On yılı aşkın süren keskin rekabetten sonra, Türkiye ile Mısır arasında buzlar hızla eridi. Bir dönem Libya’dan Doğu Akdeniz’e kadar karşı saflarda yer alan iki ülke, son birkaç yıldır yeni bir sayfa açmış durumda. 2025’e gelindiğinde büyükelçiler geri döndü, ticaret hızla artıyor, bölgesel dosyalarda temkinli bir iş birliği zemini oluşuyor.
Tüm bu yakınlaşma giderek de hız kazanıyor. Yaz aylarında Türkiye’nin yüzer LNG Depolama ve Gazlaştırma Ünitesi’nin (FSRU) gemisi Mısır’a gönderildi, Eylül’de ise iki ülke 13 yıl aradan sonra ilk ortak deniz tatbikatını yaptı. Aynı dönemde savunma sanayi alanında ortak üretim anlaşmaları imzalandı. Dahası Mısır Türkiye’nin KAAN savaş uçağı programına katılma sinyali veriyor.
Yani taraflar, “eski defterler kapandı” mesajı vermekte oldukça istekli.
Bu gelişmelerin hepsi, aslında bir soruyu önümüze getiriyor: Peki neden şimdi ve bu yakınlaşmadan ne beklemeli?
Yanıt basit değil ama üç ana başlıkta toplayayım.
Gerginliğin maliyeti
Birincisi, iki başkent de uzun süren gerginliğin ekonomik ve diplomatik maliyetlerini gördü; bu nedenle Gazze, Libya ve Sudan gibi dosyalarda koordinasyon arayışı öne çıkıyor.
İkincisi, enerji piyasalarındaki dalgalanmalar ve Türkiye’nin 2026–27’de yeniden müzakere edeceği gaz sözleşmeleri, Doğu Akdeniz’deki kaynakları yeniden gündeme taşıyor.
Üçüncüsü ve belki de en şiddetli olanı, bölgesel güvenlik dinamikleri hızla kayıyor: Bir yandan dünyanın en uzun denizaltı elektrik kablosu aracılığıyla Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail elektrik şebekeleri arasında planlanan Büyük Deniz Bağlantısı (GSI) projesi diğer yandan İsrail ile Kıbrıs arasındaki askerî yakınlaşma Doğu Akdeniz’de suları ısıtıyor. Buna bir de İsrail’in saldırılarını Akdeniz’in batısına doğru genişleterek Tunus’un Sidi Bu Said Limanı açıklarında Küresel Sumud Filosu’na ait bir yardım gemisini İHA’larla vurması eklenince tansiyon daha da yükseldi.
Özetle, Ankara–Kahire hattındaki yakınlaşma, sadece iki başkent arasındaki normalleşme değil; Doğu Akdeniz’den Afrika’ya uzanan dengeleri doğrudan etkileyen bir yeniden konumlanma. Bu yüzden konu, hiç olmadığı kadar ön planda.
Gelin adım adım bakalım.
Enerji dosyası: LNG ve Doğu Akdeniz
Türkiye, doğal gaz ihtiyacının neredeyse tamamını dışarıdan alıyor. İran ve Rusya’ya olan bağımlılığı azaltmak için sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ithalatına ağırlık vermeye başladı. Bu nedenle ABD, Katar, Cezayir ve Nijerya’dan LNG satın alınan toplam doğalgaz içindeki payı hızla yükseliyor. Dolayısıyla bu kaynakların toplam gaz ithalatındaki payı da hızla arttı. Enerji tedarikinde çeşitlilik sağlamak isteyen Ankara için LNG giderek daha da kritik hale geliyor. Son yıllarda LNG ithalatı hızla artarken, önümüzdeki iki yıl Türkiye için adeta bir “enerji dönüm noktası” olacak.
