Post-Netanyahu dönemi mümkün mü?

12 yıllık iktidarı sona eren Netanyahu kendisini deviren aktörleri uyguladığı politikalarla nasıl güçlendirdi, büyüttü? Vaadi değişim olan, iktidardaki yeni koalisyon İsrail toplumunu dönüştüren Netanyahu’nun izlerini silebilecek mi? Dr. Gökhan Çınkara yazdı.

İsrail’de 12 yıl süren Netanyahu iktidarı sona erdi. Sekiz partinin oluşturduğu koalisyon hükümeti kendisini ‘değişim hükümeti’ olarak adlandırıyor. Aslında bu koalisyon, ideolojik, kültürel ve siyasal tavır ve pratikler açısından birbirinden ayrışan partilerden oluşuyor. Bu farklılıklara rağmen kendilerine değişim hükümeti demelerinin temel nedeni, Binyamin Netanyahu’nun 2009-2021 arasında süren uzun süreli iktidarını değiştireceklerini iddia etmeleri.

Fakat bu değişimin amacı, sadece siyasi iktidarın aktörler arasında bir devir teslim değil. Netanyahu iktidarının yarattığı popülist lider söylemini; küçük partilerin kendi seçmenlerinin dar çıkarlarını toplumun genelinin talepleri üzerinde tutmasını, sağ dindar milliyetçi siyasal bloğu değiştirmeyi de hedefliyorlar.

Koalisyonu oluşturan sağ dindar milliyetçi siyasal blok, İsrail’in geleneksel merkez sağındaki seküler ve liberal niteliklerin her geçen Netanyahu’nun da politikaları sayesinde erimesiyle ortaya çıktı. Oysa bu değerler 1970’lerin sağ partisi Likud’da temsil buluyordu. Bugün gelinin noktada İsrail’de sağ; milliyetçi, dindar ve mesyanik bir düzleme oturdu.

İsrail sağına bunlar olurken, İsrail solu da toplumsal adalet ve sosyalist devlet arayışından uzaklaşarak bir toplumsal hareket ve diplomatik misyona dönüştü.

Birinci intifadanın İsrail sağına etkisi

Esasında sağın ve solun bu ideolojik dönüşümü, Netanyahu döneminde hızlanmış olsa da kökleri 1987-1993 yılları arasında süren Birinci İntifada’ya değin uzanıyor.

Birinci İntifada, İkinci İntifada’dan (2000 – 2005) farklı olarak örgütlerin çeşitleri eylemlerle ses getirmeye çalıştıkları bir dönem değil, neredeyse bütün Filistin halkının katıldığı, kitlesel sivil itaatsizlik temeline dayanan, başta işgal edilmiş topraklara yerleşmiş Yahudi yerleşimcilerin olmak üzere, neredeyse tüm İsraillilerin günlük yaşamlarının her anında ve alanında hissettikleri bir ayaklanmaydı. Filistin Özerk Yönetimi’nin kurulmasına giden Oslo Anlaşmalarıyla sonuçlanmıştı.

İsrail’e, Yahudiliğe ve dünyaya dinsel metinleri milliyetçi bir yaklaşımla okuyarak bakan yani Dindar Siyonist, 1972 doğumlu yeni değişim hükümetinin lideri Naftali Bennett de Birinci İntifada’nın travmalarını bireysel ölçüde tecrübe etmiş biri. İsrailli askerler ve yerleşimciler arasındaki işbirliğini diğer İsrail vatandaşları gibi gözlemledi. İsrail sağ seçmenin temel ilkelerinden biri olan, Filistin’in tamamında kendi sahipliğini iddia eden ve Filistinlilerin kendi topraklarından gönderilmesini amaçlayan teritoryal/toprak maksimizasyonu/azamileştirilmesi fikrini temel siyasal değer olarak kabul etti. Birinci İntifada’nın değiştirici gücüne tanıklık etmiş İsrail sağı ve Bennett gibiler, Yahudi nüfusun İsrail’de hâkim unsur olmasını devam ettirecek demografik avantajın korunması gerektiği fikrine de sıkı sıkı sarıldılar.

