Son günlerde Rusya-Ukrayna arasındaki gerilimin iyice tırmandığını görüyoruz. Gerilim sadece söylem düzeyinde kalmadı. Ukrayna’da hükümet kontrolünde olan ve olmayan toprakları birbirinden ayıran “temas hattına” yakın yerlerde Rusya’nın şimdiye kadar rastlanmadık ölçüde yaptığı askeri yığınak, Ukrayna üst düzey yetkililerinin işgal altındaki toprakları kurtarmaya dönük sert söylemleri ve aldıkları askeri tedbirler gerilimin artmasına yol açtı.
Bu gerginlik uluslararası toplumu da harekete geçirdi. ABD ile Ukrayna arasında üst düzey temaslar arttı. NATO’dan Ukrayna’yı destekleyen mesajlar ardı ardına geldi. NATO Askeri Komite Başkanı 6 Nisan’da Ukrayna’yı ziyaret etti. Aynı gün NATO Genel Sekreteri Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky ile telefonla görüştü. Normandiya Formatının taraflarından olan Almanya’nın Şansölyesi Angela Merkel Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i aradı. Zelensky, gerilimin hayli tırmandığı bir dönemde Türkiye-Ukrayna Üst Düzeyli Stratejik İşbirliği Toplantısı vesilesiyle 10 Nisan’da Türkiye’ye geldi.
Kurallara dayalı uluslararası düzene meydan okuma
Tarihi arka plana bakılacak olursa, Soğuk Savaş sonrası dönemde ilk kez BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi de olan, nükleer silah sahibi bir ülke -Rusya- “kurallara dayalı uluslararası düzene” Ukrayna’da meydan okudu. 2014 Mart ayında Kırım’ı işgal ve ilhak etti.
Özellikle Rusya’nın Özel Harekât Kuvvetleri mensuplarının aralarında bulunduğu, herhangi bir rütbeyi ve mensup olduğu ülkeyi gösteren işaretlere sahip üniforma giymeyen ve hibrid savaş bağlamında literatüre “küçük yeşil adam” olarak giren milisler bu amaçla kullanıldılar. Rus silahlı kuvvetlerinin “işin içinde olduğunu” başlangıçta inkâr eden Rusya Devlet Başkanı Putin kısa bir süre sonra ise gerçek durumu kabul etti. Rusya Federasyonu Ukrayna’nın doğusunda Rusça konuşanların nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu Donbas bölgesinde kendisine bağlı ayrılıkçı güçleri silahlandırmak ve “küçük yeşil adamları” burada da devreye sokmak suretiyle bu güçlere destek verdi. Ayrılıkçı güçleri zengin maden kaynaklarının bulunduğu Donbas bölgesini istikrarsızlaştırmak amacıyla kullanmaya başladı. Sonuçta Rusya ABD başta olmak üzere Batı dünyası ve kurumlarıyla karşı karşıya geldi.
Rusya’nın dondurduğu ihtilaflar
2008 Nisan ayında Bükreş’te yapılan NATO Zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya gelecekte şartlar oluştuğunda üye olmaları kararının alınmasının üzerinden çok geçmeden Rusya 2008 Ağustos ayında Gürcistan’la savaştı.
Bu savaş Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü ortadan kaldıran bir durum yarattı. Gürcistan, ülke topraklarının parçası olan Abhazya ve Güney Osetya üzerinde egemenliğini kullanma olanağından mahrum kaldı.
Gürcistan örneği, Rusya’nın kendi “arka bahçesi” olarak gördüğü bölgelerdeki nüfuzunu korumak amacıyla sürmesini tercih ettiği “sürüncemede kalmış” ya da “donmuş” ihtilaflara bir yenisinin eklenmesi sonucunu doğurdu.
NATO – Rusya yakınlaşması: Ukrayna’ya kadar
Daha geriye gidecek olursak, SSCB’nin dağıldığı ve Varşova Paktı’nın lağvedildiği 1991 yılının Aralık ayında NATO bünyesinde Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi (NACC) kuruldu. Eski Varşova Paktı üyelerinin yer aldığı bu Konseye Rusya ve Ukrayna da katıldı. Transatlantik toplum bu suretle Soğuk Savaş dönemi sonrasında uluslararası düzeni diyalog ve işbirliğine dayalı bir temelde yeniden inşa etmeye girişti.
1990’lı yılların sonundan itibaren başlayan NATO genişlemesi ilk aşamalarında olmasa da ilerleyen yıllarda Rusya’yı rahatsız etmeye başladı. Rus devlet yetkilileri durumdan duydukları endişeleri çeşitli vesilelerle ve değişik tonlarda dile getirmeye başladılar. Hal böyle olmakla birlikte İttifak Rusya’ya da işbirliği elini uzatmakta gecikmedi. 1997 yılında NATO-Rusya Kurucu Senedi imzalandı; 2002 yılında NATO Roma Zirvesinde NATO-Rusya Konseyi kuruldu. İlginç bir şekilde NATO-Rusya ilişkilerinin olumlu yöne evrildiği önemli aşamalarda NATO-Ukrayna ilişkileri de yeni gelişmelere sahne oldu.
