Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonraki süreç gerek bölgesel gerekse küresel ölçekte yeni dinamikleri beraberinde getiriyor. Siyasi analist Marwan Bishara, Al Jazeera’de yayımlanan yazısında, yeni koşulların Ortadoğu’ya yansımalarını Soğuk Savaş dönemi ile karşılaştırarak ortaya koyuyor ve değişen dinamiklerin bölgeye istikrar getirip getirmeyeceğini sorguluyor.
Yazıdan önce çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından yeni tür bir Soğuk Savaş Amerikan-Rus ilişkilerine hâkim olurken, Ortadoğu’nun önde gelen aktörleri taraf tutmayı reddederek mesafeyi koruyor.
Bu durum, önceki Soğuk Savaş döneminde bölgeyi ve dünyayı kutuplaştıran hiper-stratejik ittifakların hibrit, akışkan, pragmatik ve öngörülemez hale geldiğinin bir işareti.
Soğuk Savaş sırasında Ortadoğu’ya, büyük dış müdahaleler ve nispeten sık görülen yüksek yoğunluklu çatışmalar hâkimdi. Soğuk Savaş sonrasında ise bölge, son 20 yılda dünyanın en ölümcül çatışmalarının çoğuna sahne oldu. Ancak şimdilerde Suriye, Yemen ve Libya’daki savaşların şiddeti azalıp bölgesel çatışmalar çıkmaza giriyor, bir yandan da bölgesel ve küresel güçler, zayıflık ve yorgunluk belirtileri gösteriyor ve bu şartlar altında yeni bir jeopolitik ortam şekilleniyor.
Bu yeni dinamik, Cidde’de düzenlenen son Amerikan-Arap zirvesi ile Rusya, İran ve Türkiye’nin katılımıyla Tahran’da gerçekleştirilen üçlü zirveleri ışığında açıkça görüldü.
Cidde’de ne oldu?
Cidde’deki zirve, ABD ile Ortadoğu’daki ortakları arasındaki farklılığı ve güvensizliği ortaya çıkardı. Başkan Joe Biden, ülkeleri petrol üretimini artırmaya ve Moskova ile tüm işbirliğini durdurmaya ikna etmeye çalışsa da bir sonuç alamadı. Washington’ın ricalarına ve baskılarına rağmen Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır, yakın zamanda Moskova ile enerji ve ticaret anlaşmalarını sonlandırabileceklerine dair hiçbir işaret vermedi. Yaşananlar, Suudi Arabistan’ın Soğuk Savaş’ta Washington’ın yanında yer aldığı, Sovyet güçlerinin Afganistan’dan çıkarılmasına yardım ettiği ve Amerikan baskısı altında petrol fiyatını aşağı çektiği 1980’lerden çok uzak bir tablo çiziyor.
Bir süre önce, Ortadoğu’da hüküm süren ‘parya’ rejimlere öfkesini dile getiren Biden, başkan olarak bölgeye yaptığı ilk ziyareti sırasında ‘ulusal çıkar’ın hizmetindeyken adeta dilini yuttu ve gururunu bir kenara bıraktı. Yine de Riyad ve Kahire, dayatmalarını reddettiği ABD’nin Irak ve Afganistan’dan küçük düşürücü bir şekilde geri çekilmesini ve son 20 yıldaki düzensiz davranışlarını göz önünde bulundurarak stratejik yetkinliğini ve metanetini de sorguladı.
Ulusal çıkarlara dayalı hibrit ilişkiler
Çin’in yükselişi ve Rusya’nın yeniden dirilişinin karşısında Amerika’nın düşüşü, müttefiklerini sadece ulusal ve rejim çıkarlarına dayalı hibrit, münhasır olmayan dış ilişkiler kurmaya sevk etti. Sanki İsrail’in küstahlığı sonunda komşularına, dostlarına ve düşmanlarına bulaşmış gibi. Tel Aviv gibi önemli Ortadoğulu oyuncular Amerikan silahlarını ve yardımını istese de tavsiyelerine kulak asmıyor.
Washington’ın en yakın bölgesel müttefiki ve Başkan Biden’ın Ortadoğu gezisinin ilk durağı olmasına rağmen İsrail, ABD’nin sadece Rusya’ya değil, İran ve Filistin’e yönelik isteklerine de boyun eğmeyi reddetti. Aslında, ‘ayakların baş olması’ dinamiğini tamamen yeni bir düzeye taşıyan İsrail, Amerika’yı bir kez daha gafil avladı.”
