Savaşlara, bilhassa iç savaşlara salt büyük güç mücadeleleri, cephelerde kimin ne kadar ilerlediği ve kaç kişinin öldüğü veya yaralandığı üzerinden bakarak resmi tam okumak mümkün değil. Askerî-siyasi süreç kadar toplum ve birey, istatistikler kadar biyografilere de kulak vermek son derece önemli. Hatta savaş sonrası yaraların sarılma sürecinde etkili.
Yemenli gazeteci Menal Kâid el-Visabi, 28 Nisan’da el-Cezire’de yayınlanan “Yemen: Yaşayamaz ve Yaşanamaz Bir Devlet” başlıklı yazısında pek gündemimize girmeyen ülkesinin acı gerçeklerini anlatıyor. Değindiği her bir konu aslında sadece Yemen’e mahsus değil, Suriye’den Irak’a ve Libya’ya hemen her çatışma bölgesinin acı gerçekleri…
Yazar, bir zamanlar muhteşem plajıyla meşhur sahil şehri Hudeyde’de çatışmalar durulduğu vakit deniz kıyısında yürürken son birkaç yıldır karşılaştığı manzarayı anlatarak yazısına başlıyor: Caddelerde dizili ve sık sık değişen, hayatını kaybetmiş yüzlerce genç savaşçının yorgun ve üzgün görünen fotoğrafları…
Savaş hiç bitmeyecek mi?
Menal el-Visabi, bu fotoğrafların birçoğunun sosyal medyada da dolaştığına, ancak altlarının, taziye yerine oh çeken ve hakaret içeren yorumlarla dolu olduğuna dikkat çekiyor. 13 yaşındaki çocukların ölüm ilanlarının dahi altındaki nefret yorumlarını görerek dehşete düştüğünü belirten yazar, Yemen’in geleceğine dair taşıdığı haklı endişeyi şöyle anlatıyor:
“Savaşın ülkemin toplumsal dokusunu tamamen bozduğunun farkındayım. Savaş Yemen’i harap etti ve tanınamayacak kadar çirkinleştirdi. Her gün şahit olduğum kutuplaşma, nefret ve intikam arzusu, bu savaş hiç bitmeyebilir diye beni korkutuyor. Cephe hattının zıt tarafında birbiriyle çarpışmış savaşçıların aileleri, yan yana yaşamayı nasıl öğrenebilecekler? Onların çocukları nasıl olup da aynı okula gidecek ve birlikte oynayacak? Bir toplum olarak yeniden bir araya gelebilmek için çekilen tüm acıları ve ıstırapları, tüm hakaretleri ve yaraları nasıl bir kenara bırakabiliriz?”
“Bugün bu soruları düşünmek, bundan sadece 10 sene evvel eşi benzeri görülmemiş bir ulusal birlik anı yaşadığımızı idrak etmemi zorlaştırıyor.” diye devam eden yazar, Mart 2011 tarihine geri giderek her kesimden Yemenlinin daha iyi bir hayat için nasıl meydanları doldurduğunu, siyasi ve dinî çoğulculuklarıyla gurur duyduğunu, yan yana dualar ettiğini anlatıyor.
Ardından devrim sırasında hissettikleri birlik ruhunun kısa sürdüğünü, devrimin bir darbeyle bastırıldığını, daha sonra da Suudi öncülüğünde askerî müdahalenin ve savaşın geldiğini hatırlatıyor.
“Başkent Sanaa’nın Tahrir Meydanı’nda birlikte protesto eden eski yoldaşlar can düşmanlarına dönüştüler. Bu kanlı savaşta on binlerce insan öldürüldü ve milyonlarcası açlıktan kıvranıyor. Yemen’in 30 milyonluk nüfusunun yarısından fazlası farklı düzeylerde gıda güvensizliği ile karşı karşıya ve 3 milyon çocuk aşırı yetersiz beslenmeden mustarip. Yemen devleti parçalandıkça sosyal hizmetler ortadan kalktı ve ekonomi harap oldu. Savaş, ülkedeki altyapıyı tamamen yok etti ve yakıt dâhil tüm temel mallarda kıtlığa neden oldu.” diyor.
Yazar, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Yemen Direktörü Auke Lootsma’nın geçtiğimiz günlerde sarf ettiği şu sözü paylaşıyor: “Savaşın durmaması halinde ülke, onarılamayacak ölçüde ‘yaşayabilmesi imkânsız bir devlet’e dönüşecek.”
Menal el-Visabi diyor ki “Yemen, sadece yaşayabilmesi imkânsız bir devlete dönüşmekle kalmadı, aynı zamanda şimdilerde insanların birlikte yaşamaya tahammül edemediği bir yer oldu. Yabancı gözlemciler için Yemen toplumunun maruz kaldığı yıkımı kavramak zor olabilir. Yabancı medyada savaş genellikle mezhepçilik, kuzey-güney bölünmüşlüğü ve aşiret rekabetleriyle açıklanıyor. Adeta çatışma, Yemen söz konusu olduğunda doğalmış gibi algılanıyor. Ancak savaşın neden olduğu derin ayrılıklar, bu hayali ‘doğal bölünmeler’in ötesine geçiyor.”
