İşçi Partisi Britanya’yı kurtarabilir mi?

İngiltere’de İşçi Partisi 4 yıl sonra büyük seçim zaferiyle iktidara geldi. Peki, Keir Starmer hükümeti İngiltere’nin Brexit’ten sonra ağırlaşan ve ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren sorunlarına çare bulabilir mi?

Anketler aylardır bunu öngörmesine rağmen, İngiltere’de 4 Temmuz’da yapılan genel seçimlerin sonucu çarpıcı oldu. Son 14 yıldır iktidarda olan Muhafazakâr Parti 190 yıllık tarihinin en kötü seçim yenilgisini alırken oy oranının neredeyse yarısını ve 250 parlamento sandalyesini kaybetti. Bir eski başbakan (Liz Truss), dokuz kabine bakanı (savunma, eğitim ve adalet bakanları dahil) ve diğer önde gelen Muhafazakâr şahsiyetler parlamentoda sandalye bulamadı.

Peki, 1997’den beri en büyük seçim başarısını elde eden İşçi Partisi ve lideri Keir Starmer, kendilerini iktidara taşıyan devasa sorunlara çözüm üretebilir mi?

ABD’nin Princeton Üniversitesi profesörlerinden İrlandalı Fintan O’Toole, Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığı yazıda Starmer’in başarısının belli koşullara bağlı olduğu görüşünü savunuyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Demokrasilerde nadiren bir iktidar partisi zaferden felakete bu kadar çabuk sürüklenmiştir. Bunun nedenleri açık: Avrupa Birliği’nden başarısız bir çıkış, sosyal ve ekonomik gerileme, kurumsal çürüme, etkisiz ve bazen de felaket getiren liderler, eski Başbakan Boris Johnson’ın anarşiye varan tuhaflıkları ve halefi Liz Truss’un aşırı neoliberal ekonomi ile yaptığı talihsiz ve kısa ömürlü deney… Son on buçuk yılda, İngiltere’nin son demlerini yaşadığına dair yaygın his, yükselen İngiliz yerliciliği ve farklı şekillerde birliği parçalamakla tehdit eden İskoç, Galli ve İrlandalı ayrılıkçılığına yansıdı.

Yeni İşçi Partisi hükümeti, Blair’den bu yana hiçbir selefinin yapamadığı şekilde gerçek anlamda “Britanyalı” bir hükümet olduğunu iddia edebilir. Kısa vadede, ülkenin parçalanması tehdidi şüphesiz azaldı. Özellikle kaotik Muhafazakâr hükümetler serisini başlatan Johnson yönetimindeki İngiltere, eski Başkan Donald Trump yönetimindeki ABD ile aynı performansa dayalı, kişilik odaklı gerici siyasetin büyüsü altındaydı. Şimdi pragmatik, karizmasız Starmer’ın katılımı, İtalya ve Fransa’dan Hollanda ve İsveç’e kadar pek çok Avrupa demokrasisinde aşırı sağa doğru eğilimi tersine çeviriyor. Bu da merkezin her şeye rağmen ayakta kalabileceği umudunu taşıyor. Bu rahatlama İngiltere kıyılarının çok ötesinde de duyulacaktır.

Yine de her ne kadar ezici olsalar da bu sonuçlar çok büyük bir uyarı ile birlikte geliyor. Muhafazakârları iktidardan düşüren halk öfkesi, Starmer’ın ülkeyi kurtarabileceğine olan inançtaki artışla eşleşmiyor. Starmer büyük çoğunluğunu, tek tek seçim bölgelerindeki nispeten küçük değişikliklerden sandalye sayılarında ciddi ulusal oynamalar yaratabilen sondan tek turlu dar bölgeli seçim sisteminin cilvelerine borçlu. Aynı şekilde, sadece beş yıl içinde Muhafazakârlar ve İşçi Partisi’nin göreceli servetlerindeki büyük deniz değişimi, İngiltere’nin ne kadar değişken olduğunu gösteriyor.

Starmer iktidarın dizginlerini bu kadar sıkı tutarken bile, önündeki yol kayalık olmaya devam ediyor. Ülkenin sosyal ve siyasi temellerini yavaş ama amansız bir şekilde aşındıran derin sarsıntılar devam edecek. Brexit fiyaskosu, Starmer’in ekonomik büyümeye yönelik çılgınca çabalarını ciddi şekilde kısıtlayacak devam eden bir gerçekliktir. Yaşam standartları şok edici bir düşüş içinde, sosyal bölünmeleri arttırıyor ve güney İngiltere ile Birleşik Krallık’ın geri kalanı arasındaki uçurumu büyütüyor. Kamu ve sağlık hizmetlerinin yaklaşan çöküşü, kolektif İngiliz kimliğinin kalan kaynaklarını da yok etmekle tehdit ediyor.

