Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleri, İran ile on yıllardır süregelen soğuk savaşın ardından Tahran ile ilişkilerini gözden geçirmeye başladı. Son olarak, Birleşik Arap Emirlikleri ile Kuveyt, Ağustos ayında, Tahran’a tekrar büyükelçi göndereceklerini açıkladı. Peki, bu Basra Körfezi ve Orta Doğu için ne anlama geliyor?
ABD diplomasisi ve Arap Yarımadası meseleleri üzerinde araştırmalar yürüten ve 41 yıllık diplomatik kariyeri boyunca pek çok Orta Doğu ülkesinde görev yapmış olan emekli büyükelçi Gerald M. Feierstein tarafından kaleme alınan ve Middle East Institute (Ortadoğu Enstitüsü) adlı düşünce kuruluşunun web sitesinde yayınlanan yazıda, Körfez ülkeleri ve İran arasındaki ilişkilerde yaşanan son gelişmeler ele alınıyor.
Yazıdan önce çıkan bölümleri paylaşıyoruz:
“Ağustos ayının ortasında Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt’in altı yıl aradan sonra Tahran’a tekrar büyükelçi göndereceklerini açıklamaları, Körfez bölgesinde diplomatik buzların çözülmeye başladığının en son göstergesi oldu.
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Suudi ve İran Dışişleri Bakanlarının Bağdat’ta bir araya gelmesini teklif ettiğine dair haberler, bölgedeki siyasi rüzgârların değiştiğine dair yeni kanıtlar sundu.
Körfez ülkelerinden İran’a yönelik adımlar
Elbette bu gelişmelerin hiçbiri sürpriz değil. Birleşik Arap Emirlikleri en azından 2019’dan itibaren İran ile diyalog halindeydi ve bölgedeki çatışma riskini azaltmak için fırsatlar aradığını açıkça belirtmişti.
Esasında o dönemde Birleşik Arap Emirlikleri, kuvvetlerini Yemen’deki iç savaştan (terörle mücadele projesi haricinde) çekme kararını, İran ile sürtüşme kaynaklarından birini ortadan kaldırma isteğinin bir “işareti” olarak açıklamıştı. Birleşik Arap Emirlikleri Başkanlık Danışmanı Enver Gargaş, ABD Başkanı Joe Biden’ın Temmuz ayının ortasında Cidde’de Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) liderleriyle yapacağı toplantılar öncesinde basına yaptığı açıklamada, Abu Dabi’nin Büyükelçi Saif Muhammed El Zaabi’yi eski görev yeri Tahran’a tekrar gönderme kararını değerlendirdi.
Benzer şekilde, Kuveyt 2016 yılında, İran’daki Suudi Büyükelçiliği’ne yapılan saldırının ardından Suudiler ile dayanışma amacıyla Tahran’daki büyükelçisini geri çekmiş olsa da uzun bir süredir İran rejimine karşı ılımlı bir politika izliyordu. Bu bağlamda Körfez İşbirliği Konseyi, İran ve Körfez Arap ülkeleri arasında iletişimin sağlanması ve mevcut meselelerin çözüme kavuşturulması için Kuveyt’i Tahran ile diyalog kurmakla görevlendirdi.
Suudilerin, Tahran’a bir büyükelçi gönderilmesi için hazır olduklarına dair henüz bir işaret olmasa da, Irak’ın arabuluculuğunda İran ile yürüttükleri diyaloğu sürdürme ve hatta arttırma konusundaki isteklilikleri, bölgedeki gerilimi düşürmeye yönelik ilgilerini gösteriyor. Bu durum Kuveyt ve Abu Dabi’de İran’a yönelik kendi diyaloglarını sürdürmek için bir yeşil ışık olarak algılandı.
Ne değişti?
ABD’nin bölgeye yönelik savunma ve güvenlik taahhütlerinin geçerliliğine ilişkin belirsizlikler, özellikle Washington’un İran’ın nükleer programına ilişkin Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ndan (KOEP) çekilmesinin yanı sıra İran’ın 2019’da BAE ve Suudi varlıklarına düzenlediği ve ABD’nin cılız bir tepki verdi saldırılar ışığında, Körfez ülkelerinin İran ile diyalog kurma kararı almasına şüphesiz katkıda bulundu.
