İç savaş süresince ve muhalif güçlerin başkent Şam’ı ele geçirdiği 8 Aralık sonrasında Suriye’de en çok konuşulan konularından biri Kürtlerin durumu oldu. 2011 öncesinde yaklaşık 2 milyon nüfusları ile Kürtler, Suriye nüfusunun %10’luk kısmını oluşturuyorlardı.[1] Ancak siyasi ve toplumsal süreçlerin dışında tutuldukları ve ciddi bir baskı altında olduklarına yönelik çok yoğun itirazları vardı.
2004 yılında yaşanan Kamışlı Olayları, Suriye’de Kürtlerin kaderlerinin en önemli belirleyicilerinden biri oldu. Bir futbol maçı sırasında tribünlerdeki Araplar ve Kürtler arasında siyasi sloganlar üzerinden yaşanan gerginliğin saha dışına yansıması ve kısa sürede şiddete dönmesiyle birlikte kolluk güçlerinin müdahalesi onlarca kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden oldu. Bu olaylar sonrasında rejim karşıtı çizgileri olduğu için Suriye genelinde Kürtlere yönelik baskı arttı ve Kürt partiler üzerlerine şüphe projeksiyonu tutulan bir unsur haline geldi.
İç savaşın başlamasıyla birlikte ise Suriye’de Kürtlerin konumu ve rolleri tamamen değişti. Özellikle 2003 yılında kurulmuş olan ve Türkiye’nin PKK’nın Suriye uzantısı olarak kabul ettiği Demokratik Birlik Partisi (PYD) iç savaş boyunca rejim ve muhalifler dışında üçüncü yol stratejisi izleyerek çok ciddi kazanımlar elde etti. 2011 yılında aktif hale gelen ve PYD’nin silahlı gücü olarak tanımlanabilecek Halk Savunma Birlikleri (YPG) ve Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) şüphesiz bu kazanımların en önemli sağlayıcılarından oldu.
Arap Baharı sürecinin kıvılcımlarından kaynaklanan iç çatışmaların başında muhalif gruplarla hızla tırmanan gerginlik, Esad rejimini Kürtlere yönelik yeni bir yaklaşım izlemeye yönlendirdi. Beşar Esad, güvenlik güçlerini Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı kuzey bölgelerinden çekerek muhaliflerle çatışmaya ağırlık verdi. Bu durumun arkasında PYD’nin rejim ile resmiyete varmayan bir anlaşması vardı. O dönemde, uzun zamandır sürgünde olan PYD lideri Salih Müslim’in ülkeye girmesine izin verilmesi, hapishanelerde bulunan onlarca PYD üyesinin salıverilmesi, pek çok yerleşim yerinin YPG kontrolüne bırakılması ve Kamışlı’da neredeyse ortak bir yönetim kurulması gibi gelişmeler bu durumun kanıtları olarak sayılabilir.
Farklı sesler: Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS)
Ancak PYD, Suriye’deki Kürtlerin oluşturduğu tek yapı değildi. 2011 yılında kurulan, merkezi Irak Erbil’de olan ve Neçirvan Barzani tarafından desteklenen Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS), Beşar Esad karşısında Kürt partileri ve grupları bir araya toplayan şemsiye bir yapılanma haline geldi.
ENKS başta Kürtlerin iç savaştan kazanımlarla çıkması için etkili bir siyasi ve askerî bir oluşum olarak görülse de zaman içinde PYD’nin gölgesinde kaldı. ENKS ve PYD kısa süreli bir birlikteliğin ardından farklı yollar izlediler, sıklıkla birbirilerini suçlayan açıklamalar yaptılar; ENKS PYD’yi rejimle hareket etmekle suçlarken, PYD ise ENKS’nin Suriye Kürtlerini temsil eden yerli bir yapılanma olmadığını iddia etti. Bu nedenle iç savaş boyunca Suriye’deki Kürtler arasında güçlü bir birliktelik kurulamadı.
PYD nasıl güçlendi?
Diğer taraftan PYD, YPG’nin giderek artan etkisi ile rejimden boşalan yerleşim yerlerini ele geçirmesi ve DEAŞ ile olan mücadelesi ile giderek güç kazanan ve tanınırlık elde eden bir aktör haline geldi.