Bu zorlukların hiçbiri, temel hükümet sisteminde köklü bir reform yapılmadan aşılamaz. Starmer ise kendisini yangını söndürmeye çalışan bir adam olarak sunmuyor.

Enkaz devraldılar

Theresa May, Johnson, Truss ve son olarak Rishi Sunak… 2010’da Başbakan David Cameron yönetiminde yeniden iktidara gelen ve 2016’dan bu yana baş döndürücü bir başarısız liderler geçidi sunan Muhafazakârların dramatik çöküşünü tahmin etmek zor değildi. Siyasi tarihçiler Anthony Seldon ve Tom Egerton’ın da belirttiği gibi, “genel olarak Muhafazakârların tarihinde bu kadar az şey başaran ya da ülkeyi daha sıkıntılı bir durumda bırakan benzer bir dönem bulmak zor.”

Ülkenin derin bir sıkıntı içinde olduğu tartışma götürmez. 2010-2020 yılları arasındaki ücret artışı, 19. yüzyılın başlarından bu yana barış dönemindeki en düşük on yıllık dönem oldu. Ülkenin 2007’den bu yana yıllık verimlilik artış oranı yüzde 0,4 ile 1826’dan bu yana en düşük seviyede gerçekleşti. Kişi başına düşen GSYİH son 16 yılda sadece yüzde 4,3 oranında büyürken, bu oran önceki 16 yılda yüzde 46’ydı. Dahası, son birkaç yıldaki GSYİH büyümesi neredeyse tamamen nüfusun toplam büyüklüğündeki artıştan, başka bir deyişle her iki ana partinin de ciddi şekilde sınırlamak istediklerini söyledikleri göçten kaynaklandı. Ortalama yıllık reel ücret 2008 mali krizinden önceki seviyesinin yaklaşık 14 bin dolar altına düştü. Bu ekonomik eğilimler hükümet değişikliği ile ortadan kalkmayacaktır.

Sosyal refah ölçütleri de daha iyi değil. Kurulduğu 1948 yılından bu yana Britanya’nın haklı gurur kaynağı olan Ulusal Sağlık Hizmeti (NHS) krizde. Hastanelerin performansı NHS tarihinin en kötüsü. Muhafazakârların iktidara geldiği 2010 yılına kıyasla dörtte üç milyon daha fazla İngiliz çocuk yoksulluk içinde yaşıyor ve 4,3 milyon çocuk yatağa aç giriyor. Birçok yerel kurum iflas etti ve atık toplama, sosyal bakım ve kütüphaneler gibi temel hizmetlerde derin kesintilere yol açtı. Britanya nüfusunun yarısı (30 milyondan fazla insan) eski Doğu Almanya’nın yoksul bölgelerinden daha zengin olmayan, orta ve doğu Avrupa’nın bazı bölgelerinden daha yoksul bölgelerde yaşıyor.

Brexit “Altın Çağ” değil, çöküş getirdi

İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkmasıyla “yeniden Altın Çağ’ın” yaşanacağı bir döneme doğru bir dönüşümün başlaması bekleniyordu. Johnson ve müttefiklerinin söylemi, ülkenin doğal coşkusunun Brüksel’deki bürokratlar tarafından yarım asırdır bastırıldığı ve bu engellerden kurtulan birliğin gelişeceği yönündeydi. Parlaklığı Brexit kadar çabuk sönen başarılı bir siyasi proje düşünmek zor. Acı gerçek şu ki Brexit, İngiltere’nin sorunları için kendisinden başka suçlayacak kimsesi olmadığını gösterdi.

Bu sorunlar, Britanyalı ihracatçılar ile Avrupa’daki ana pazarları arasına yeni engeller koyma ahmaklığıyla daha da kötü hale geldi. Haziran ayında, tarafsız Resolution Foundation’ın raporunda, “2019’dan bu yana, İngiltere’nin mal ihracatındaki göreceli performansının dibe vurduğu” belirtilerek, yıllık sadece yüzde 1,1 oranında büyüdüğü ve bu oranın OECD üyelerinin ortalamasının sadece beşte biri olduğu kaydedildi. Bu tür bir çöküşün nedenleri gizemli değil: Dünyanın en büyük tek pazarından ayrılmayı seçmenin sonuçları var. Rapora göre, İngiltere Brexit öncesi pazar payını korumuş olsaydı, 2019-2022 yılları arasında ihracatı 4 milyar dolar azalmak yerine 64 milyar dolar artacaktı.

