Kosova’daki gerginliğin analizi: Negatif barış ve ötesi

Türkiye’nin NATO bünyesinde daha fazla asker gönderdiği Kosova’daki gerginliğin arkasında hangi sorunlar var? Batı’nın arabuluculuk çabaları neden yetersiz kalıyor? Rusya’nın tutumu ne anlama geliyor? Prof. Dr. Birgül Demirtaş yazdı.

Son zamanlarda Kosova’da artan gerginliğin analizi, Balkanlar’ın bu hassas bölgesinde, çatışmalar bitse bile sosyal adaletin sağlanamadığını, yani negatif barış olduğunu ve bu durumun ötesine bakılması gerektiğini gösteriyor: Ülkedeki Kosovalı Arnavutlar ve Sırpların arasındaki temel sorunlar hâlâ çözülmüş değil. Toprak sorunları, dışlayıcı kimlikler, geçmişte yaşananlardan dolayı herkesin sadece kendisini mağdur görmesi ve geçmişle yüzleşmek istememesi hâlâ ciddi sorunlar arasında.

Oysa on binden fazla kişinin öldüğü ve yaklaşık bir milyon kişinin evsiz kaldığı Kosova Savaşı’nın 1999’da NATO müdahalesiyle sona ermesinin ardından uluslararası toplum bölgeye barışın geldiğine inanmıştı. 2008’de Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, Sırp milliyetçilerinin Kosova’yı anavatanları Sırbistan’ın hâlâ bir parçası olarak görmelerine rağmen, Priştine-Belgrad ilişkilerinin zamanla normalleşeceği düşünülmüştü. Ancak bölgede son zamanlarda giderek artan gerginlik, aslında çözülmeyerek buzdolabına kaldırılan sorunların giderek kendilerini daha fazla gösterdiğini ortaya koyuyor.

Kosova’da gerginlik niye arttı?

Mayıs sonunda yaşanan şiddet olayları nedeniyle Kosova yeniden dünyanın gündemine yerleşti. 23 Nisan’da Kosova’nın kuzeyinde Sırp azınlığın yoğun olarak yaşadığı bölgedeki dört kentte yapılan belediye başkanlığı seçimini Sırplar boykot etti.

Sırplar, Kosova yönetiminin imzaladığı anlaşmalara uymadığını ve kendilerine bazı hakları vermediğini iddia etmekteydi. Yerel seçimlere katılım oranı yüzde 3,5’la sınırlı kaldı. Bu durumda, seçimi kazanan Arnavut siyasiler oldu.

Ne zaman ki seçimleri kazanan kişiler, belediye başkanlığı makamını üstlenmek için harekete geçti, o zaman Sırp protestocular sokaklara döküldü. Olaylar ancak Kosova’da konuşlu NATO barış gücü misyonu Kosova Gücü’nün (Kosovo Force-KFOR) müdahalesiyle yatıştırılabildi. Fakat olaylar sırasında 50’den fazla Sırp, 30’dan fazla da NATO askeri yaralandı.

NATO’nun Kosova’daki asker sayısını arttırmaya çalışması, yaşanan sorunun boyutu hakkında fikir verebilir. Türkiye de NATO Müşterek Kuvvet Komutanlığı’nın talebi üzerine Kosova’ya 65’inci Mekanize Piyade Tugay Komutanlığına bağlı bir komando taburu görevlendirdi.

Savaş sonrası Kosova ve negatif barış

Yaşanan olaylar, Kosova’daki barışın ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha gösterdi. Balkanlar bir kez daha, küresel siyasette önemli bir güvenlik gündemi haline geldi. Aslında yaşananlar ilk değil. Kosova’da son yıllarda giderek artan oranda şiddet olayları yaşanıyor.

Bu bağlamda, barış çalışmalarının kurucusu Norveçli bilim insanı Johan Galtung’un “Şiddet, Barış Ve Barış Araştırmaları” (Violence, Peace and Peace Research) başlıklı makalesinde bahsettiği negatif ve pozitif barış arasındaki ayrımı vurgulamakta fayda var.

Galtung’a göre barışın farklı kategorileri mevcut. Bu kategorilerden biri, negatif barış ve pozitif barış arasındaki ayrım.

