ABD 21. yüzyılın en kritik seçimlerinden birine giderken, anketlere göre başa baş gözüken adayların her birinin dünya siyaseti ve ekonomisine olası etkilerine dair analizler devam ediyor.
Guardian ekonomi editörü Larry Elliott, farklı bir yaklaşımla adayların dünya ekonomisinin Batı aleyhine eksen kaymasını durdurma olasılığının düşük olduğunu ileri sürüyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Tarih ABD’nin gücünün doruğunda olduğu Kasım 1992’ydi. Komünizm yenilmişti. Berlin Duvarı yıkılmıştı. Sovyetler Birliği dağılmış, Rusya serbest piyasa şok tedavisi için laboratuvar faresi olarak kullanılmaya başlanmıştı. Çin ekonomisinin liberalleşmesi ABD’li çokuluslu şirketlere üretimde dış kaynak kullanma fırsatı sunuyordu. Amerikan egemenliğinde bir küreselleşme dönemi başlamıştı.
İki liberal enternasyonalist, George H.W. Bush ile Bill Clinton, başkanlık için mücadele ediyordu. Sonunda Clinton, Cumhuriyetçi başkan Bush’u yendi, çünkü korumacı Ross Perot Cumhuriyetçilerden Demokratlardan daha fazla oy almıştı.
Clinton’ın Beyaz Saray’a giren ilk baby boomer olmasından bu yana geçen 32 yılda çok şey değişti. Amerikalılar 5 Kasım Salı günü sandık başına gitmeye hazırlanırken, ülkelerinin hâlâ dünyanın en büyük ekonomisi ve en güçlü askerî gücü olduğunun bilinciyle hareket ediyorlar. Ancak bu üstünlük artık tartışmasız değil ve Bush’un 1991’de birinci Körfez Savaşı’nın sonunda övündüğü tek kutuplu yeni dünya düzeni çökmüş durumda.
Neoliberal ütopyanın hüsranı
1990’larda paranın, malların ve insanların hiçbir engelle karşılaşmadan serbestçe dolaştığı devletsiz bir dünyadan söz ediliyordu. Sermaye üzerindeki kontroller kaldırıldı. Bağımsız merkez bankaları faiz oranlarını belirledi. Dünya Ticaret Örgütü ticaret engellerini yıkacak ve küresel ticaret sistemini denetleyecekti.
Ancak işler hızla ters gitmeye başladı ve neoliberal ütopya hiçbir zaman gerçekleşmedi. Sermayenin serbest dolaşımı sadece yetersiz düzenlemelerle birleşince, sonunda 2008 bankacılık krizinde küreselleşen bir dizi yerel iflasa yol açtı. Çin, ABD’nin öngördüğünden çok daha büyük ve güçlü bir ekonomi haline geldi. DTÖ yeni ticaret anlaşmalarını müzakere etmekte yetersiz kaldı. Seçmenler yavaş büyüme, sanayisizleşme ve kitlesel göçe karşı öfkelerini dile getirdiler. Covid pandemisi küresel tedarik zincirlerinin kırılganlığını ortaya çıkardı. Ulus devlet, korumacı sanayi politikaları ve genel korumacılık geri döndü. Bush’un ABD’nin dümen suyunda yürüyen dünya vizyonu on yıldan fazla sürmedi.
BRICS Kazan Zirvesi’nin anlattıkları
Geçtiğimiz ay Vladimir Putin’in ev sahipliğinde düzenlenen BRICS zirvesi, zamanın bir işaretiydi. Başlangıçta beş ülkeden, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS’in Kazan’daki zirvesinde gruba Mısır, Etiyopya, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere dört yeni üye katıldı. Aralarında Suudi Arabistan, Türkiye ve Endonezya’nın da bulunduğu, kulübe katılmakla ilgilenen onlarca ülke daha gözlemci olarak bulundu.
Putin’in genişletilmiş bir BRICS’e olan ilgisini anlamak kolay; iki buçuk yıl önce Ukrayna’yı işgalinden bu yana uygulanan ve sıkılaştırılan yaptırımlara rağmen Rusya’nın izole olmadığı mesajını veriyor.
