NATO, İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan iki kutuplu dünya düzeninde liberal dünyayı komünizme karşı korumak amacıyla bir savunma örgütü olarak 76 yıl önce Kuzey Atlantik Antlaşması’nın imzalanması ile kuruldu. Karşısındaki savunma örgütü ise, Sovyet Birliği’nin etki alanındaki ülkelerin bir arada olduğu Varşova Paktı’ydı.
1991’de Sovyetler Birliği dağıldıktan ve komünizm çöktükten sonra da, 16 üyeli NATO varlığını sürdürmeyi başarabildi. Belli sürelerle değiştirdiği stratejik konseptleri ile kendini değişen dünyaya adapte edebilme yeteneği NATO’nun sadece varlığını sürdürmesini değil aynı zamanda yeni üyeleri bünyesine katmasını sağlayacak bir cazibe merkezi olmaya devam etmesini de sağladı.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile dağılan Varşova Paktı’nın aksine varlığını sürdüren NATO’nun bugün 32 üyesi var.
Kuruluş yıldönümünde toplantı
Kuruluş yıldönümü olan 4 Nisan tarihinde 32 NATO üyesi devletin dışişleri bakanları Brüksel’de bir araya geldiler. Bir sonraki NATO zirvesinin planlamasının yanı sıra Ukrayna’ya yapılacak güvenlik yardımı gibi acil güvenlik meselelerini de ele aldılar.
Toplantıda NATO Genel Sekreteri Mark Rutte küresel tehditlerin yarattığı daha tehlikeli bir dünya ile mücadelede “daha güçlü, daha adil ve daha öldürücü bir NATO” inşa etmek gerektiğini vurguladı. Toplantıda ayrıca Avrupa-Atlantik ve Hint-Pasifik güvenliğinin birbirinden ayrılamaz olduğuna dikkat çekildi ve böylece önümüzdeki yıllarda NATO’nun Hint Pasifik ortakları olan ülkeler Avustralya, Japonya, Yeni Zelenda ve Güney Kore ile işbirliğinin artarak devam edeceğinin sinyallerini verdi.
Tabii bir de ABD yeni yönetimi, Avrupa ülkelerinin savunma harcamalarını artırmalarını ve Avrupa’nın kendi savunmasında daha fazla sorumluluk almasını beklediklerini tekrarladı.
Ukrayna Savaşı’nın NATO ve Transatlantik ittifaka etkisi
Soğuk Savaş sonrası NATO ve Rusya arasındaki düşmanlık bitmiş, NATO ve Rusya arasında kurumsal olarak bir ilişki kurulmuş ve Rusya NATO tehdit listesinden çıkarılmıştı. Ancak bu iyimser hava uzun sürmeyecekti.
2008 Bükreş Zirvesi’nde Ukrayna’ya NATO üyeliği yolunun açılması, Kosova Savaşı’ndan ve diğer renkli devrimlerden sonra yavaş yavaş ortaya çıkan Batı ve Rusya arasındaki kırılmanın derinleşeceğinin ilk sinyallerini verdi. Rusya Devlet Başkanı Putin’in Soğuk Savaş sonrası kurulan tek kutuplu dünya düzenini ve NATO genişlemesini sorgulayan 2007 Münih Güvenlik Konferansı’ndaki konuşması ile zaten ilişkilerde bir gerilimin ortaya çıkacağı belliydi. Ukrayna’daki Avrupa Birliği yanlılarının Euro Meydan ayaklanmaları sonrası Rus yanlısı yönetimin lideri Yanukoviç’in istifası etmek zorunda kalması Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi ve Kırım’ın 2014’de Rusya tarafından ilhak edilmesi sonuçlandı. 2022 Şubat ile başlayan Ukrayna savaşı ile Rusya’nın Ukrayna topraklarını işgal etmeye devam etmesi ile Rusya NATO ittifakı için yeniden tehdit olarak tanımlandı.
