2026 yılında da devam etmesi kaçınılmaz hale gelen Rusya-Ukrayna Savaşı, ABD’nin değişen küresel jeopolitik mücadele yaklaşımının da etkisiyle bir NATO-Rusya mücadelesi olmaktan çıktı. İlginç olan, ABD yönetimi, savaşı bitirme istikametinde Rusya ile daha uyumlu bir süreç yürütürken, esas çetin müzakereleri Avrupa ile yapmakta.
2022 yılının Şubat ayında savaş patlak verdiğinde kolay bir Rus zaferine yatırım yapan Fransa-Almanya ikilisi bugün, ABD Başkanı Trump’ın Kasım ayında ortaya çıkardığı planın kabul edilmesi halinde, olası Rus işgalinin kendi kapılarına dayanacağından endişe etmekte. İngiltere’nin de katılımıyla E3 ülkeleri olarak yeni bir oluşuma giden bu grubun, savaşı sürdürmesi için Ukrayna’ya son ana kadar desteğini sürdüreceği anlaşılıyor.
Bu ısrar, yalnızca Donbas bölgesi ya da Kırım’daki çatışmaların şiddetlenmesini tetiklemiyor. Okyanuslar, iç denizler hatta taşımacılık yapılabilen tüm su yolları da artık Rusya-Ukrayna Savaşı’nın alanı haline geldi.
Savaşın ilk altı ayında Rusya’nın en değerli stratejik varlığı olan Kuzey Akım Boru Hattı’nın saldırıya uğramasıyla Baltık Denizi savaşın parçası haline gelmişti. Kasım ayından itibaren ise, Rusya’nın en önemli gelir kaynağı olan petrol satışını engellemek için “Hayalet Filo” ya da “Gölge Filo” yani Batı yaptırımlarına rağmen Rus petrolünü taşımak için karmaşık sahiplik yapıları, elverişli bayraklar ve düzensiz taşımacılık yöntemleri kullanan tankerlerden oluşan filo saldırıya uğramaya başladı.
Saldırılar Karadeniz’de yoğunlaşırken, Atlantik Okyanusu’nun Batı Afrika kıyıları, Doğu Akdeniz ve Hazar Denizi hatta Don Nehri de bu yeni nesil deniz savaşının haline geldi.
Karadeniz’in tüm limanları tehdit altında
12 Aralık günü tam da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile Türkmenistan’da görüşmesinden birkaç saat sonra Odesa limanında Türk şirketleri ile bağlantılı üç gemi, patenti İran’a ait Şahid kamikaze dronları ile Rus saldırısının hedefi oldu. Bu saldırının dikkat çekici yanı, olay esnasında kentteki hava savunma sistemlerinin harekete geçmemesiydi.
Ukrayna’nın özellikle İngiltere’nin uydu teknolojisi ve istihbarat desteğiyle yürüttüğü saldırılar su üstü ve su altı dronlarının kullanımı açısından devrim niteliğinde eylemlere imza atıyor. Bu saldırılardan bir diğeri 15 Aralık’ta, Novorossiysk limanından harekatlarını yürütmek zorunda kalan Rus donanmasının Kilo sınıfı bir denizaltısının hedef alınmasıydı. Saldırıda 4 Kalibr füzesi taşıma kapasitesine sahip olan denizaltının vurulduğu iddia edildi.
Bu eylemden yalnızca birkaç saat sonra ise Türkiye ilk defa savaşın doğrudan etkisini kendi hava sahası ve topraklarında tecrübe etti. Karadeniz üzerinden gelip Sinop-Kastamonu istikametinden hava sahasına giriş yapan ve uydu bağlantısının kesildiği tahmin edilen insansız hava aracı Çankırı ile Ankara’nın Elmadağ ilçesi arasında, enkazının kimseye zarar veremeyeceği bir noktada F-16 uçağından ateşlenen füze ile vuruldu. Kaynağı belirsiz insansız hava aracının enkazını arama çalışmaları sürüyor. Ancak etkisiz hale getirilmesi esnasında kullanılan mühimmatın gücü bu konuda pek de umut vermiyor. Bu aracın Türk hava sahasına girişi teknik bir kaza olarak değerlendirilirken, önce Kocaeli’de ardından Balıkesir’de yakıtları bittiği için düştükleri tahmin edilen insansız hava araçları bulundu. Yine Karadeniz üzerinden geldikleri tahmin edilen bu araçların da kaynağı henüz bilinmemekle beraber soru işaretleri arttı. Kocaeli’de düşen İHA’nın kuyruğunda bir “kızılyıldız” olması şüpheleri Rusya’ya yöneltmiş olsa da, alanın uzmanları İHA’lar üzerinde bu tür ülke belirten işaretlere rastlanmadığına dikkat çekiyorlar. Bu bilgi de Karadeniz istikametinden gelen ihlallerin sebeplerini daha da sorgulanır hale getiriyor.
Birinci ihtimal, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın sona ermesi için etkili bir arabulucu olarak görülen Türkiye’nin çabalarının sabote ediliyor olması. Türkiye’ye bu İHA’larla gözdağı verilmek istenirken, Ankara-Moskova ilişkilerinin de bozulmak istenmesi yüksek olasılık.
İkinci ihtimal ise Türkiye’nin CAATSA yaptırımlarının kaldırılması ve F-35 programına dönüş için yürüttüğü çabaların hedef alınıyor olabileceği. Son günlerde Türkiye’nin ABD ile uzlaşmak için Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sistemlerini iade etmek istediğine dair haberler basında sıklıkla yer buluyor. Dolayısıyla bu İHA’ların Türkiye topraklarına girişi, Türkiye’nin hava savunmasının zayıf olduğuna dair Rusya’dan gelen bir mesaj olma ihtimali taşıyor.
