Meloni kazandı: Avrupa’ya faşizmin gölgesi İtalya’dan düştü

Ekonomik zorluklar, göçmen sorunu gibi meselelerle boğuşan İtalya’da yapılan seçimlerde aşırı sağ koalisyonu iktidara geldi. İtalya’da ilk kez kadın ve faşist bir başbakan olacak. Bunun Avrupa için anlamı ne? Doç. Dr. Gökçen Yavaş yazdı.

İtalya’da 25 Eylül’de gerçekleştirilen erken genel seçimlerde, İtalya’nın Kardeşleri, Forza Italia ve Lig Partisi’nden oluşan merkez sağ koalisyon yüzde 43’ten fazla oyla çoğunluğu elde etti. Seçimleri son gelen verilere göre yüzde 26’nın üzerinde bir oy oranıyla önde tamamlayan İtalya’nın Kardeşleri Partisi’nin lideri Giorgia Meloni büyük bir olasılıkla Benito Mussolini’den sonra ülkenin hem ilk aşırı sağ hem de ilk kadın başbakanı olacak. Peki geçmişinde neo-faşist partiyle bağı olduğu bilinen Meloni ve İtalya’nın Kardeşleri bu aşamaya nasıl geldi? Ayrıca Meloni’nin kazanması İtalya ve Avrupa için ne anlama geliyor?

“Ben bir kadınım, ben bir anneyim, ben İtalyanım, ben Hıristiyanım” Meloni’nin seçim boyunca kullandığı slogan oldu. Meloni, ilk kez 2019’da bir mitingde söylediği bu sözlerin “bu kadar yankı uyandıracağını tahmin edemediğini”, Ben Giorgia’yım adını verdiği otobiyografisinde şaşkınlıkla ifade ediyor. Onunla ilgili başka bir şaşkınlık nedeni de 2018’de yüzde 4 olan oylarını bugün yüzde 26’nın üzerine çıkarmış olması.

Öte yandan, İtalya’da aşırı sağın yükseliyor olması, hem ülkedeki mevcut koşullara hem de Avrupa siyasi sahnesine bakıldığında o kadar şaşırtıcı değil.

İtalya’da yükselen aşırı sağ

2. Dünya Savaşı’na faşist diktatör Mussolini ile giren, yenilgiden sonra da 1946’da Krallık’tan Cumhuriyet rejimine geçen İtalya, Hıristiyan Demokratlar’ın ve 1960’lardan sonra İtalyan Sosyalist Partisi’nin de yer aldığı çeşitli koalisyonlarla yönetildi. İtalya’nın bu siyasi atmosferinde faşist ideolojiye dayanan herhangi bir parti marjinal kalmaya mahkumdu. Nitekim kökenleri 1946’ya dayanan neo-faşist İtalyan Sosyal Hareketi bu koalisyonlarda hiç yer almadı.

Soğuk Savaş’ın hemen sonrasında, 1990’ların başında patlak veren ve neredeyse İtalyan Parlamentosu’nun üyelerinin yarısı hakkında iddianame hazırlanmasına neden olan büyük siyasi yolsuzluk skandalıyla birlikte, ülke yönetiminde o güne kadar söz sahibi olmuş siyasi partilerin önemli bir kısmı politik yaşamdan silindi. İtalyan sağ popülizmin yükselişe geçişiyse bu dönemde mümkün oldu.

Neo-faşist İtalyan Sosyal Hareketi’nden dönüşen Ulusal İttifak ve bölgesel milliyetçi ve ayrılıkçı Kuzey Ligi, aşırı sağın temsilcileri haline geldiler. 1994’te kurulan ve popülist söylemlere sahip Forza Italia’nın “medya ve iş dünyasının patronu” olarak bilinen lideri Silvio Berlusconi ise, İtalya’nın en uzun süre görevde kalan (1994, 2001-2006 ve 2008-2011 yıllarında) başbakanı oldu.

İtalya sağında yeni aktörler

2000’lerde İtalyan siyaseti, istikrarsız merkez sağ ve merkez sol hükümetleri arasında mekik dokurken, 2009’a gelindiğinde yeni bir popülist oluşum daha ortaya çıktı. Eski bir komedyen olan Beppe Grillo’nun kurduğu ve kitleleri harekete geçirmeyi amaçlayan Beş Yıldız Hareketi, 2018 genel seçimlerinde yüzde 32,7’yle en fazla oyu alarak günümüze kadar süregelen koalisyonların en güçlü ortağı oldu.