Negatif barış, doğrudan şiddetin ya da başka bir deyişle bireyler arasındaki şiddetin olmaması durumu.

Pozitif barış ise sosyal adaletin sağlandığı ve yapısal şiddetin olmaması hali. Bir başka deyişle, pozitif barış ortamında bireyler arasında ekonomik, siyasal ve sosyal haklar bağlamında eşitlik var. Dolayısıyla, bir ülkede fiziksel şiddet olmaması, barışın tamamıyla sağlandığı anlamına gelmiyor.

Gerçekten de Kosova’da 1999’dan bu yana, ülkede yaşayan Arnavut çoğunlukla Sırp azınlık arasındaki fiziksel şiddet olayları minimum düzeyde tutulabilmiş ve büyük çaplı bir çatışma gerçekleşmemiş olsa da tarafların birbirlerine yönelik olumsuz algılamaları sona ermiyor. Her iki taraf da, diğer tarafa verilecek en ufak bir tavizin “adil” olmayacağına baştan hükmediyor. Dolayısıyla, Kosova’da 1999 sonrası durumu negatif barış olarak değerlendirmek mümkün.

Çözülemeyen sorunlar

Belgrad ve Priştine arasında 2008’den bu yana çözülememiş bir dizi sorun var. Bu sorunların en önemlilerinden birisi, diplomatik tanıma ve sınır meselesi.

Dünya tarihinin bizlere öğrettiği önemli bir gerçek var: Ülkeler arasında kalıcı barışın sağlanabilmesi için öncelikle sınır sorunlarının çözülmesi gerekiyor. Sürekli sınırların tartışıldığı bir ortamda ne devletler arası ne de toplumlar arası barışa ulaşmak mümkün olabiliyor.

Fransa ve Almanya örneğini hatırlamakta fayda var. Uzun yıllar boyunca birbirlerinin azılı düşmanı olan iki güçlü Avrupa ülkesi ne zaman Alsace Lorraine bölgesi başta olmak üzere sınır sorunlarını çözebildiyse o zaman ilişkilerini her alanda geliştirmeyi başarabildi. Bugün Almanya ve Fransa, her alanda birbirlerinin en önemli ve en güvenilir partneri. Azılı düşmanlıktan kalıcı dostluğa giden uzun ince yolda, ortak Avrupa kimliği inşası sınır sorunlarının çözümünde önemli bir rol oynadı. Bugün ilişkiler o kadar ilerlemiş düzeyde ki Alsace Lorraine’in kime ait olduğunun artık hiçbir önemi yok.

Sırbistan ve Kosova arasında ise sınır sorunları, hâlâ tüm ağırlığıyla ilişkilere pranga vuruyor. Her ne kadar Kosova 2008’de bağımsızlığını ilan etmiş olsa da Sırbistan hâlâ Kosova’nın bağımsızlığını tanımayı reddediyor. Belgrad yönetimine göre Kosova resmî olarak hâlâ Sırbistan’ın bir parçası. Bu kararında Belgrad yalnız değil: Rusya, Çin ve Avrupa Birliği üyesi beş ülke (İspanya, Romanya, Slovakya, Yunanistan, Güney Kıbrıs) başta olmak üzere onlarca ülke hâlâ Kosova’nın bağımsız bir devlet olduğunu kabul etmiyor.

Haliyle ortada “Kosova devlet midir” sorusunun olması Kosova-Sırbistan sınırını da tartışmalı hale getiriyor. “Söz konusu sınır, iki devlet arasındaki sınır mıdır, yoksa Sırbistan’ın bir bölgesiyle arasındaki sınır mıdır” sorusunun yanıtı bakış açısına göre değişiyor.

Dışlayıcı milliyetçilik

İki taraf arasındaki başka bir sorun da, dışlayıcı milliyetçiliklerin hâlâ tüm ağırlığını devam ettirmesi.

Balkanlar’daki en güçlü dışlayıcı milliyetçilikler Sırp ve Arnavut milliyetçiliği. Kosova’nın yüzde 95’ini Arnavutlar oluşturuyor. Sırplar ise resmî rakamlara göre yüzde 1,5, ama fiiliyatta yüzde 5’e yakın. Sırplar, yoğun olarak ülkenin kuzeyinde yaşıyor. Kosova Anayasası Arnavutçayla birlikte Sırpçayı da resmî dil olarak kabul ediyor ve Sırplara 120 sandalyeden oluşan Meclis’te 10 sandalye verilmesini garanti ediyor. Ancak Sırp halkının büyük çoğunluğu, Kosova’nın ayrı bir devlet olarak meşruiyetini tanımıyor.

