükleer anlaşma olarak bilinen JCPOA’ya (Joint Comprehensive Plan of Action) geri dönüleceğini ilan etmesiydi.

Hatırlanacağı gibi JCPOA, 20 ay süren müzakerelerden sonra 2015 yılının Temmuz ayında, bir tarafta İran, diğer tarafta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesi (ABD, Çin, Fransa, İngiltere, Rusya) ve de Almanya arasında imzalanmıştı. Anlaşma, Tahran’ın nükleer programını kısıtlı, şeffaf ve uluslararası denetime açık bir şekilde sürdürmesine karşılık İran’a nükleer programı nedeniyle uygulanan tek ve çok taraflı uluslararası yaptırımların kaldırılmasını öngörüyordu ancak Trump 2018 yılında bu anlaşmadan çıktığını açıklayıp, İran’a ağır yaptırımlar uygulamaya başlamıştı.

Biden seçimleri kazandı, 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturdu ancak aradan geçen zaman içinde hem ABD’de hem İran’da yaşananlar ve ufuktaki bazı olası gelişmeler, nükleer anlaşmaya dönüşün o kadar da kolay olmayacağını gösteriyor.

“İlk adımı kim atacak?” restleşmesi

Biden, seçim kampanyaları sırasında Washington’un Tahran’a karşı izleyebileceği daha akılcı seçenekler olduğunu vurguluyordu. Ona göre Trump yönetiminin azami baskı politikası bu seçeneklerden biri değildi. [1] Bununla birlikte Biden, İran’ın anlaşmadaki taahhütlerine uyması şartıyla, ABD’nin nükleer anlaşmaya döneceğini söylüyordu. Böylece, göreve geldiğinden beri tanık olduğumuz “İran mı yoksa ABD mi ilk adımı atacak?” restleşmesinin işaretlerini de vermişti.

Fakat yine de Biden’ın dış politika kadrosunda Obama döneminde İran ile yürütülen diplomaside kilit rol oynamış Jake Sullivan, Rob Malley ve Wendy Sherman gibi isimlerin görev alacak olması İran’da özellikle ılımlı çevrelerin iyimserliğini besledi. Yaygın kanı bu dönemin Obama yıllarının devamı niteliğinde olacağı yönündeydi. Hâlbuki görevde iki ayını dolduran Biden yönetiminin nükleer meseledeki ilk adımlarına bakıldığında diplomasi için çok aceleci davranmadığı, bir takım sembolik adımlar dışında Trump yıllarındaki siyasetin temel unsuru olan yaptırımları sürdüğü söylenebilir.

Bunlara ek olarak, yeni ABD yönetiminin “üçüncü Obama dönemi” olmayacağı konusunda Kongre’yi ve bölgede İran karşısında konumlanan İsrail ve Körfez ülkelerini ikna etmeye çalıştığı görülüyor. Bu bağlamda başta Biden olmak üzere Dışişleri Bakanı Antony Blinken gibi yetkililer ABD’nin JCPOA’ye dönmekle yetinmeyeceğini, güçlendirilmiş ve uzun erimli bir anlaşmayı hedeflediklerini sıklıkla vurguluyor.[2] Biden yönetimi nükleer programın uluslararası denetime açık, şeffaf ve kısıtlı bir çerçevede sürdürülmesinin yanı sıra İran’ın balistik füze programı, bölgedeki faaliyetleri ve insan hakları ihlallerine ilişkin adımları da içerecek çok yönlü bir politika ve müzakere süreci arayışının altını çiziyor.

İran’ın penceresinden görülen

Trump’ın görevdeki son aylarını bölgede olası bir askerî çatışma riskine karşı teyakkuzda geçiren Tahran içinse, Trump döneminde sıkça telaffuz ettiği “stratejik sabır” için en kritik dönemeçlerden birisi Amerikan seçimleri ve yeni başkanın kim olacağıydı. Bu eşik, Biden’ın seçimleri kazanmasıyla aşıldı. İran hükümeti yeni dönemde ABD’nin JCPOA için vakit kaybetmeksizin somut adımlar atmasını bekliyor.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye göre, ABD’nin anlaşmaya dönüşü için müzakerelere dahi gerek yok; Trump’ın bir imza ile çıktığı anlaşmaya, Biden da yaptırımları ve önceki kararnameleri iptal edecek yeni bir Başkanlık Kararnamesi ile pekâlâ dönebilir.[3] Aynı vurguya İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in demeçlerinde de rastlamak mümkün.[4] Tahran, Washington’dan gelecek iyi niyetli ve somut hamlelere aynı şekilde karşılık vereceğini söylüyor. Bununla birlikte iki ülke arasında yeniden başlaması umut edilen diplomasi için İran’ın iç siyasetinde artık yeni ve daha zorlu koşulların varlığını da teslim etmek gerek.

