O kritik 80 günde neler oldu?

Türkiye tamamen seçim gündemine gömülmüşken hangi önemli gelişmeler oldu? Ukrayna’dan Suriye’ye, Azerbaycan’dan Yunanistan’a neler yaşandı? Türkiye’ye etkileri neler olabilir? Mehmet Kancı yazdı.

10 Mart 2023’te seçim tarihinin ilan edilmesiyle seçim sath-ı mailine giren Türkiye, cumhurbaşkanı seçiminde ikinci tura da gidilmesinin etkisiyle yaklaşık 80 günlük atalet tüneline girdi. Kişilerin, kurumların seçim ve siyasetle yatıp kalktığı bu süreçten medya da payını alırken, toplum olarak, yanı başımızda kopan fırtınalara bigane kaldık.

Oysa dünya durmayıp dönmekteydi; Ukrayna ile Rusya arasında füzeler uçuşmakta, Suudi Arabistan ile Suriye arasında tüm bölgeyi etkileyecek normalleşme adımları adına diplomatları taşıyan uçaklar inip kalkmakta, pek yakında Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs’ta yeni müzakerelere kapı açabilecek gelişmeleri tetikleyecek seçim için Yunanistan’da halk sandık başına koşmaktaydı. Uzun lafın kısası dünya meseleleri, sandığa odaklanan Türkiye’yi bekleyerek vakit kaybetmemekteydi.

Bir bakıma Ahmet Hamdi Tanpınar’ın günlüğünde 27 Mayıs sonrası 1960’lı yılların Türkiye’sini anlatırken kullandığı ifadeyle “Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkânı vermiyor. Bu itibarla bizim eve pek benziyor” halinin tekerrürü yaşanmış oldu.

Oysa Türkiye kendi meseleleri ile içe kapanma halinin bedelini 1970’li yıllarda fazlasıyla tecrübe etmiş bir ülke. 1973 Arap-İsrail Savaşı’nın tetiklediği enerji krizini ön görememek, bu enerji krizinin derinleştirdiği döviz krizine karşı önlem alamamak, Kıbrıs Barış Harekatı’nı takip eden yıllarda ASALA ve Ermeni Devrimci Komandoları başta olmak üzere uluslararası terörizm eliyle yürütülen istikrarsızlaştırma faaliyetlerini sezememek… Bu içe kapanıp dışarıyı gözlemlemeyi ihmal halinin ete kemiğe bürünmüş sonucu, 12 Eylül darbesiyle geldi.

İşte bu fikirden yola çıkarak Fikir Turu ailesinin de teklifiyle, 80 günlük seçim sürecinde uluslararası gündemi etkileyen belli başlı olayları sizin için özetlemek istedim.

Beklenen şarkı çalmaya başladı

İlk durağımız ise doğal olarak 2022 yılından bu yana her gelişmesiyle bizi de yakından ilgilendiren Rusya-Ukrayna Savaşı. Bakalım Karadeniz’in İstanbul Boğazı açıklarından başlayıp Rusya’nın Belgorod oblastına kadar uzanan 2 bin kilometrelik cephe hattında hangi gelişmeler yaşanmış.

NATO’nun istihbarat ve silah desteği sayesinde Kiev’i ele geçirerek Zelensky yönetimini devirme girişimleri boşa çıkartılan Rusya, 2023 yılıyla beraber Bakhmut merkezli olarak savunma savaşına mahkûm olmuştu. Nisan ayından itibaren beklenen Ukrayna karşı saldırısı ise gerek NATO ülkelerinden yapılan silah sevkiyatı, gerek bu silah sistemlerine dair Ukrayna askerlerine verilen eğitim için yürütülen programlar gerekse mevsim koşulları nedeniyle Mayıs ayı sonuna kadar ertelendi. 27 Mayıs sabahı Ukrayna Genelkurmay Başkanı Valeri Zaluzni’nin sosyal medyada paylaştığı “Bizim olanı geri almanın vakti geldi” temalı video mesaj, bekleyişin sonuna gelindiğine işaret ediyordu.

Ukrayna ordusu, 24 Nisan’dan itibaren Rusya’nın cephe gerisindeki lojistik sistemlerini zayıflatan füze ve kamikaze dron saldırılarına başlamış, hatta bu saldırılar Rusya’nın başkenti Moskova’daki Kremlin Sarayı’na kadar ulaşmıştı. NATO ülkeleri bu süreçte Ukrayna’nın savaş kabiliyetini havadan füzeler, Storm Shadow güdümlü füze sistemleri ve çeşitli hava savunma sistemleri ile zenginleştirdi. Hatta ABD yönetimi daha önce Ukrayna’ya temin edilmesinin söz konusu olmadığını duyurduğu F-16 savaş uçakları için arzu eden müttefiklerine yeşil ışık yaktı.

Ukrayna hava savunması sesten 10 kat hızlı hareket eden Kinzhal füzelerini düşürecek kapasiteye ulaştığı gibi, 27 Mayıs’ı 28 Mayıs’a bağlayan gece İran yapımı 54 kamikaze drondan 52’sini düşürerek rüştünü ispatladı. Sürecin en kayda değer gelişmelerinden biri ise 24 Mayıs’ta Ukrayna su üstü dronlarının İstanbul Boğazı yakınlarında Rus donanmasına ait İvan Khurs istihbarat gemisine düzenlediği saldırıydı. Rusya Savunma Bakanlığı dronlardan birinin imha edilme görüntüsünü sosyal medyada paylaştı. Hemen ertesi gün Ukrayna tarafı, dronlardan birinin Rus gemisine çarpma anının görüntüsünü yayınladı. 25 Mayıs’ta İvan Khurs, Sivastopol Limanı’na girerken görüntülendi. Rus gemisine düzenlenen saldırı hem Tahıl Koridoru Anlaşması’nı hem de Rusya ile Türkiye arasında Karadeniz tabanından geçen enerji hatlarını tehdit edecek bir nitelik taşıyor. Almanya ile Rusya arasındaki Kuzey Akım boru hatlarına yönelik olarak 2022 yılının Eylül ayında Baltık Denizi’nde düzenlenen sabotaj hatırlanacak olursa, İvan Khurs’a düzenlenen saldırının enerji hatlarına yönelebilecek boyutunu dikkate almakta fayda olabilir.