Kuzeydeki bölgede Sırp çocukları Sırpça dilinde kendi müfredatlarında, Arnavut çocukları ise Arnavutça dilinde kendi müfredatlarında eğitim görüyor. Taban tabana zıt milliyetçi anlayışla yetişen çocukların da gelecekte birlikte bir yaşamı nasıl kurabilecekleri tartışmalı. Dolayısıyla, dışlayıcı milliyetçilik anlayışı, Kosova’nın sadece bugününü değil, yarınını da ipotek altına alıyor.

Üstelik geçtiğimiz Kasım ayında hem Kosova Meclisi’ndeki Sırp parlamenterlerin hem de devlet kademesinde çalışan Sırp memurların, Sırp plakalı araçlara kısıtlama getirilmesi üzerine görevlerini bırakması, fiiliyattaki Sırp-Arnavut ayrımını daha da konsolide etti. Ülkede bir yandan Kosova otoritesini tanımayan ve tek anavatanları olarak Sırbistan’ı gören Sırp halkıyla, Kosova’nın ülke olarak bağımsızlığını perçinlemeye çalışan ve Sırplara sınırlı azınlık hakları dışında hak vermek istemeyen Arnavut yönetim arasındaki duvarlar her geçen gün daha da kalınlaşıyor.

Öte yandan, mevcut Kosova Başbakanı Albin Kurti’nin eski bir Kosova Özgürlük Ordusu (UÇK) üyesi, Sırbistan Devlet Başkanı Aleksandar Vuciç’in de Slobodan Miloşeviç döneminin eski bakanı olduğu hatırlanırsa mevcut siyasal aktörlerle uzlaşının sağlanmasının ne kadar zor olduğu anlaşılabilir. Ayrıca Freedom House Demokrasi İndeksi’ne göre, hem Kosova hem de Sırbistan’ın “kısmen özgür” statüsünde olması dikkat çekici.

Kendi içinde demokrasiyi konsolide edememiş, üstelik dışlayıcı milliyetçilik anlayışını benimsemiş yönetimlerin bu kadar çetrefilli bir sorun karşısında nasıl uzlaşı sağlayabilecekleri tartışmalı bir konu.

Kosova sorununda Batı’nın tutumu

Kosova’daki sorun yumağı karşısında Avrupa Birliği 2011’den bu yana Kosova ve Sırbistan yönetimlerini bir araya getirerek arabuluculuk yapmaya çalışıyor.

Karşılıklı olarak diplomaların tanınması ve kimlikle seyahat gibi teknik konularda anlaşma sağlandı. Ancak teknik konularda sağlanan bu anlaşma, daha hassas alanlara yayılamadı. Örneğin 2013’te AB arabuluculuğunda imzalanan anlaşmaya göre, Kosova’nın kuzeyinde Sırp Belediyeler Birliği kurulması kararlaştırılmıştı, ancak Kosova yönetimi Sırpların özerkliğini arttıracağını düşündüğü bu maddeyi uygulamamakta ısrar ediyor.

18 Mart’ta Kosova ve Sırbistan liderlerinin, yine AB arabuluculuğunda, ama bu kez Fransa ve Almanya’nın öncülüğünde hazırlanan metni sözlü olarak kabul etmeleri, ortamı yumuşatmaya yetmedi.

AB, bu anlaşmayı, 1972’de Doğu ve Batı Almanya devletleri arasında yapılan ve birbirlerini diplomatik olarak tanımasalar da ilişkilerini geliştirmelerine imkân veren anlaşmadan ilham alarak hazırlamıştı. Ancak anlaşmanın sadece sözlü olması, yazılı olmaması ciddi bir sorun.

Anlaşmadan sonra AB, Kosova vatandaşlarının 2024’ten itibaren vizesiz geçiş uygulanmasından yararlanacaklarını açıkladı. Ancak, AB’nin taraflara uzlaşmaları karşılığı AB’yle ilişkileri geliştirme ve ekonomik yardım başta olmak üzere havuç sunması, temel sorunları çözmeye yetmiyor.