Bu iki konu yani demografik avantajı devam ettirme ve toprak maksimizasyonu, Birinci İntifada döneminde daha çok Yahudi Yerleşimcilerin söylemiyken gittikçe İsrail sağının genelinin söylemini, kurumsal dağılımını ve lider tipini belirlemeye başladı. Birinci İntifada sırasında dar ve kısıtlı bir gerçekliğe denk gelen ve ‘yerleşimci siyaseti’nin temeli olan bu durum, İsrail sağının genelini kapsar hale geldi.

Netanyahu’nun Likud Partisi’nde bir süre konsolide etmeye çabaladığı ve kendi liderliği altında toplamaya çalıştığı bu siyasal gerçeklik, İsrail’deki siyasal sistemin bol miktarda ve küçük fikir farklılıkları üzerinden siyasal parti üretilmesine olanak tanıyan yapısının da yardımıyla zamanla başka siyasal aktörleri de ortaya çıkardı.

İsrail’in 1967 Savaşı’nda işgal ettiği Batı Şeria ve Gazze bölgesindeki Yahudi yerleşimcilerde öbeklenen bu siyasal tutum, İsrail siyasetinin merkezine Naftali Bennett ile yerleşmiş oldu. Netanyahu’nun pragmatizmi dindar siyonistler açısından günü kurtarmaya dönük makyavelist çabalar olarak görüldü. Likud’dan ayrılarak başka partilerin çatısı altına girenler Netanyahu’yu ideolojik tutarsızlık, ahlaki liderlik yoksunluğu ve otantik sağcı olmamakla itham etti. Naftali Bennett’in 2012’de Yahudi Evi Partisi’ni ve 2021’de Gideon Sa’ar’ın Yeni Umut Partisi’ni kurması, bu motivasyonların ivmelendirilmesiyle mümkün oldu.

Özet olarak Netanyahu’nun 1990’larda yapılandırdığı sol karşıtlığı, devamında gelen Oslo Anlaşmaları’na muhalefeti ve bunun doğal uzantısı olarak yerleşimci siyasete ön açan politik söylemi Naftali Bennett’e fırsat penceresini araladı.

Sekülerlerin yükselişi

İsrail’deki yeni hükümetin diğer ortağı ve İsrail’in merkez siyasetini temsil eden başat aktör olarak Yesh Atid (Gelecek Var) Partisi ve onun lideri Yair Lapid de 1990’lardaki başka bir ekonomik ve toplumsal değişimin ürünü.

O ve partisi İsrail’in merkez siyasetinin seküler, orta-sınıf, kozmopolit nitelikli, start-up ekonomisiyle yükselişe geçen, Tel Aviv ve Herzliya gibi görece müreffeh kentlerinde yaşayan seçmenlere hitap ediyor. Lapid profesyonel bir siyasetçi değil. Bir medya mensubu ve gazeteci olan Lapid, İsrail’de yerleşik siyasetçilere ve geleneksel siyasal partilere seçmen nezdinde desteğin gevşediği bir ortamda yükseldi.

Netanyahu’nun dindar partilere yanaşarak koalisyon hükümetlerini onların desteğiyle kurması, onları koalisyona ikna edebilmek için, dindarlık üzerinde yükselen isteklerine “evet” demesi ve onların istisnai hallerini her geçen gün bütün toplum için yaygınlaştırması süreci (Şabat’ta toplu ulaşımın yasaklanması, Ağlama Duvarı’nda sadece Ortodoks Yahudilerin ibadetine izin verilmesi ve kadınlara ayrılan bölümün kapatılması) seküler hassasiyetleri olan merkez siyaseti ve seçmeni Lapid etrafında kenetledi. Bu tür toplumsal hoşnutsuzluğun adeta siyasi sözcüsü olan Yair Lapid, seçmen nezdindeki temel imajını dışarıdan gelen denenmemiş/yeni ve hakiki alternatif olma üzerine kurdu.