Moskova’nın imajını diplomasi ile ayakta tutma gayreti

Ukrayna cephesinde prestiji sarsılan Kremlin yönetimi, geçen 80 günlük sürede bir yandan Çin Halk Cumhuriyeti ile stratejik işbirliğini derinleştirerek, diğer yandan ise Azerbaycan ile Ermenistan’ı müzakere masasına oturtarak dünyaya “Yıkılmadım ayaktayım” mesajını vermeye gayret etti. Pekin ve Moskova, her ne kadar Ukrayna Savaşı bağlamında savunma ilişkilerini artırdıkları yönündeki iddiaları reddetseler de, Şi Cinping, ülkesine yönelik çevreleme harekatıyla baş edebilmenin yolunun Rusya’yı ekonomik olarak ayakta tutmaktan geçtiğinin farkında.

Çin Halk Cumhuriyeti bir yandan jeopolitik ortamda Rusya’nın boşalttığı nüfuz alanlarını doldurmaya çalışırken bir yandan da Güney Asya ve Körfez bölgesindeki arabuluculuk faaliyetlerinin ağırlığını artırıyor. Çin Savunma Bakanı Li Şangfu’nun 16 Nisan’daki Moskova ziyareti ile Rusya Başbakanı Mihail Mişustin’in 23 Mayıs’taki Çin Halk Cumhuriyeti ziyaretlerinin sonuçlarını takip etmek Türkiye açısından hayati önem arz etmekte. Keza 2023 yılının ilk günlerinde Amerika Birleşik Devletleri ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında; neredeyse bir “uzaylı istilası” polemiğine dönüşen balon krizinin ardından gerçekleşen ilk görüşme de, yine bizler Türkiye’de seçim meselesiyle meşgul iken atılan önemli adımlardan biriydi.

10-11 Mayıs tarihlerinde Viyana’da Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Dış İlişkiler Komisyonu Direktörü Wang Yi ile ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan bir araya geldiler. Bu “Balon Krizi”nin ardından taraflar arasında gerçekleşen ilk üst düzey görüşmeydi. Malum olduğu üzere ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in Şubat ayında Çin’e yapacağı ziyaret yine “Balon Krizi” nedeniyle iptal edilmişti.

Çin’in arabuluculuk mesaisi artıyor

Pekin yönetimi, Güney Çin Denizi ve Japon Denizi’nde ABD’nin bölgesel müttefikleri ile her geçen gün ilmek ilmek dokuduğu çevreleme harekatını aşmanın yolu olarak, ticaret hatlarının üzerindeki sorunlu ülkeler arasında arabuluculuk faaliyetleri yürütme yöntemini belirledi. Bu amaçla satranç tahtasının en kritik karelerinde, “Kuşak ve Yol İnisiyatifi”nin hayatta kalması için 10 Mart’ta hayati hamleyi yaparak İran ve Suudi Arabistan’ı, yeniden diplomatik ilişkilerini canlandırmaları için bir araya getirdi. ABD’yi neredeyse oyun sahasının tamamen dışına atarak yapılan bu hamle, Ortadoğu’da ivme kazanarak ve üzerine yeni katmanlar ilave edilerek sürmekte.

Suudi Arabistan’ın, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan petro-dolar ya da bir başka deyişle ABD’nin güvenlik garantisi karşılığı petrol tedariki düzeninden çıkarak, Arap milliyetçiliği çizgisinde ekonomisini de çeşitlendirmeye yönelik siyasi atağı pek çok yeni gelişmeye gebe. ABD yörüngesinden çıkma hedefiyle neredeyse her hafta yeni bir uygulamayı gündeme koyan Suudi Arabistan yönetimi, Washington’un aksi yöndeki tüm uyarılarına rağmen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı 19 Mayıs’ta Cidde’de düzenlenen Arap Birliği Zirvesi’ne davet etti.

Çin aracılığı ile yürürlüğe konan İran-Suudi Arabistan ilişkilerinin normalleşmesi süreci, Suriye’nin uluslararası topluma yeniden dahil edilmesi boyutuna ulaşırken, Cidde’deki zirve aynı gün Japonya’nın Hiroşima kentinde başlayan G-7 Zirvesi’ni gölgede bıraktı dersek yanlış olmaz. Her iki zirvenin belki de en ilginç ortak noktası ise Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’nin destek arayışı amacıyla Cidde ve Hiroşima’yı peş peşe ziyaret etmesiydi.

Normalleşme sürecinin Türkiye’ye ulaşan rüzgârı

Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’da ABD’nin ağırlığını azaltarak, Suriye merkezli olarak kurguladığı çatışmaları azaltma sürecinin esintileri Ankara’nın Kahire ve Şam ilişkilerinde de temkinli bir bahar havası yarattı.

Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri 11 yıl aradan sonra Mısır’dan Türkiye’ye en üst düzeyde ziyareti gerçekleştirdi. Biz nasıl seçimlere odaklandıysak, Şam ve Kahire yönetimleri de Türkiye ile sorunlu alanlardaki müzakereleri derinleştirmek için seçimlerin finalini görmeyi tercih ettiler.