İran’da değişen demler ve dengeler

Biden yönetiminin Trump’ın hem Birleşmiş Milletler hem de JCPOA’nın imzacı devletler nezdinde hiçbir destek görmeyen ve uygulanmayan İran’a yönelik BM yaptırımlarının yeniden devreye girmesi (snapback) kararını iptal etmesi ve İranlı diplomatlara uygulanan seyahat kısıtlamalarını hafifletmesi, İran tarafından olumlu karşılansa da, Tahran’ın beklentilerini karşılamaktan bir hayli uzak. Zira, İran’ın en büyük beklentisi 2019’da büyük bir resesyona giren, 2020’da ise COVID-19’un getirdiği ağır yükü omuzlayan ekonomisinin bir an önce ABD’nin tek taraflı yaptırımlarından kurtulması ve normalleşmesi. Ancak Tahran’a göre Biden yönetimi Trump’ın azami baskı politikasından vazgeçmiş değil.[5]

Diğer taraftan her ne kadar yaptırımlar ve pandemi İran ekonomisini yıpratmış ve Ruhani’nin deyimiyle ülke Devrim’den bu yana en zor yılını yaşamış olsa da,[6] İran müzakerelere güçsüz, boyun eğmiş, “diz çökmüş” bir şekilde katılmayacağını tekrarlıyor. Yetkililer “eğer baskı ve zor bir işe yarasaydı, İran’ın müzakerelere Trump döneminde de katılabileceğini” belirtiyorlar. Tam da bu nedenle İran, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borrell’in ABD’yi gayriresmi bir formatta davet ettiği JCPOA toplantısına katılmayı reddetti. Tahran, herhangi bir diplomatik görüşmenin ön şartı olarak ABD’nin yaptırımlar konusunda adım atması gerektiğini vurguluyor.

İran iç siyasetinde değişen dengelerin de yeni döneme kaçınılmaz yansımaları oluyor. Cumhurbaşkanı Ruhani, Haziran 2021’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde görevdeki son birkaç ayının içindeyken, 2013-2015 yılları arasında yürütülen yoğun diplomatik mesai sırasında sahip olduğu manevra alanına artık sahip değil. Devrim Rehberi Ayetullah Hamaney’in “kahramanca esneklik” söylemi ile müzakerelere o dönemde verdiği onay, Ruhani’yi iç siyasette muhafazakâr cenahtan gelecek eleştirilere karşı korumuş ve hükümete görece özerk bir alan kazandırmıştı.[7] Aynı dönemde nükleer dosyanın Dışişleri Bakanlığı’nın kontrolüne verilmesi ile hükümet ve dış politika bürokrasisi iç siyasetin mayın tarlasından uzak bir alanda müzakerelere odaklanabilmişti.

Oysa bugün JCPOA tecrübesi, Ruhani yönetimini ABD’ye güvendiği için itibarsızlaştırdı, nükleer anlaşmanın stratejik önemini tartışmaya açtı. Üstelik 2020’de Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi de ilişkilerdeki husumeti derinleştirdi.

Şubat 2020’deki Meclis seçimleri sonucunda parlamentoda ağırlığını arttıran muhafazakâr cenah nükleer meselede hükümetin eylem alanını daraltan müdahalelerde bulundu. Nükleer programın mimarlarından Muhsin Fahrizade’ye yönelik Kasım 2020’deki suikastın ardından Meclis’in kabul ettiği “Yaptırımların İptali için Stratejik Eylem Planı” yasası İran hükümetini nükleer anlaşmada askıya aldığı taahhütlerde seviye arttırmaya ve gerilimi tırmandırmaya zorladı.[8]

Ruhani’nin imzalamak için ayak dirediği ancak yasalaşan bu planın sonuçları İran’ın 2021’de hızla başladığı yüzde 20 oranında uranyum zenginleştirme faaliyetleri ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) Ek Protokolü’nün uygulanmamasına yönelik adımlar oldu.