İngiliz ekonomisi giderek artan bir şekilde finans, hukuk, teknik ve reklam hizmetleri ihracatıyla ayakta duruyor ve bu ihracatın büyük bir kısmı ABD’li şirketlerin bu tür işleri İngiliz firmalarına yaptırmasından kaynaklanıyor. Ancak kaybedenler kazananlardan çok daha fazla: Mart ayında Bütçe Sorumluluk Ofisi, Brexit’i, 1950’lerden bu yana yaşam standartlarındaki en kötü düşüşteki nedenlerden biri olarak saydı.

Starmer AB’ye dönüşe soğuk

Ülkenin acilen büyük miktarlarda kamu yatırımına ihtiyacı var. Ancak İşçi Partisi, Muhafazakârlardan devraldığı mali kısıtlamaları kabul etti. Hükümet borçlanması GSYİH’nin yüzde üçü ile sınırlandırılacak ve toplam hükümet borcunun düşmeye devam etmesi hedefleniyor. Bu çerçevenin içini doldurmak o kadar zor olacak. Zira, ironik bir şekilde, dünyanın geri kalanıyla ticareti daraldığı için İngiltere, 2019’dan bu yana Avrupa pazarlarına daha bağımlı hale geldi.

Çözüm çok açık: Hükümet, AB ile ticaretine verdiği zararın en azından bir kısmını geri almak zorunda. Starmer bu yönde adım atacağının mesajını verdi, ancak AB’nin tek pazarına ya da gümrük birliğine yeniden katılmayı reddetti.

Krallığın asıl sorunu: Krallık

Bir şeyler olmak zorunda ve olduğunda da Brexit’in gündeme getirdiği tüm büyük sorular (egemenlik, Birleşik Krallık’ın dünyadaki imparatorluk sonrası yeri, ülkenin demokrasisinin eskimiş doğası, tek tek uluslar arasındaki gerilimler) yeniden masaya yatırılacak. Bu nedenle Starmer’ın, henüz arkasında destek varken bu büyük varoluşsal meseleleri ele alması mantıklı olacak.

Starmer’ın birliğin içler acısı durumunu görmezden gelememesinin ikinci nedeni ise güç ve refah arasındaki güçlü bağ. Ülkenin en az siyasi güce sahip bölgeleri, İngiltere’nin kuzey bölgesi, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda, aynı zamanda en yoksul olan bölgeler. Ekonomist Philip McCann’a göre     “İngiltere, dünyadaki bölgeler arası en eşitsiz büyük yüksek gelirli ülke”. Ve bu uçurumlar son yıllarda daha da büyüdü. 2019 yılında Londra’da kişi başına düşen GSYİH 73 bin dolardı; bu rakam 38 bin dolar olan İskoçya ve doğu İngiltere’den neredeyse yüzde 90 daha yüksekti. Hizmet ekonomisinin gelişmeye devam etmesine izin verirken imalat ihracatını baskılayan Brexit, bu bölgesel eşitsizlikleri daha da kötüleştirdi. Milyonlarca insan ihmal edildiklerinden, görmezden gelindiklerinden, görünmez olduklarından ve “kendi ülkelerinde ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerinden” şikayet ediyor.

Brown Komisyonu’nun tespit ettiği üzere İngiltere’de bir demokrasi açığı var. Komisyon, “savunulamaz” Lordlar Kamarası’nın kaldırılması ve yerine seçilmiş bir “uluslar ve bölgeler meclisi”nin kurulması ve devredilen İskoç, Galler ve Kuzey İrlanda meclislerinin yanı sıra İngiltere’deki şehir ve bölgelerin statü ve yetkilerinin büyük ölçüde artırılması gibi radikal anayasal değişiklikler önermişti. Ayrıca en azından yazılı bir anayasanın başlangıcı olarak “siyasi gücün nasıl paylaşılacağına rehberlik edecek anayasal bir tüzük” ve “anayasal olarak korunan sosyal haklar-örneğin ödeme gücüne değil ihtiyaca dayalı olarak herkes için sağlık hizmeti hakkı” öneriliyordu.

O dönemde komisyonun fikirleri, bunun İngiltere’nin kendini düzeltmesi için son şans olabileceği düşüncesinden kaynaklanıyordu. Anketler, önerilen reformların önemli bir seçmen desteğine sahip olduğunu gösterdi. Ayrıca Starmer tarafından da onaylandı: İşçi Partisi lideri, insanların bir gün rapora dönüp bakacaklarını ve bunu “çalışmayan eski bir ekonomi ile İngiltere’nin tamamı için çalışan yeni bir ekonomi arasındaki dönüm noktası” olarak göreceklerini söyledi. Yine de Brown’ın önerilerinin hiçbiri İşçi Partisi’nin aşırı ihtiyatlı seçim kampanyasında yer almadı.