2020’den bu yana ABD yönetiminin de, AB’ye ek olarak, Kosova-Sırbistan diyalogunu sağlamak için aktif çaba içerisine girmesi dikkat çekici.

Arabuluculuk çabaları yeterli mi?

ABD ve AB’nin arabuluculuk çabaları, sadece liderleri ikna etmeye dayalı. Üstelik çoğu durumda Batılı başkentlerde, Batı’nın kendi sorunlarına bulduğu tarihsel çözümlerin benzerleri bir anlamda empoze edilmeye çalışılıyor. Başka bir ciddi sorun da, Batı’nın arabuluculuk çabalarının çoğu zaman toplumsal aktörleri sürece dâhil etmemesi.

Aslında, bölgedeki dinamikleri olumlu yönde etkileyebilecek en büyük havuç, AB’nin bölgeye yönelik gerçekçi bir genişleme dalgası başlatması. Avrupa Birliği eğer küresel siyasette etkili bir aktör olacaksa, Balkanlar’daki sorunların çözümünde katalizör rolü oynamayı başarabilmeli.

Rusya-Ukrayna Savaşı’nın olası etkileri

Kosova meselesini sadece bölgesel aktörler arasında bir mesele olarak değerlendirmek hatalı olur. Rusya’nın küreselde artan etkisinin bölgede de yansımaları var.

Rusya hem Sırbistan’ı hem de Kosova’daki ve diğer bölge ülkelerindeki Sırpları destekliyor. Bölgenin enerji konusunda Rusya’ya bağımlılığı bir gerçeklik. Kosova’nın kuzeyindeki son gösterilerde göstericilerin Rus savaş sembolü olan “Z” harfini Kosova polisinin ve NATO barış gücünün araçlarına işaretlemeleri dikkat çekici.

Son olaylar sırasında Rusya yönetimi Sırpların meşru haklarını savunduklarını öne sürerek Batı’nın propaganda yaptığını iddia etti. Revizyonist dış politika uygulayarak Ukrayna’yı işgal etmeye çalışan Moskova yönetiminin, Balkanlar konusunda pasif kalacağı düşünülmemeli. Putin yönetimi, AB yaptırımlarına katılmayan Sırbistan yönetimini her şekilde savunmak için çaba sarf edecektir. Dolayısıyla, Rusya’nın değişen dış politikası Balkanlar’daki fay hatlarında da etkili olma potansiyeline sahip.

Kosova-Sırbistan diyalogunda Türk dış politikasının aktif bir rol oynamaya çalışmaması da dikkat çekici. Bölgeyi “gönül coğrafyası” olarak niteleyen Türk karar alıcıların, söylem düzeyinde sıkça kullanılan proaktif dış politikayı, hayata geçirip geçirmeyeceğini zaman gösterecek.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 6 Haziran 2023’te yayımlanmıştır.

Birgül Demirtaş
Birgül Demirtaş
Prof. Dr. Birgül Demirtaş - Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi’nde, yüksek lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi’nde, doktora eğitimini Berlin Hür Üniversitesi’nde tamamladı. Doktora eğitimi sonrası Başkent Üniversitesi’nde ve TOBB ETÜ’de görev yaptı. Haziran-Eylül 2021 tarihleri arasında Tübingen Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2004-2018 arası Uluslararası İlişkiler dergisinin yardımcı editörlüğünü, 2019-2021 arasında da yönetici editörlüğünü yaptı. Ayrıca 2014-2018 yılları arasında Perceptions dergisinin yardımcı editörlüğünü yaptı. Çalışmaları Türk dış politikası, Balkanlar, Alman dış politikası, AB dış politikası, göç ve siyaset, kent diplomasisi ile toplumsal cinsiyet üzerinde yoğunlaşıyor. Southeast European and Black Sea Studies, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Middle Eastern Policy, Iran and the Caucasus, WeltTrends, Femina Politica, Internationale Politik, Alternatif Politika, Milletlerarası Münasebetler Türk Yıllığı ve Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi’nde makaleleri yayınlandı. Türk-Alman Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Kosova’daki gerginliğin analizi: Negatif barış ve ötesi

Türkiye’nin NATO bünyesinde daha fazla asker gönderdiği Kosova’daki gerginliğin arkasında hangi sorunlar var? Batı’nın arabuluculuk çabaları neden yetersiz kalıyor? Rusya’nın tutumu ne anlama geliyor? Prof. Dr. Birgül Demirtaş yazdı.