Sahadaki durum
Peki, uzaktan bakanların fark edemediği sahadaki gerçek durum ne? Yazar şöyle açıklıyor: “Hâlihazırda üç farklı şehirde açılmış üç cephe var: Hudeyde, Me’rib ve Taiz. Buralarda çarpışan tüm savaşçılar Yemenli, çoğunluğu yerli, çoğu aynı mezhepten ve hatta aynı kabile veya geniş aileden. Buna rağmen karşıt taraflar için savaşıyorlar ve adeta yüzyıllardır düşmanmışçasına birbirlerini öldürüyorlar.”
Yazar, bu sene başında 20 yaşındaki oğlunu Hudeyde cephesinde kaybeden bir kadına taziyeye gittiğini anlatıyor. İki oğlu, hiçbir dini veya ideolojik yakınlığı olmamasına rağmen, sırf ailesinin geçimini sağlamak için düşük bir ücret mukabilinde Husilere katılmış. Sessizce gülümseyen kadın, ağlama yetisini yitirdiğini ve hissizleştiğini, diğer oğlunu savaşmaktan vazgeçirmek için iknayla artık uğraşmadığını söylemiş.
Manal el-Visabi çarpıcı bir örnek daha veriyor: “Aynı aile bireylerinin farklı taraflarda savaşması duyulmamış bir şey değil. Geçenlerde Me’rib’de kendisi Husiler safında savaşırken babası ise karşı tarafta çarpışan Abdülmelik adında bir gencin hikâyesini sosyal medyada okudum. İkisi de aynı cephede birbirine karşı savaşırken öldürüldü.”
Yazar sahadaki gerçekleri şöyle açıklıyor:
“Kardeşlerin, akrabaların ve arkadaşların birbirlerine karşı savaştığını duyduğum başka vakalar da var. Yemen’deki çatışmanın bir kardeş katilliği olduğunu söylemek abartı olmaz.
Entelektüellerin sorumluluğu
Cephe hatları herhangi bir ‘kabileci’ ya da ‘mezhepçi’ mantığı izlemiyor. Cemaatlerin, hatta ailelerin ötesine geçiyor ve birçok insanı, doğal toplumsal çevreleri olmaksızın yüzüstü bırakıyor. (…) Var oldukları sürece barış içinde yaşamış, birbirine sıkı sıkıya bağlı cemaatler artık harap olmuş, bölünmüş ve dağılmış vaziyette.”
Manal el-Visabi bu yaşananlardan medya mensuplarını ve entelektüelleri de sorumlu tutuyor:
“Maalesef ki yerel medya, Yemen toplumunda bölünme hatları çizmekte ziyadesiyle etkin bir rol oynuyor. Çatışma görüntüleri ve esirlerin yakalanması, halk desteğini seferber etme amaçlı propagandanın bir parçası olarak savaşan tarafların resmî televizyon kanallarında gururla yayınlanıyor. Cesetler sıklıkla savaş naraları eşliğinde sergilenirken, -korkusu ve sindirilmişliği yüzlerinden belli olan- savaş esirleri hazır metin ‘itirafları’ tekrarlamak zorunda bırakılıyor.”
“Farklı taraflara mensup Yemenli gazeteciler ve entelektüeller, savaş esirlerinin yakalanmasına veya Yemenli savaşçıların ölümüne kınalar yakan yorumlar yazmaktan çekinmiyor.” diyen yazar, Yemenli gazetecilerin yurtdışında bile aynı şekilde davrandıklarını -2017’de Ürdün’de katıldığı insancıl gazetecilik atölyesinde bazı Yemenli gazetecilerin savaş suçlarını meşrulaştırmaya kalkışacak kadar tarafgirlikte ileri gitmesi örneğini vererek- anlatıyor. Ardından şu çarpıcı tespiti yapıyor:
“Görünen o ki Yemen halkı, yaşadığı pek çok mahrumiyetin ve sevdiklerini ve geçim kaynaklarını yitirmenin yanı sıra, en temel insaniyet şeklinin bile dehşet verici yokluğunu yaşıyor.
Pek çok insan, savaşan taraflara Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İran tarafından verilen dış destek kesildiğinde savaşın sona ereceğine inanıyor. Ben bundan şüpheliyim. Korkarım ki intikam alma dürtüsü savaşı devam ettirecek, keza katliamlar ve ağır ihlaller yapanların adaletten kaçma arzusu da.”
Yazar, 2015’ten bu yana çeşitli barış müzakereleri girişimleri olduğunu, bunlardan sadece 2018’de İsveç’te yapılanın başarılı kabul edildiğini, ancak burada varılan anlaşmadan bugüne kadar hayata geçirilen tek maddenin savaş esirlerinin salıverilmesi olduğunu, akabinde ise gözaltı merkezlerinin yeni tutuklularla doldurulduğunu belirtiyor.
Peki Yemenli gazeteci Manal el-Visabi’ye göre çözüm ne?
“Yemenliler bu savaşın bitmesini istiyorlarsa el sıkışmaktan ve affetmekten başka çareleri yok. Sevdiklerinin katiliyle yan yana yaşamayı ve çocuklarını onların çocuklarıyla aynı okula yollamayı kabul etmek zorunda kalacaklar. Bir zamanlar ‘Mesut Arabistan’ diye anılan ülkemizi yaşayamaz bir devlet olmaktan kurtarmanın tek yolu işte bu.”
Bu yazı ilk kez 6 Mayıs 2021’de yayımlanmıştır.