Ayrıca bu dönemde 2017’de Kuzey Ligi’nden dönüşen ve aynı seçimlerde yüzde 17,2’lik oy alarak koalisyona katılan Lig Partisi de dikkatleri üzerinde toplamayı başardı. Bir yıldan fazla bir süre boyunca İçişleri Bakanı olarak görev yapan parti lideri Matteo Salvini, Avrupa şüpheciliği ve göçmenlere yönelik ayrımcı politikaları nedeniyle uzun süredir gündemden düşmüyor.

Salvini’nin 2019’daki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aldığı yüzde 34,3’lük oy oranı, o dönem için bir bakıma aşırı sağın İtalya’daki yükselişini teyit ediyordu. Ancak 2020’nin başlarında Covid-19 salgını dönemine denk gelen süreçte düşüşe geçen Lig Partisi, artık aşırı sağın yükselen temsilcisi olmaktan çıkarak yerini İtalya’nın Kardeşleri’ne bıraktı.

Aşırı sağ neden yükselişte?

En genel çerçeveden bakıldığında, İtalya’daki aşırı sağ popülist partilerin yükselişinde, on yıllardır süregelen siyasi, finansal ve ekonomik istikrarsızların etkili olduğu söylenebilir.

Ayrıca, bu sorunlara, 2011’de yaşanan Euro krizi, göç, Covid-19 salgını ve şimdi de Ukrayna’daki savaş ve beraberinde getirdiği enerji krizinin etkileri de eklenebilir.

Ekonomik koşullar

Ülkede var olan siyasi istikrarsızlık, kısa süren koalisyonlar, güvenoyu sağlayamayan hükümetler, kuşkusuz ki ülkedeki ekonomik koşulları derinden etkiliyor. Covid-19 krizinin başlarında ekonomik göstergeler tüm dünyada olduğu gibi İtalya’da da durumun ne kadar kritik olduğunu anlatmaktaydı.

Pandemiden önce İtalyan ekonomisi 2019’da yüzde 0.5 büyürken 2020’lerde oran -9’a kadar indi. Avrupa Birliği’nin İtalya’ya Kurtarma Fonu’ndan aldığı 200 milyar Euro destek için oluşturulan Ulusal İyileşme ve Dayanıklılık Planı sayesinde rahat nefes alan İtalyan ekonomisi, 2021’de büyümesini 6.6’ya çıkarttı. Kamu borcu, bu yıl GSYH’nin 150’sini aşıyor.

Ülkedeki işsizlik oranı, 2021’de 9.83’e yükseldi. Kişi başına düşen milli gelir, 35 bin dolar civarı ancak gelir düzeyleri ve alım gücü, ülkede bazı kesimlerin beklentilerini yine de karşılayamıyor. Üstelik şimdilerde arz kesintileri ve mevcut enerji fiyatlarındaki artışın, ülkedeki tüketici harcamaları ve alma gücündeki azalmaya etki edeceği aşikar. Bu yılsonunda ve önümüzdeki yıl büyüme hızının tekrar yavaşlaması bekleniyor.

Kuşkusuz bu sorunlar seçmenlerin tercihlerine de yansıdı. Meloni’ye verilen desteğin büyük bir bölümü sanayileşmiş Kuzey’deki bölgelerden geldi. Çünkü bu bölgelerde yabancı şirketlerle olan rekabeti olanaksız hale getiren yatırım ve enerji maliyetleri İtalyan ihracatçılar için yaşamsal bir sorun haline dönüştü.

Meloni’nin ulusal ve bölgesel vergilendirme ve üretkenliğin arttırılmasına yönelik taahhütleri de, bu kesimler tarafından olumlu karşılandı. Örneğin, parti programında, aileler, işletmeler ve meslek sahipleri için vergi yükünün azaltılması, karmaşık vergi sisteminin yeniden ele alınması, enerji ürünlerinde vergi indirimi, küçük ve orta ölçekli işletmeler için koruma ve haksız rekabetle mücadele, Avrupa tavan fiyatları politikaları için destek gibi maddeler bulunuyor.

Göç karşıtlığı

Soldaki partilerin dağınıklığı ve zayıflığı, sağ popülist söylemlerin gündemi ve siyasi atmosferi belirlemesini kolaylaştırıyor. Göç ve göçmenler meselesi de, sağ popülist söylemin gündemden düşürmediği bir konu. Özellikle, İtalyan kamuoyu üzerinde medyanın önemli bir rol oynadığını da burada göz ardı etmemek gerekiyor.