NATO-Ukrayna ilişkisi nasıl gelişti?
1997 yılında NATO-Ukrayna Ayrıcalıklı Ortaklık Senedi imzalandı ve NATO-Ukrayna Komisyonu kuruldu. 2008 NATO Bükreş Zirvesi sonrasında NATO-Ukrayna ilişkileri artan bir ivmeyle güç kazandı, çeşitlendi. Ukrayna’nın bir yandan AB ile olan ilişkilerini ileri safhalara taşıması, diğer yandan zaman zaman Ukrayna kamuoyunda tartışmalı bir konu özelliği gösteren NATO üyeliğini stratejik bir hedef olarak belirlemesi Rus devlet yöneticilerini iyice tedirgin etti. Rusya, NATO eski Genel Sekreteri Lord Robertson’ın ifadesiyle, “demokrasinin Moskova’nın kapısını çalmasından” rahatsız oldu.
Nihayetinde 2014 Mart ayında ipler koptu, güvenlik ortamı karıştı. Rusya, 1994 yılında imzalanan Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü güvence altına alan ve kendisinin de taraf olduğu Budapeşte Anlaşmasına rağmen Ukrayna toprakları olan Kırım’a ve Donbas’a girdi. Bu gelişme üzerine Rusya ile Ukrayna arasında patlak veren çatışmalarda binlerce insan hayatını kaybetti.
2014 yılında Malezya Hava Yollarına ait MH17 sefer sayılı yolcu uçağının Amsterdam-Kuala Lumpur seferini yaparken bölgedeki Rus birliklerince füzeyle düşürülmesi sonucunda 298 masum insan hayatını kaybetti. Bu elim hadisenin sorumlusunun Rusya olduğu uluslararası bağımsız inceleme komisyonunca belirlendi. İki ülke arasında ateşkesi sağlamaya dönük Minsk Anlaşmaları geçici süreler dışında somut sonuç vermedi. Fransa, Almanya, Ukrayna ve Rusya’yı çatısı altında toplayan Normandiya Formatındaki toplantılar da kalıcı ateşkesi sağlayamadı.
Benzer şekilde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) bünyesinde 2014’te kurulan Ukrayna Özel Gözlem Misyonunun sahadaki çabaları da ihtilaf halindeki iki tarafı yatıştırmakta, ateşkes ihlallerini önlemekte ve diyaloğa dayalı bir çözüm bulma çabalarına katkı yapmakta yetersiz kaldı.
Türkiye’nin konumu ne?
Rusya-Ukrayna ihtilafının derinleştiği bugünlerde Türkiye’nin bu iki bölge ülkesi arasındaki gerilimin endişe verici ölçüde tırmanması karşısında nasıl bir yol izlemesi gerektiğini değerlendirmek daha da önem kazandı.
Mevcut durumda öncelikli gözlem, işbirliği çaba ve girişimlerine rağmen 2014’ten bu yana Rusya’nın Batı dünyası açısından güvenilir bir ortak olma konumundan hızla uzaklaştığı olgusudur.
Türkiye, NATO müttefikleriyle birlikte, Rusya’nın Kırım’ı hukuka aykırı ve gayrimeşru biçimde ilhakını tanımamakta ve Donbas’ı istikrarsızlaştırmayı amaçlayan saldırgan politikalarına karşı çıkmaktadır.
1990’lı yılların sonundan itibaren NATO’nun stratejik işbirliği ortağı olan Rusya, bir başka NATO ortağı olan ülkenin toprağını işgal edip, İttifak üyesi ülkelere karşı da tehditkâr bir dil kullanmaya başladığından bu yana ilişkilerin niteliği değişmiştir. NATO son zamanlarda Rusya’yı ana tehdit odaklarından biri olarak ilan etmiş, tedbirlerini buna göre almıştır. Bu ülkeyi artık stratejik işbirliği ortağı olarak görmemektedir. Diyalog kanallarını kapatmamış, ancak Ukrayna krizinin sadece diyalog yoluyla çözülemeyecek bir durum oluşturduğu sonucuna varmıştır.
ABD açısından bakıldığında da bu ülkenin Rusya’ya dönük tutumunda benzer bir yaklaşımla karşılaşıyoruz. ABD’nin son dört yıldır benimseyip, ilan ettiği güvenlik/askeri strateji belgelerinde Rusya’nın, Çin’in yanı sıra, stratejik rakip olarak betimlendiğini görüyoruz.
Ülkemizin NATO’da yer almasının ve aynı bölgede birlikte olduğu hem Rusya hem de Ukrayna ile mevcut ilişkileri ışığında, tırmanmakta olan Rusya-Ukrayna gerginliği karşısında izleyeceği siyasa seçeneklerinin çok da zengin olduğunu öne sürmek güçtür.
Stratejik işbirliğine sahip olduğumuz Ukrayna, krizin doğrudan tarafıdır ve NATO üyeliğini temel stratejik hedefleri arasına almıştır. Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda Türkiye 2008 yılından bu yana tutarlı bir çizgi izlemiştir. Bu üyeliğin gerçekleşmesini savunanların başında yer almıştır. Radikal bir değişikliğe gitmediği takdirde bu çizgisinde sapmaya meydan vermeyecektir.