Rusya’nın devreye girmesiyle 25 Nisan’da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan’ın Moskova’da Rusya, İran ve Suriye’den mevkidaşlarıyla bir araya gelmeleri, ardından 10 Mayıs’ta bu defa dört ülkenin Dışişleri Bakanlarının yine Moskova’da buluşmaları, seçimle meşgul Türkiye kamuoyunda beklenen yankıyı bulmadı. Ancak 24 Mayıs günü, Katar Kalkınma Fonu’nun mali desteğiyle Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı harekat bölgelerinde, 1 milyon Suriyelinin ülkelerine dönüşü için 240 bin konutluk projenin ilk adımlarının atılmasını Moskova-Ankara-Şam-Tahran ve Cidde arasında ivme kazanan diplomasi trafiğinden bağımsız düşünmek mümkün değil.

Türkiye’deki seçim sürecinin tamamlanması ile beraber Ankara-Şam ilişkilerinin normalleşmesine ilişkin doğrudan adımların atılması da sürpriz olmayacaktır. Türkiye’nin Suriye ve Mısır ile ilişkilerini Arap Baharı öncesindeki duruma geri döndürmesi hiç şüphesiz Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ikilisinin, Doğu Akdeniz’de enerji tabanlı olarak Türkiye’ye karşı inşa etmeye çalıştıkları askeri ittifakı yeniden değerlendirmelerine de vesile olacaktır.

Kafkaslarda barışın eşiğinde olabilir miyiz?

Körfez bölgesinden Doğu Akdeniz istikametine yönelen normalleşme rüzgârından Mayıs ayı itibarıyla Kafkaslar da nasibini almaya başladı. Taraflar arasında ateşkes hattında zaman zaman çatışmalar meydana gelse de 14 Mayıs’ta Brüksel’de Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ile Ermenistan Başbakanı Paşinyan arasında gerçekleşen görüşmeyi 19 Mayıs’ta iki ülke dışişleri bakanlarının Moskova’daki buluşmaları takip etti. Hızlanan gelişmeler 25 Mayıs’ta Aliyev ve Paşinyan’ın bu defa Moskova’da Putin’in katılımıyla bir araya gelmeleri ile devam etti.

Bu süreçte Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın, “Karabağ’da kalan Ermenilerin güvenliklerinin garanti edilmesi halinde, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanımaya hazır olduklarını açıklaması”, seçim süreci ile meşgul olan Türkiye’de kamuoyunun yeterince ilgi gösteremediği bir başka gelişmeydi. Zengezur Koridoru’na dair itirazları Moskova nezdinde de karşılık bulmayan Ermenistan’ın, uluslararası toplumun beklentileri doğrultusunda Azerbaycan ile barış anlaşması için masaya oturmaya hazır olduğu ifade ediliyor. Hatta diplomatik kaynaklara göre bu anlaşma için 1 Haziran’da taraflar Moldova’nın başkenti Kişinev’de bir araya gelecekler.

Ermenistan içerisinde Paşinyan’a karşı başlayabilecek muhalif bir hareket ihtimaline karşı anlaşmanın mümkün olan en kısa sürede kotarılması, 1988’den bu yana Ermenistan’ın uluslararası hukuka aykırı bir şekilde Karabağ’da süren işgalinin son bulması için önemli bir fırsat penceresi. Acı olan ise Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Minsk Grubu’nun 1994’ten bu yana sürüncemede bıraktığı hatta deyim yerindeyse, Azerbaycan’ı uyutarak kaderine razı etmeye çalıştığı bu hukuksuzluğun, mecburen güç ile çözülmüş olması. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni de benzer bir şekilde işlevsiz hale getiren Batı dünyasının bugün giderek güçlenen “çok kutuplu dünya” yaklaşımından rahatsız olmasını anlamak işte bu şartlarda mümkün değil.

Tayvan’da kriz stabil

Seçim sürecinde jeopolitik gündemin gözümüzden uzak kalan başlıklarından biri de hiç şüphesiz “Tayvan Krizi”.

Tayvan’da 2024 Ocak ayında düzenlenecek devlet başkanlığı ve parlamento seçimine kadar buradaki krizin planlı iniş çıkışlarla kendisini hatırlatmaya devam edeceği anlaşılıyor. Çin Halk Cumhuriyeti düzenli aralıklarla Tayvan Adası’nın münhasır ekonomik bölgesini hava ve donanma unsularıyla ihlal ederken, SİHA’ları kullanarak adayı kuşatıyor, insansız hava araçları ile geliştirdiği taktikleri Tayvan çevresinde tecrübe ediyor.

ABD’nin Kuzey Kore’nin artan füze denemelerini gerekçe göstererek Güney Kore’ye Ohio sınıfı nükleer silah taşıyan denizaltı gönderme kararı da hiç şüphesiz, yalnızca Kuzey Kore tarafından bir tehdit olarak algılanmayacaktır. ABD’nin 40 yıl sonra Güney Kore karasularına göndereceği denizaltı mutlak surette Tayvan çevresinde sürekli hareket halinde olan Çin donanmasının da ilgi alanına girecektir.

Bu arada Japonya’nın Kuzey Atlantik İttifakı NATO’ya giderek artan ilgisinin yanı sıra merkezi Roma’da bulunan NATO Savunma Koleji komutanı Korgeneral Olivier Rittiman’ın geçen Mart ayında Tayvan’ı ziyaret ettiğinin ortaya çıkması da, bölgede bir nükleer denizaltı ziyareti kadar etki yarattı. Uluslararası basına yansıyan bilgilere göre, Korgeneral Rittiman’ın bu ziyareti 27-31 Mart 2023 tarihleri sırasında gerçekleşti. Uluslararası basın aynı günlerde Tayvan Devlet Başkanı Çai Yingwen’in (Tsai Ing-wen) ABD ziyaretine ve bu ziyaret esnasında ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCharty ile görüşmesine odaklandığı için Rittiman temaslarını gözlerden uzak bir şekilde yürütebildi.