60 milyon nüfuslu İtalya’da yaşayan yabancı nüfus, 2021’deki göstergelere göre 5 milyondan fazla. Geçtiğimiz yıl ülkeye giren göçmen sayısı ise 59 binden daha fazla. Ayrıca, 2016’da İtalya’ya deniz yoluyla giriş yapan göçmenlerin sayısının oldukça yüksek olduğu, 180 bine ulaştığı görülüyor.

Üstelik göçmenler hakkında yanlış bilgiler de toplumda epey yaygın. Örneğin, 2018’de Eurobarometer verilerine dayanarak yapılan bir araştırmada, İtalyanların ülkedeki göçmen nüfusunun oranını gerçek rakamın üç buçuk katı kadar olarak tahmin ettiği belirtiliyor. Göçmenler, suçla ve kötüleşen ekonomik durumla birlikte anılıyorlar. Bu durum elbette siyasete de yansıyor.

Örneğin, 2018 seçimlerinden önce Salvini özellikle oylarını arttırmak için, sıklıkla “Önce İtalyanlar” (Prima gli Italiani) sloganını kullanmıştı. Öyle ki bu karşıtlık, Salvini’nin görevde kaldığı 2018 ve 2019 yıllarında, göçmenlerin girişini engelleyen ve onların korunmasını engelleyen yasalar çıkarmasına kadar vardı. Salvini, göçü güvenlikle ilişkilendirerek, sığınmacıların insani koruma statüsünü daha da kısıtlayarak, birçokları için de tamamen iptal etti.

Göçmenleri “yasadışı” konumuna getiren bu yasalar, onların sivil toplum örgütleri tarafından kurtarıldıkları zaman dahi karaya çıkışlarına izin vermiyor.

Meloni de, gerek öncesinde gerekse seçim kampanyası boyunca Salvini’yle benzerlik göstererek göçmenlere yönelik ayrımcı söylemlere başvurdu. Daha geçtiğimiz aylarda, İtalya’nın ve Avrupa’nın sınırlarını savunduğunu ileri sürerek, göçmenlerin teknelerine karşı denizden abluka uygulamayı önerdi. Yine sosyal medyayı kullanarak, bir kadının uğradığı tacizi göçle ilişkilendirdiği ve o kadının izni olmadan yayınladığı bir video nedeniyle tepki çekmişti. Dolayısıyla bu konuda Meloni’nin Salvini’den farklı bir yaklaşım geliştirmediğini görüyoruz.

Giorgia Meloni kimdir?

İtalya’da doğum oranı hızla düşüyor, ülkenin geleceği için bu konu ciddi bir sorun teşkil ediyor. Göçmen karşıtlığının yanı sıra, aile değerlerini savunacağını söyleyen, İtalyanların daha çok çocuk sahibi olması için doğum izninin uzatılması ve devlet tarafından ödenmesi gibi vaatlerde bulunan 1977 doğumlu Meloni, İtalyan siyasetine yabancı biri değil. 2008-2011 yılları arasında, Berlusconi’nin Başbakan olduğu hükümette Gençlik Bakanı’ydı.

1992’de, neo-faşist bir parti olarak bilinen İtalyan Sosyal Hareketi’nin gençlik kolunda siyasi yaşamına başlayan Meloni sıklıkla eleştirilerin hedefinde.

Örneğin, Mussolini’nin mezarından esinlenerek oluşturulmuş, İtalyan Sosyal Hareketi’nin logosunda yer alan İtalyan bayrağının üzerindeki üç renkten oluşan alevin (Fiamma Tricolore) aynı zamanda İtalya’nın Kardeşleri’nin logosunda bulunması tartışmalara yol açtı. Öte yandan 19 yaşındayken verdiği ve Mussolini’yi öven bir söyleşi videosunun tekrar dolaşıma sokulmasınıysa kültürel alanı ele geçirmiş solculara bağlıyor. Ayrıca, artık farklı düşündüğünü, Mussolini’nin de hatalar yaptığını ifade ediyor. Meloni kendisini ve partisini daha çok “muhafazakâr” ve “vatansever” olarak tanımlıyor.

Ancak Meloni’nin sloganları, kuşkusuz faşist dönemin sembollerini hatırlatıyor: ‘Tanrı, vatan ve aile!’ Meloni seçim kampanyaları boyunca gündemi, “Doğal ailelere evet, LGBT lobisine hayır! Cinsel kimliğe evet, toplumsal cinsiyet ideolojisine hayır!” sloganlarıyla ve kürtaj karşıtlığı ve aile vurgularıyla da meşgul etti.