Geleneksel partilerin düşüşü

Lapid’in ‘ne sağcıyım ne solcuyum’ tavrı İsrail’de geleneksel siyasal partilerin düşüşünü, profesyonel siyasetçilerin çekim gücünün yitimini ve daha da önemlisi İsrail’de siyasetin şahsileştiğinin habercisiydi. Siyasetin şahsileşmesinin nedeni de aslında Netanyahu’dur diyebiliriz. Zira Netanyahu her girdiği seçimde kendisini seçmenin önüne koyarak adeta seçimi referanduma dönüştürdü. Bu durum onun polarize kişiliğinin etkisiyle anti-Netanyahu bir lider olarak Yair Lapid’i güçlendiren etmenlerin başında geliyor.

Sonuçta, Netanyahu’nun 1990’larda Oslo Barış Anlaşmaları’na muhalefeti ve yerleşimci siyasetine hitap etme çabası, yani politik söylemi Naftali Bennett gibi siyasetçileri, seçim stratejileri de Yair Lapid gibi siyasetçileri yükseltti ve karşısına çıkardı.

Neticede Netanyahu siyaseti, Değişim Hükümetini oluşturan en önemli girdi olarak karşımıza çıkıyor. Yeni hükümetteki siyasal ideolojik farklılıklar ve onun sonucu olarak çıkar çatışmaları bir süre ertelenmişe benziyor. Bu ertelemenin nedeni, aktörlerin ittifak ettiği bir stratejide yatıyor: karşı-hegemonya yaratmak.

İsrail’in krizi

Netanyahu, güncel olarak işletmeye çalıştığı siyasal denklemi İsrail’de ve onun küresel jeopolitik düzlemlerinde 12 yıl boyunca devam ettirebildi. Göreli siyasal, ekonomik ve jeopolitik kazançlar elde ettiği hegemonyasının aynı zamanda krizini de yarattı.

İsrail’de üretici sınıfın yönünü farklı siyasal angajmanlara dönmesi içerideki krizi derinleştiriyor. Küresel siyasette ivmelenen anti-popülist siyasetin ABD/Biden merkezli önderliği de jeopolitik krizle yüzleşmesine neden oluyor. Manevra alanı daralan, taktiksel eylemliliği güçleşen Netanyahu’nun karşısına karşı-hegemonyayı kurarak mevzilenen aktörler çıkıyor ve konsolide oluyor.

Netanyahu’nun politik stili ve söyleminde kopuşu temsil eden Değişim Hükümeti karşı-hegemonya stratejisiyle Netanyahu’yu aşmak istiyor: yani Post-Netanyahu dönemini başlatmak. Bu açıdan aktörlerin çeşitli ve çelişkili olması karşı-hegemonyayı kuracak toplumsal sözleşmenin revize edilmesi için şart.

İsrail’de yeni bir toplumsal sözleşme mümkün mü?

Toplumsal sözleşmeye duyulan ihtiyaç bu sene kendisini hiç olmadığı kadar görünür kıldı. İsrail’in seküler ve Netanyahu karşıtı toplumsal grupları 2011 Toplumsal Adalet Hareketi’nden Başbakanlık Konutu’nun yer aldığı Balfour Eylemleri’ne değin sürekli bir eylemsellik içerisindeydiler. Bu eylemselliğin temel deseni, kendisini Netanyahu’nun temsil ettiği siyasetin karşıtı konumda buldu.

İkincisi, Haredi (aşırı dindar) toplumunun, kamuoyunun genelinden bağımsız olarak yürütmeye çalıştıkları siyasetçiler eliyle güçlenen otonomisinin yan etkilerinin dramatik bir şekilde ortaya çıkması oldu. Nisan ayında bir dinî kutlama sırasında 44 kişinin birbirlerini ezerek öldürmeleri, tarafsız kamusal gücün yoksunluğu durumunda Haredilerin iç dinamiklerinin koordinasyonu sağlayamayacak kadar yetkin ve yeterli olmadığı sonucunu ortaya çıkardı. Meron Dağı Faciası sonrası İsrail Yasama Meclisinde (Knesset) araştırma komisyonu kurulmasına Haredi partilerin karşı çıkması profesyonel siyasetçiler için siyasal itibarın kamusal hizmet ve erdemden ne derece öncelikli olduğunu göstermesi açısından önemliydi. Neticede Haredi toplumunu bir dizi siyasetçinin insafına bırakarak eşit ve adil vatandaşlık rejiminden uzaklaştırmak sonucunu doğuruyordu.