2014’te, Ayn el-Arab, Afrin ve Cezire’de kanton ilan ederek yerel yönetim kurması, daha sonra bu kantonların birleştirmesiyle 2016’da federasyon ilan etmesi, son olarak 2018’de Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KDSÖY) ortaya çıkması, PYD’nin adım adım uyguladığı özerklik stratejilerinin safhaları oldu. KDSÖY halen 7 yerel yönetim bölgesini kontrol ediyor ve bu alanlar Suriye topraklarının neredeyse %20’sini kaplıyor.
Suriye Demokratik Güçleri (SDG)
DEAŞ’a karşı koalisyonun sahadaki yerel gücü olarak dizayn edilen Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) de özel bir atıf yapmak gerekiyor. 2015 yılında kurulan ve bir dizi silahlı grubun birleşmesiyle oluşan birliklerin komutası YPG tarafından yapılıyor.
Bugün ismi sıklıkla duyulan SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, YPG’nin eski komutanıdır.
Kürtlerin yanı sıra Arap ve Süryaniler gibi Suriye’deki diğer unsurlardan grupları da içine alan SDG, KDSÖY’ün zamanla silahlı kanadı haline geldi. Böylece PYD ve YPG isimleri bu iki yapının arkasında kalarak çoğunlukla görünmez oldu.
2024’te yerel seçim girişimi
İç savaş boyunca PYD kurduğu iç ve uluslararası ilişkilerle siyasi ve askerî kazanımlar elde ederek Suriye’nin en önemli aktörlerinden biri haline geldi. Bu kazanımları pekiştirmeye yönelik hamle de 2024 yılında düzenlenmek istenen yerel seçimler olarak öne çıktı.
KDSÖY’den Nisan ayında yapılan yerel seçim açıklaması, Türkiye ve ENKS başta olmak üzere pek çok tarafın tepkisini çekti. Mayıs’ta planlanan seçim bu tepkiler nedeniyle önce Haziran’a, sonra Ağustos’a daha sonra da bilinmez bir tarihe ertelendi. Yaklaşık üç milyon seçmenin katılacağı açıklanan bu seçim, PYD’nin fiili kazanımlarını iç savaş sonrası dönem için meşru bir zemine çekme arayışı olarak değerlendirmek gerekir.
Seçim tartışmalarının gölgesinde 21-22 Eylül tarihlerinde düzenlenen PYD’nin 10. Kongresi ise Salih Müslüm ve Asya Abdullah yerine Garip Hüso ve Pervin Yusuf’un eş başkanlığa seçilmeleriyle yönetim değişikliğine sahne olurken, konuşmalara demokratik özerklik, yerel seçim ve Abdullah Öcalan’ın ideolojisine bağlılık vurguları hâkim oldu. İç savaş boyunca elde edilen siyasi ve askeri kazanımların atmosferinde toplanan kongrede, PYD’nin Suriye’nin geleceğindeki konumu masaya yatırıldı. Fakat 8 Aralık, PYD’nin tüm planlarını altüst etti.
8 Aralık neleri değiştirdi?
Kasım ayı sonunda muhaliflerin başlattığı karşı harekât Beşar Esad’ın ülkeyi terk etmesi ve 8 Aralık 2024’te Şam’ın ele geçirilmesi ile sonuçlanırken, Suriye için yeni bir dönemin habercisi oldu. Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) öncülüğündeki grupların mutlak zafer ilan etmeleri ve iç savaşın bittiğini duyurmalarıyla birlikte Suriye’de yeni düzenin kurulması temel odak noktası haline geldi. Nitekim sonraki süreçte 29 Ocak’ta düzenlenen Zafer Konferansı, 25 Şubat’ta gerçekleştirilen Ulusal Diyalog Konferansı, Mart başında ilan edilen geçici anayasa, Mart sonunda açıklanan Suriye Geçiş Hükümeti ve Devlet Başkanı seçilen Ahmed Şara‘nın yürüttüğü yurt içi ve yurt dışı diplomasi trafiği bu düzenin kurulması için önemli girişimler olarak öne çıktı.