Öte yandan, Avrupa şüphecilik tartışmalarını da dikkate alan Meloni’nin, düşünülenin aksine farklı bir portre çizmeye çalıştığı da gözlerden kaçmıyor. Meloni, mevcut bütünleşmeden farklı olarak ulusal kimliklerin ve Avrupa değerlerinin ön plana çıktığı bir AB’yi savunduğunu zaman zaman dile getiriyor.

Ancak Meloni, Euro’dan çıkma planlarının olmadığını söyleyerek, ülkenin ekonomik sorunlarını da göz ardı etmediğini ima ediyor. Ayrıca Ulusal İyileşme ve Dayanıklılık Planı’na desteğinin süreceğini de ifade ediyor. Ukrayna meselesinde de, Meloni, AB’yle ortak hareket etme fikrinin sinyallerini verirken, tamamen Rusya’ya karşı yaptırımların devam ettirilmesinden yana.

Seçim ve faşizm tartışmaları

İtalya’da seçim kampanyaları boyunca en fazla alevlenen tartışma “faşizm” üzerineydi. Meloni’nin başbakan olması halinde, faşizmin tekrar farklı koşullarla da olsa kendini gösterme olasılığı hem İtalya hem de Avrupa için bir kaygı meselesi.

Bu noktada iki yaklaşımdan söz edebiliriz: Birincisi, daha ilerlemeci liberal bir anlayışa göre, faşizm geçmişte yaşanan bir uygulamaydı ve asla bir daha geri gelemez. Ayrıca, Meloni’nin bir koalisyon ortağı olması da burada önem taşıyor. Yine bu mantığa göre, İtalya’da kısa süren ve çok parçalı koalisyonlar göz önüne alındığında, bu koalisyonun ömrü beklenenden de kısa olabilir. İtalya’da hükümetlerin ömrü ortalama 14 ay sürüyor.

İkinci yaklaşıma göre, dünyada yükselen aşırı sağ ve otoriter rejimlere bir yenisi daha eklenebilir; faşizm eskisi gibi gelmese de, farklı bağlamlarda kendini dönüştürerek sembolize edilebilir. Özellikle, seçim kampanyalarında, “post-faşist mantığa” uygun düşecek şekilde oluşturulan Meloni’nin sloganları buna örnek gösteriliyor. Meloni’nin seçim kampanyası boyunca kullandığı söylem, “Biz Hazırız!”. Üstelik Meloni, eğer çoğunluk sağlanabilirse, anayasayı da değiştirmeye hazır olduğunu söylüyor, muhalifleri de anayasa değişikliğinin özgürlükleri kısıtlamasından şimdiden endişe ediyor.

Yine önemli bir husus olarak, kurulacak merkez sağ koalisyonu Avrupa’da ve İtalya’da demokratik siyasi geleneğe olumsuz etki edebilir. Özellikle, Meloni’nin AB’nin otoriter siyasetçilerinden Macar lider Viktor Orban’la olan yakınlığı, genel olarak AB’ye olan yaklaşımı açısından da kuşku uyandırıcı.

Sonuç olarak, 13 Şubat 2021’den bu yana görevde kalan Mario Draghi hükümetine “daha demokratik bir İtalya için teknokratlar yerine siyasetçiler” şeklinde eleştiri getirirken, demokrasi anlayışını seçimlerle bağdaştıran Meloni’yi önemli bir dönem bekliyor. Çünkü Meloni’nin hem İtalya’da hem de Avrupa’da demokrasi adına bu düşünceden çok daha fazlasını ortaya koyması gerekiyor. İtalya’nın 68. Hükümeti’nde başbakan olarak görev alma olasılığı yüksek olan Meloni, mevcut söylemlerine devam etmesi ve bu yönde hareket etmesi halinde ülkede ve AB içinde kutuplaşma yaratmaktan öteye gidemeyebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Eylül 2022’de yayımlanmıştır.

Gökçen Yavaş
Gökçen Yavaş
Doç. Dr. Gökçen Yavaş - Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde de yüksek lisansını, Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nde (Avrupa Araştırmaları Enstitüsü) AB Politikası ve Uluslararası İlişkiler alanında doktorasını tamamladı. 2007-2008 yıllarında Roma Universita degli Studi di Roma Tré’de, 2017-2018 yıllarında Londra Queen Mary Üniversitesi Siyasal Düşünce Tarihi Merkezi'nde Misafir Araştırmacı olarak bulundu. Avrupa Güvenliği, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası, Uluslararası Güvenlik, İtalyan Siyaseti ve İtalya'nın Dış Politikası alanlarında çalışmalarını sürdürüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Meloni kazandı: Avrupa’ya faşizmin gölgesi İtalya’dan düştü

Ekonomik zorluklar, göçmen sorunu gibi meselelerle boğuşan İtalya’da yapılan seçimlerde aşırı sağ koalisyonu iktidara geldi. İtalya’da ilk kez kadın ve faşist bir başbakan olacak. Bunun Avrupa için anlamı ne? Doç. Dr. Gökçen Yavaş yazdı.