Neden mi? Çünkü büyük enerji sözleşmeleri sona eriyor. Bu sözleşmelerden İran ile yapılan 2026’da, Cezayir ile olan ise 2027’de bitiyor. Rusya’dan alınan gazın da önemli kısmı aynı dönemde yeniden müzakere edilecek. Yani Türkiye 2026-27 arasında gaz portföyünü baştan tasarlamak zorunda kalacak. Bu arada ABD ile yapılan yeni LNG anlaşmaları 2026’da devreye girecek. Ankara bu süreci hem fiyatları yeniden konuşmak hem de daha esnek şartlar elde etmek için fırsat olarak görüyor.
Peki Mısır bu tabloda nerede?
Türkiye ilişkilerin normalleşmesinin hemen akabinde Mısır’dan da LNG almaya başladı. 2022’de ihracat zirve yaptı, sonra üretim kapasitesindeki sorunlar nedeniyle düşüşe geçti. Bu düşüşe rağmen Ankara, Mısır LNG’si için en önemli pazar olmaya devam ediyor. Ancak Mısır’ın ciddi iç tüketim sorunları nedeniyle Türkiye için “ana tedarikçi” olması yakın zamanda mümkün görünmüyor. Çünkü Mısır’da yerel üretim düşüyor, iç tüketim artıyor.
Üstelik Mısır’ın net ihracatçı olabilmesi hem kendi sahalarını genişletebilmesine hem de iki dış kaynağa bağlı: İsrail’den artacak gaz teslimatları ve Kıbrıs’ın 2028’den itibaren devreye girecek sahaları. Yani Türkiye’nin Mısır üzerinden Doğu Akdeniz’de doğalgaz kaynaklarına açılma fırsatı, aslında başka aktörlerin—özellikle İsrail ve Kıbrıs’ın—elindeki gelişmelere bağlı.
Dolayısıyla Ankara açısından tablo şöyle: Gaz sözleşmelerini yenilerken pazarlık gücünü artırmak istiyor, bir yandan da Doğu Akdeniz’de elini güçlendirmek istiyor. Libya’da politikasını yeniden şekillendirmesi de bununla bağlantılı. Fakat bu hamlede Mısır üzerinden açılan fırsat penceresi oldukça dar. Hem Mısır’ın iç enerji sıkıntıları hem de İsrail-Kıbrıs denklemi, bu pencerenin ne kadar sınırlı olduğunu gösteriyor.
İşte tam da bu noktada Türkiye’nin elindeki diğer kaldıraçlar devreye giriyor. Ankara, Doğu Akdeniz’deki belirsizlikleri dengelemek için: Irak gazına (özellikle kuzey sahaları ve Basra’dan gelecek yeni projeler) yoğun ilgi gösteriyor, Libya açıklarında Türk şirketlerine verilen arama ruhsatlarını stratejik koz olarak kullanıyor, Somali ve Doğu Afrika’da yeni keşiflere yönelerek, enerji çeşitliliğini artırmaya çalışıyor.
Bu hamleler aslında Ankara’nın enerji vizyonunu Doğu Akdeniz’le sınırlı tutmak istemediğini gösteriyor. Ama şunu da unutmamak lazım: Doğu Akdeniz, Türkiye için hâlâ en maliyet etkin ve coğrafi olarak en yakın seçenek. Bu yüzden Mısır’la iş birliği, dar da olsa Ankara’nın elinde göz ardı edemeyeceği bir pencere.
Tüm bu zorluklara rağmen iki ülke enerji alanında iş birliği arıyor. 2025 yazında Türkiye, “Ertuğrul Gazi” isimli yüzen LNG terminalini yaz aylarında Mısır’a gönderdi demiştim. Bu, iki ülkenin enerji ihtiyaçlarını mevsimsel olarak birlikte yönetebileceği esnek bir modelin başlangıcı olabilir.
Doğu Akdeniz ve deniz yetki alanları
Ama bu Türkiye açısından olumlu olsa da yeterli değil. Ankara önümüzdeki yıllarda sadece mevcut kontratları yenilemek istemiyor, yeni sahalardan gaz çekebileceği yollar arıyor. İşte bu nedenle Mısır, İsrail ve Kıbrıs açıklarındaki gelişmeler Ankara’nın radarında. Eğer Mısır kendi sahalarını geliştirebilir, İsrail’den gelen gazı artırabilir ve Kıbrıs 2028’den itibaren üretime başlarsa, bölgedeki enerji dinamikleri yeniden değişecek.