8 Aralık ile birlikte Suriye’deki Kürtler için de yeni dönemde konumlanma ve siyasi süreçlerde yer alma için yoğun bir mücadele başladı. HTŞ’nin ülkenin yeniden inşasına yönelik girişimleri artarken, Kürtler de Suriye’nin geleceğindeki yerlerini garanti altına almak için hamleler yapmaya çalıştılar. Örneğin; muhalifler Şam’a yürürken SDG de pragmatist bir tutumla rejim askerlerin terk ettikleri kimi yerlere ilerlemeye çalıştı. Böylece Suriye yeni bir safhaya geçerken, yeni dönemde siyasi ve askerî kontrol sağladığı bölgeler üzerinden uzlaşı masasına gitme hedefi güttü. Diğer taraftan PYD de yaptığı açıklamalarda Suriye’de yeni dönemin barış, uzlaşma ve saygı üzerine kurulu olması gerektiğini vurguladı.
Suriye’deki tüm Kürt gruplarla işbirliği arayışı
Bu dönemdeki en önemli gelişmelerden biri, PYD ve SDG’nin Suriye’deki diğer Kürt gruplar ile diyalog başlatma girişimi oldu. Mazlum Abdi’nin önce ENKS yetkilileriyle, ardından da Erbil’e giderek Barzani ile görüşmesi bu anlamda kritik dönüşümler olarak görülebilir.
Daha birkaç ay öncesinde, Ekim 2024’te Irak Kürt Bölgesel Yönetimi seçimlerinde PYD eş başkanları Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) adayı Bafel Talabani’yi, Barzani’nin Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) karşısında açık bir şekilde desteklemişlerdi. Şüphesiz ki bu desteğin arkasında ENKS ve onu hamisi konumunda olan Barzani’ye karşı duruş vardı. Fakat 8 Aralık sonrasında yönetimin el değiştirmesi PYD’nin de yönünü Suriye’deki diğer Kürt gruplarla iş birliğine döndürdü. Nitekim sonrasındaki süreçte Şam tarafından alınan kararlar toplu şekilde tüm Kürt partileri tarafından protesto edilmeye başladı.
8 Aralık’ın ardından HTŞ’nin tüm Suriye için genel istekleri; Suriye’nin geleceği için ortak çalışma ve toprak bütünlüğünün korunması, tüm silahlı grupların silahlarını bırakarak düzenli orduya katılması, iç savaş süresince ülkede bulunan yabancı savaşçıların ülkeyi terk etmesi ve devlet kurumlarının ülke genelinde yeniden işlerlik kazanması şeklinde oldu.
Bu noktada, KDSÖY ve SDG’nin bu isteklerin karşısındaki temel meydan okumalar olarak kaldığını özellikle ifade etmek gerekir. Öyle ki SDG’nin silah bırakmaması Zafer Konferansı’na ve Ulusal Diyalog Konferans’ına Kürt grupların davet edilmemesi ile sonuçlandı. Bu nedenle Kürtler kendilerinin dışlandığı bir sürecin yaşandığını ve eski Suriye’den miras kalan ayrımcı yaklaşımların devam ettirildiğini dile getirdiler. SDG’nin silah bırakmasına yönelik özellikle Şubat ayı boyunca yapılan görüşmelerin bir sonuca ulaşmaması, Suriye’de tekrardan sıcak çatışmaya varabilecek bir gerginliğin başlama endişelerini artırdı.
10 Mart Anlaşması, umut, hayal kırıklığı
Fakat 10 Mart tarihinde Ahmed Şara ve Mazlum Abdi’nin imzaladığı 8 maddelik anlaşma bu endişeleri bir an olsun gölgeledi.
Anlaşmada; dinî ve etnik kökenlere bakılmaksızın tüm Suriyelilerin siyasi süreçlere katılmalarının sağlanması, Kürtlerin anayasal haklarının garanti altına alınması, Suriye’nin genelinde ateşkes yapılması, yerlerinden edilmiş tüm Suriyelilerinin evlerine dönmeleri için iş birliği kanallarının oluşturulması, Suriye’nin kuzeydoğusundaki tüm sivil ve askerî kurumların merkeze entegre edilmesi, bölgedeki sınır kapıları, havaalanları ve enerji tesislerinin Şam yönetimine bırakılması, ülkeye yönelik tehdit oluşturacak her türlü oluşumla ortak mücadele edilmesi, Suriye’nin birliğine karşı her türlü söylemlerin engellenmesi ve anlaşmanın yürürlüğe girmesi için yürütme komitelerinin yıl sonuna kadar çalışmalarını tamamlaması gibi maddeler yer aldı.
