Donald Trump ikinci kez başkanlık koltuğuna oturduğunda Ortadoğu ve özellikle Filistin Meselesi konusundaki politikasının İsrail yanlısı olması bekleniyordu, merak edilense, bu yanlı tutumunda ne kadar ileri gideceğiydi. Zira, Trump’ın önceki başkanlığı döneminde ABD, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımış, Golan Tepelerinin ilhakını desteklemiş, Filistin sorununun hakça çözümünden önce Körfez Ülkeleri ve İsrail arasında ilişki kurulmasını öngören İbrahim Anlaşmalarının hayata geçmesinde İsrail lehine tutumu takınmıştı.
Trump iktidara geldiğinde İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırıma varan saldırıları devam ediyordu. Bölge hastaneler, okullar gibi kamu binaları da dahil neredeyse tamamıyla yıkılmıştı. Gazze’deki Filistinlilerin “insani durum/kriz” nedeniyle Mısır ve Ürdün’e taşınması konusundaki beyanatıyla Trump, kendisini açıkça İsrail’in “yerleşimci ve işgalci” politikasının yanına, Hamas ve Gazze’deki Filistinlilerin karşısına yerleştirdi. Trump’ın bu söylemi birçok ülke tarafından kınandı ve Filistinlilerin kendi topraklarında yaşama haklarına vurgu yapıldı.
Trump’ın bu beyanatı dünya kamuoyu için bir şok yaratmasına rağmen, aslında yıllardır devam eden ve bir türlü maskelerini atarak gerçek yüzünü göstermeyen bir gerçekliği hatırlattı: Klasik yerleşimci kolonyalizm söylemleri ve politikaları yani, Avusturalya, Amerika ve Güney Afrika’da olduğu gibi dışardan gelen işgalcilerin yerliler üzerinde toprak, nüfus ve iş gücü kontrolü sağlayarak, yerlileri katletme, sürme yoluyla yerleşme politikalarını.
Filistin’de sömürgeciliğin tarihi
Politik Siyonizm ve İsrail devletinin fikir babalarından olan Theodor Herzl ile 1902’deki bir mektuplaşmalarında Büyük Britanya Sömürgeler Bakanı Cecil Rhodes, Yahudilere Filistin meselesinde göstermiş oldukları yardımları “bu bir sömürgecilik meselesi” açıklamasıyla meşrulaştırmıştı. Zira, Siyonizm kendisini Batı’nın yerleşimci kolonyalizm politikası içerisine yerleştirerek ve bu politikayı benimseyerek kendisini var etti.
Bu politika, yerli varlığını ve direnişini önce ötekileştirme daha sonra bunun üzerinden bir meşruiyet yaratma şeklinde ilerler. Nitekim Herzl de İsrail kurulmadan önce, Filistin’e yapılan Yahudi göçünü, “barbarlığa karşı kültürün öncüleri” olarak tanımlamıştı. Ona göre, Yahudi göçmenlerin yerlileri sürme ve nakletme hakları vardı.
Herzl’ın temel düşüncesi Yahudilere “bir ulusun haklı gereksinimlerini karşılamaya yetecek büyüklükte dünyanın bir bölümünde egemenlik verilmesi” idi. Böylelikle politik Siyonizm’e kolonyal bir ruh katan Herzl, bu düşüncenin merkezi fikrinin ise Yahudilerin Filistin’de bir devlet kurulması üzerine inşa etti. Bu düşünce ile politik Siyonizm kendisini doğrudan 19. yüzyıl Avrupa emperyalizmi ve kolonyalizminin içine yerleştirdi. Avrupalı devletlerle özellikle İngiltere ile yürüttüğü bütün müzakerelerde Siyonistler, kendilerini bölgede (Filistin) onların nüfuzlarını yayacak kolonyal bir güç olarak sundular.
Burada büyük gücün tutumu da İsrail’e koruma ve yerleşimci işgalini sürdürmesine imkân sağlamak oldu. Bölgede bir şekilde sorunsallaştırılan ve şeytanlaştırılan yerli, kendisini bir anda büyük güç ve onun müttefiki İsrail’in yarattığı sorunun ortasında buldu. Ardından büyük gücün desteği ve kendisini arabulucu olarak yerleştirmesiyle sorun işgalci ve işgal edilen yerli açısından bir gerçekliğe dönüştü.
Nitekim 1917 Balfour Deklarasyonu ve 1922’de kurulan Filistin’de Britanya Mandası, Filistinlilerin sömürgeleştirilmelerini, sürekli olarak mülksüzleştirilmelerini ve kendi topraklarından nakledilmelerini getirerek, Siyonistlerin devletleşmeleri yolundaki demografik problemin çözülmesinde kritik bir rol oynadı.
Kolonyalizmin üç sac ayağı
Klasik yerleşimci kolonyalizm kendisini üç nokta üzerinden inşa eder: Emeğin, toprağın ve nüfusun işgali. Nitekim Siyonistler büyük gücün desteği ile oluşan bütün krizlere Britanya Mandası’nın sağladığı imkân ve destekle, önce Filistinlilerin emeğini, sonra topraklarını sömürdüler. Bunlara paralel olarak yerli Filistinli nüfusunun ihracı ve Yahudi nüfusunun ithali yoluyla fiziksel dengeyi değiştirdiler.