Nükleer anlaşmanın uluslararası toplum açısından en önemli kazanımlarından olan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (IAEA) İran’ın nükleer tesislerine yönelik ani ve kapsamlı denetimleri İran’daki bu yasanın yaptırımların kaldırılması için tanıdığı mühletin aşılması nedeniyle tehlikeye girdi, uzlaşı şansını IAEA Başkanı Grossi’nin Tahran’daki kritik temaslarında müzakereler için kazandığı üç aylık zaman kurtardı. Hükümetin yasaya rağmen yaptığı bu manevra ise içeride muhafazakârların yoğun eleştirisine neden oldu.[9]

İran’da seçimler yaklaşırken

İran’da yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri, nükleer meseleyi ve ABD ile artan restleşmeyi 2000’li yılların başında olduğu gibi yeniden popülist siyasetin merkezine taşıyacak gibi görünüyor. Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Zarif’in diplomasi için zamanın daraldığını, yeni hükümetin ancak Eylül 2021’de iş başı yapabileceğini ve bu sürenin bilinmezliklere dolu olduğunu ifade etmesi özellikle Batı’ya Ruhani yönetimi iş başındayken müzakerelerde mesafe kat edilmesinin önemini tekrar hatırlatıyor.[10]

Bu açıklamalar nükleer meselede ve dolayısıyla ekonomideki bir rahatlamanın seçimlere giderken siyasi atmosferi yatıştıracağı ve muhafazakârlara Batı ile gerilim üzerinden popülizm yapma imkânını tanımayacağı öngörüsüne yaslanıyor. Diplomatik tıkanıklığın aşılamaması ise İran nükleer programının yeni bir hükümet kurulana dek daha da ilerlemesine yol açacak, bu durum bölgede özellikle İsrail’in aralıklarla dile getirdiği İran’ın nükleer tesislerine saldırı düzenleyerek programı yavaşlatma tehdidini yeniden gündeme taşıyacaktır.[11]

Dahası, nükleer meselede başlangıç için yaptırımların kalkmasına karşılık İran’ın anlaşmadaki taahhütlerine dönmesi yönünde bir uzlaşı, iç siyasette henüz adaylar arasında zuhur etmemiş olsa da daha pragmatik ve ılımlı bir Cumhurbaşkanı namzedinin şansını güçlendirebilir, 2005’te yaşanana benzer bir muhafazakâr konsolidasyonun önüne geçebilir. İran ve uluslararası toplum arasında tırmanacak bir kriz ise güvenlik aygıtlarının iktidarını perçinleyerek İran’ı daha uzlaşmaz bir çizgiye götürebilir, nükleer mesele yeniden güvenlikleşebilir.

Trump döneminin mirası

Trump dönemi yalnızca nükleer anlaşmayı ve İran’ın stratejik ve ekonomik beklentilerini zedelemekle kalmadı, İran toplumunun anlaşmaya olan desteğini de ciddi oranda azalttı. Gerek siyasi seçkinlerin gerekse toplumun değişen güvenlik ve tehdit algısı, nükleer silah üretebilme kapasitesine sahip olmanın verdiği “zahiri caydırıcılığı” ve bu ihtimalin müzakerelerde üstlendiği siyasi manivela işlevini yitirmesine yol açarak, güvenlik ve beka için bilfiil silahlanmanın değerlendirileceği bir süreci de tetikleyebilir.[12]

Başkan Biden’ın göreve başlamasından bu yana geçen süre nükleer anlaşmaya dönüşün umulandan daha çetrefilli olduğunu gösterdi. İran Meclisi, kabul ettiği yasa ile hükümeti baskılamak ve nükleer müzakerelerin işleyiş ve takvimini kontrol etmek istese de Biden yönetimi diplomasi için aceleci davranmayıp bu süre içinde Avrupa’dan ve bölgeden müttefikleri ile eşgüdüm içinde hareket etmeye ve bilhassa bölgedeki aktörlerin korkularını yatıştırmaya gayret sarf etti.

Zaman nükleer anlaşmanın aleyhinde

Zaman JCPOA’nın aleyhine işliyor. Oysa Grossi’nin temasları ile kazanılan sürenin boşa harcanmaması önemli. ABD’nin Trump döneminde devreye giren yaptırımların kaldırılmasına dair somut adımları olmaksızın Ruhani hükümetinin adım atması mümkün görünmüyor. Bununla birlikte, İran’ın yaptırımlarla ilgili demeçlerinde de bazı farklılıklar göze çarpıyor.