Şüphesiz ki anlaşmayla birlikte Geçiş Hükümeti’nin önündeki en önemli sorunlardan birinin çözümü için somut bir adım atılmış oldu. Yine de 13 Mart’ta Ahmed Şara tarafından duyurulan 53 maddelik geçici anayasanın Kürtlerin de içinde bulunduğu pek çok unsur tarafından kapsayıcı bulunmaması nedeniyle tepkiyle karşılanması, anlaşmanın oluşturduğu havanın bir anda dağılmasına neden oldu.
Mart sonunda kurulan Suriye Geçiş Hükümeti’nde ise bakanlıklara yoğunlukla HTŞ üyelerinin atanması ise yeni bir tartışmayı ortaya çıkardı. Sosyal İşler ve Çalışma Bakanlığı Hristiyanlardan, Tarım Bakanı Dürzilerden, Ulaştırma Bakanı Alevilerden ve Eğitim Bakanı ise Kürtlerden seçilse de kabinenin dengeli şekilde Suriye’deki tüm unsurları kapsamadığı ve önemli bakanlıkların HTŞ’de kaldığı yönünde eleştiriler halen devam ediyor. Özellikle Kürtler iç savaş boyunca elde ettikleri siyasi ve askerî kazanımlarla, hükümetteki temsilin yeterli olmadığını ifade ediyorlar.
Kürt grupları bir araya getiren konferans
26 Nisan’da Kamışlı’da Suriye’deki Kürtleri bir araya getiren konferansın toplanmasında öncülüğü PYD ve ENKS yaptı. Suriye’nin yanı sıra Türkiye ve Irak’tan gelen yaklaşık 400 temsilcinin katıldığı duyurulan konferansın temel amacı, Suriye Geçiş Hükümeti karşısında Kürtlerin Suriye’deki isteklerinin ortak şekilde ifade ve müzakere edilmesi oldu.
Konferans sonrasında oluşturulan ortak heyetin, Suriye’deki Kürtlerin birlikteliğinin sağlanması için çalışmalar yapacağı duyuruldu. Mazlum Abdi’nin konuşmasında, “Merkezî olmayan, demokratik, herkesi kucaklayan bir Suriye istiyoruz” mesajını verdiği konferansta, temel vurgular Kürtlerin arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi, Suriye’nin bütünlüğünün ve Geçiş Hükümeti ile olan müzakere sürecinin desteklenmesi, yeni anayasada Kürtlerin haklarının özellikle belirtilmesi ve Suriye için adem-i merkeziyetçi bir yapının talep edilmesi üzerine yoğunlaştı.
Konferansta Türkiye’den DEM Parti, Irak’tan ise KDP ve KYB temsilcilerinin aynı kareye girmeleri Suriye’deki Kürt birlikteliğine olan desteği ortaya koydu. Özellikle Şam yönetimi karşısında ortaya konulacak stratejinin temelleri atılarak, Suriye’deki Kürtlerin birlikte hareket etmelerine diğer ülkelerdeki Kürtlerin destek vereceği imajı verilmiş oldu.
Suriye’deki Kürtlerin arasında uzun süredir var olan fikir ayrılıklarının ve iç savaş boyunca rejimle kurulan ilişkilerdeki farklı yaklaşımların günümüzde yakınlaşmayı ne kadar etkileyeceğini zaman gösterecek. Yine de bu konferans sonrası gelişmelerin Suriye’de oluşacak güç dengelerini analiz etmek için oldukça önemliydi.
PKK’nın fesih kararı Suriye’yi nasıl etkiler?
Bir süredir Türkiye’de siyasetin en sıcak gündemini PKK’nın kendini feshetme kararı oluşturuyor. PKK, 5-7 Mayıs 2025’te düzenlediği 12. Kongresi sonrası, 12 Mayıs’ta tüm faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı. Şüphesiz ki Türkiye’nin haklı beklentisi ve talebi, PKK’nın tüm varyasyonları ile tamamen silahlı mücadeleyi bırakması yönünde. Ancak PKK’nın fesih açıklamasında PYD, YPG veya SDG ile ilgili bir vurgu yoktu.