Son zamanlarda Kosova’da artan gerginliğin analizi, Balkanlar’ın bu hassas bölgesinde, çatışmalar bitse bile sosyal adaletin sağlanamadığını, yani negatif barış olduğunu ve bu durumun ötesine bakılması gerektiğini gösteriyor: Ülkedeki Kosovalı Arnavutlar ve Sırpların arasındaki temel sorunlar hâlâ çözülmüş değil. Toprak sorunları, dışlayıcı kimlikler, geçmişte yaşananlardan dolayı herkesin sadece kendisini mağdur görmesi ve geçmişle yüzleşmek istememesi hâlâ ciddi sorunlar arasında.

Oysa on binden fazla kişinin öldüğü ve yaklaşık bir milyon kişinin evsiz kaldığı Kosova Savaşı’nın 1999’da NATO müdahalesiyle sona ermesinin ardından uluslararası toplum bölgeye barışın geldiğine inanmıştı. 2008’de Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, Sırp milliyetçilerinin Kosova’yı anavatanları Sırbistan’ın hâlâ bir parçası olarak görmelerine rağmen, Priştine-Belgrad ilişkilerinin zamanla normalleşeceği düşünülmüştü. Ancak bölgede son zamanlarda giderek artan gerginlik, aslında çözülmeyerek buzdolabına kaldırılan sorunların giderek kendilerini daha fazla gösterdiğini ortaya koyuyor.

Kosova’da gerginlik niye arttı?

Mayıs sonunda yaşanan şiddet olayları nedeniyle Kosova yeniden dünyanın gündemine yerleşti. 23 Nisan’da Kosova’nın kuzeyinde Sırp azınlığın yoğun olarak yaşadığı bölgedeki dört kentte yapılan belediye başkanlığı seçimini Sırplar boykot etti.

Sırplar, Kosova yönetiminin imzaladığı anlaşmalara uymadığını ve kendilerine bazı hakları vermediğini iddia etmekteydi. Yerel seçimlere katılım oranı yüzde 3,5’la sınırlı kaldı. Bu durumda, seçimi kazanan Arnavut siyasiler oldu.

Ne zaman ki seçimleri kazanan kişiler, belediye başkanlığı makamını üstlenmek için harekete geçti, o zaman Sırp protestocular sokaklara döküldü. Olaylar ancak Kosova’da konuşlu NATO barış gücü misyonu Kosova Gücü’nün (Kosovo Force-KFOR) müdahalesiyle yatıştırılabildi. Fakat olaylar sırasında 50’den fazla Sırp, 30’dan fazla da NATO askeri yaralandı.

NATO’nun Kosova’daki asker sayısını arttırmaya çalışması, yaşanan sorunun boyutu hakkında fikir verebilir. Türkiye de NATO Müşterek Kuvvet Komutanlığı’nın talebi üzerine Kosova’ya 65’inci Mekanize Piyade Tugay Komutanlığına bağlı bir komando taburu görevlendirdi.

Savaş sonrası Kosova ve negatif barış

Yaşanan olaylar, Kosova’daki barışın ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha gösterdi. Balkanlar bir kez daha, küresel siyasette önemli bir güvenlik gündemi haline geldi. Aslında yaşananlar ilk değil. Kosova’da son yıllarda giderek artan oranda şiddet olayları yaşanıyor.

Bu bağlamda, barış çalışmalarının kurucusu Norveçli bilim insanı Johan Galtung’un “Şiddet, Barış Ve Barış Araştırmaları” (Violence, Peace and Peace Research) başlıklı makalesinde bahsettiği negatif ve pozitif barış arasındaki ayrımı vurgulamakta fayda var.

Galtung’a göre barışın farklı kategorileri mevcut. Bu kategorilerden biri, negatif barış ve pozitif barış arasındaki ayrım.