İsrail’in bir devlet olarak ortaya çıkması ve bir milyona yakın Filistinlinin sürülmesini sağlayan yine yerleşimci İsrail kolonyalizminin önce Britanya daha sonra ABD’den aldığı destek oldu. Bütün bu problemlerin çıkmasının ve Siyonistler lehine ilerlemesinin asıl nedeniyse Britanya ve ardından ABD’nin 1947’den itibaren kendilerini problemin arabulucuları olarak yerleştirmeleridir. Nitekim bu arabuluculuktan ortaya çıkan Taksim Planı ve BM’nin 181 no’lu kararı ile İsrail kuruldu. Kararın neticesinde Filistin topraklarının %70’e yakını işgal edildi, nüfusunun büyük çoğunluğu mülteci durumuna düştü.
Aynı süreç bütün Arap-İsrail savaşları, bütün İsrail-Filistin barış görüşmelerinde kendisini tekrarladı. 1967 ve 1973 savaşında İsrail’e ABD’nin verdiği askeri destek sorunun ilerlemesine neden oldu. 1973 sonrasında başlayan barış görüşmelerinde sorunun yaratıcılarından ABD’nin arabulucu olarak İsrail’i desteklemesi, işgalin kalıcı gerçekliğe dönüşmesine neden oldu.
1967’de İsrail’in altı gün savaşındaki başarısıyla Batı Şeria ve Gazze’yi işgali ve ABD arabuluculuğu neticesinde sunulan barış planları, bölgede nüfusa, toprağa ve insana dair İsrail lehine tanımlamalar getirdi. 1947’de Filistin’in %52’ne sahip olması planlanan İsrail, dışardan aldığı bu destekler ile bugün Filistin’in %80’in üzerindeki toprağını işgal ediyor. Artık kimse 1947 sınırlarını ve hatta 1967 sınırlarını müzakere etmiyor. Yine 1948 ve 1967’de yerlerinden sürülen Filistinli mültecilerin geri dönüş haklarını uluslararası hukukun bütün desteğine rağmen kimse gündeme getirmiyor. Büyük gücün verdiği destekle yaratılan kriz üzerinden ortaya çıkan işgal neticesinde oluşan yeni gerçeklikler üzerinden müzakereler yürütülüyor.
Bugün Trump’ın ortaya koyduğu beyanlar veya planlar aslında bu yerleşimci kolonyalizmin bir tezahürü. Gazze sorununun en büyük yaratıcısı ABD Zira, savaşın başından itibaren İsrail’e vermiş olduğu destek, Gazze’deki yıkım ve soykırımın temel nedeni. İsrail’in hem bölge halkını hem de Hamas’ın ötekileştirmesi ve şeytanlaştırmasını destekleyen güç de ABD.
ABD, işgali doğrudan maddi olarak da destekledi
İsrail’in Hamas ile savaşının başladığı 7 Ekim 2023’ten bu yana, Amerika Birleşik Devletleri, İsrail’e en az 12,5 milyar dolar doğrudan askeri yardım sağlayan mevzuatı yürürlüğe koydu; buna Mart 2024’teki bir yasa tasarısından (mevcut Mutabakat Muhtırası doğrultusunda) 3,8 milyar dolar ve Nisan 2024’teki ek ödenek yasasından 8,7 milyar dolar dahil. Yapılan çalışmalar savaşın başından itibaren ABD’nin 20 milyar dolardan fazla İsrail’e hem askeri hem de ekonomik harcama yaptığını gösteriyor.
Trump’ın Gazze’deki Filistinlilerin Ürdün ve Mısır’a yerleştirilmesi önerisi İsrail’e verilen askeri ve ekonomik yardımlar neticesinde oluştu. Mevcut durumun müsebbibi olunmasına rağmen “ahlaki” söylemlerle vurgulanan insani kriz üzerinden yine “arabulucu” rolüyle Gazze’yi boşaltma çabası, alternatif bir çözüm sunarak gerçeklik oluşturma politikasıdır. İsrail’in savaş ve katliamla yapamadığını ‘insani kriz’ ve ‘vicdan’ ile yapmak çabası, yıllardır süren Filistinlileri yersiz ve yurtsuzlaştırmanın kolonyal çabasının yeni yüzüdür.
Kolonyalizmi hak olarak görmek
Trump’ın Filistinlileri Gazze dışına yerleştirme önerisine ilk destekler İsrail’in aşırı sağ parti liderleri Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir’den geldi. Yerleşimci kolonyalizmi destekleyen ve bunu doğal hakları olarak gören bu liderlerin fikirleri, Trump desteği ile yeni bir gerçeklik yaratma peşinde olduğunu gösteriyor. Dünya devam eden işgalin en açık veçhesiyle karşı karşıya.
Bu minvalde Trump’ın konuya yaklaşırken kullandığı mercek, emperyal ve sömürgeci sorun çözücü yaklaşımı. Gerçekteyse yaşanan kriz, mevcut koşulları yaratmak için oluşturuldu Yani, İsrail’in demografik güvenliğinin sağlanmak ve yerleşimci işgalcileri için yer açmak amacıyla.
Burada asıl sorulması gereken soru, olur da Filistinliler Gazze’den çıkmayı, Mısır ve Ürdün de onları almayı kabul ederse 365 km2 boşalan Gazze Şeridi’ne ne olacak?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 19 Mart 2025’te yayımlanmıştır.