Darbe olmadı, iç savaş verelim

Gelelim Doğu Afrika kıyılarında iki general arasındaki bilek güreşinin nasıl bir iç savaşa dönüştüğüne.

2011 yılında güney kısmının ayrılmasının ardından Sudan un ufak olarak parçalarına ayrılma yolunda ilerliyor. 2021 yılının Ekim ayında beraber darbe yapan Sudan Silahlı Kuvvetler Komutanı Abdülfettah Burhan ile Acil Müdahale Gücü adı verilen milislerin komutanı Muhammed Hamdan Dagalo 15 Nisan 2023’te silahlarını birbirlerine doğrulttular. Acil Müdahale Gücü’nün lağvedilmesini kabul etmeyen General Dagalo’nun darbe girişimi sonuçsuz kalınca, olaylar iç savaş boyutunda çatışmalara ve yüzbinlerce sivilin evlerini terk etmek zorunda kaldığı bir krize dönüştü. Suudi Arabistan ve ABD’nin baskısıyla taraflar Cidde’de müzakere masasına oturdular. 11 Mayıs’ta insani yardım koridorları oluşturulması için anlaşma sağlansa da başkent Hartum hayalet kente dönüştü ve kırılgan bir ateşkes çevresinde zaman zaman alevlenen çatışmalar sürüyor.

Taraflar arasında uzlaşma sağlanamaması yalnızca Avrupa’yı hatta Türkiye’yi etkileyecek göç ve gıda krizine yol açmakla kalmayacak. Terör örgütlerinin Sudan topraklarında yaşam alanı bulmasına da neden olacak. Bu noktada, 1991 yılında Suudi Arabistan’ı terk etmek zorunda kalan Usame Bin Ladin’in postu Sudan’a serip el Kaide örgütünün temellerini burada attığını unutmamakta fayda var.

Anketlerin ve Syriza’nın hezimete uğradığı ülke: Yunanistan

Türkiye’de kendi seçim sürecimizi tamamladıktan sonra sınırlarımızın ötesinde ilgileneceğimiz en önemli dış gelişme, şüphesiz Yunanistan’da 21 Mayıs’ta ilk turu yapılan genel seçimler olacaktır.

Bu seçimlerin en önemli iki sonucundan biri, Yeni Demokrasi Partisi’nin aldığı yüzde 40’ın üzerindeki oy ile kazandığı seçim zaferi, ikincisi ise anket şirketlerinin neredeyse iktidar ve ana muhalefet partileri için 10 puana varan yanılgılarıydı. Bu manada Türkiye’deki anket şirketlerinin 14 Mayıs gecesi düştükleri durum, Yunanistan’daki muadillerinin yanında makul bile kabul edilebilir.

Yaklaşık 50 seçim bölgesinin biri hariç tamamında ilk sırada yer alan Yeni Demokrasi Partisi, parlamentoda salt çoğunluk olan 151 sandalyeye ulaşamasa da en yakın rakibi SYRIZA’ya 20 puan fark attı. Mitçotakis liderliğindeki Yeni Demokrasi Partisi, şimdi 25 Haziran’da yapılacak ikinci turu bekliyor ve muhtemelen sandalye sayısını 160’a yükselterek parlamentoda tartışmaya yer bırakmayacak bir üstünlük tesis edecek. Mitçotakis bu nedenle ilk tur sonunda koalisyon hükümeti kurmak için ısrarcı olmadı.

Seçim sonucunun SYRIZA açısından hayli trajik bir yönü daha var. SYRIZA lideri Çipras 2015-2019 yıllarında iktidarda oldukları dönemde, muhalefetteki radikal söylemlerinin tam tersi şekilde hareket etmiş, Yunan halkının beklentilerinden ziyade Brüksel’in beklentilerini karşılamaya çalışınca güven kaybına uğramıştı. Onun iktidarı döneminde yükseltilen vergilerle dolan hazine, Yeni Demokrasi Partisi’nin iktidarı sırasında Covid-19 salgını nedeniyle uygulanan kapanma önlemleri sırasında kurtarıcı oldu. Mitçotakis, SYRIZA’nın tasarruf ve yüksek vergi politikasıyla topladığı parayı, salgından etkilenen sektörlere verimli bir şekilde kanalize edip vergileri de düşürünce 2023 seçimlerindeki ezici zaferinin zeminini hazırladı. Kimi kesimler tarafından, Mitçotakis’in başrolünde olduğu ve gazetecilerle bir kısım yüksek bürokratı hedef alan “dinleme skandalı”nın Yeni Demokrasi Partisi’nin iktidarına mal olacağı iddia ediliyordu. Ancak sandığa yüzde 60,8 oranında ilgi gösteren Yunan seçmeni önceliğinin satın alma gücü olduğunu ortaya koydu.

Yine de PASOK ve Yunan Komünist Partisi’nin seçimlerde oy oranı ve parlamentodaki sandalye sayısı bakımından ciddi bir çıkış yakaladıklarının altını çizelim. 25 Haziran’da yapılacak ikinci tur seçim neticesinde Yunanistan’da şekillenecek yeni iktidarın Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki sorunların çözümü yolunda, bölgede esen normalleşme havasından etkilenecek olması mümkündür.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 30 Mayıs 2023’te yayımlanmıştır.

Mehmet Kancı
Mehmet Kancı
Mehmet A. Kancı – Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 1994 yılında ATV Siyaset Meydanı ile başladığı meslek hayatını sırasıyla ATV’de Haberci, NTV Haber Merkezi, CNN Türk’te Editör programı ve Haber Merkezi, TRT Türk ve TRT Haber’de sürdürdü. TRT’de görevine devam eden Kancı dış politika analizleri de kaleme alıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

O kritik 80 günde neler oldu?