Krallığın değiştiğini kabul etmeli

Yeni hükümetin kabul etmesi gereken şey, Birleşik Krallık’ın zaten geri dönülmez bir şekilde değişmiş olduğudur. Büyük tarihsel güçler tarafından yaratılmış ve bir arada tutulmuştur: Britanya İmparatorluğu’nun gelişimi, Protestan (ve açıkça Katolik karşıtı) bir kimliğin oluşturulması, Sanayi Devrimi, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda İngiliz silahlarının görünürdeki yenilmezliği, “ilişkilendirilebilir” bir monarşinin başarılı icadı ve savaş sonrası sosyal demokrasinin inşası. Tüm bu dengeleyiciler bir kenara atıldı.

İmparatorluk artık yok; Birleşik Krallık bırakın Protestanlığı, artık çoğunluğu Hıristiyan olan bir ülke bile değil. Sanayi üssü kimliği ise Margaret Thatcher döneminde terk edildi. AskerÎ güç günleri çoktan geride kaldı; Kraliçe Elizabeth’in ölümüyle monarşi tarihteki dayanağını kaybederken İngiliz sosyal demokrasisinin pek çok başarısı Muhafazakârlar tarafından yok edildi.

Hâlâ, çok farklı ulusal, bölgesel ve etnik kimliklere sahip; Avrupa’dan insan sermayesini çekebilen yepyeni bir birlik hayal etmek mümkün.  Ancak Starmer ve hükümeti, ülkeyi geri bırakan şeyin Brüksel’deki hesap vermeyen bir Avrokrasi değil, Londra’daki aşırı merkeziyetçi bir hükümet olduğunu kabul ederek işe başlamalıdır. Bu hükümet, büyük ölçüde sesi çıkmayan tebaadan oluşan bir imparatorluğu yönetmek için kurulmuştu, hayatlarının kontrolünü elinde tutmak isteyen vatandaşları olan küçük bir adayı yönetmek için değil.

Starmer, sıradan insanlara somut bir ortak aidiyet duygusu veren sosyal demokrasiyi, ilk başta tereddütlü de olsa, yeniden inşa etmeye çalışacaktır. En azından prensipte, İngiltere için tek uygulanabilir geleceğin, gücün uluslara ve bölgelere aktarıldığı federal bir demokrasi ve bu bölgelerde yaşayan insanlar olduğunu anlamış görünüyor.

Kısa vadede haklı olabilir. Rahatlama ve yenilenme duyguları kesinlikle yaygın olacaktır. Ancak ada halkı kamu hizmetlerinde iyileşmeler, yoksullukta azalmalar, üretkenlik ve ücretlerde artışlar görmeye başlamadıkça bu duygular kalıcı olmayacaktır. Bunlar da ülkenin hem iç işleyişinde hem de Avrupa ile ilişkilerinde geniş kapsamlı değişiklikler olmadan gerçekleşmeyecektir. Ama Birleşik Krallık’ı kademeli olarak AB’de ait olduğu yere geri getirmek, NHS’i onarmak gibi amaçları gerçekleştirmek için uygun değil.

Starmer, Birleşik Krallık’ın cılız demokrasisinin radikal bir şekilde yenilenmesinin, cılız ekonomisinin enerjik bir şekilde canlanmasıyla besleneceği bir erdemli döngü yaratmak zorunda. Ancak erdemli bir döngü yoksa, kısır bir döngü olacaktır. Starmer halkın öfkesini daha uzun vadeli bir iyimserliğe dönüştüremezse, Farage’ın beslendiği İngiliz milliyetçiliği, İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler’deki ayrılıkçı hareketleri yeniden canlandıracaktır.

İşçi Partisi’nin zaferi Birleşik Krallık’a kendini yeniden yaratarak kurtarma şansı verdi. Bu şansı iyi kullanamazlarsa, ülkedeki çatlaklar onarılmaz hale gelecektir. Birleşik Krallık’a 200 yıldır hakim olan parti patladı. Aynı şeyin ülkenin başına gelmeyeceğini düşünmek aptallık olur.”

Bu yazı ilk kez 9 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.

Fintan O’Toole’un Foreign Affaires’te yayınlanan “Can Starmer Save Britain?” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
https://www.foreignaffairs.com/united-kingdom/british-elections-keir-starmer-labour-victory-fintan-otoole

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İşçi Partisi Britanya’yı kurtarabilir mi?