Hibritleşme
Yazar Bishara, İsrail, Suudi Arabistan ve bölgesel müttefikleri gibi Doğu ve Batı’yı coğrafi ve jeopolitik olarak ikiye bölen Türkiye’nin de bir süredir hibritleştiğini söylüyor:
“NATO’nun bu önemli ülkesi geçen hafta Tahran’daki üçlü zirvede Washington’ın stratejik hasımları İran ve Rusya ile yeni anlaşmalar yaptı; hatta Ayetullahlara silah satışı teklif etti.
NATO müttefikleri hava savunma sistemlerini kabul edilebilir şartlarda satmayı reddetmesinden sonra Türkiye’nin gelişmiş S-400 sistemi satın almak için yüzünü NATO’nun düşmanı Rusya’ya çevirmesi Washington’ı dehşete düşürdü. Ardından Suudi Arabistan da benzer bir meydan okuma sergileyerek Moskova ile Rus sistemini satın almak için görüşmelere başladı.
Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan’ın yaptığı gibi İran da Çin ve Rusya ile ittifak kuruyor. Avrupa ile işbirliği kapılarını açık tutarak ve ABD ile Nükleer Anlaşma’ya dönüş müzakerelerinde ısrar ederek hibrit ilişkiler sürdürmeye çalışıyor. Ukrayna’yı işgalinden bu yana Rusya da Amerika ve Türkiye’nin Suriye’deki nüfuzunu dengelemek için İran’a daha bağımlı hale geldi.
Öte yandan Ortadoğu’nun önde gelen bu aktörleri, bölge içinde olduğu kadar bölge dışında da hibrit ilişkiler sürdürüyor. İran ve Suudi Arabistan, Soğuk Savaş mantığına saplanmış ezeli düşmanlar olabilir, ancak Körfez’deki gerilimleri azaltma ve Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan gibi bölgesel sıcak noktalarda uzlaşmaya varma amacıyla doğrudan diplomatik görüşmelerde bulunuyorlar.
Suriye’deki Esad rejimi ile ilişkileri normalleştirip Yemen savaşından çekilen ve aynı zamanda İran’ın baş düşmanı İsrail ile diplomatik, güvenlik ve strateji odaklı ilişkiler kuran BAE ile İran arasında da benzer dinamikler söz konusu.
Yeni dinamikler Ortadoğu’ya barış getirir mi?
Kısacası, yeni hibrit jeopolitik dinamikler, dünyayı on yıllardır bölen ve yöneten katı ve hiper iki kutupluluğa hiç benzemiyor. Dünya, işlerini ve siyaseti yürüttüğü gibi aynı araç ve yöntemleri kullanarak savaştığından, bu değişim muhtemelen kalıcı ve küresel olacaktır.
Başka bir deyişle, aşırı basitleştirme gibi görünse de hibrit çalışma, hibrit arabalar ve hibrit savaş ile karakterize edilen, giderek hibritleşen bir ortamda daha fazla hükümetin hibrit politikalar izlemesini bekleyebiliriz. Bu, küresel ve bölgesel dinamikleri daha da karmaşıklaştıracak, baş döndürücü değişim sergileyen bir gerçeklik üretecektir. Ayrıca, bundan sonra ne olabileceğini; yeni bir patlamanın nerede meydana gelebileceği veya belirli ülkelerin yarın uzlaşmaya varıp varamayacağını tahmin etmeyi daha da zorlaştıracaktır.
Bütün bunlar şu soruyu akla getiriyor: Hiper ilişkilerden hibrit ilişkilere geçiş istikrar hatta Ortadoğu’ya barış getirecek mi?
Evet; bir süre için uluslararası ve ülke içi istikrarsızlıkları azaltabilir, ancak bölgesel aktörler bu pencereyi adalet ve insan haklarıyla ilgili acil sorunları ele almak için kullanmadıkça, benzeri istikrarsızlıklar ve şiddetin yaşanmasını beklemek yanlış olmayacaktır.”
Bu yazı ilk kez 28 Temmuz 2022’de yayımlanmıştır.