Türkiye tamamen seçim gündemine gömülmüşken hangi önemli gelişmeler oldu? Ukrayna’dan Suriye’ye, Azerbaycan’dan Yunanistan’a neler yaşandı? Türkiye’ye etkileri neler olabilir? Mehmet Kancı yazdı.

10 Mart 2023’te seçim tarihinin ilan edilmesiyle seçim sath-ı mailine giren Türkiye, cumhurbaşkanı seçiminde ikinci tura da gidilmesinin etkisiyle yaklaşık 80 günlük atalet tüneline girdi. Kişilerin, kurumların seçim ve siyasetle yatıp kalktığı bu süreçten medya da payını alırken, toplum olarak, yanı başımızda kopan fırtınalara bigane kaldık.

Oysa dünya durmayıp dönmekteydi; Ukrayna ile Rusya arasında füzeler uçuşmakta, Suudi Arabistan ile Suriye arasında tüm bölgeyi etkileyecek normalleşme adımları adına diplomatları taşıyan uçaklar inip kalkmakta, pek yakında Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs’ta yeni müzakerelere kapı açabilecek gelişmeleri tetikleyecek seçim için Yunanistan’da halk sandık başına koşmaktaydı. Uzun lafın kısası dünya meseleleri, sandığa odaklanan Türkiye’yi bekleyerek vakit kaybetmemekteydi.

Bir bakıma Ahmet Hamdi Tanpınar’ın günlüğünde 27 Mayıs sonrası 1960’lı yılların Türkiye’sini anlatırken kullandığı ifadeyle “Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkânı vermiyor. Bu itibarla bizim eve pek benziyor” halinin tekerrürü yaşanmış oldu.

Oysa Türkiye kendi meseleleri ile içe kapanma halinin bedelini 1970’li yıllarda fazlasıyla tecrübe etmiş bir ülke. 1973 Arap-İsrail Savaşı’nın tetiklediği enerji krizini ön görememek, bu enerji krizinin derinleştirdiği döviz krizine karşı önlem alamamak, Kıbrıs Barış Harekatı’nı takip eden yıllarda ASALA ve Ermeni Devrimci Komandoları başta olmak üzere uluslararası terörizm eliyle yürütülen istikrarsızlaştırma faaliyetlerini sezememek… Bu içe kapanıp dışarıyı gözlemlemeyi ihmal halinin ete kemiğe bürünmüş sonucu, 12 Eylül darbesiyle geldi.

İşte bu fikirden yola çıkarak Fikir Turu ailesinin de teklifiyle, 80 günlük seçim sürecinde uluslararası gündemi etkileyen belli başlı olayları sizin için özetlemek istedim.

Beklenen şarkı çalmaya başladı

İlk durağımız ise doğal olarak 2022 yılından bu yana her gelişmesiyle bizi de yakından ilgilendiren Rusya-Ukrayna Savaşı. Bakalım Karadeniz’in İstanbul Boğazı açıklarından başlayıp Rusya’nın Belgorod oblastına kadar uzanan 2 bin kilometrelik cephe hattında hangi gelişmeler yaşanmış.

NATO’nun istihbarat ve silah desteği sayesinde Kiev’i ele geçirerek Zelensky yönetimini devirme girişimleri boşa çıkartılan Rusya, 2023 yılıyla beraber Bakhmut merkezli olarak savunma savaşına mahkûm olmuştu. Nisan ayından itibaren beklenen Ukrayna karşı saldırısı ise gerek NATO ülkelerinden yapılan silah sevkiyatı, gerek bu silah sistemlerine dair Ukrayna askerlerine verilen eğitim için yürütülen programlar gerekse mevsim koşulları nedeniyle Mayıs ayı sonuna kadar ertelendi. 27 Mayıs sabahı Ukrayna Genelkurmay Başkanı Valeri Zaluzni’nin sosyal medyada paylaştığı “Bizim olanı geri almanın vakti geldi” temalı video mesaj, bekleyişin sonuna gelindiğine işaret ediyordu.

Ukrayna ordusu, 24 Nisan’dan itibaren Rusya’nın cephe gerisindeki lojistik sistemlerini zayıflatan füze ve kamikaze dron saldırılarına başlamış, hatta bu saldırılar Rusya’nın başkenti Moskova’daki Kremlin Sarayı’na kadar ulaşmıştı. NATO ülkeleri bu süreçte Ukrayna’nın savaş kabiliyetini havadan füzeler, Storm Shadow güdümlü füze sistemleri ve çeşitli hava savunma sistemleri ile zenginleştirdi. Hatta ABD yönetimi daha önce Ukrayna’ya temin edilmesinin söz konusu olmadığını duyurduğu F-16 savaş uçakları için arzu eden müttefiklerine yeşil ışık yaktı.

Ukrayna hava savunması sesten 10 kat hızlı hareket eden Kinzhal füzelerini düşürecek kapasiteye ulaştığı gibi, 27 Mayıs’ı 28 Mayıs’a bağlayan gece İran yapımı 54 kamikaze drondan 52’sini düşürerek rüştünü ispatladı. Sürecin en kayda değer gelişmelerinden biri ise 24 Mayıs’ta Ukrayna su üstü dronlarının İstanbul Boğazı yakınlarında Rus donanmasına ait İvan Khurs istihbarat gemisine düzenlediği saldırıydı. Rusya Savunma Bakanlığı dronlardan birinin imha edilme görüntüsünü sosyal medyada paylaştı. Hemen ertesi gün Ukrayna tarafı, dronlardan birinin Rus gemisine çarpma anının görüntüsünü yayınladı. 25 Mayıs’ta İvan Khurs, Sivastopol Limanı’na girerken görüntülendi. Rus gemisine düzenlenen saldırı hem Tahıl Koridoru Anlaşması’nı hem de Rusya ile Türkiye arasında Karadeniz tabanından geçen enerji hatlarını tehdit edecek bir nitelik taşıyor. Almanya ile Rusya arasındaki Kuzey Akım boru hatlarına yönelik olarak 2022 yılının Eylül ayında Baltık Denizi’nde düzenlenen sabotaj hatırlanacak olursa, İvan Khurs’a düzenlenen saldırının enerji hatlarına yönelebilecek boyutunu dikkate almakta fayda olabilir.