İngiltere’de İşçi Partisi 4 yıl sonra büyük seçim zaferiyle iktidara geldi. Peki, Keir Starmer hükümeti İngiltere’nin Brexit’ten sonra ağırlaşan ve ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren sorunlarına çare bulabilir mi?

Anketler aylardır bunu öngörmesine rağmen, İngiltere’de 4 Temmuz’da yapılan genel seçimlerin sonucu çarpıcı oldu. Son 14 yıldır iktidarda olan Muhafazakâr Parti 190 yıllık tarihinin en kötü seçim yenilgisini alırken oy oranının neredeyse yarısını ve 250 parlamento sandalyesini kaybetti. Bir eski başbakan (Liz Truss), dokuz kabine bakanı (savunma, eğitim ve adalet bakanları dahil) ve diğer önde gelen Muhafazakâr şahsiyetler parlamentoda sandalye bulamadı.

Peki, 1997’den beri en büyük seçim başarısını elde eden İşçi Partisi ve lideri Keir Starmer, kendilerini iktidara taşıyan devasa sorunlara çözüm üretebilir mi?

ABD’nin Princeton Üniversitesi profesörlerinden İrlandalı Fintan O’Toole, Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığı yazıda Starmer’in başarısının belli koşullara bağlı olduğu görüşünü savunuyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Demokrasilerde nadiren bir iktidar partisi zaferden felakete bu kadar çabuk sürüklenmiştir. Bunun nedenleri açık: Avrupa Birliği’nden başarısız bir çıkış, sosyal ve ekonomik gerileme, kurumsal çürüme, etkisiz ve bazen de felaket getiren liderler, eski Başbakan Boris Johnson’ın anarşiye varan tuhaflıkları ve halefi Liz Truss’un aşırı neoliberal ekonomi ile yaptığı talihsiz ve kısa ömürlü deney… Son on buçuk yılda, İngiltere’nin son demlerini yaşadığına dair yaygın his, yükselen İngiliz yerliciliği ve farklı şekillerde birliği parçalamakla tehdit eden İskoç, Galli ve İrlandalı ayrılıkçılığına yansıdı.

Yeni İşçi Partisi hükümeti, Blair’den bu yana hiçbir selefinin yapamadığı şekilde gerçek anlamda “Britanyalı” bir hükümet olduğunu iddia edebilir. Kısa vadede, ülkenin parçalanması tehdidi şüphesiz azaldı. Özellikle kaotik Muhafazakâr hükümetler serisini başlatan Johnson yönetimindeki İngiltere, eski Başkan Donald Trump yönetimindeki ABD ile aynı performansa dayalı, kişilik odaklı gerici siyasetin büyüsü altındaydı. Şimdi pragmatik, karizmasız Starmer’ın katılımı, İtalya ve Fransa’dan Hollanda ve İsveç’e kadar pek çok Avrupa demokrasisinde aşırı sağa doğru eğilimi tersine çeviriyor. Bu da merkezin her şeye rağmen ayakta kalabileceği umudunu taşıyor. Bu rahatlama İngiltere kıyılarının çok ötesinde de duyulacaktır.

Yine de her ne kadar ezici olsalar da bu sonuçlar çok büyük bir uyarı ile birlikte geliyor. Muhafazakârları iktidardan düşüren halk öfkesi, Starmer’ın ülkeyi kurtarabileceğine olan inançtaki artışla eşleşmiyor. Starmer büyük çoğunluğunu, tek tek seçim bölgelerindeki nispeten küçük değişikliklerden sandalye sayılarında ciddi ulusal oynamalar yaratabilen sondan tek turlu dar bölgeli seçim sisteminin cilvelerine borçlu. Aynı şekilde, sadece beş yıl içinde Muhafazakârlar ve İşçi Partisi’nin göreceli servetlerindeki büyük deniz değişimi, İngiltere’nin ne kadar değişken olduğunu gösteriyor.

Starmer iktidarın dizginlerini bu kadar sıkı tutarken bile, önündeki yol kayalık olmaya devam ediyor. Ülkenin sosyal ve siyasi temellerini yavaş ama amansız bir şekilde aşındıran derin sarsıntılar devam edecek. Brexit fiyaskosu, Starmer’in ekonomik büyümeye yönelik çılgınca çabalarını ciddi şekilde kısıtlayacak devam eden bir gerçekliktir. Yaşam standartları şok edici bir düşüş içinde, sosyal bölünmeleri arttırıyor ve güney İngiltere ile Birleşik Krallık’ın geri kalanı arasındaki uçurumu büyütüyor. Kamu ve sağlık hizmetlerinin yaklaşan çöküşü, kolektif İngiliz kimliğinin kalan kaynaklarını da yok etmekle tehdit ediyor.