Dolayısıyla Türkiye-Mısır yakınlaşmasının enerji boyutu sadece LNG ticareti değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz’de dengeleri lehine olacak şekilde kollamak ve pozisyon almak. O yüzden Mısır ile Türkiye arasında bir deniz yetki alanları anlaşması imzalanıp imzalanmayacağı konusu kolay kolay gündemden düşecek bir mesele değil.
İşin en hassas boyutu burası. Mısır, Yunanistan’la 2020’de deniz yetki alanlarını kısmen belirledi. Ancak bilinçli olarak sınırın bir kısmını açık bıraktı. Bu, Mısır’ın uzun vadede Türkiye ile ileride masaya oturabilme seçeneğini elde tutmak için atılmış pragmatik bir adımı.
Peki, Kahire gerçekten Ankara ile masaya oturur mu?
Mısır, Türkiye-Libya enerji anlaşmasına BM nezdinde itiraz ederken bile “komşularla iyi niyetli müzakereye hazırız” ifadesini kullanarak aslında bu seçeneğin önünü tamamen kapatmıyor. Bu, açık bir davet değil ama kapının aralık olduğunu gösteriyor.
Ama unutmayalım: Mısır’ın Yunanistan’la kurduğu ortaklık çok güçlü. Kahire için Yunanistan sadece deniz yetki alanlarında bir ortak değil, aynı zamanda Avrupa kapısına açılan stratejik bir müttefik. Atina, AB’nin karar alma mekanizmalarında Mısır’ın elini güçlendiriyor; Kahire de Atina’ya Doğu Akdeniz’de meşruiyet ve Arap dünyasında diplomatik derinlik sağlıyor.
Ayrıca iki ülke sadece deniz sınırlarını paylaşmıyor, aynı zamanda enerji ve altyapı projelerinde de yan yana ilerliyor. Mayıs 2025’te imzalanan Stratejik Ortaklık Anlaşması, bu ilişkinin geldiği noktayı özetliyor. Mısır ve Yunanistan, Doğu Akdeniz’de koordinasyonu sürdüreceklerini ve Gazze’nin yeniden inşasını desteklemede işbirliği yapacaklarını sürekli dile getiriyorlar. Eylül 2025’te ise denizaltı elektrik enterkonnektörü projesi için anlaşmaya vardılar. Bu denizaltı kablosu, Mısır’ın ürettiği yenilenebilir elektriği önce Yunanistan’a, oradan Avrupa’ya taşıyacak. Mısır bu proje bölgesel bir enerji merkezi olmayı hedefliyor ve Yunanistan’la ortaklığını bölgesel stratejisinin temel taşı olarak görüyor.
Dolayısıyla Kahire, Ankara ile diyaloğa kapıyı kapatmıyor ama Atina’yla kazandığı stratejik ortaklıktan da kolay kolay vazgeçmez. Çünkü bu ortaklık hem siyasi hem ekonomik olarak Mısır’a çok şey kazandırıyor. Bu nedenle Kahire’nin Ankara ile gerçek anlamda masaya oturması, ancak Yunanistan’la ilişkilerinde ciddi bir kırılma yaşanırsa ya da Türkiye-Yunanistan hattında bir paradigma değişimi ile mümkün görünüyor.
Güvenlik ve savunma boyutu
Ama bu dengelerin olduğu gibi devam edeceği anlamına da gelmiyor. Çünkü ilişkilerin bir de güvenlik boyutu var, en başta söylemiştim. Hem savunma sanayindeki hızlı iş birliği hem de Akdeniz’de ortak tatbikatlar, “acaba Doğu Akdeniz’de yeni bir döneme mi giriyoruz?” sorusunu gündeme getiriyor.