İtalya’da 25 Eylül’de gerçekleştirilen erken genel seçimlerde, İtalya’nın Kardeşleri, Forza Italia ve Lig Partisi’nden oluşan merkez sağ koalisyon yüzde 43’ten fazla oyla çoğunluğu elde etti. Seçimleri son gelen verilere göre yüzde 26’nın üzerinde bir oy oranıyla önde tamamlayan İtalya’nın Kardeşleri Partisi’nin lideri Giorgia Meloni büyük bir olasılıkla Benito Mussolini’den sonra ülkenin hem ilk aşırı sağ hem de ilk kadın başbakanı olacak. Peki geçmişinde neo-faşist partiyle bağı olduğu bilinen Meloni ve İtalya’nın Kardeşleri bu aşamaya nasıl geldi? Ayrıca Meloni’nin kazanması İtalya ve Avrupa için ne anlama geliyor?

“Ben bir kadınım, ben bir anneyim, ben İtalyanım, ben Hıristiyanım” Meloni’nin seçim boyunca kullandığı slogan oldu. Meloni, ilk kez 2019’da bir mitingde söylediği bu sözlerin “bu kadar yankı uyandıracağını tahmin edemediğini”, Ben Giorgia’yım adını verdiği otobiyografisinde şaşkınlıkla ifade ediyor. Onunla ilgili başka bir şaşkınlık nedeni de 2018’de yüzde 4 olan oylarını bugün yüzde 26’nın üzerine çıkarmış olması.

Öte yandan, İtalya’da aşırı sağın yükseliyor olması, hem ülkedeki mevcut koşullara hem de Avrupa siyasi sahnesine bakıldığında o kadar şaşırtıcı değil.

İtalya’da yükselen aşırı sağ

2. Dünya Savaşı’na faşist diktatör Mussolini ile giren, yenilgiden sonra da 1946’da Krallık’tan Cumhuriyet rejimine geçen İtalya, Hıristiyan Demokratlar’ın ve 1960’lardan sonra İtalyan Sosyalist Partisi’nin de yer aldığı çeşitli koalisyonlarla yönetildi. İtalya’nın bu siyasi atmosferinde faşist ideolojiye dayanan herhangi bir parti marjinal kalmaya mahkumdu. Nitekim kökenleri 1946’ya dayanan neo-faşist İtalyan Sosyal Hareketi bu koalisyonlarda hiç yer almadı.

Soğuk Savaş’ın hemen sonrasında, 1990’ların başında patlak veren ve neredeyse İtalyan Parlamentosu’nun üyelerinin yarısı hakkında iddianame hazırlanmasına neden olan büyük siyasi yolsuzluk skandalıyla birlikte, ülke yönetiminde o güne kadar söz sahibi olmuş siyasi partilerin önemli bir kısmı politik yaşamdan silindi. İtalyan sağ popülizmin yükselişe geçişiyse bu dönemde mümkün oldu.

Neo-faşist İtalyan Sosyal Hareketi’nden dönüşen Ulusal İttifak ve bölgesel milliyetçi ve ayrılıkçı Kuzey Ligi, aşırı sağın temsilcileri haline geldiler. 1994’te kurulan ve popülist söylemlere sahip Forza Italia’nın “medya ve iş dünyasının patronu” olarak bilinen lideri Silvio Berlusconi ise, İtalya’nın en uzun süre görevde kalan (1994, 2001-2006 ve 2008-2011 yıllarında) başbakanı oldu.

İtalya sağında yeni aktörler

2000’lerde İtalyan siyaseti, istikrarsız merkez sağ ve merkez sol hükümetleri arasında mekik dokurken, 2009’a gelindiğinde yeni bir popülist oluşum daha ortaya çıktı. Eski bir komedyen olan Beppe Grillo’nun kurduğu ve kitleleri harekete geçirmeyi amaçlayan Beş Yıldız Hareketi, 2018 genel seçimlerinde yüzde 32,7’yle en fazla oyu alarak günümüze kadar süregelen koalisyonların en güçlü ortağı oldu.