Rusya’nın 2022 Şubat’ında Ukrayna’ya yaptığı saldırı ise ittifak üyeleri arasında uzunca bir süredir eksik olan dayanışma ruhunu canlandırdı. NATO’nun kolektif savunma maddesi olan ve bir üye saldırıya uğradığında bunun bütün üyelere karşı yapılmış sayılacağını öngören 5.maddesinin yani koruma şemsiyesinin önemi ön plana çıktı. Soğuk Savaş’ta bile tarafsız ülke statüsünde olan Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeleri olmasıyla ittifak coğrafi olarak genişledi. Tabii bir de çeşitli ABD yönetimleri tarafından eleştirilen Avrupalı müttefiklerinin savunma bütçelerini artırma mevzusu da Ukrayna Savaşı sonrası alınan kararlar ile istenilen düzeye ulaştı.
Ancak seçim kampanyası sırasında Ukrayna Savaşı’nı bitirme sözü veren Trump’ın seçildikten sonra AB ülkelerini dışlayarak Rusya ile Ukrayna’da uygulanmasını istediği ateşkesi konuşmaya başlaması, buna karşılık AB ülkelerinin Ukrayna’ya askerî desteklerini ve Rusya’ya yönelik yaptırımlarını sürdüreceğini açıklaması Transatlantik ittifakı üyelerinin farklı yaklaşım ve çaba içinde oldukları izlenimini veriyor.
İkinci Trump döneminde NATO’nun dönüşümü
Ukrayna Savaşı ile ilgili yaklaşım farklılıkları özellikle ikinci Trump döneminde dile getirilen eleştiri ve beklentilerin maddi yükün paylaşılmasıyla sınırlı olmadığını gösteriyor.
Brüksel’deki Dışişleri Bakanları toplantısında ABD Dışişleri Bakanı Mark Rubio, ABD’nin ittifaka bağlı kaldığını söylerken ittifakın diğer üyelerinin çok daha fazla savunma harcaması yapmalarını beklediklerini yineledi. Ancak müttefikler arasında sıkıntı sadece NATO üye devletlerinin Gayrisafi Milli Hasıllarından savunma bütçelerine ayıracakları payın Trump’ın istediği %5’e çekmelerinin ötesinde.
NATO üyelerinin ortak değerleri olan bireysel özgürlükler, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü prensipleri NATO’yu kuran antlaşmanın giriş bölümünde açıkça ifade ediliyor. İttifak üyeleri de bu prensipleri koruyacaklarını taahhüt etmişlerdir. Ancak bu ortak değerler bugün Transatlantik ittifakının en önemli partneri ABD yönetiminin öncelediği konular arasında değil.
Daha da önemlisi, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan kural bazlı liberal dünya düzenini koruma ve yayma, yeni ABD yönetimi planlarına dahil değil. Bunun en önemli göstergesi de Soğuk Savaş döneminde Amerika’nın Sesi yayın organı gibi yumuşak güç unsuru olarak kurulmuş kurumların kapatılması ya da küçültülmesi gibi arka arkaya alınan kararlar.
Amerikan dış politikasının enstrümanlarından biri olan insani yardım programı ajansı USAID’in fonları da Trump’ın imzaladığı başkanlık emri ile donduruldu. Küresel olarak ABD değerlerini korumak ve yaymak için ABD Kongresi tarafından kurulmuş olan düşünce kuruluşu ABD Barış Enstitüsü (US Institute of Peace – USIP) kapatıldı. 100’ün üzerinde ülkede demokrasi taraftarı projeleri destekleyen Ulusal Demokrasi Vakfı (the National Endowment for Democracy (NED)’in fonları donduruldu. Dış politika araştırmalarını özellikle de Rusya ve Orta Asya üzerine araştırmaları destekleyen düşünce kuruluşu Wilson Center küçültüldü.
ABD ve AB arasında ideolojik ayrışma
ABD yönetimi, liberal anlayışın özünü oluşturan modernist görüşe karşı duruşunu da açık ve net dile getiriyor ve bu da AB ile arasında büyüyen bir ideolojik ayrışmanın oluştuğunu ortaya koyuyor. Bu durum ortak tehdit algısı tanımında da kendini gösteriyor.