Negatif barış, doğrudan şiddetin ya da başka bir deyişle bireyler arasındaki şiddetin olmaması durumu.

Pozitif barış ise sosyal adaletin sağlandığı ve yapısal şiddetin olmaması hali. Bir başka deyişle, pozitif barış ortamında bireyler arasında ekonomik, siyasal ve sosyal haklar bağlamında eşitlik var. Dolayısıyla, bir ülkede fiziksel şiddet olmaması, barışın tamamıyla sağlandığı anlamına gelmiyor.

Gerçekten de Kosova’da 1999’dan bu yana, ülkede yaşayan Arnavut çoğunlukla Sırp azınlık arasındaki fiziksel şiddet olayları minimum düzeyde tutulabilmiş ve büyük çaplı bir çatışma gerçekleşmemiş olsa da tarafların birbirlerine yönelik olumsuz algılamaları sona ermiyor. Her iki taraf da, diğer tarafa verilecek en ufak bir tavizin “adil” olmayacağına baştan hükmediyor. Dolayısıyla, Kosova’da 1999 sonrası durumu negatif barış olarak değerlendirmek mümkün.

Çözülemeyen sorunlar

Belgrad ve Priştine arasında 2008’den bu yana çözülememiş bir dizi sorun var. Bu sorunların en önemlilerinden birisi, diplomatik tanıma ve sınır meselesi.

Dünya tarihinin bizlere öğrettiği önemli bir gerçek var: Ülkeler arasında kalıcı barışın sağlanabilmesi için öncelikle sınır sorunlarının çözülmesi gerekiyor. Sürekli sınırların tartışıldığı bir ortamda ne devletler arası ne de toplumlar arası barışa ulaşmak mümkün olabiliyor.

Fransa ve Almanya örneğini hatırlamakta fayda var. Uzun yıllar boyunca birbirlerinin azılı düşmanı olan iki güçlü Avrupa ülkesi ne zaman Alsace Lorraine bölgesi başta olmak üzere sınır sorunlarını çözebildiyse o zaman ilişkilerini her alanda geliştirmeyi başarabildi. Bugün Almanya ve Fransa, her alanda birbirlerinin en önemli ve en güvenilir partneri. Azılı düşmanlıktan kalıcı dostluğa giden uzun ince yolda, ortak Avrupa kimliği inşası sınır sorunlarının çözümünde önemli bir rol oynadı. Bugün ilişkiler o kadar ilerlemiş düzeyde ki Alsace Lorraine’in kime ait olduğunun artık hiçbir önemi yok.

Sırbistan ve Kosova arasında ise sınır sorunları, hâlâ tüm ağırlığıyla ilişkilere pranga vuruyor. Her ne kadar Kosova 2008’de bağımsızlığını ilan etmiş olsa da Sırbistan hâlâ Kosova’nın bağımsızlığını tanımayı reddediyor. Belgrad yönetimine göre Kosova resmî olarak hâlâ Sırbistan’ın bir parçası. Bu kararında Belgrad yalnız değil: Rusya, Çin ve Avrupa Birliği üyesi beş ülke (İspanya, Romanya, Slovakya, Yunanistan, Güney Kıbrıs) başta olmak üzere onlarca ülke hâlâ Kosova’nın bağımsız bir devlet olduğunu kabul etmiyor.

Haliyle ortada “Kosova devlet midir” sorusunun olması Kosova-Sırbistan sınırını da tartışmalı hale getiriyor. “Söz konusu sınır, iki devlet arasındaki sınır mıdır, yoksa Sırbistan’ın bir bölgesiyle arasındaki sınır mıdır” sorusunun yanıtı bakış açısına göre değişiyor.

Dışlayıcı milliyetçilik

İki taraf arasındaki başka bir sorun da, dışlayıcı milliyetçiliklerin hâlâ tüm ağırlığını devam ettirmesi.

Balkanlar’daki en güçlü dışlayıcı milliyetçilikler Sırp ve Arnavut milliyetçiliği. Kosova’nın yüzde 95’ini Arnavutlar oluşturuyor. Sırplar ise resmî rakamlara göre yüzde 1,5, ama fiiliyatta yüzde 5’e yakın. Sırplar, yoğun olarak ülkenin kuzeyinde yaşıyor. Kosova Anayasası Arnavutçayla birlikte Sırpçayı da resmî dil olarak kabul ediyor ve Sırplara 120 sandalyeden oluşan Meclis’te 10 sandalye verilmesini garanti ediyor. Ancak Sırp halkının büyük çoğunluğu, Kosova’nın ayrı bir devlet olarak meşruiyetini tanımıyor.