Cumhurbaşkanı Ruhani yaptırımların kaldırılmasında aşamalı adımlardan bahsediyor. Dışişleri Bakanı Zarif de bu minvalde Avrupa Birliği’ni atılacak karşılıklı ve senkronize adımların “koreografisini” yönetmek için göreve çağırıyor ancak İranlı muhafazakârlar da ABD’ye güvenilemeyeceğini vurgulayıp, yaptırımların tek bir seferde kaldırılmasını talep ediyor. Dahası Devrim Rehberi Hamaney, İran’ın anlaşma kapsamındaki taahhütlerine dönüş için sadece yaptırımların kaldırılmasının yeterli olmadığını, bu kararın doğrulanmasının da (verifikasyon) gerektiğini de belirterek petrol ihracatı, ticaret ve yatırımlara engel herhangi bir düzenlemenin yürürlükte kalmadığının teyidini de istiyor.[13]

Buna karşılık, Trump yıllarında nükleer programa yönelik yaptırımların terörizme yönelik yaptırımlarla iç içe geçmiş olması ABD’nin geri adım arayışına büyük bir engel teşkil ediyor.[14]

Mesele artık yalnızca nükleer değil

Bunun dışında ABD’nin nükleer meselede uzlaşı arayışının daha önce de belirtildiği üzere İran üzerinde balistik füze programı, bölgedeki faaliyetleri ve insan hakları ihlalleri hususunda daha kapsamlı bir baskı politikası ile birlikte yürütüleceği anlaşılıyor. İran ise defaatle balistik füze programının müzakere edilemez olduğunu vurguladı. Ancak Dışişleri Bakanı Zarif, 17 Mart tarihli mülakatında bu konuda kesin bir reddiye içinde olmadan, “pek olası olmasa da nükleer anlaşma testini geçtiği takdirde” ABD ile farklı konuların da konuşulabileceğini belirtti, fakat bu müzakerelerde bölgedeki Amerikan müttefiklerinin yüksek silahlanma seviyelerinin de gündeme geleceğini hatırlattı.[15]

Washington ve Tahran JCPOA’yı kurtarmak için ilk düğümü çözebilirse, İran’ın uğradığı ekonomik zarar için tazminat ve anlaşmadaki tek üyeye bağlı “snapback” mekanizmasının gözden geçirilmesi gibi taleplerini masaya getirmesi de kuvvetle
muhtemel.[16]

İran ve ABD’nin birbirlerinin dirençlerini test ettiği bu iki ayın ardından anlaşmanın akıbeti açısından Haziran ayındaki İran seçimlerine kadar geçecek süre oldukça kritik görünüyor. Karşılıklı iyi niyet, çözüm iradesini teyit eden somut adımlar, etkili bir iletişim ve siyasi irade sadece sürecin başarısı için değil, bölgenin istikrarı ve nükleer silahların yayılmasını önleme (non-proliferation) rejiminin sürdürülebilirliği açısından da hayati önemde.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 29 Mart 2021’de yayımlanmıştır.

[7] Gülriz Şen, Ruhani Döneminde İran-ABD İlişkileri, İRAM Analiz, Nisan 2017. https://iramcenter.org/ruhani-doneminde-iran-abd-iliskileri/

[8] Gülriz Şen, “Trump Dönemi ve Sonrasında İran’ın Nükleer Programı Üzerine Bir İnceleme”, Güvenlik Yazıları Serisi, No. 55, Ocak 2021. https://trguvenlikportali.com/wp-content/uploads/2021/01/IranNukleerKrizi_GulrizSen_v.1.pdf

Gülriz Şen
Gülriz Şen
Dr. Gülriz Şen - TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans eğitimini 2004 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Şen, yüksek lisansını 2004-2005 yılları arasında Jean Monnet bursiyeri olarak bulunduğu Belçika Katolik Leuven Üniversitesi Çatışma ve Sürdürülebilir Barış Programında yaptı. Doktora derecesini 2013 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan aldı. Akademik ilgi alanları arasında Ortadoğu’da devlet, toplum ve siyaset, İran dış politikası, Körfez ve Levant ülkelerinin uluslararası ilişkileri bulunuyor. Dr. Şen’in ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yılın Doktora Tezi Ödülü ve Kalbiye Tansel Vakfı Yayın Ödülü kazanan doktora çalışması, Devrimden Günümüze İran’ın ABD Politikası: Tarihsel Sosyolojik Bir Analiz adıyla kitaplaştırıldı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İran Biden yönetiminden ne bekliyor?

ABD ve İran nükleer anlaşmada kritik ilk düğümü çözebilecek mi? İran, Trump’ın çekildiği anlaşmaya geri dönme sözü veren Biden’dan ne bekliyor? Süreç neden tıkanıyor? Zaman gittikçe daralırken bölgeyi de rahatlatacak yeni bir anlaşma mümkün mü? İran uzmanı Dr. Gülriz Şen yazdı.