Transatlantik ittifak üyeleri arasındaki bu ayrışmanın 2025 Münih Güvenlik Konferansı’nda ABD Başkan Yardımcısı JD Vance tarafından dile getirildiğini gördük. Konuşmanın Avrupa demokrasilerine ders veren kısmı, özellikle Romanya’da Ukrayna Savaşı karşıtı, NATO ve AB karşıtı olarak bilinen Calin Georgescu’nun Cumhurbaşkanlığını kazandığı seçimlerin iptali ve ifade özgürlüğü kapsamında alınan tedbirleri eleştirmesi, giderek gelenekselci yaklaşımı benimseyen ABD’nin liberal değerlerin AB’sinden farklı bir duruş sergilediğini gösterdi.
Vance’in bu eleştiriyi yapmasının esas sebebinin, AB üye devletlerinde aşırı sağ partilerin iktidar olmalarının önüne set çeken AB’yi bundan vazgeçirmek olduğunu söylemek gerek. Özellikle de Almanya seçimleri öncesinde Elon Musk’ın Almanya’nın aşırı sağ partisi AfD’ye verdiği destek ile bu durum gözler önüne serilmişti. “Avrupa’yı yeniden harika yap” (Make Europe Great Again- MEGA) sloganı ile bugünkü ABD yönetimi liberalizm, modernizm, küreselleşme, göç karşıtı Hristiyan değerleri politikalarını önceleyen aşırı sağ partilerin Avrupa’sını tercih ediyor. Tabii bir de bu aşırı sağ partilerin pek çoğunun Ukrayna Savaşı’na karşı olduklarını Rusya ile iyi ilişkiler geliştirmek istediklerini de hatırlatalım.
Bunu tercih eden ABD’nin eski düzenin ortak düşmanı olarak konumlandırılan Rusya’yı artık pek de öyle algılamadığını söylemek yanlış olmaz. ABD Başkan Yardımcısı Vance’in Münih Güvenlik Konferansı’nda, Avrupa Birliği’nin düşmanının Rusya ve Çin olmadığı, içeride olduğunu söylemesi de ortak düşman konusundaki ayrışmayı gözler önüne serdi. AB üye devletleri için şok edici bu sözler, başta Almanya olmak üzere AB üye devletleri tarafından kabul edilemez olarak yorumlandı.
ABD’nin AB’ye bakış açısı: “Avrupa’yı yeniden kurtarmaktan nefret ediyorum”
Giderek dozu artan transatlantik ilişkilerde bozulma geçtiğimiz günlerde basına sızan, içlerinde ABD Başkan Yardımcısı, ABD Savunma Bakanı, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı gibi üst düzey Amerikalı yetkililerinin olduğu Signal üzerinden kurulan mesajlaşma grubunun yazışmalarında da ifşa oldu. Aslında ilk Trump döneminden beri dillendirilen ancak dozu artan AB ülkelerini “beleşçi” olarak niteleme bu yazışmalarda yer aldı.
Signal Gate olarak adlandırılan bu skandal yazışmalarda, ABD Başkan Yardımcısı JD Vance ve Savunma Bakanı Pete Hegseth’in “Avrupa’yı yeniden kurtarmaktan nefret ediyorum” ve “Avrupa’nın bedava yüklemesinden nefret etmenizi tamamen paylaşıyorum. Bu acıklı.” sözleri transatlantik ilişkilerde gelinen gerginliğin son durumunu ve ABD’nin AB’ye bakış açısını göstermesi açısından önemli.
ABD NATO’dan çekilirse ne olur?
Dış ve güvenlik politika önceliğini Obama döneminden itibaren “Asya’ya dönüş” (pivot to Asia) politikası ile Çin’e yöneltmeye çalışan ABD, Trump yönetimi ile artık Avrupa ve Orta Doğu’nun ABD’nin önceliği olmadığını net ifade eden açıklama ve politikalar yürüterek gösteriyor. Tabii bu değişen durum da ister istemez NATO bünyesinde karşılıklı koruma taahhüdünü kabul eden ABD’nin bundan doğacak sorumluluğu yerine getirip getirmeyeceği sorusunu gündeme getiriyor. Hatta bunun da ötesinde ABD, NATO’dan çekilirse ne olur senaryosu çok ciddi bir şekilde konuşulmaya başlandı.