Kuzeydeki bölgede Sırp çocukları Sırpça dilinde kendi müfredatlarında, Arnavut çocukları ise Arnavutça dilinde kendi müfredatlarında eğitim görüyor. Taban tabana zıt milliyetçi anlayışla yetişen çocukların da gelecekte birlikte bir yaşamı nasıl kurabilecekleri tartışmalı. Dolayısıyla, dışlayıcı milliyetçilik anlayışı, Kosova’nın sadece bugününü değil, yarınını da ipotek altına alıyor.

Üstelik geçtiğimiz Kasım ayında hem Kosova Meclisi’ndeki Sırp parlamenterlerin hem de devlet kademesinde çalışan Sırp memurların, Sırp plakalı araçlara kısıtlama getirilmesi üzerine görevlerini bırakması, fiiliyattaki Sırp-Arnavut ayrımını daha da konsolide etti. Ülkede bir yandan Kosova otoritesini tanımayan ve tek anavatanları olarak Sırbistan’ı gören Sırp halkıyla, Kosova’nın ülke olarak bağımsızlığını perçinlemeye çalışan ve Sırplara sınırlı azınlık hakları dışında hak vermek istemeyen Arnavut yönetim arasındaki duvarlar her geçen gün daha da kalınlaşıyor.

Öte yandan, mevcut Kosova Başbakanı Albin Kurti’nin eski bir Kosova Özgürlük Ordusu (UÇK) üyesi, Sırbistan Devlet Başkanı Aleksandar Vuciç’in de Slobodan Miloşeviç döneminin eski bakanı olduğu hatırlanırsa mevcut siyasal aktörlerle uzlaşının sağlanmasının ne kadar zor olduğu anlaşılabilir. Ayrıca Freedom House Demokrasi İndeksi’ne göre, hem Kosova hem de Sırbistan’ın “kısmen özgür” statüsünde olması dikkat çekici.

Kendi içinde demokrasiyi konsolide edememiş, üstelik dışlayıcı milliyetçilik anlayışını benimsemiş yönetimlerin bu kadar çetrefilli bir sorun karşısında nasıl uzlaşı sağlayabilecekleri tartışmalı bir konu.

Kosova sorununda Batı’nın tutumu

Kosova’daki sorun yumağı karşısında Avrupa Birliği 2011’den bu yana Kosova ve Sırbistan yönetimlerini bir araya getirerek arabuluculuk yapmaya çalışıyor.

Karşılıklı olarak diplomaların tanınması ve kimlikle seyahat gibi teknik konularda anlaşma sağlandı. Ancak teknik konularda sağlanan bu anlaşma, daha hassas alanlara yayılamadı. Örneğin 2013’te AB arabuluculuğunda imzalanan anlaşmaya göre, Kosova’nın kuzeyinde Sırp Belediyeler Birliği kurulması kararlaştırılmıştı, ancak Kosova yönetimi Sırpların özerkliğini arttıracağını düşündüğü bu maddeyi uygulamamakta ısrar ediyor.

18 Mart’ta Kosova ve Sırbistan liderlerinin, yine AB arabuluculuğunda, ama bu kez Fransa ve Almanya’nın öncülüğünde hazırlanan metni sözlü olarak kabul etmeleri, ortamı yumuşatmaya yetmedi.

AB, bu anlaşmayı, 1972’de Doğu ve Batı Almanya devletleri arasında yapılan ve birbirlerini diplomatik olarak tanımasalar da ilişkilerini geliştirmelerine imkân veren anlaşmadan ilham alarak hazırlamıştı. Ancak anlaşmanın sadece sözlü olması, yazılı olmaması ciddi bir sorun.

Anlaşmadan sonra AB, Kosova vatandaşlarının 2024’ten itibaren vizesiz geçiş uygulanmasından yararlanacaklarını açıkladı. Ancak, AB’nin taraflara uzlaşmaları karşılığı AB’yle ilişkileri geliştirme ve ekonomik yardım başta olmak üzere havuç sunması, temel sorunları çözmeye yetmiyor.