Suriye İç Savaşı süresince PYD zaman zaman PKK ile bağını doğrudan gösterecek girişimler yaparak zaman zaman da aralarında sadece bir ideolojik bağ olduğunu ifade ederek pragmatik bir yaklaşım ortaya koydu. Türkiye açısından PYD, Kürdistan Toplulukları Birliği (KCK) içinde Suriye kolunu oluşturuyor. Ayrıca Türkiye, hangi isim altında olursa olsun kendi sınırlarında bu yapılanma tarafından özerk veya bağımsız bir oluşum kurulmasına karşı olduğunu askerî seçenekler de dâhil olmak üzere her yolla gösterdi. Özellikle 2016 yılında PYD’yi terör örgütü ilan etmesinin ardından, Türkiye’nin bu konuda uluslararası alandaki baskısı da giderek arttı ve PYD-YPG’nin Suriye’de meşru bir aktör olarak görülmesinin önüne geçmeye çalıştı. Bu süreçte YPG’nin SDG çatısı altına gizlenmesi Türkiye’nin tecrübe ettiği en önemli zorluk olageldi.
8 Aralık sonrası süreçte Türkiye’nin ve Şam yönetiminin duruma yaklaşımları benzer bir çizgide oldu. Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve üniter yapısının korunması, grupların sahip olduğu silahlı birliklerin resmî orduya katılması ve merkezi kurumların Suriye genelinde tek yetkili olması görüşleri dillendirildi. Şüphesiz ki buradaki vurguların önceliği KDSÖY ve SDG oldu. Zira bu siyasi ve askerî iki durum çözülmeden Suriye’de tam bir sükûnet ortamının sağlanamayacağı çok açık. 10 Mart Anlaşması bu yüzden çok önemli ve bu anlaşmanın ne kadar uygulanabilir olduğu Suriye’de düzenin korunmasının en önemli şartlarından biri olarak görünüyor.
PKK silah bırakınca, PYD de bırakmış sayılır mı?
PKK’nın kendini feshetmesi Türkiye için tarihi bir gelişme ve büyük resim içinde örgütün Suriye’deki uzantısının da ortadan kalkması, SDG-YPG’nin de Suriye dinamikleri içinde kendilerini feshetmeleri en büyük beklenti. Türk yetkililer bu süreçte SDG-YPG’nin atacağı adımları yakından izleneceğini pek çok kez dile getirdiler.
PKK’nın silah bırakmasını PYD ve SDG tarafı “olumlu bir gelişme” olarak değerlendirdi. Türkiye’de barış ve uzlaşı ortamının ortaya çıkmasının Suriye’yi olumlu şekilde etkileyeceği, sorunların demokratik zeminde tartışılmasının desteklenmesi gerektiği ve Türkiye’nin Suriye’deki Kürt oluşumlara yönelik yaklaşımının da böylece değişebileceği ifade edildi. Ancak fesih kararının, PKK ile ilgili olduğu ve Suriye’deki Kürtlerle bir ilgisinin olmadığı sıklıkla vurgulandı. Suriye’nin iç dinamiklerinin olduğu, Suriye Kürtlerinin iç savaş başta olmak üzere farklı süreçlerden geçtiği, Suriye’de oluşturulmaya çalışılan yeni düzenin Türkiye’deki gelişmelerden farklı bir seyir izlediği ve bölge barışının bu tür uzlaşılardan geçtiği açıklamalara yansıyan satır başları oldu. Bu nedenle PKK’nın silah bırakmasının, Suriye’deki politikalar üzerinde önemli bir etki oluştursa da PYD, YPG veya SDG’nin kendilerini feshedeceği doğrudan bir sonuç getirmiyor.
Geleceğe yönelik fırsatlar ve riskler
Bölgesel ve uluslararası pek çok aktörce malum olduğu üzere, Suriye’nin yeni lideri Şara’nın ajandasında her yönden yıkılmış Suriye’nin yeniden inşasının yanı sıra İsrail’in giriştiği işgal harekâtı ve KDSÖY-SDG en önemli sorunlar olarak duruyor. Suriye’nin ne kadar barış içinde olacağı ve siyasi, ekonomik, toplumsal kalkınmasını gerçekleştirebileceği bu sorunların çözümünde saklı.