Ayrıca bu dönemde 2017’de Kuzey Ligi’nden dönüşen ve aynı seçimlerde yüzde 17,2’lik oy alarak koalisyona katılan Lig Partisi de dikkatleri üzerinde toplamayı başardı. Bir yıldan fazla bir süre boyunca İçişleri Bakanı olarak görev yapan parti lideri Matteo Salvini, Avrupa şüpheciliği ve göçmenlere yönelik ayrımcı politikaları nedeniyle uzun süredir gündemden düşmüyor.

Salvini’nin 2019’daki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aldığı yüzde 34,3’lük oy oranı, o dönem için bir bakıma aşırı sağın İtalya’daki yükselişini teyit ediyordu. Ancak 2020’nin başlarında Covid-19 salgını dönemine denk gelen süreçte düşüşe geçen Lig Partisi, artık aşırı sağın yükselen temsilcisi olmaktan çıkarak yerini İtalya’nın Kardeşleri’ne bıraktı.

Aşırı sağ neden yükselişte?

En genel çerçeveden bakıldığında, İtalya’daki aşırı sağ popülist partilerin yükselişinde, on yıllardır süregelen siyasi, finansal ve ekonomik istikrarsızların etkili olduğu söylenebilir.

Ayrıca, bu sorunlara, 2011’de yaşanan Euro krizi, göç, Covid-19 salgını ve şimdi de Ukrayna’daki savaş ve beraberinde getirdiği enerji krizinin etkileri de eklenebilir.

Ekonomik koşullar

Ülkede var olan siyasi istikrarsızlık, kısa süren koalisyonlar, güvenoyu sağlayamayan hükümetler, kuşkusuz ki ülkedeki ekonomik koşulları derinden etkiliyor. Covid-19 krizinin başlarında ekonomik göstergeler tüm dünyada olduğu gibi İtalya’da da durumun ne kadar kritik olduğunu anlatmaktaydı.

Pandemiden önce İtalyan ekonomisi 2019’da yüzde 0.5 büyürken 2020’lerde oran -9’a kadar indi. Avrupa Birliği’nin İtalya’ya Kurtarma Fonu’ndan aldığı 200 milyar Euro destek için oluşturulan Ulusal İyileşme ve Dayanıklılık Planı sayesinde rahat nefes alan İtalyan ekonomisi, 2021’de büyümesini 6.6’ya çıkarttı. Kamu borcu, bu yıl GSYH’nin 150’sini aşıyor.

Ülkedeki işsizlik oranı, 2021’de 9.83’e yükseldi. Kişi başına düşen milli gelir, 35 bin dolar civarı ancak gelir düzeyleri ve alım gücü, ülkede bazı kesimlerin beklentilerini yine de karşılayamıyor. Üstelik şimdilerde arz kesintileri ve mevcut enerji fiyatlarındaki artışın, ülkedeki tüketici harcamaları ve alma gücündeki azalmaya etki edeceği aşikar. Bu yılsonunda ve önümüzdeki yıl büyüme hızının tekrar yavaşlaması bekleniyor.

Kuşkusuz bu sorunlar seçmenlerin tercihlerine de yansıdı. Meloni’ye verilen desteğin büyük bir bölümü sanayileşmiş Kuzey’deki bölgelerden geldi. Çünkü bu bölgelerde yabancı şirketlerle olan rekabeti olanaksız hale getiren yatırım ve enerji maliyetleri İtalyan ihracatçılar için yaşamsal bir sorun haline dönüştü.

Meloni’nin ulusal ve bölgesel vergilendirme ve üretkenliğin arttırılmasına yönelik taahhütleri de, bu kesimler tarafından olumlu karşılandı. Örneğin, parti programında, aileler, işletmeler ve meslek sahipleri için vergi yükünün azaltılması, karmaşık vergi sisteminin yeniden ele alınması, enerji ürünlerinde vergi indirimi, küçük ve orta ölçekli işletmeler için koruma ve haksız rekabetle mücadele, Avrupa tavan fiyatları politikaları için destek gibi maddeler bulunuyor.

Göç karşıtlığı

Soldaki partilerin dağınıklığı ve zayıflığı, sağ popülist söylemlerin gündemi ve siyasi atmosferi belirlemesini kolaylaştırıyor. Göç ve göçmenler meselesi de, sağ popülist söylemin gündemden düşürmediği bir konu. Özellikle, İtalyan kamuoyu üzerinde medyanın önemli bir rol oynadığını da burada göz ardı etmemek gerekiyor.