ABD-İran ilişkilerinde, ABD Başkanlık koltuğuna Joe Biden’ın oturmasından sonra, yeniden olumlu beklentiler dönemine girildi. Bu iyimserliğin en önemli sebebi, Biden’ın seçimleri kazandığı takdirde önceki başkan Donald Trump’ın çekildiği nükleer anlaşma olarak bilinen JCPOA’ya (Joint Comprehensive Plan of Action) geri dönüleceğini ilan etmesiydi.

Hatırlanacağı gibi JCPOA, 20 ay süren müzakerelerden sonra 2015 yılının Temmuz ayında, bir tarafta İran, diğer tarafta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesi (ABD, Çin, Fransa, İngiltere, Rusya) ve de Almanya arasında imzalanmıştı. Anlaşma, Tahran’ın nükleer programını kısıtlı, şeffaf ve uluslararası denetime açık bir şekilde sürdürmesine karşılık İran’a nükleer programı nedeniyle uygulanan tek ve çok taraflı uluslararası yaptırımların kaldırılmasını öngörüyordu ancak Trump 2018 yılında bu anlaşmadan çıktığını açıklayıp, İran’a ağır yaptırımlar uygulamaya başlamıştı.

Biden seçimleri kazandı, 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturdu ancak aradan geçen zaman içinde hem ABD’de hem İran’da yaşananlar ve ufuktaki bazı olası gelişmeler, nükleer anlaşmaya dönüşün o kadar da kolay olmayacağını gösteriyor.

“İlk adımı kim atacak?” restleşmesi

Biden, seçim kampanyaları sırasında Washington’un Tahran’a karşı izleyebileceği daha akılcı seçenekler olduğunu vurguluyordu. Ona göre Trump yönetiminin azami baskı politikası bu seçeneklerden biri değildi. [1] Bununla birlikte Biden, İran’ın anlaşmadaki taahhütlerine uyması şartıyla, ABD’nin nükleer anlaşmaya döneceğini söylüyordu. Böylece, göreve geldiğinden beri tanık olduğumuz “İran mı yoksa ABD mi ilk adımı atacak?” restleşmesinin işaretlerini de vermişti.

Fakat yine de Biden’ın dış politika kadrosunda Obama döneminde İran ile yürütülen diplomaside kilit rol oynamış Jake Sullivan, Rob Malley ve Wendy Sherman gibi isimlerin görev alacak olması İran’da özellikle ılımlı çevrelerin iyimserliğini besledi. Yaygın kanı bu dönemin Obama yıllarının devamı niteliğinde olacağı yönündeydi. Hâlbuki görevde iki ayını dolduran Biden yönetiminin nükleer meseledeki ilk adımlarına bakıldığında diplomasi için çok aceleci davranmadığı, bir takım sembolik adımlar dışında Trump yıllarındaki siyasetin temel unsuru olan yaptırımları sürdüğü söylenebilir.

Bunlara ek olarak, yeni ABD yönetiminin “üçüncü Obama dönemi” olmayacağı konusunda Kongre’yi ve bölgede İran karşısında konumlanan İsrail ve Körfez ülkelerini ikna etmeye çalıştığı görülüyor. Bu bağlamda başta Biden olmak üzere Dışişleri Bakanı Antony Blinken gibi yetkililer ABD’nin JCPOA’ye dönmekle yetinmeyeceğini, güçlendirilmiş ve uzun erimli bir anlaşmayı hedeflediklerini sıklıkla vurguluyor.[2] Biden yönetimi nükleer programın uluslararası denetime açık, şeffaf ve kısıtlı bir çerçevede sürdürülmesinin yanı sıra İran’ın balistik füze programı, bölgedeki faaliyetleri ve insan hakları ihlallerine ilişkin adımları da içerecek çok yönlü bir politika ve müzakere süreci arayışının altını çiziyor.