Diğer taraftan ise Suriye’de en etkili dış aktörlerden biri olan Türkiye’nin terörsüz gelecek hedefinin sonucu olarak PKK’nın feshedilmesi, gözlerin KCK yapılanması altında Batı kanadını oluşturan PYD’ye, PYD’nin öncülüğünü yaptığı Kürt Ulusal Birliği Partileri’ne (PYNK), YPG’ye, YPJ’ye, SDG’ye ve KDSÖY’e çevrilmesine sebep oldu. Türkiye, Suriye İç Savaşı boyunca kırmızı çizgisinin Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve sınırlarında bir terör devleti kurulmasının engellenmesi olduğunu kararlılıkla ifade etti.
İç savaş boyunca PYD, SDG ve YPG’yi destekleyen bölgesel ve uluslararası aktörlerin desteği devam ediyor. Ayrıca ortada fiili bir yönetim yapısı ve sayıları on binlerle ifade edilen silahlı güç var. Böyle bir durumda PKK’nın kararının doğrudan PYD üzerinde etkili olmayacağı açıktır. Fakat Türkiye’nin kendi içindeki süreci yürütmedeki başarısı, Suriye Geçiş Hükümeti ile kurduğu ilişkiler ve ABD başta olmak üzere diğer aktörlerle yeniden tanımladığı ortaklık düzeyi elini güçlendiren etmenler olacaktır.
Bu doğrultuda Türkiye’nin duruma yaklaşımının SDG’nin Suriye’nin Savunma Bakanlığı’na entegre olma sürecini hızlandırması ve merkezi kurumların Suriye genelinde işler hale gelmesini daha mümkün kılabileceği aşikar. Bu durum da Türkiye için tehdit olabilecek siyasi veya askerî oluşumların dağılmasını tetikleyebilir. Şüphesiz ki PKK’nın silah bırakması Türkiye’nin hem bölgesinde kuracağı ilişkilerde hem de uluslararası siyasetteki konumunda elini güçlendirecektir. Bu durumda da Suriye’deki oluşumların tehdit ihtiva etme çizgisinden uzaklaşması için daha yoğun bir siyasi-diplomatik baskı kurabilecektir. Ayrıca Türkiye’nin Suriye Geçiş Hükümeti ve özelinde Ahmed Şara ile kurduğu yoğun diyalog, kendi aleyhine olacak durumlara karşı Suriye’nin meşru hükümeti aracılığıyla müdahale hakkını oluşturacaktır.
Yine yakından izlenmesi gereken durumlardan birinin de Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemiyle birlikte Türkiye ile yeniden tanımladığı ilişki düzeyi ve Türkiye’nin Suriye, Ukrayna, Filistin, Keşmir gibi çatışma bölgelerindeki sorunların çözülmesine yönelik girişimlerin ABD tarafından memnuniyetle karşılanması olarak ifade edilmelidir. Böylece SDG’nin kurucusu ABD’nin Türkiye’nin tezlerine daha çok dikkat vereceği bir sürecin önünün açılacağı tahminini yapmak zor değil.
Nihayetinde ifade etmek gerekir ki PKK’nın kendini feshetmesi, PYD’nin de benzer bir karar alacağını göstermiyor. Fakat Türkiye’nin beklentisi, SDG ve YPG’nin sınırında silahlı bir güç olarak mevcudiyetinin sona ermesi ve KDSÖY gibi bir oldu-bitti durumunun meşru zemin kazanmaması üzerine şekilleniyor. Türkiye’nin girişimlerinin yanı sıra bu beklentilerinin karşılanması; Suriye Kürt Ulusal Konferansı’na da temsilci gönderen KCK’nın fesih süreçlerinin diğer ülkelere de yayılacağını açıklayıp açıklamayacağı, Suriye Geçiş Hükümeti’nin Türkiye’nin milli çizgileri konusunda önümüzdeki süreçte daha hassas davranıp davranmayacağı ve ABD’nin yeni küresel politikası doğrultusunda SDG’ye bakışının değişip değişmeyeceği ile yakından ilişkili olacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 2 Haziran 2025’te yayımlanmıştır.
[1] Suriye’deki Kürtlerin nüfusuyla ilgili farklı bilgiler bulunuyor. İç savaş öncesinde Esad rejimleri tarafından kimlikleri verilmeyenler veya yabancı olarak kaydedilenlerin varlığı, iç savaş süresince çatışmalarda hayatını kaybedenlerin veya yerlerinden edilenlerin çokluğu ve günümüzde siyasi kazanımlar için her grubun sayısını fazla gösterme çabası gibi nedenlerle bu farklılık oluşuyor.