Moskova’nın imajını diplomasi ile ayakta tutma gayreti

Ukrayna cephesinde prestiji sarsılan Kremlin yönetimi, geçen 80 günlük sürede bir yandan Çin Halk Cumhuriyeti ile stratejik işbirliğini derinleştirerek, diğer yandan ise Azerbaycan ile Ermenistan’ı müzakere masasına oturtarak dünyaya “Yıkılmadım ayaktayım” mesajını vermeye gayret etti. Pekin ve Moskova, her ne kadar Ukrayna Savaşı bağlamında savunma ilişkilerini artırdıkları yönündeki iddiaları reddetseler de, Şi Cinping, ülkesine yönelik çevreleme harekatıyla baş edebilmenin yolunun Rusya’yı ekonomik olarak ayakta tutmaktan geçtiğinin farkında.

Çin Halk Cumhuriyeti bir yandan jeopolitik ortamda Rusya’nın boşalttığı nüfuz alanlarını doldurmaya çalışırken bir yandan da Güney Asya ve Körfez bölgesindeki arabuluculuk faaliyetlerinin ağırlığını artırıyor. Çin Savunma Bakanı Li Şangfu’nun 16 Nisan’daki Moskova ziyareti ile Rusya Başbakanı Mihail Mişustin’in 23 Mayıs’taki Çin Halk Cumhuriyeti ziyaretlerinin sonuçlarını takip etmek Türkiye açısından hayati önem arz etmekte. Keza 2023 yılının ilk günlerinde Amerika Birleşik Devletleri ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında; neredeyse bir “uzaylı istilası” polemiğine dönüşen balon krizinin ardından gerçekleşen ilk görüşme de, yine bizler Türkiye’de seçim meselesiyle meşgul iken atılan önemli adımlardan biriydi.

10-11 Mayıs tarihlerinde Viyana’da Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Dış İlişkiler Komisyonu Direktörü Wang Yi ile ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan bir araya geldiler. Bu “Balon Krizi”nin ardından taraflar arasında gerçekleşen ilk üst düzey görüşmeydi. Malum olduğu üzere ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in Şubat ayında Çin’e yapacağı ziyaret yine “Balon Krizi” nedeniyle iptal edilmişti.

Çin’in arabuluculuk mesaisi artıyor

Pekin yönetimi, Güney Çin Denizi ve Japon Denizi’nde ABD’nin bölgesel müttefikleri ile her geçen gün ilmek ilmek dokuduğu çevreleme harekatını aşmanın yolu olarak, ticaret hatlarının üzerindeki sorunlu ülkeler arasında arabuluculuk faaliyetleri yürütme yöntemini belirledi. Bu amaçla satranç tahtasının en kritik karelerinde, “Kuşak ve Yol İnisiyatifi”nin hayatta kalması için 10 Mart’ta hayati hamleyi yaparak İran ve Suudi Arabistan’ı, yeniden diplomatik ilişkilerini canlandırmaları için bir araya getirdi. ABD’yi neredeyse oyun sahasının tamamen dışına atarak yapılan bu hamle, Ortadoğu’da ivme kazanarak ve üzerine yeni katmanlar ilave edilerek sürmekte.

Suudi Arabistan’ın, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan petro-dolar ya da bir başka deyişle ABD’nin güvenlik garantisi karşılığı petrol tedariki düzeninden çıkarak, Arap milliyetçiliği çizgisinde ekonomisini de çeşitlendirmeye yönelik siyasi atağı pek çok yeni gelişmeye gebe. ABD yörüngesinden çıkma hedefiyle neredeyse her hafta yeni bir uygulamayı gündeme koyan Suudi Arabistan yönetimi, Washington’un aksi yöndeki tüm uyarılarına rağmen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı 19 Mayıs’ta Cidde’de düzenlenen Arap Birliği Zirvesi’ne davet etti.

Çin aracılığı ile yürürlüğe konan İran-Suudi Arabistan ilişkilerinin normalleşmesi süreci, Suriye’nin uluslararası topluma yeniden dahil edilmesi boyutuna ulaşırken, Cidde’deki zirve aynı gün Japonya’nın Hiroşima kentinde başlayan G-7 Zirvesi’ni gölgede bıraktı dersek yanlış olmaz. Her iki zirvenin belki de en ilginç ortak noktası ise Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’nin destek arayışı amacıyla Cidde ve Hiroşima’yı peş peşe ziyaret etmesiydi.

Normalleşme sürecinin Türkiye’ye ulaşan rüzgârı

Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’da ABD’nin ağırlığını azaltarak, Suriye merkezli olarak kurguladığı çatışmaları azaltma sürecinin esintileri Ankara’nın Kahire ve Şam ilişkilerinde de temkinli bir bahar havası yarattı.

Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri 11 yıl aradan sonra Mısır’dan Türkiye’ye en üst düzeyde ziyareti gerçekleştirdi. Biz nasıl seçimlere odaklandıysak, Şam ve Kahire yönetimleri de Türkiye ile sorunlu alanlardaki müzakereleri derinleştirmek için seçimlerin finalini görmeyi tercih ettiler.