İran’ın penceresinden görülen

Trump’ın görevdeki son aylarını bölgede olası bir askerî çatışma riskine karşı teyakkuzda geçiren Tahran içinse, Trump döneminde sıkça telaffuz ettiği “stratejik sabır” için en kritik dönemeçlerden birisi Amerikan seçimleri ve yeni başkanın kim olacağıydı. Bu eşik, Biden’ın seçimleri kazanmasıyla aşıldı. İran hükümeti yeni dönemde ABD’nin JCPOA için vakit kaybetmeksizin somut adımlar atmasını bekliyor.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye göre, ABD’nin anlaşmaya dönüşü için müzakerelere dahi gerek yok; Trump’ın bir imza ile çıktığı anlaşmaya, Biden da yaptırımları ve önceki kararnameleri iptal edecek yeni bir Başkanlık Kararnamesi ile pekâlâ dönebilir.[3] Aynı vurguya İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in demeçlerinde de rastlamak mümkün.[4] Tahran, Washington’dan gelecek iyi niyetli ve somut hamlelere aynı şekilde karşılık vereceğini söylüyor. Bununla birlikte iki ülke arasında yeniden başlaması umut edilen diplomasi için İran’ın iç siyasetinde artık yeni ve daha zorlu koşulların varlığını da teslim etmek gerek.

İran’da değişen demler ve dengeler

Biden yönetiminin Trump’ın hem Birleşmiş Milletler hem de JCPOA’nın imzacı devletler nezdinde hiçbir destek görmeyen ve uygulanmayan İran’a yönelik BM yaptırımlarının yeniden devreye girmesi (snapback) kararını iptal etmesi ve İranlı diplomatlara uygulanan seyahat kısıtlamalarını hafifletmesi, İran tarafından olumlu karşılansa da, Tahran’ın beklentilerini karşılamaktan bir hayli uzak. Zira, İran’ın en büyük beklentisi 2019’da büyük bir resesyona giren, 2020’da ise COVID-19’un getirdiği ağır yükü omuzlayan ekonomisinin bir an önce ABD’nin tek taraflı yaptırımlarından kurtulması ve normalleşmesi. Ancak Tahran’a göre Biden yönetimi Trump’ın azami baskı politikasından vazgeçmiş değil.[5]

Diğer taraftan her ne kadar yaptırımlar ve pandemi İran ekonomisini yıpratmış ve Ruhani’nin deyimiyle ülke Devrim’den bu yana en zor yılını yaşamış olsa da,[6] İran müzakerelere güçsüz, boyun eğmiş, “diz çökmüş” bir şekilde katılmayacağını tekrarlıyor. Yetkililer “eğer baskı ve zor bir işe yarasaydı, İran’ın müzakerelere Trump döneminde de katılabileceğini” belirtiyorlar. Tam da bu nedenle İran, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borrell’in ABD’yi gayriresmi bir formatta davet ettiği JCPOA toplantısına katılmayı reddetti. Tahran, herhangi bir diplomatik görüşmenin ön şartı olarak ABD’nin yaptırımlar konusunda adım atması gerektiğini vurguluyor.

İran iç siyasetinde değişen dengelerin de yeni döneme kaçınılmaz yansımaları oluyor. Cumhurbaşkanı Ruhani, Haziran 2021’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde görevdeki son birkaç ayının içindeyken, 2013-2015 yılları arasında yürütülen yoğun diplomatik mesai sırasında sahip olduğu manevra alanına artık sahip değil. Devrim Rehberi Ayetullah Hamaney’in “kahramanca esneklik” söylemi ile müzakerelere o dönemde verdiği onay, Ruhani’yi iç siyasette muhafazakâr cenahtan gelecek eleştirilere karşı korumuş ve hükümete görece özerk bir alan kazandırmıştı.[7] Aynı dönemde nükleer dosyanın Dışişleri Bakanlığı’nın kontrolüne verilmesi ile hükümet ve dış politika bürokrasisi iç siyasetin mayın tarlasından uzak bir alanda müzakerelere odaklanabilmişti.

Oysa bugün JCPOA tecrübesi, Ruhani yönetimini ABD’ye güvendiği için itibarsızlaştırdı, nükleer anlaşmanın stratejik önemini tartışmaya açtı. Üstelik 2020’de Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi de ilişkilerdeki husumeti derinleştirdi.

Şubat 2020’deki Meclis seçimleri sonucunda parlamentoda ağırlığını arttıran muhafazakâr cenah nükleer meselede hükümetin eylem alanını daraltan müdahalelerde bulundu. Nükleer programın mimarlarından Muhsin Fahrizade’ye yönelik Kasım 2020’deki suikastın ardından Meclis’in kabul ettiği “Yaptırımların İptali için Stratejik Eylem Planı” yasası İran hükümetini nükleer anlaşmada askıya aldığı taahhütlerde seviye arttırmaya ve gerilimi tırmandırmaya zorladı.[8]

Ruhani’nin imzalamak için ayak dirediği ancak yasalaşan bu planın sonuçları İran’ın 2021’de hızla başladığı yüzde 20 oranında uranyum zenginleştirme faaliyetleri ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) Ek Protokolü’nün uygulanmamasına yönelik adımlar oldu.