2020’den bu yana ABD yönetiminin de, AB’ye ek olarak, Kosova-Sırbistan diyalogunu sağlamak için aktif çaba içerisine girmesi dikkat çekici.

Arabuluculuk çabaları yeterli mi?

ABD ve AB’nin arabuluculuk çabaları, sadece liderleri ikna etmeye dayalı. Üstelik çoğu durumda Batılı başkentlerde, Batı’nın kendi sorunlarına bulduğu tarihsel çözümlerin benzerleri bir anlamda empoze edilmeye çalışılıyor. Başka bir ciddi sorun da, Batı’nın arabuluculuk çabalarının çoğu zaman toplumsal aktörleri sürece dâhil etmemesi.

Aslında, bölgedeki dinamikleri olumlu yönde etkileyebilecek en büyük havuç, AB’nin bölgeye yönelik gerçekçi bir genişleme dalgası başlatması. Avrupa Birliği eğer küresel siyasette etkili bir aktör olacaksa, Balkanlar’daki sorunların çözümünde katalizör rolü oynamayı başarabilmeli.

Rusya-Ukrayna Savaşı’nın olası etkileri

Kosova meselesini sadece bölgesel aktörler arasında bir mesele olarak değerlendirmek hatalı olur. Rusya’nın küreselde artan etkisinin bölgede de yansımaları var.

Rusya hem Sırbistan’ı hem de Kosova’daki ve diğer bölge ülkelerindeki Sırpları destekliyor. Bölgenin enerji konusunda Rusya’ya bağımlılığı bir gerçeklik. Kosova’nın kuzeyindeki son gösterilerde göstericilerin Rus savaş sembolü olan “Z” harfini Kosova polisinin ve NATO barış gücünün araçlarına işaretlemeleri dikkat çekici.

Son olaylar sırasında Rusya yönetimi Sırpların meşru haklarını savunduklarını öne sürerek Batı’nın propaganda yaptığını iddia etti. Revizyonist dış politika uygulayarak Ukrayna’yı işgal etmeye çalışan Moskova yönetiminin, Balkanlar konusunda pasif kalacağı düşünülmemeli. Putin yönetimi, AB yaptırımlarına katılmayan Sırbistan yönetimini her şekilde savunmak için çaba sarf edecektir. Dolayısıyla, Rusya’nın değişen dış politikası Balkanlar’daki fay hatlarında da etkili olma potansiyeline sahip.

Kosova-Sırbistan diyalogunda Türk dış politikasının aktif bir rol oynamaya çalışmaması da dikkat çekici. Bölgeyi “gönül coğrafyası” olarak niteleyen Türk karar alıcıların, söylem düzeyinde sıkça kullanılan proaktif dış politikayı, hayata geçirip geçirmeyeceğini zaman gösterecek.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 6 Haziran 2023’te yayımlanmıştır.

Birgül Demirtaş
Birgül Demirtaş
Prof. Dr. Birgül Demirtaş - Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi’nde, yüksek lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi’nde, doktora eğitimini Berlin Hür Üniversitesi’nde tamamladı. Doktora eğitimi sonrası Başkent Üniversitesi’nde ve TOBB ETÜ’de görev yaptı. Haziran-Eylül 2021 tarihleri arasında Tübingen Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2004-2018 arası Uluslararası İlişkiler dergisinin yardımcı editörlüğünü, 2019-2021 arasında da yönetici editörlüğünü yaptı. Ayrıca 2014-2018 yılları arasında Perceptions dergisinin yardımcı editörlüğünü yaptı. Çalışmaları Türk dış politikası, Balkanlar, Alman dış politikası, AB dış politikası, göç ve siyaset, kent diplomasisi ile toplumsal cinsiyet üzerinde yoğunlaşıyor. Southeast European and Black Sea Studies, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Middle Eastern Policy, Iran and the Caucasus, WeltTrends, Femina Politica, Internationale Politik, Alternatif Politika, Milletlerarası Münasebetler Türk Yıllığı ve Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi’nde makaleleri yayınlandı. Türk-Alman Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x