Rusya’nın devreye girmesiyle 25 Nisan’da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan’ın Moskova’da Rusya, İran ve Suriye’den mevkidaşlarıyla bir araya gelmeleri, ardından 10 Mayıs’ta bu defa dört ülkenin Dışişleri Bakanlarının yine Moskova’da buluşmaları, seçimle meşgul Türkiye kamuoyunda beklenen yankıyı bulmadı. Ancak 24 Mayıs günü, Katar Kalkınma Fonu’nun mali desteğiyle Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı harekat bölgelerinde, 1 milyon Suriyelinin ülkelerine dönüşü için 240 bin konutluk projenin ilk adımlarının atılmasını Moskova-Ankara-Şam-Tahran ve Cidde arasında ivme kazanan diplomasi trafiğinden bağımsız düşünmek mümkün değil.

Türkiye’deki seçim sürecinin tamamlanması ile beraber Ankara-Şam ilişkilerinin normalleşmesine ilişkin doğrudan adımların atılması da sürpriz olmayacaktır. Türkiye’nin Suriye ve Mısır ile ilişkilerini Arap Baharı öncesindeki duruma geri döndürmesi hiç şüphesiz Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ikilisinin, Doğu Akdeniz’de enerji tabanlı olarak Türkiye’ye karşı inşa etmeye çalıştıkları askeri ittifakı yeniden değerlendirmelerine de vesile olacaktır.

Kafkaslarda barışın eşiğinde olabilir miyiz?

Körfez bölgesinden Doğu Akdeniz istikametine yönelen normalleşme rüzgârından Mayıs ayı itibarıyla Kafkaslar da nasibini almaya başladı. Taraflar arasında ateşkes hattında zaman zaman çatışmalar meydana gelse de 14 Mayıs’ta Brüksel’de Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ile Ermenistan Başbakanı Paşinyan arasında gerçekleşen görüşmeyi 19 Mayıs’ta iki ülke dışişleri bakanlarının Moskova’daki buluşmaları takip etti. Hızlanan gelişmeler 25 Mayıs’ta Aliyev ve Paşinyan’ın bu defa Moskova’da Putin’in katılımıyla bir araya gelmeleri ile devam etti.

Bu süreçte Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın, “Karabağ’da kalan Ermenilerin güvenliklerinin garanti edilmesi halinde, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanımaya hazır olduklarını açıklaması”, seçim süreci ile meşgul olan Türkiye’de kamuoyunun yeterince ilgi gösteremediği bir başka gelişmeydi. Zengezur Koridoru’na dair itirazları Moskova nezdinde de karşılık bulmayan Ermenistan’ın, uluslararası toplumun beklentileri doğrultusunda Azerbaycan ile barış anlaşması için masaya oturmaya hazır olduğu ifade ediliyor. Hatta diplomatik kaynaklara göre bu anlaşma için 1 Haziran’da taraflar Moldova’nın başkenti Kişinev’de bir araya gelecekler.

Ermenistan içerisinde Paşinyan’a karşı başlayabilecek muhalif bir hareket ihtimaline karşı anlaşmanın mümkün olan en kısa sürede kotarılması, 1988’den bu yana Ermenistan’ın uluslararası hukuka aykırı bir şekilde Karabağ’da süren işgalinin son bulması için önemli bir fırsat penceresi. Acı olan ise Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Minsk Grubu’nun 1994’ten bu yana sürüncemede bıraktığı hatta deyim yerindeyse, Azerbaycan’ı uyutarak kaderine razı etmeye çalıştığı bu hukuksuzluğun, mecburen güç ile çözülmüş olması. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni de benzer bir şekilde işlevsiz hale getiren Batı dünyasının bugün giderek güçlenen “çok kutuplu dünya” yaklaşımından rahatsız olmasını anlamak işte bu şartlarda mümkün değil.

Tayvan’da kriz stabil

Seçim sürecinde jeopolitik gündemin gözümüzden uzak kalan başlıklarından biri de hiç şüphesiz “Tayvan Krizi”.

Tayvan’da 2024 Ocak ayında düzenlenecek devlet başkanlığı ve parlamento seçimine kadar buradaki krizin planlı iniş çıkışlarla kendisini hatırlatmaya devam edeceği anlaşılıyor. Çin Halk Cumhuriyeti düzenli aralıklarla Tayvan Adası’nın münhasır ekonomik bölgesini hava ve donanma unsularıyla ihlal ederken, SİHA’ları kullanarak adayı kuşatıyor, insansız hava araçları ile geliştirdiği taktikleri Tayvan çevresinde tecrübe ediyor.

ABD’nin Kuzey Kore’nin artan füze denemelerini gerekçe göstererek Güney Kore’ye Ohio sınıfı nükleer silah taşıyan denizaltı gönderme kararı da hiç şüphesiz, yalnızca Kuzey Kore tarafından bir tehdit olarak algılanmayacaktır. ABD’nin 40 yıl sonra Güney Kore karasularına göndereceği denizaltı mutlak surette Tayvan çevresinde sürekli hareket halinde olan Çin donanmasının da ilgi alanına girecektir.

Bu arada Japonya’nın Kuzey Atlantik İttifakı NATO’ya giderek artan ilgisinin yanı sıra merkezi Roma’da bulunan NATO Savunma Koleji komutanı Korgeneral Olivier Rittiman’ın geçen Mart ayında Tayvan’ı ziyaret ettiğinin ortaya çıkması da, bölgede bir nükleer denizaltı ziyareti kadar etki yarattı. Uluslararası basına yansıyan bilgilere göre, Korgeneral Rittiman’ın bu ziyareti 27-31 Mart 2023 tarihleri sırasında gerçekleşti. Uluslararası basın aynı günlerde Tayvan Devlet Başkanı Çai Yingwen’in (Tsai Ing-wen) ABD ziyaretine ve bu ziyaret esnasında ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCharty ile görüşmesine odaklandığı için Rittiman temaslarını gözlerden uzak bir şekilde yürütebildi.