Nükleer anlaşmanın uluslararası toplum açısından en önemli kazanımlarından olan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (IAEA) İran’ın nükleer tesislerine yönelik ani ve kapsamlı denetimleri İran’daki bu yasanın yaptırımların kaldırılması için tanıdığı mühletin aşılması nedeniyle tehlikeye girdi, uzlaşı şansını IAEA Başkanı Grossi’nin Tahran’daki kritik temaslarında müzakereler için kazandığı üç aylık zaman kurtardı. Hükümetin yasaya rağmen yaptığı bu manevra ise içeride muhafazakârların yoğun eleştirisine neden oldu.[9]

İran’da seçimler yaklaşırken

İran’da yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri, nükleer meseleyi ve ABD ile artan restleşmeyi 2000’li yılların başında olduğu gibi yeniden popülist siyasetin merkezine taşıyacak gibi görünüyor. Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Zarif’in diplomasi için zamanın daraldığını, yeni hükümetin ancak Eylül 2021’de iş başı yapabileceğini ve bu sürenin bilinmezliklere dolu olduğunu ifade etmesi özellikle Batı’ya Ruhani yönetimi iş başındayken müzakerelerde mesafe kat edilmesinin önemini tekrar hatırlatıyor.[10]

Bu açıklamalar nükleer meselede ve dolayısıyla ekonomideki bir rahatlamanın seçimlere giderken siyasi atmosferi yatıştıracağı ve muhafazakârlara Batı ile gerilim üzerinden popülizm yapma imkânını tanımayacağı öngörüsüne yaslanıyor. Diplomatik tıkanıklığın aşılamaması ise İran nükleer programının yeni bir hükümet kurulana dek daha da ilerlemesine yol açacak, bu durum bölgede özellikle İsrail’in aralıklarla dile getirdiği İran’ın nükleer tesislerine saldırı düzenleyerek programı yavaşlatma tehdidini yeniden gündeme taşıyacaktır.[11]

Dahası, nükleer meselede başlangıç için yaptırımların kalkmasına karşılık İran’ın anlaşmadaki taahhütlerine dönmesi yönünde bir uzlaşı, iç siyasette henüz adaylar arasında zuhur etmemiş olsa da daha pragmatik ve ılımlı bir Cumhurbaşkanı namzedinin şansını güçlendirebilir, 2005’te yaşanana benzer bir muhafazakâr konsolidasyonun önüne geçebilir. İran ve uluslararası toplum arasında tırmanacak bir kriz ise güvenlik aygıtlarının iktidarını perçinleyerek İran’ı daha uzlaşmaz bir çizgiye götürebilir, nükleer mesele yeniden güvenlikleşebilir.

Trump döneminin mirası

Trump dönemi yalnızca nükleer anlaşmayı ve İran’ın stratejik ve ekonomik beklentilerini zedelemekle kalmadı, İran toplumunun anlaşmaya olan desteğini de ciddi oranda azalttı. Gerek siyasi seçkinlerin gerekse toplumun değişen güvenlik ve tehdit algısı, nükleer silah üretebilme kapasitesine sahip olmanın verdiği “zahiri caydırıcılığı” ve bu ihtimalin müzakerelerde üstlendiği siyasi manivela işlevini yitirmesine yol açarak, güvenlik ve beka için bilfiil silahlanmanın değerlendirileceği bir süreci de tetikleyebilir.[12]

Başkan Biden’ın göreve başlamasından bu yana geçen süre nükleer anlaşmaya dönüşün umulandan daha çetrefilli olduğunu gösterdi. İran Meclisi, kabul ettiği yasa ile hükümeti baskılamak ve nükleer müzakerelerin işleyiş ve takvimini kontrol etmek istese de Biden yönetimi diplomasi için aceleci davranmayıp bu süre içinde Avrupa’dan ve bölgeden müttefikleri ile eşgüdüm içinde hareket etmeye ve bilhassa bölgedeki aktörlerin korkularını yatıştırmaya gayret sarf etti.

Zaman nükleer anlaşmanın aleyhinde

Zaman JCPOA’nın aleyhine işliyor. Oysa Grossi’nin temasları ile kazanılan sürenin boşa harcanmaması önemli. ABD’nin Trump döneminde devreye giren yaptırımların kaldırılmasına dair somut adımları olmaksızın Ruhani hükümetinin adım atması mümkün görünmüyor. Bununla birlikte, İran’ın yaptırımlarla ilgili demeçlerinde de bazı farklılıklar göze çarpıyor.