Bu zorlukların hiçbiri, temel hükümet sisteminde köklü bir reform yapılmadan aşılamaz. Starmer ise kendisini yangını söndürmeye çalışan bir adam olarak sunmuyor.

Enkaz devraldılar

Theresa May, Johnson, Truss ve son olarak Rishi Sunak… 2010’da Başbakan David Cameron yönetiminde yeniden iktidara gelen ve 2016’dan bu yana baş döndürücü bir başarısız liderler geçidi sunan Muhafazakârların dramatik çöküşünü tahmin etmek zor değildi. Siyasi tarihçiler Anthony Seldon ve Tom Egerton’ın da belirttiği gibi, “genel olarak Muhafazakârların tarihinde bu kadar az şey başaran ya da ülkeyi daha sıkıntılı bir durumda bırakan benzer bir dönem bulmak zor.”

Ülkenin derin bir sıkıntı içinde olduğu tartışma götürmez. 2010-2020 yılları arasındaki ücret artışı, 19. yüzyılın başlarından bu yana barış dönemindeki en düşük on yıllık dönem oldu. Ülkenin 2007’den bu yana yıllık verimlilik artış oranı yüzde 0,4 ile 1826’dan bu yana en düşük seviyede gerçekleşti. Kişi başına düşen GSYİH son 16 yılda sadece yüzde 4,3 oranında büyürken, bu oran önceki 16 yılda yüzde 46’ydı. Dahası, son birkaç yıldaki GSYİH büyümesi neredeyse tamamen nüfusun toplam büyüklüğündeki artıştan, başka bir deyişle her iki ana partinin de ciddi şekilde sınırlamak istediklerini söyledikleri göçten kaynaklandı. Ortalama yıllık reel ücret 2008 mali krizinden önceki seviyesinin yaklaşık 14 bin dolar altına düştü. Bu ekonomik eğilimler hükümet değişikliği ile ortadan kalkmayacaktır.

Sosyal refah ölçütleri de daha iyi değil. Kurulduğu 1948 yılından bu yana Britanya’nın haklı gurur kaynağı olan Ulusal Sağlık Hizmeti (NHS) krizde. Hastanelerin performansı NHS tarihinin en kötüsü. Muhafazakârların iktidara geldiği 2010 yılına kıyasla dörtte üç milyon daha fazla İngiliz çocuk yoksulluk içinde yaşıyor ve 4,3 milyon çocuk yatağa aç giriyor. Birçok yerel kurum iflas etti ve atık toplama, sosyal bakım ve kütüphaneler gibi temel hizmetlerde derin kesintilere yol açtı. Britanya nüfusunun yarısı (30 milyondan fazla insan) eski Doğu Almanya’nın yoksul bölgelerinden daha zengin olmayan, orta ve doğu Avrupa’nın bazı bölgelerinden daha yoksul bölgelerde yaşıyor.

Brexit “Altın Çağ” değil, çöküş getirdi

İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkmasıyla “yeniden Altın Çağ’ın” yaşanacağı bir döneme doğru bir dönüşümün başlaması bekleniyordu. Johnson ve müttefiklerinin söylemi, ülkenin doğal coşkusunun Brüksel’deki bürokratlar tarafından yarım asırdır bastırıldığı ve bu engellerden kurtulan birliğin gelişeceği yönündeydi. Parlaklığı Brexit kadar çabuk sönen başarılı bir siyasi proje düşünmek zor. Acı gerçek şu ki Brexit, İngiltere’nin sorunları için kendisinden başka suçlayacak kimsesi olmadığını gösterdi.

Bu sorunlar, Britanyalı ihracatçılar ile Avrupa’daki ana pazarları arasına yeni engeller koyma ahmaklığıyla daha da kötü hale geldi. Haziran ayında, tarafsız Resolution Foundation’ın raporunda, “2019’dan bu yana, İngiltere’nin mal ihracatındaki göreceli performansının dibe vurduğu” belirtilerek, yıllık sadece yüzde 1,1 oranında büyüdüğü ve bu oranın OECD üyelerinin ortalamasının sadece beşte biri olduğu kaydedildi. Bu tür bir çöküşün nedenleri gizemli değil: Dünyanın en büyük tek pazarından ayrılmayı seçmenin sonuçları var. Rapora göre, İngiltere Brexit öncesi pazar payını korumuş olsaydı, 2019-2022 yılları arasında ihracatı 4 milyar dolar azalmak yerine 64 milyar dolar artacaktı.