Bu argümanları doğrularcasına gerçekleşen yeni bir gelişme de var. O da, ABD Savunma Bakanlığı’nın maliyetleri azaltmasına yardım edecek yeni yapılandırma planları kapsamında, 75 yıldır ABD’nin yürüttüğü NATO Avrupa Müttefik Yüksek Komutanı rolünden çekilmeyi değerlendirdiği açıklaması.
Bu gelişmelerin dışında ABD’nin NATO üyesi Kanada’yı ABD’nin 51. eyaleti yapmayı ve NATO üyesi Danimarka’nın egemenliğinde bulunan Grönland’i satın almayı istemesi, NATO müttefikleri arasında ciddi bir güven bunalımına neden oluyor.
AB kendi savunma örgütünü kuracak mı?
Tüm bu köklü değişimler, yeniden yapılandırma çabalarını da beraberinde getiriyor. Örneğin, ABD’nin daha önce pek de destek vermediği ve kaygıyla yaklaştığı AB’nin NATO dışında bağımsız bir savunma örgütü kurma çabası bugün tamamen farklı bir yaklaşımla ele alınıyor. Hatta ABD yönetimi tarafından destekleniyor.
Ama bu, AB’nin gerçekleştireceği otonom yapıyla ilgili ABD’nin çekinceleri olmadığı anlamına da gelmiyor. Zira, ABD, Avrupalı müttefiklerinin ABD yapımı silahları almaya devam etmelerini istiyor ama ABD’nin güvenilir bir müttefik olup olmadığını sorgulayan AB kendi savunma sanayine dayanmayı tercih etmeye başladı. Bu da giderek ABD yapımı savunma sanayi ürünlerinin kullanımının kısıtlanması ve ABD’nin Avrupa savunma sistemlerinin dışında bırakılması demek.
Dış ortaklara ve tedarikçilere olan güvenin azalması neticesinde AB’nin Mart ayında aldığı kararla, NATO üyesi olan ama AB üyesi olmayan ABD, Türkiye, İngiltere gibi ülkeler Avrupa için Güvenlik Eylemi (SAFE) Planı’nın 150 milyar euro’luk yeniden silahlanma fonlamasının dışında bırakıldı. Müttefikler arasında ayrımcılığa sebep olan bu durumun NATO içinde nasıl etkisi olacak sorusunu gündeme taşıyor.
Transatlantik ittifak sürecek mi?
Önümüzdeki günlerde ekonomi ve ticari ilişkilerden siyasete pek çok alanda Transatlantik ilişkilerde çatlağa sebep olan konuları daha çok konuşacağız. Tabii tüm bu gelişmeler Transatlantik ittifak nereye gidiyor sorusuna neden oluyor ve ittifakın sürüp sürmeyeceği bile konuşuluyor.
Trump ilk döneminde NATO’yu demode bir örgüt olarak tanımlamıştı. İkinci döneminde Trump ABD’nin güvenlik önceliğinde Avrupa’nın değil Hint-Pasifik bölgesi olduğunu vurgulaması ve AB’nin bu gerçek ile karşı karşıya kalması NATO’da bir dönüşümün olacağı sinyalini veriyor. Haziran 2025’de Lahey’de gerçekleştirilecek NATO liderler zirvesinde bu dönüşümün detaylarının daha da netleşmesi bekleniyor.
NATO daha önceki süreçlerde yeni değişimlere kendisini adapte ederek varlığını sürdürmeyi başarmıştı. Şimdi yine bu yeni değişim döneminde NATO’nun varlığını sürdürmesinin yolu, Atlantik’in iki tarafındaki müttefiklerin hepsine fayda sağlayacak beraber çalışmanın yolunu bulmaktan ve NATO’nun kendi varlığını bu yeni duruma göre adapte etmesinden geçiyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 7 Nisan 2025’te yayımlanmıştır.