Olağan şüpheli Rusya
Rusya’nın bu noktada olağan şüpheli olarak addedilmesi son derece doğal. 22 Eylül itibarıyla Avrupa semalarında görülmeye başlanılan kaynağı belirsiz dronlar bir nevi “Kırmızı Pazartesi” başka bir deyişle “Herkesin bildiği sır” vakası. Tüm NATO ülkeleri, Avrupa’daki limanların, NATO tesislerinin, askerî ve sivil havaalanları ile nükleer tesislerin üzerinde gezinen bu İHA’ların Rusya’ya ait olduğunu biliyor ancak çatışmanın çıtasını yükseltmemek adına bunları “sessizce” imha etmeye çalışıyorlar.
Dahası, Danimarka Hava Kuvvetleri ile istihbarat servisinin elde ettiği son bilgiler de kimliği belirsiz İHA’lar ile Rusya’nın “Hayalet/Gölge Deniz Filosu” arasında yakın bir bağ olduğuna işaret ediyor. Danimarka kaynaklarına göre, “Hayalet/Gölge Deniz Filosu” yalnızca kaçak Rus petrolünü taşımakla kalmıyor. Bu tankerlerde geçmişte Wagner özel ordusunda görev yapmış Rus askerleri de bulunuyor. Bu askerî personel, tankerlerden insansız hava araçları kaldırarak stratejik hedeflere yöneltiyorlar. Bu şüpheler nedeniyle bir Rus tankerine yönelik ilk operasyon 28 Eylül’de Fransa’nın Atlantik Okyanusu kıyılarında gerçekleştirilmişti. Danimarka istihbaratının uyarısıyla harekete geçen Fransa donanması, Rusya’yı hedef alan yaptırımlar listesinde adı geçen Benin bandıralı Boracay isimli tankeri durdurdu. St. Nazaire limanına çekilen geminin iki personelinin gözaltına alındığı açıklandı. Bu olayın ardından neler yaşandığına, gözaltına alınan kişilerin akıbetlerine ve milliyetlerine dair o tarihten bu yana ayrıntılı bir açıklama yapılmadı. Ancak 2014 yılında Kırım’ın ilhakından bu yana asimetrik savaş metotları konusunda uzmanlaşan Rusya’nın petrol tankerlerini şüpheli İHA operasyonları için kullanmayı tasarlaması şaşırtıcı olmayacaktır.
Karadeniz’de savaşmak isteyenler yaratıcı fikirler buluyor
Ukrayna-Rusya Savaşı dördüncü yılını doldurmaya yaklaşırken, 1936 yılında İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndaki egemenliğimizi pekiştiren Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin, ülkemizi çatışmaların dışında tutma konusunda ne denli kıymetli olduğunu anlıyoruz.
Hoş bu anlaşmanın akabinde başlayan İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası, Sovyetler Birliği’ni işgal girişimi sırasında Karadeniz’e donanma unsurlarını sokabilmek için yaratıcı metotlara başvurmuştu. Okyanus tipi standart denizaltılarını küçülterek demonte halde Tuna Nehri’nden ve karayollarından taşımış, müttefikleri Romanya’nın Köstence limanından denize indirmişlerdi. Sovyet ilerleyişi karşısında kaçacak yeri kalmayan bu denizaltılar, 1944 yılında Türkiye kıyılarına yaklaşarak mürettebatları tarafından batırılmıştı. Alman denizciler ise savaşın sonuna kadar Türkiye’de enterne edilmişlerdi.
Günümüzde ise her alanda gelişen teknolojiler ve savaş alanının doğasını değiştiren insansız hava araçları, Karadeniz için yeni bir tehlike haline geldiler. Montrö Sözleşmesi’nin arkasından dolanmak için insansız araçlar yeni bir fırsat penceresi yarattılar. Ancak Kocaeli’ne düşen dron örneğinde olduğu gibi Karadeniz hava sahasında ya da sularındaki yoğun dron trafiğinin sorumlusu olarak kimin işaret edileceğini söylemek de kolay değil.
18 Aralık günü ABD Merkezi Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM tarafından sosyal medyada paylaşılan bir görüntü, dron savaşlarının nasıl bir gri bölge yarattığının kanıtıydı. İran Körfezi’nde devriye görevi yapan bir ABD savaş gemisinden ilk kez kamikaze dron fırlatıldığını tüm dünya görmüş oldu. Dikkat çekici husus ise ABD gemisinden fırlatılan dronun İran’ın Şahid dronlarının neredeyse birebir kopyası olmasıydı. Açık kaynaklara göre ABD bu dronu Ruslardan ele geçirdiği Şahid tipi dronlardan ters mühendislik yoluyla imal etmişti. Yine aynı kaynaklara göre en az 20 ülke daha İran’ın 200 kilometre patlayıcı başlık taşıyan ve 20 ila 30 bin dolara mal olan bu dronlarının kopyalarını imal edebiliyor. Buradan anlaşılabileceği üzere dron pazarı artık “at izi ile it izinin karıştığı” bir ortama dönüşmüş durumda. Uluslararası krizler yaratmak için ideal bir faili meçhul enstrümanına dönüştüğü anlaşılan dronlar, Karadeniz gibi hassas bölgelerde türlü türlü provokasyonun kaynağı haline gelebilirler.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 23 Aralık 2025’te yayımlanmıştır.