Putin’in ABD dolarına rakip olacak bir BRICS para birimi yaratma hevesinin şimdilik gerçekleşme şansı ise yok. Dolar istikrarlı ve konvertibl: Yakın bir tehdit altında değil. Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika gibi ülkeler de ABD ve diğer batılı ülkelerle ilişkilerini kesmek istemiyor, bunun yerine her iki kampta da yer almak istiyorlar.
Kazan zirvesinin Rusya ve Çin açısından önemi
Ancak Kazan yine de üç nedenden ötürü önemliydi. Birincisi, yaptırımların Rus ekonomisinin çöküşüne yol açmadığını ve muhtemelen hiçbir zaman da açmayacağını gösterdi. Çin ve Hindistan, Putin’in petrolü için istekli müşterilerken, yerel Rus ekonomisi de dirençli olduğunu kanıtladı. Batılı hükümetler için kabul etmesi zor olsa da Rusya uzun süre savaşmaya devam edebilir ve savaşı kazanabilir.
Kazan’ın gösterdiği ikinci şey ise büyük yükselen piyasa ekonomilerinin Batı’nın baskısına boyun eğmek istemediğidir. Bu sadece Rusya için değil, gümrük vergileri ve diğer ticari kısıtlamalarla Batı pazarlarının dışında kalmaktan korkan Çin için de geçerli.
5 Kasım’da Donald Trump, kazanması halinde Çin’den ABD’ye yapılan tüm ithalata yüzde 60 gümrük vergisi getirme sözü verdi. 2022 yılında Çin’in ABD ile 400 milyar dolar (310 milyar sterlin) ticaret fazlası verdiği düşünüldüğünde bu önemli bir darbe. Ancak Demokratlar da Çin’e karşı sert bir tavır takındı.
Kamala Harris, Joe Biden’ın başkanlığı sırasında Çin elektrikli araçlarına yüzde 100 gümrük vergisi, yatırım yasakları ve teknoloji şirketlerine yönelik yaptırımları içeren daha az acımasız, ama yine de güçlü yaklaşımına sadık kalacaktır.
Büyüme modelini iç tüketime doğru yeniden dengeleme girişimlerine rağmen Çin, ihracata bağımlı bir ekonomi olmaya devam ediyor. Fabrikalarının ürettiği mallar için pazar bulması gerekiyor ve BRICS üyeleri Kuzey Amerika ve Avrupa’nın çok daha zengin ülkelerinin yerini tutmasa da daha önemli orta gelirli ülkeleri içeriyor.
Gelişmekte olan ülkeler refah talebi
Kazan’ın öneminin son nedeni, dünya nüfusunun çoğunluğunu ve küresel ekonominin giderek artan bir payını oluşturan gelişmekte olan ülkelerin artan etkisini ve sabırsızlığını göstermesiydi. G7 ülkelerinin (ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Kanada) toplam GSYH’si 1994’te yüzde 67 iken 2022’de yüzde 44’e düşmüş, Çin’inki ise aynı dönemde dört kat artarak yüzde 20’ye ulaşmıştır.
Yeni dünya düzeninin herkes için refah üretmesi gerekiyordu, ancak bunu başaramadı. Dünya Bankası’na göre, küresel yoksullukla mücadeledeki ilerleme savaşlar, artan borçlar, pandemi ve iklim değişikliği nedeniyle durdu. Zengin ülkeler bu çoklu krize yanıt vermekte yetersiz ya da isteksiz. G7 ve daha genel anlamda Batı, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun Bretton Woods Konferansı tarafından kurulduğu 1944 yılındaki kadar güçlüymüş gibi davranıyor.
Ancak artık farklı bir küresel ekonomi söz konusu. Beyaz Saray yarışını kim kazanırsa kazansın, Batı’nın hâkimiyetine son 500 yıldır olmadığı kadar meydan okunuyor.”
Bu yazı ilk kez 5 Kasım 2024’te yayımlanmıştır.