Üçüncü olay ise, Şeyh Cerrah Mahallesi ve Mescid-i Aksa’da İsrail polisinin göstermiş olduğu sert müdahalelerin etkisiyle İsrail’de Arap yerleşim yerlerinde İsrailli Arapların eylemselliğe geçmesi idi.

Bürokratik, toplumsal ve kültürel alanlarda görülen krizin etkisi sekülerleri, Haredileri ve İsrail vatandaşı Arapları yeniden sisteme sokmak gerektiğinin ortaya çıkardı. Çünkü istikrarlı ve öngörülebilir toplumsal düzen için bu önemliydi. Bu nedenle birbirine benzemeyen fakat Netanyahu’nun hegemonyasına da karşıt olan bu gruplar Değişim Hükümeti’nin karşı-hegemonya stratejisinin doğal toplumsal kaynakları oldular.

İsrail siyaseti çoklu, parçalı ve çatışmalı aktörlerin arasında rotasını bulmaya çalışıyor. Post-Netanyahu dönemi tam da bu düzenin içinde oluşuyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 23 Haziran 2021’de yayımlanmıştır.

Gökhan Çınkara
Gökhan Çınkara
Dr. Gökhan Çınkara – Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi. Lisans derecesini Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden, doktora (bütünleşik) derecesini aynı üniversitenin Siyaset Bilimi Anabilimdalı’ndan aldı. Kudüs İbrani Üniversitesi (Hebrew University of Jerusalem) Truman Center’da ve Brandeis Üniversitesi Schusterman Modern İsrail Araştırmaları Merkezi’nde misafir araştırmacı olarak bulundu. Çınkara İsrail, Filistin siyaseti, Yahudi dünyası ve Orta Doğu toplumları ve siyaseti konularında akademik çalışmalar yürütüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Post-Netanyahu dönemi mümkün mü?

12 yıllık iktidarı sona eren Netanyahu kendisini deviren aktörleri uyguladığı politikalarla nasıl güçlendirdi, büyüttü? Vaadi değişim olan, iktidardaki yeni koalisyon İsrail toplumunu dönüştüren Netanyahu’nun izlerini silebilecek mi? Dr. Gökhan Çınkara yazdı.

İsrail’de 12 yıl süren Netanyahu iktidarı sona erdi. Sekiz partinin oluşturduğu koalisyon hükümeti kendisini ‘değişim hükümeti’ olarak adlandırıyor. Aslında bu koalisyon, ideolojik, kültürel ve siyasal tavır ve pratikler açısından birbirinden ayrışan partilerden oluşuyor. Bu farklılıklara rağmen kendilerine değişim hükümeti demelerinin temel nedeni, Binyamin Netanyahu’nun 2009-2021 arasında süren uzun süreli iktidarını değiştireceklerini iddia etmeleri.

Fakat bu değişimin amacı, sadece siyasi iktidarın aktörler arasında bir devir teslim değil. Netanyahu iktidarının yarattığı popülist lider söylemini; küçük partilerin kendi seçmenlerinin dar çıkarlarını toplumun genelinin talepleri üzerinde tutmasını, sağ dindar milliyetçi siyasal bloğu değiştirmeyi de hedefliyorlar.

Koalisyonu oluşturan sağ dindar milliyetçi siyasal blok, İsrail’in geleneksel merkez sağındaki seküler ve liberal niteliklerin her geçen Netanyahu’nun da politikaları sayesinde erimesiyle ortaya çıktı. Oysa bu değerler 1970’lerin sağ partisi Likud’da temsil buluyordu. Bugün gelinin noktada İsrail’de sağ; milliyetçi, dindar ve mesyanik bir düzleme oturdu.