İngiliz ekonomisi giderek artan bir şekilde finans, hukuk, teknik ve reklam hizmetleri ihracatıyla ayakta duruyor ve bu ihracatın büyük bir kısmı ABD’li şirketlerin bu tür işleri İngiliz firmalarına yaptırmasından kaynaklanıyor. Ancak kaybedenler kazananlardan çok daha fazla: Mart ayında Bütçe Sorumluluk Ofisi, Brexit’i, 1950’lerden bu yana yaşam standartlarındaki en kötü düşüşteki nedenlerden biri olarak saydı.

Starmer AB’ye dönüşe soğuk

Ülkenin acilen büyük miktarlarda kamu yatırımına ihtiyacı var. Ancak İşçi Partisi, Muhafazakârlardan devraldığı mali kısıtlamaları kabul etti. Hükümet borçlanması GSYİH’nin yüzde üçü ile sınırlandırılacak ve toplam hükümet borcunun düşmeye devam etmesi hedefleniyor. Bu çerçevenin içini doldurmak o kadar zor olacak. Zira, ironik bir şekilde, dünyanın geri kalanıyla ticareti daraldığı için İngiltere, 2019’dan bu yana Avrupa pazarlarına daha bağımlı hale geldi.

Çözüm çok açık: Hükümet, AB ile ticaretine verdiği zararın en azından bir kısmını geri almak zorunda. Starmer bu yönde adım atacağının mesajını verdi, ancak AB’nin tek pazarına ya da gümrük birliğine yeniden katılmayı reddetti.

Krallığın asıl sorunu: Krallık

Bir şeyler olmak zorunda ve olduğunda da Brexit’in gündeme getirdiği tüm büyük sorular (egemenlik, Birleşik Krallık’ın dünyadaki imparatorluk sonrası yeri, ülkenin demokrasisinin eskimiş doğası, tek tek uluslar arasındaki gerilimler) yeniden masaya yatırılacak. Bu nedenle Starmer’ın, henüz arkasında destek varken bu büyük varoluşsal meseleleri ele alması mantıklı olacak.

Starmer’ın birliğin içler acısı durumunu görmezden gelememesinin ikinci nedeni ise güç ve refah arasındaki güçlü bağ. Ülkenin en az siyasi güce sahip bölgeleri, İngiltere’nin kuzey bölgesi, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda, aynı zamanda en yoksul olan bölgeler. Ekonomist Philip McCann’a göre     “İngiltere, dünyadaki bölgeler arası en eşitsiz büyük yüksek gelirli ülke”. Ve bu uçurumlar son yıllarda daha da büyüdü. 2019 yılında Londra’da kişi başına düşen GSYİH 73 bin dolardı; bu rakam 38 bin dolar olan İskoçya ve doğu İngiltere’den neredeyse yüzde 90 daha yüksekti. Hizmet ekonomisinin gelişmeye devam etmesine izin verirken imalat ihracatını baskılayan Brexit, bu bölgesel eşitsizlikleri daha da kötüleştirdi. Milyonlarca insan ihmal edildiklerinden, görmezden gelindiklerinden, görünmez olduklarından ve “kendi ülkelerinde ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerinden” şikayet ediyor.

Brown Komisyonu’nun tespit ettiği üzere İngiltere’de bir demokrasi açığı var. Komisyon, “savunulamaz” Lordlar Kamarası’nın kaldırılması ve yerine seçilmiş bir “uluslar ve bölgeler meclisi”nin kurulması ve devredilen İskoç, Galler ve Kuzey İrlanda meclislerinin yanı sıra İngiltere’deki şehir ve bölgelerin statü ve yetkilerinin büyük ölçüde artırılması gibi radikal anayasal değişiklikler önermişti. Ayrıca en azından yazılı bir anayasanın başlangıcı olarak “siyasi gücün nasıl paylaşılacağına rehberlik edecek anayasal bir tüzük” ve “anayasal olarak korunan sosyal haklar-örneğin ödeme gücüne değil ihtiyaca dayalı olarak herkes için sağlık hizmeti hakkı” öneriliyordu.

O dönemde komisyonun fikirleri, bunun İngiltere’nin kendini düzeltmesi için son şans olabileceği düşüncesinden kaynaklanıyordu. Anketler, önerilen reformların önemli bir seçmen desteğine sahip olduğunu gösterdi. Ayrıca Starmer tarafından da onaylandı: İşçi Partisi lideri, insanların bir gün rapora dönüp bakacaklarını ve bunu “çalışmayan eski bir ekonomi ile İngiltere’nin tamamı için çalışan yeni bir ekonomi arasındaki dönüm noktası” olarak göreceklerini söyledi. Yine de Brown’ın önerilerinin hiçbiri İşçi Partisi’nin aşırı ihtiyatlı seçim kampanyasında yer almadı.