Önce tatbikatlardan başlayalım. Türkiye ve Mısır, Eylül 2025’te 13 yıl aradan sonra ilk ortak deniz tatbikatını yaptı. Beş gün süren tatbikatta özel kuvvetler canlı atış denemeleri yaptı, deniz birlikleri helikopter inişleri, gemi arama operasyonları ve karmaşık yelken manevraları gerçekleştirdi. 2020 yılında Libya’da askerî olarak karşı karşıya gelen iki ülkenin bu aşamaya gelmesi elbette oldukça önemli bir kırılma. Bu tatbikatı, bölgede yıllardır süren siyasi gerilimin ardından değişen ittifakların bir işareti olarak yorumlayanlar var. Kimilerine göre de İsrail’e dolaylı bir uyarıydı; özellikle de İsrail’in Kıbrıs’ı askerî üs olarak daha fazla kullanmaya başlaması ve Gazze’deki savaş nedeniyle bölgedeki tansiyonun yükseldiği bir dönemde.
Ben beklentilerin biraz daha temkinli tutulmasından yanayım. Bölgedeki askerî gerilim Mısır da dahil bölge ülkelerin tehdit algılarını ve müttefik arayışlarını dönüştürüyor. Mısır da bu zorlu bölgesel denklemde düşük maliyetle hem askerî kapasitesini göstermenin hem de askerî ihtiyaçlarının karşılamanın peşinde.
Mısır ayrıca Türkiye’nin “Efes-2024” ve “Anadolu Kartalı” tatbikatlarına katıldı, özel kuvvet eğitimine de personel gönderdi. Yani askerî sahada yalnızca sembolik değil, daha derin bir iş birliği arayışı var.
İş sadece tatbikatlarla da sınırlı değil. Asıl derinleşme savunma sanayinde yaşanıyor.
Havelsan, Mart 2025’te Mısır’ın devlete ait Arap Sanayileşme Örgütü’ne bağlı Kader Gelişmiş Sanayi Fabrikası ile birlikte Kahire’de insansız kara araçları üretmeye başlayacaklarını duyurdu. Türk mühendislik uzmanlığı ve lisansları kullanılacak, üretim Mısır’daki tesislerde yapılacak.
Sonra Ağustos ayında bir adım daha atıldı: Havelsan ve Arap Sanayileşme Örgütü bu kez dikey kalkış ve iniş yapabilen insansız hava araçları (İHA) için anlaşma imzaladı. Montaj ve üretim yine Mısır’da, Türkiye’nin teknik rehberliğinde yapılacak. Böylece Mart ayında başlayan insansız kara araçları iş birliği, havacılık alanına da genişledi.
Mısır açısından bu işbirliği stratejik. Arap Sanayileşme Örgütü zaten 1975’te Arap ülkelerinin ortak girişimiyle kurulmuş, helikopter montajından mühimmat üretimine kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösteren, Kahire açısından önemli bir kurum. Yıllardır Batılı ve Rus firmalarla çalışıyor. Havelsan ile yapılan ortaklık, Mısır’ın yerli üretimi artırmak, teknoloji transferi sağlamak ve ihracat kapasitesini geliştirmek şeklinde özetlenebilecek “Vizyon 2030” sanayileşme hedefleriyle uyumlu.
2025 yazında ayrıca Mısır, Türkiye’nin beşinci nesil savaş uçağı KAAN programına katıldığını resmi olarak açıkladı. Mısır, aslında ABD ve Fransız tedarikçilerine bağımlılığını azaltmak ve ileri teknolojiye erişimini çeşitlendirmek istiyor. Türkiye içinse Mısır büyük bir pazar. İnsansız sistemlerden hava savunma sistemlerine kadar ürün yelpazesini genişletebilir.
Tabi güvenlik alanlarındaki yakınlaşmanın bölgesel yansımaları da var. Türkiye ve Mısır’ın ortak tatbikatları, Libya, Afrika Boynuzu, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki çekişmeli dosyalara rağmen tarafların birlikte hareket edebildiğini gösteriyor.