İsrail sağına bunlar olurken, İsrail solu da toplumsal adalet ve sosyalist devlet arayışından uzaklaşarak bir toplumsal hareket ve diplomatik misyona dönüştü.

Birinci intifadanın İsrail sağına etkisi

Esasında sağın ve solun bu ideolojik dönüşümü, Netanyahu döneminde hızlanmış olsa da kökleri 1987-1993 yılları arasında süren Birinci İntifada’ya değin uzanıyor.

Birinci İntifada, İkinci İntifada’dan (2000 – 2005) farklı olarak örgütlerin çeşitleri eylemlerle ses getirmeye çalıştıkları bir dönem değil, neredeyse bütün Filistin halkının katıldığı, kitlesel sivil itaatsizlik temeline dayanan, başta işgal edilmiş topraklara yerleşmiş Yahudi yerleşimcilerin olmak üzere, neredeyse tüm İsraillilerin günlük yaşamlarının her anında ve alanında hissettikleri bir ayaklanmaydı. Filistin Özerk Yönetimi’nin kurulmasına giden Oslo Anlaşmalarıyla sonuçlanmıştı.

İsrail’e, Yahudiliğe ve dünyaya dinsel metinleri milliyetçi bir yaklaşımla okuyarak bakan yani Dindar Siyonist, 1972 doğumlu yeni değişim hükümetinin lideri Naftali Bennett de Birinci İntifada’nın travmalarını bireysel ölçüde tecrübe etmiş biri. İsrailli askerler ve yerleşimciler arasındaki işbirliğini diğer İsrail vatandaşları gibi gözlemledi. İsrail sağ seçmenin temel ilkelerinden biri olan, Filistin’in tamamında kendi sahipliğini iddia eden ve Filistinlilerin kendi topraklarından gönderilmesini amaçlayan teritoryal/toprak maksimizasyonu/azamileştirilmesi fikrini temel siyasal değer olarak kabul etti. Birinci İntifada’nın değiştirici gücüne tanıklık etmiş İsrail sağı ve Bennett gibiler, Yahudi nüfusun İsrail’de hâkim unsur olmasını devam ettirecek demografik avantajın korunması gerektiği fikrine de sıkı sıkı sarıldılar.

Bu iki konu yani demografik avantajı devam ettirme ve toprak maksimizasyonu, Birinci İntifada döneminde daha çok Yahudi Yerleşimcilerin söylemiyken gittikçe İsrail sağının genelinin söylemini, kurumsal dağılımını ve lider tipini belirlemeye başladı. Birinci İntifada sırasında dar ve kısıtlı bir gerçekliğe denk gelen ve ‘yerleşimci siyaseti’nin temeli olan bu durum, İsrail sağının genelini kapsar hale geldi.

Netanyahu’nun Likud Partisi’nde bir süre konsolide etmeye çabaladığı ve kendi liderliği altında toplamaya çalıştığı bu siyasal gerçeklik, İsrail’deki siyasal sistemin bol miktarda ve küçük fikir farklılıkları üzerinden siyasal parti üretilmesine olanak tanıyan yapısının da yardımıyla zamanla başka siyasal aktörleri de ortaya çıkardı.

İsrail’in 1967 Savaşı’nda işgal ettiği Batı Şeria ve Gazze bölgesindeki Yahudi yerleşimcilerde öbeklenen bu siyasal tutum, İsrail siyasetinin merkezine Naftali Bennett ile yerleşmiş oldu. Netanyahu’nun pragmatizmi dindar siyonistler açısından günü kurtarmaya dönük makyavelist çabalar olarak görüldü. Likud’dan ayrılarak başka partilerin çatısı altına girenler Netanyahu’yu ideolojik tutarsızlık, ahlaki liderlik yoksunluğu ve otantik sağcı olmamakla itham etti. Naftali Bennett’in 2012’de Yahudi Evi Partisi’ni ve 2021’de Gideon Sa’ar’ın Yeni Umut Partisi’ni kurması, bu motivasyonların ivmelendirilmesiyle mümkün oldu.