Darbe olmadı, iç savaş verelim

Gelelim Doğu Afrika kıyılarında iki general arasındaki bilek güreşinin nasıl bir iç savaşa dönüştüğüne.

2011 yılında güney kısmının ayrılmasının ardından Sudan un ufak olarak parçalarına ayrılma yolunda ilerliyor. 2021 yılının Ekim ayında beraber darbe yapan Sudan Silahlı Kuvvetler Komutanı Abdülfettah Burhan ile Acil Müdahale Gücü adı verilen milislerin komutanı Muhammed Hamdan Dagalo 15 Nisan 2023’te silahlarını birbirlerine doğrulttular. Acil Müdahale Gücü’nün lağvedilmesini kabul etmeyen General Dagalo’nun darbe girişimi sonuçsuz kalınca, olaylar iç savaş boyutunda çatışmalara ve yüzbinlerce sivilin evlerini terk etmek zorunda kaldığı bir krize dönüştü. Suudi Arabistan ve ABD’nin baskısıyla taraflar Cidde’de müzakere masasına oturdular. 11 Mayıs’ta insani yardım koridorları oluşturulması için anlaşma sağlansa da başkent Hartum hayalet kente dönüştü ve kırılgan bir ateşkes çevresinde zaman zaman alevlenen çatışmalar sürüyor.

Taraflar arasında uzlaşma sağlanamaması yalnızca Avrupa’yı hatta Türkiye’yi etkileyecek göç ve gıda krizine yol açmakla kalmayacak. Terör örgütlerinin Sudan topraklarında yaşam alanı bulmasına da neden olacak. Bu noktada, 1991 yılında Suudi Arabistan’ı terk etmek zorunda kalan Usame Bin Ladin’in postu Sudan’a serip el Kaide örgütünün temellerini burada attığını unutmamakta fayda var.

Anketlerin ve Syriza’nın hezimete uğradığı ülke: Yunanistan

Türkiye’de kendi seçim sürecimizi tamamladıktan sonra sınırlarımızın ötesinde ilgileneceğimiz en önemli dış gelişme, şüphesiz Yunanistan’da 21 Mayıs’ta ilk turu yapılan genel seçimler olacaktır.

Bu seçimlerin en önemli iki sonucundan biri, Yeni Demokrasi Partisi’nin aldığı yüzde 40’ın üzerindeki oy ile kazandığı seçim zaferi, ikincisi ise anket şirketlerinin neredeyse iktidar ve ana muhalefet partileri için 10 puana varan yanılgılarıydı. Bu manada Türkiye’deki anket şirketlerinin 14 Mayıs gecesi düştükleri durum, Yunanistan’daki muadillerinin yanında makul bile kabul edilebilir.

Yaklaşık 50 seçim bölgesinin biri hariç tamamında ilk sırada yer alan Yeni Demokrasi Partisi, parlamentoda salt çoğunluk olan 151 sandalyeye ulaşamasa da en yakın rakibi SYRIZA’ya 20 puan fark attı. Mitçotakis liderliğindeki Yeni Demokrasi Partisi, şimdi 25 Haziran’da yapılacak ikinci turu bekliyor ve muhtemelen sandalye sayısını 160’a yükselterek parlamentoda tartışmaya yer bırakmayacak bir üstünlük tesis edecek. Mitçotakis bu nedenle ilk tur sonunda koalisyon hükümeti kurmak için ısrarcı olmadı.

Seçim sonucunun SYRIZA açısından hayli trajik bir yönü daha var. SYRIZA lideri Çipras 2015-2019 yıllarında iktidarda oldukları dönemde, muhalefetteki radikal söylemlerinin tam tersi şekilde hareket etmiş, Yunan halkının beklentilerinden ziyade Brüksel’in beklentilerini karşılamaya çalışınca güven kaybına uğramıştı. Onun iktidarı döneminde yükseltilen vergilerle dolan hazine, Yeni Demokrasi Partisi’nin iktidarı sırasında Covid-19 salgını nedeniyle uygulanan kapanma önlemleri sırasında kurtarıcı oldu. Mitçotakis, SYRIZA’nın tasarruf ve yüksek vergi politikasıyla topladığı parayı, salgından etkilenen sektörlere verimli bir şekilde kanalize edip vergileri de düşürünce 2023 seçimlerindeki ezici zaferinin zeminini hazırladı. Kimi kesimler tarafından, Mitçotakis’in başrolünde olduğu ve gazetecilerle bir kısım yüksek bürokratı hedef alan “dinleme skandalı”nın Yeni Demokrasi Partisi’nin iktidarına mal olacağı iddia ediliyordu. Ancak sandığa yüzde 60,8 oranında ilgi gösteren Yunan seçmeni önceliğinin satın alma gücü olduğunu ortaya koydu.

Yine de PASOK ve Yunan Komünist Partisi’nin seçimlerde oy oranı ve parlamentodaki sandalye sayısı bakımından ciddi bir çıkış yakaladıklarının altını çizelim. 25 Haziran’da yapılacak ikinci tur seçim neticesinde Yunanistan’da şekillenecek yeni iktidarın Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki sorunların çözümü yolunda, bölgede esen normalleşme havasından etkilenecek olması mümkündür.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 30 Mayıs 2023’te yayımlanmıştır.

Mehmet Kancı
Mehmet Kancı
Mehmet A. Kancı – Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 1994 yılında ATV Siyaset Meydanı ile başladığı meslek hayatını sırasıyla ATV’de Haberci, NTV Haber Merkezi, CNN Türk’te Editör programı ve Haber Merkezi, TRT Türk ve TRT Haber’de sürdürdü. TRT’de görevine devam eden Kancı dış politika analizleri de kaleme alıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x