Cumhurbaşkanı Ruhani yaptırımların kaldırılmasında aşamalı adımlardan bahsediyor. Dışişleri Bakanı Zarif de bu minvalde Avrupa Birliği’ni atılacak karşılıklı ve senkronize adımların “koreografisini” yönetmek için göreve çağırıyor ancak İranlı muhafazakârlar da ABD’ye güvenilemeyeceğini vurgulayıp, yaptırımların tek bir seferde kaldırılmasını talep ediyor. Dahası Devrim Rehberi Hamaney, İran’ın anlaşma kapsamındaki taahhütlerine dönüş için sadece yaptırımların kaldırılmasının yeterli olmadığını, bu kararın doğrulanmasının da (verifikasyon) gerektiğini de belirterek petrol ihracatı, ticaret ve yatırımlara engel herhangi bir düzenlemenin yürürlükte kalmadığının teyidini de istiyor.[13]

Buna karşılık, Trump yıllarında nükleer programa yönelik yaptırımların terörizme yönelik yaptırımlarla iç içe geçmiş olması ABD’nin geri adım arayışına büyük bir engel teşkil ediyor.[14]

Mesele artık yalnızca nükleer değil

Bunun dışında ABD’nin nükleer meselede uzlaşı arayışının daha önce de belirtildiği üzere İran üzerinde balistik füze programı, bölgedeki faaliyetleri ve insan hakları ihlalleri hususunda daha kapsamlı bir baskı politikası ile birlikte yürütüleceği anlaşılıyor. İran ise defaatle balistik füze programının müzakere edilemez olduğunu vurguladı. Ancak Dışişleri Bakanı Zarif, 17 Mart tarihli mülakatında bu konuda kesin bir reddiye içinde olmadan, “pek olası olmasa da nükleer anlaşma testini geçtiği takdirde” ABD ile farklı konuların da konuşulabileceğini belirtti, fakat bu müzakerelerde bölgedeki Amerikan müttefiklerinin yüksek silahlanma seviyelerinin de gündeme geleceğini hatırlattı.[15]

Washington ve Tahran JCPOA’yı kurtarmak için ilk düğümü çözebilirse, İran’ın uğradığı ekonomik zarar için tazminat ve anlaşmadaki tek üyeye bağlı “snapback” mekanizmasının gözden geçirilmesi gibi taleplerini masaya getirmesi de kuvvetle
muhtemel.[16]

İran ve ABD’nin birbirlerinin dirençlerini test ettiği bu iki ayın ardından anlaşmanın akıbeti açısından Haziran ayındaki İran seçimlerine kadar geçecek süre oldukça kritik görünüyor. Karşılıklı iyi niyet, çözüm iradesini teyit eden somut adımlar, etkili bir iletişim ve siyasi irade sadece sürecin başarısı için değil, bölgenin istikrarı ve nükleer silahların yayılmasını önleme (non-proliferation) rejiminin sürdürülebilirliği açısından da hayati önemde.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 29 Mart 2021’de yayımlanmıştır.

[7] Gülriz Şen, Ruhani Döneminde İran-ABD İlişkileri, İRAM Analiz, Nisan 2017. https://iramcenter.org/ruhani-doneminde-iran-abd-iliskileri/

[8] Gülriz Şen, “Trump Dönemi ve Sonrasında İran’ın Nükleer Programı Üzerine Bir İnceleme”, Güvenlik Yazıları Serisi, No. 55, Ocak 2021. https://trguvenlikportali.com/wp-content/uploads/2021/01/IranNukleerKrizi_GulrizSen_v.1.pdf

Gülriz Şen
Gülriz Şen
Dr. Gülriz Şen - TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans eğitimini 2004 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Şen, yüksek lisansını 2004-2005 yılları arasında Jean Monnet bursiyeri olarak bulunduğu Belçika Katolik Leuven Üniversitesi Çatışma ve Sürdürülebilir Barış Programında yaptı. Doktora derecesini 2013 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan aldı. Akademik ilgi alanları arasında Ortadoğu’da devlet, toplum ve siyaset, İran dış politikası, Körfez ve Levant ülkelerinin uluslararası ilişkileri bulunuyor. Dr. Şen’in ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yılın Doktora Tezi Ödülü ve Kalbiye Tansel Vakfı Yayın Ödülü kazanan doktora çalışması, Devrimden Günümüze İran’ın ABD Politikası: Tarihsel Sosyolojik Bir Analiz adıyla kitaplaştırıldı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x