Krallığın değiştiğini kabul etmeli

Yeni hükümetin kabul etmesi gereken şey, Birleşik Krallık’ın zaten geri dönülmez bir şekilde değişmiş olduğudur. Büyük tarihsel güçler tarafından yaratılmış ve bir arada tutulmuştur: Britanya İmparatorluğu’nun gelişimi, Protestan (ve açıkça Katolik karşıtı) bir kimliğin oluşturulması, Sanayi Devrimi, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda İngiliz silahlarının görünürdeki yenilmezliği, “ilişkilendirilebilir” bir monarşinin başarılı icadı ve savaş sonrası sosyal demokrasinin inşası. Tüm bu dengeleyiciler bir kenara atıldı.

İmparatorluk artık yok; Birleşik Krallık bırakın Protestanlığı, artık çoğunluğu Hıristiyan olan bir ülke bile değil. Sanayi üssü kimliği ise Margaret Thatcher döneminde terk edildi. AskerÎ güç günleri çoktan geride kaldı; Kraliçe Elizabeth’in ölümüyle monarşi tarihteki dayanağını kaybederken İngiliz sosyal demokrasisinin pek çok başarısı Muhafazakârlar tarafından yok edildi.

Hâlâ, çok farklı ulusal, bölgesel ve etnik kimliklere sahip; Avrupa’dan insan sermayesini çekebilen yepyeni bir birlik hayal etmek mümkün.  Ancak Starmer ve hükümeti, ülkeyi geri bırakan şeyin Brüksel’deki hesap vermeyen bir Avrokrasi değil, Londra’daki aşırı merkeziyetçi bir hükümet olduğunu kabul ederek işe başlamalıdır. Bu hükümet, büyük ölçüde sesi çıkmayan tebaadan oluşan bir imparatorluğu yönetmek için kurulmuştu, hayatlarının kontrolünü elinde tutmak isteyen vatandaşları olan küçük bir adayı yönetmek için değil.

Starmer, sıradan insanlara somut bir ortak aidiyet duygusu veren sosyal demokrasiyi, ilk başta tereddütlü de olsa, yeniden inşa etmeye çalışacaktır. En azından prensipte, İngiltere için tek uygulanabilir geleceğin, gücün uluslara ve bölgelere aktarıldığı federal bir demokrasi ve bu bölgelerde yaşayan insanlar olduğunu anlamış görünüyor.

Kısa vadede haklı olabilir. Rahatlama ve yenilenme duyguları kesinlikle yaygın olacaktır. Ancak ada halkı kamu hizmetlerinde iyileşmeler, yoksullukta azalmalar, üretkenlik ve ücretlerde artışlar görmeye başlamadıkça bu duygular kalıcı olmayacaktır. Bunlar da ülkenin hem iç işleyişinde hem de Avrupa ile ilişkilerinde geniş kapsamlı değişiklikler olmadan gerçekleşmeyecektir. Ama Birleşik Krallık’ı kademeli olarak AB’de ait olduğu yere geri getirmek, NHS’i onarmak gibi amaçları gerçekleştirmek için uygun değil.

Starmer, Birleşik Krallık’ın cılız demokrasisinin radikal bir şekilde yenilenmesinin, cılız ekonomisinin enerjik bir şekilde canlanmasıyla besleneceği bir erdemli döngü yaratmak zorunda. Ancak erdemli bir döngü yoksa, kısır bir döngü olacaktır. Starmer halkın öfkesini daha uzun vadeli bir iyimserliğe dönüştüremezse, Farage’ın beslendiği İngiliz milliyetçiliği, İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler’deki ayrılıkçı hareketleri yeniden canlandıracaktır.

İşçi Partisi’nin zaferi Birleşik Krallık’a kendini yeniden yaratarak kurtarma şansı verdi. Bu şansı iyi kullanamazlarsa, ülkedeki çatlaklar onarılmaz hale gelecektir. Birleşik Krallık’a 200 yıldır hakim olan parti patladı. Aynı şeyin ülkenin başına gelmeyeceğini düşünmek aptallık olur.”

Bu yazı ilk kez 9 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.

Fintan O’Toole’un Foreign Affaires’te yayınlanan “Can Starmer Save Britain?” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
https://www.foreignaffairs.com/united-kingdom/british-elections-keir-starmer-labour-victory-fintan-otoole

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x