60 milyon nüfuslu İtalya’da yaşayan yabancı nüfus, 2021’deki göstergelere göre 5 milyondan fazla. Geçtiğimiz yıl ülkeye giren göçmen sayısı ise 59 binden daha fazla. Ayrıca, 2016’da İtalya’ya deniz yoluyla giriş yapan göçmenlerin sayısının oldukça yüksek olduğu, 180 bine ulaştığı görülüyor.

Üstelik göçmenler hakkında yanlış bilgiler de toplumda epey yaygın. Örneğin, 2018’de Eurobarometer verilerine dayanarak yapılan bir araştırmada, İtalyanların ülkedeki göçmen nüfusunun oranını gerçek rakamın üç buçuk katı kadar olarak tahmin ettiği belirtiliyor. Göçmenler, suçla ve kötüleşen ekonomik durumla birlikte anılıyorlar. Bu durum elbette siyasete de yansıyor.

Örneğin, 2018 seçimlerinden önce Salvini özellikle oylarını arttırmak için, sıklıkla “Önce İtalyanlar” (Prima gli Italiani) sloganını kullanmıştı. Öyle ki bu karşıtlık, Salvini’nin görevde kaldığı 2018 ve 2019 yıllarında, göçmenlerin girişini engelleyen ve onların korunmasını engelleyen yasalar çıkarmasına kadar vardı. Salvini, göçü güvenlikle ilişkilendirerek, sığınmacıların insani koruma statüsünü daha da kısıtlayarak, birçokları için de tamamen iptal etti.

Göçmenleri “yasadışı” konumuna getiren bu yasalar, onların sivil toplum örgütleri tarafından kurtarıldıkları zaman dahi karaya çıkışlarına izin vermiyor.

Meloni de, gerek öncesinde gerekse seçim kampanyası boyunca Salvini’yle benzerlik göstererek göçmenlere yönelik ayrımcı söylemlere başvurdu. Daha geçtiğimiz aylarda, İtalya’nın ve Avrupa’nın sınırlarını savunduğunu ileri sürerek, göçmenlerin teknelerine karşı denizden abluka uygulamayı önerdi. Yine sosyal medyayı kullanarak, bir kadının uğradığı tacizi göçle ilişkilendirdiği ve o kadının izni olmadan yayınladığı bir video nedeniyle tepki çekmişti. Dolayısıyla bu konuda Meloni’nin Salvini’den farklı bir yaklaşım geliştirmediğini görüyoruz.

Giorgia Meloni kimdir?

İtalya’da doğum oranı hızla düşüyor, ülkenin geleceği için bu konu ciddi bir sorun teşkil ediyor. Göçmen karşıtlığının yanı sıra, aile değerlerini savunacağını söyleyen, İtalyanların daha çok çocuk sahibi olması için doğum izninin uzatılması ve devlet tarafından ödenmesi gibi vaatlerde bulunan 1977 doğumlu Meloni, İtalyan siyasetine yabancı biri değil. 2008-2011 yılları arasında, Berlusconi’nin Başbakan olduğu hükümette Gençlik Bakanı’ydı.

1992’de, neo-faşist bir parti olarak bilinen İtalyan Sosyal Hareketi’nin gençlik kolunda siyasi yaşamına başlayan Meloni sıklıkla eleştirilerin hedefinde.

Örneğin, Mussolini’nin mezarından esinlenerek oluşturulmuş, İtalyan Sosyal Hareketi’nin logosunda yer alan İtalyan bayrağının üzerindeki üç renkten oluşan alevin (Fiamma Tricolore) aynı zamanda İtalya’nın Kardeşleri’nin logosunda bulunması tartışmalara yol açtı. Öte yandan 19 yaşındayken verdiği ve Mussolini’yi öven bir söyleşi videosunun tekrar dolaşıma sokulmasınıysa kültürel alanı ele geçirmiş solculara bağlıyor. Ayrıca, artık farklı düşündüğünü, Mussolini’nin de hatalar yaptığını ifade ediyor. Meloni kendisini ve partisini daha çok “muhafazakâr” ve “vatansever” olarak tanımlıyor.

Ancak Meloni’nin sloganları, kuşkusuz faşist dönemin sembollerini hatırlatıyor: ‘Tanrı, vatan ve aile!’ Meloni seçim kampanyaları boyunca gündemi, “Doğal ailelere evet, LGBT lobisine hayır! Cinsel kimliğe evet, toplumsal cinsiyet ideolojisine hayır!” sloganlarıyla ve kürtaj karşıtlığı ve aile vurgularıyla da meşgul etti.