Ancak bu, bölgedeki ülkelerin İran ile on yıllardır süren soğuk savaş sonrasında “yeni bir sayfa açma” arzusunu tek başına açıklamıyor. Küresel salgın, iç siyasi ve ekonomik talepleri karşılama baskısı ve ekonomik çeşitlendirmeyi teşvik etme ihtiyacı bir araya gelince Körfez ülkelerinin liderleri dış politika meselelerinden ziyade ülke içindeki sorunlara odaklandı.
Ayrıca, Abraham Anlaşmaları (BAE, Fas, Bahreyn, İsrail) ve bunu takip eden Negev Forumu (BAE, İsrail, ABD, Fas, Mısır, Bahreyn) “İran karşıtı” bir bölgesel koalisyonun güçlendirilmesi olarak algılansa da, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesini açıkça İran’ı hedef alan bir hareket olarak nitelendirmeye hiçbir zaman hevesli olmadı. Aslında Birleşik Arap Emirlikleri genel olarak İsrail ile yapılan işbirliğinin özel sektöre sağladığı ekonomik ve ticari faydaları vurguluyor.
Buzlar nereye kadar eriyebilir?
İran ile gerilimin azaltılmasına yönelik bu adımlar ışığında, ilişkilerdeki buzların potansiyel olarak çözülmesinin daha geniş çaplı sorunların çözümünün önünü ne ölçüde açabileceği hâlâ bir soru işareti.
İran ile diplomatik ilişkilerin tam bir şekilde tekrar başlatılması, İran’ın bölgedeki sorunların bölgedeki ülkelerin yer aldığı platformlarda, yani ABD olmadan ele alınması yönündeki talebini karşılıyor. Bununla birlikte, İran’ın hem İsrail hem de ABD’ye karşı zorunlu bir caydırıcı unsur olarak gördüğü bölgesel bir endişe kaynağı olan balistik füze programları meselesini ele almaya istekli olması pek olası görünmüyor.
Yine de diplomatik ilişkilerin normalleşmesi, İran’ın bölgede gerilimin artmasına sebep olan ikinci bir meselenin ele alınmasında yapıcı bir rol oynamaya istekli olma ihtimalini bir nebze artırıyor: Yemen’deki Husiler başta olmak üzere komşu ülkelerde istikrarsızlığa neden olan silahlı gruplara İran tarafından sağlanan destek.
Suudiler sürekli olarak Yemen meselesi hakkında İran ile görüşmeyi hedeflemediklerini ve bu sorunun Arap devletlerinin kendi iç meselesi olduğunu vurguluyorlar. İran’ın Husilerin liderleri üzerinde ne kadar etkiye sahip olduğu da belirsizliğini koruyor. Husiler İran’ın tavsiyelerini dikkate almaya yatkın olsalar bile, çatışmayı sona erdirme konusunda hevesli olmadıkları takdirde İran’ın bunu onlara dayatacak kabiliyete veya isteğe sahip olup olmadığı tam olarak bilinmiyor. Bununla birlikte Tahran’ın sekiz yıldır devam eden çatışmalara siyasi bir çözüm bulunmasından yana tavır koyması, başarılı bir müzakere ihtimalini muhtemelen artıracaktır.
Körfez’deki yumuşamanın etkileri
Körfez bölgesindeki gerilimin daha da azalması, Washington’un İran’ın nükleer programına ilişkin Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın (KOEP) yürürlüğe girmesi için bir yıldır sürdürdüğü müzakerelerin sonuna yaklaşan Biden yönetimi için de potansiyel bir umut ışığı olarak beliriyor.
İran’ın nükleer silah elde etme arayışları, balistik füze programları ile kıyaslandığında İsrail’in aksine Körfez ülkeleri için daha az tehdit olarak algılanıyor. Bununla birlikte, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin, İran’ın bölgedeki istikrarı bozan faaliyetlerini tüm yönleriyle ele almadığı gerekçesiyle ilk defa 2015 yılında kabul edilen Kapsamlı Ortak Eylem Planı’na karşı çıkması, Obama yönetimini içeride siyasi sorunlar ile karşı karşıya bırakmıştı.
Tahran ile Körfez bölgesindeki komşuları arasında diplomatik ilişkilerin tekrar tesis edilmesinin bölgesel meselelerin ikili kanallar aracılığıyla görüşülmesi için fırsatlar sunduğu göz önünde bulundurulduğunda, Biden yönetiminin anlaşmaya tekrar dâhil olma kararından duyulan memnuniyetsizliğin açıkça ifade edilmemesi veya en azından kısık kalması mümkündür.”
Bu yazı ilk kez 6 Eylül 2022’de yayımlanmıştır.