Hal böyle olmakla birlikte diğer kimi müttefik ülkelerin Ukrayna’nın üyeliğinin görünür bir gelecekte gerçekleşmesine dair ortak bir iradeyi paylaşmadıkları da açıktır. NATO’da kararların oydaşmayla alındığı düşünüldüğünde, Ukrayna’nın, ABD’nin bu konudaki istekliliğini bir kenara bırakarak, beklentilerini gerçekçi bir zemine çekebilmesi önem taşıyacaktır. ABD’li yetkililerinin yanlış yönlendirmesi ve teşvikiyle gerçekdışı bir beklenti doğrultusunda Gürcistan’ın 2008’de nasıl bir “maceraya” sürüklenmiş olduğu belleklerde tazedir.
Yüzleşilmesi gereken gerçekler
NATO’nun kurucu belgesi niteliğindeki Vaşington Antlaşmasının kolektif savunma güvencesini oluşturan 5. Maddesinin sadece müttefikler bakımından geçerli olduğu yüzleşilmesi gerekli diğer bir gerçektir.
Geçtiğimiz yıl Ukrayna “Artırılmış Fırsatlar Ortağı” statüsünü kazanmıştır. Bu statü, Ukrayna’nın NATO ile işbirliğini ileri bir düzeye yükseltmiş olsa da Ukrayna’ya NATO ülkelerine özgü olan “bir silahlı saldırı karşısında diğer müttefik ülkelerin saldırıya uğrayan müttefik ülkeye destek vermesi”ni hükme bağlayan 5. Maddeden yararlanma hakkını vermemektedir.
Türkiye’nin Karadeniz güvenliği siyasasının üç temeli
Halihazır gerilimle bağlantısı göz ardı edilmemesi gereken Karadeniz güvenliğiyle ilgili olarak ise Türkiye’nin bugüne kadar izlediği siyasa üç temel öğeyi dikkate alacak biçimde şekillendirilmiştir: mensubu olduğumuz NATO’nun Kırım’ın ilhakından sonra Rusya’nın bu yarımadaya S400 sistemleri konuşlandırmak dâhil yaptığı yığınak ile erişim ve alan engelleme (A2/AD olarak bilinen askerî doktrin) geliştirmek suretiyle bölgedeki askerî güç projeksiyonunu artıran adımları karşısında savunma ve caydırıcılık tedbirlerine ve bu bağlamda Karadeniz’in kıyıdaş ülkeleri Gürcistan ve Ukrayna’nın savunma kapasitelerinin güçlendirilmesi yönündeki çabalarına destek vermek; Rusya Federasyonu’nu tahrik edecek girişim ve eylemlerden kaçınmak; ve Karadeniz’in güvenliği bakımından önemi tartışılmaz Montrö Sözleşmesinin titizlikle uygulanmasına özen göstermek.
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tablo
Mevcut koşullarda Türkiye’nin karşısındaki tablonun temel unsurları şöyle sıralanabilir:
- Çevremizdeki birçok ihtilafta, ikili işbirliğinin yarattığı olumlu görüntüye rağmen, Türkiye ile Rusya aynı safta değildir. Diğer yandan, Türkiye’nin Rusya’yı tamamen karşısına alma lüksü de yoktur.
- Türkiye’nin Ukrayna ile stratejik ilişkiler sürdürmesi her iki ülkenin de çıkarınadır. Üstelik Türkiye kısa süre önce Ukrayna’yla geniş kapsamlı savunma sanayii ve askerî işbirliği anlaşmaları imzalamıştır. Bu suretle Ukrayna’nın savunmasına önemli katkılar sağlayacak yatırım yapmıştır. Kesin olan, bu gelişmeden Rusya’nın memnun olmadığıdır.
- Pandeminin beraberinde getirdiği sınamalar, ülkemiz ekonomisinin halihazır kırılgan yapısı ve çevremizdeki ateş çemberi Türkiye’yi Rusya-Ukrayna krizi karşısında temkinli ve tedbirli olmaya zorlamaktadır. Böylesi bir ortamda parlayacak bir kıvılcımın büyük bir bölgesel yangına neden olması olasılığı dışlanamaz. Mevcut gerilimin yatıştırılması amacıyla Türkiye elindeki tüm diplomatik araçları seferber etmelidir. Diyalog kanallarını zorlamalıdır. Zelensky’nin 10 Nisan’da Türkiye’yi ziyareti ve Putin ile gerçekleşen telefon görüşmesi bu yöndeki çabalar açısından değerli olup, önümüzdeki günlerde bu temasların sonuçlarının izlenmesi gerekecektir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin gerilimi azaltmak yönünde diyalog ve diplomasiye öncelik verecek adımları, bunalımın tarafları indindeki ağırlıklı konumundan da yararlanarak ve bölgesel sahiplenme anlayışıyla, atması hem ülkemizin çıkarları hem de bölgenin istikrarı açısından kaçınamayacağı bir sorumluluktur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 12 Nisan 2021’de yayımlanmıştır.