Öte yandan, Avrupa şüphecilik tartışmalarını da dikkate alan Meloni’nin, düşünülenin aksine farklı bir portre çizmeye çalıştığı da gözlerden kaçmıyor. Meloni, mevcut bütünleşmeden farklı olarak ulusal kimliklerin ve Avrupa değerlerinin ön plana çıktığı bir AB’yi savunduğunu zaman zaman dile getiriyor.

Ancak Meloni, Euro’dan çıkma planlarının olmadığını söyleyerek, ülkenin ekonomik sorunlarını da göz ardı etmediğini ima ediyor. Ayrıca Ulusal İyileşme ve Dayanıklılık Planı’na desteğinin süreceğini de ifade ediyor. Ukrayna meselesinde de, Meloni, AB’yle ortak hareket etme fikrinin sinyallerini verirken, tamamen Rusya’ya karşı yaptırımların devam ettirilmesinden yana.

Seçim ve faşizm tartışmaları

İtalya’da seçim kampanyaları boyunca en fazla alevlenen tartışma “faşizm” üzerineydi. Meloni’nin başbakan olması halinde, faşizmin tekrar farklı koşullarla da olsa kendini gösterme olasılığı hem İtalya hem de Avrupa için bir kaygı meselesi.

Bu noktada iki yaklaşımdan söz edebiliriz: Birincisi, daha ilerlemeci liberal bir anlayışa göre, faşizm geçmişte yaşanan bir uygulamaydı ve asla bir daha geri gelemez. Ayrıca, Meloni’nin bir koalisyon ortağı olması da burada önem taşıyor. Yine bu mantığa göre, İtalya’da kısa süren ve çok parçalı koalisyonlar göz önüne alındığında, bu koalisyonun ömrü beklenenden de kısa olabilir. İtalya’da hükümetlerin ömrü ortalama 14 ay sürüyor.

İkinci yaklaşıma göre, dünyada yükselen aşırı sağ ve otoriter rejimlere bir yenisi daha eklenebilir; faşizm eskisi gibi gelmese de, farklı bağlamlarda kendini dönüştürerek sembolize edilebilir. Özellikle, seçim kampanyalarında, “post-faşist mantığa” uygun düşecek şekilde oluşturulan Meloni’nin sloganları buna örnek gösteriliyor. Meloni’nin seçim kampanyası boyunca kullandığı söylem, “Biz Hazırız!”. Üstelik Meloni, eğer çoğunluk sağlanabilirse, anayasayı da değiştirmeye hazır olduğunu söylüyor, muhalifleri de anayasa değişikliğinin özgürlükleri kısıtlamasından şimdiden endişe ediyor.

Yine önemli bir husus olarak, kurulacak merkez sağ koalisyonu Avrupa’da ve İtalya’da demokratik siyasi geleneğe olumsuz etki edebilir. Özellikle, Meloni’nin AB’nin otoriter siyasetçilerinden Macar lider Viktor Orban’la olan yakınlığı, genel olarak AB’ye olan yaklaşımı açısından da kuşku uyandırıcı.

Sonuç olarak, 13 Şubat 2021’den bu yana görevde kalan Mario Draghi hükümetine “daha demokratik bir İtalya için teknokratlar yerine siyasetçiler” şeklinde eleştiri getirirken, demokrasi anlayışını seçimlerle bağdaştıran Meloni’yi önemli bir dönem bekliyor. Çünkü Meloni’nin hem İtalya’da hem de Avrupa’da demokrasi adına bu düşünceden çok daha fazlasını ortaya koyması gerekiyor. İtalya’nın 68. Hükümeti’nde başbakan olarak görev alma olasılığı yüksek olan Meloni, mevcut söylemlerine devam etmesi ve bu yönde hareket etmesi halinde ülkede ve AB içinde kutuplaşma yaratmaktan öteye gidemeyebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Eylül 2022’de yayımlanmıştır.

Gökçen Yavaş
Gökçen Yavaş
Doç. Dr. Gökçen Yavaş - Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde de yüksek lisansını, Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nde (Avrupa Araştırmaları Enstitüsü) AB Politikası ve Uluslararası İlişkiler alanında doktorasını tamamladı. 2007-2008 yıllarında Roma Universita degli Studi di Roma Tré’de, 2017-2018 yıllarında Londra Queen Mary Üniversitesi Siyasal Düşünce Tarihi Merkezi'nde Misafir Araştırmacı olarak bulundu. Avrupa Güvenliği, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası, Uluslararası Güvenlik, İtalyan Siyaseti ve İtalya'nın Dış Politikası alanlarında çalışmalarını sürdürüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x