Pragmatizm mi stratejik uyum mu?
Tabii ki şu soru akla geliyor: Bu iş birliği taktiksel mi, yoksa kalıcı stratejik bir ortaklığın işareti mi? Bence, bunu zaman gösterecek. Ama şurası kesin: Savunma ve güvenlik iş birliği, Ankara-Kahire hattında ilişkilerin en hızlı ilerleyen ayağı haline geldi.
Bir de tam bu noktada bakış açısını biraz genişletmekte fayda var. Mısır aslında ne yapıyor? Kahire, bu yakınlaşmayı sadece Türkiye ile ilişkileri onarmak için değil, aynı zamanda bölgesel dengeleri yönetmek için kullanıyor. En temelde Kahire bir süredir Suudi Arabistan, BAE, ABD ve Türkiye ile ilişkilerini dengeleyerek hareket alanını genişletmeye çalışıyor. Özellikle Afrika Boynuzunda daralan manevra alanını genişletecek yeni bir dış politika arayışında. Amaç, özerkliği en üst düzeye çıkarmak ve Gazze, Libya, Sudan gibi kriz dosyalarını daha rahat yönetebilmek. Bir de Etiyopya ile aleyhinde değişen güç dengesini yeniden kurgulamak.
Sonuç olarak da Mısır ve Türkiye, Libya’dan Sudan’a, Somali’den Suriye’ye kadar birçok konuda koordinasyon arayışına girmiş durumdalar. Bu sayede çatışma noktaları kontrol altına alınmaya, aradaki boşluklar doldurulmaya çalışılıyor. Ayrıca Ankara, Mısır ile ilişkilerine İsrail’in bölgesel etkisini sınırlamak ve Filistin davasını destekleyen daha geniş bir blok kurma motivasyonunu da eklemiş durumda. Bu yüzden de Katar ve Hamas’la bağlarını korusa da Ankara artık Gazze diplomasisinde Mısır’a da ağırlık veriyor.
İlişkilerin en güçlü ayağı
Tüm bunlara kıyasla bugün ikili ilişkilerin belki de en güçlü ayağı ekonomi. 2024’te ticaret hacmi 8,8 milyar doları geçti. Hedef: 15 milyar dolar. Üretim tesislerini Mısır’a kaydıran Türk şirket sayısı artmaya devam ediyor; tekstilden beyaz eşyaya pek çok sektörde Kahire’ye doğru bir “sanayi göçü” yaşanıyor.
Mısır için bu yatırımlar sadece fabrika değil, aynı zamanda istihdam ve döviz demek. Sisi hükümeti, Türk sermayesini çekerek hem işsizlik sorununu hafifletmek hem de ülkeyi bir üretim üssüne dönüştürmek istiyor. Ulaştırmada ve enerji projelerinde de Türkiye’nin katkı yapabileceğine dair iki taraftan da beklentiler var.
Kısacası, Ankara-Kahire hattındaki dostluğun “kasayı dolduran” bir tarafı var.
Yani, bugün gelinen noktada Ankara-Kahire hattı, eski gerginlikleri geride bırakmış görünüyor. Ticaret artıyor, savunma projeleri çoğalıyor, enerji dosyasında yeni işbirlikleri gündeme geliyor. Ama bu tabloyu bir “stratejik ittifak” olarak görmek şimdilik erken. Çünkü bölgesel meselelerdeki gözle görülür yakınlaşmaya rağmen, görüş ayrılıkları ve çıkar çatışması devam ediyor.
Yine de önemli bir değişim var: Taraflar artık birbirini dışlamak yerine, rekabeti yönetmeyi tercih ediyor. Pragmatizm, ideolojik sertliğin önüne geçmiş durumda. Yeni bir ittifaktan ziyade şimdilik görünen manzara şu: Ankara ve Kahire, bölgesel fırtınalar arasında gemilerini yan yana yüzdürmeye çalışıyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 14 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.