Özet olarak Netanyahu’nun 1990’larda yapılandırdığı sol karşıtlığı, devamında gelen Oslo Anlaşmaları’na muhalefeti ve bunun doğal uzantısı olarak yerleşimci siyasete ön açan politik söylemi Naftali Bennett’e fırsat penceresini araladı.

Sekülerlerin yükselişi

İsrail’deki yeni hükümetin diğer ortağı ve İsrail’in merkez siyasetini temsil eden başat aktör olarak Yesh Atid (Gelecek Var) Partisi ve onun lideri Yair Lapid de 1990’lardaki başka bir ekonomik ve toplumsal değişimin ürünü.

O ve partisi İsrail’in merkez siyasetinin seküler, orta-sınıf, kozmopolit nitelikli, start-up ekonomisiyle yükselişe geçen, Tel Aviv ve Herzliya gibi görece müreffeh kentlerinde yaşayan seçmenlere hitap ediyor. Lapid profesyonel bir siyasetçi değil. Bir medya mensubu ve gazeteci olan Lapid, İsrail’de yerleşik siyasetçilere ve geleneksel siyasal partilere seçmen nezdinde desteğin gevşediği bir ortamda yükseldi.

Netanyahu’nun dindar partilere yanaşarak koalisyon hükümetlerini onların desteğiyle kurması, onları koalisyona ikna edebilmek için, dindarlık üzerinde yükselen isteklerine “evet” demesi ve onların istisnai hallerini her geçen gün bütün toplum için yaygınlaştırması süreci (Şabat’ta toplu ulaşımın yasaklanması, Ağlama Duvarı’nda sadece Ortodoks Yahudilerin ibadetine izin verilmesi ve kadınlara ayrılan bölümün kapatılması) seküler hassasiyetleri olan merkez siyaseti ve seçmeni Lapid etrafında kenetledi. Bu tür toplumsal hoşnutsuzluğun adeta siyasi sözcüsü olan Yair Lapid, seçmen nezdindeki temel imajını dışarıdan gelen denenmemiş/yeni ve hakiki alternatif olma üzerine kurdu.

Geleneksel partilerin düşüşü

Lapid’in ‘ne sağcıyım ne solcuyum’ tavrı İsrail’de geleneksel siyasal partilerin düşüşünü, profesyonel siyasetçilerin çekim gücünün yitimini ve daha da önemlisi İsrail’de siyasetin şahsileştiğinin habercisiydi. Siyasetin şahsileşmesinin nedeni de aslında Netanyahu’dur diyebiliriz. Zira Netanyahu her girdiği seçimde kendisini seçmenin önüne koyarak adeta seçimi referanduma dönüştürdü. Bu durum onun polarize kişiliğinin etkisiyle anti-Netanyahu bir lider olarak Yair Lapid’i güçlendiren etmenlerin başında geliyor.

Sonuçta, Netanyahu’nun 1990’larda Oslo Barış Anlaşmaları’na muhalefeti ve yerleşimci siyasetine hitap etme çabası, yani politik söylemi Naftali Bennett gibi siyasetçileri, seçim stratejileri de Yair Lapid gibi siyasetçileri yükseltti ve karşısına çıkardı.

Neticede Netanyahu siyaseti, Değişim Hükümetini oluşturan en önemli girdi olarak karşımıza çıkıyor. Yeni hükümetteki siyasal ideolojik farklılıklar ve onun sonucu olarak çıkar çatışmaları bir süre ertelenmişe benziyor. Bu ertelemenin nedeni, aktörlerin ittifak ettiği bir stratejide yatıyor: karşı-hegemonya yaratmak.

İsrail’in krizi

Netanyahu, güncel olarak işletmeye çalıştığı siyasal denklemi İsrail’de ve onun küresel jeopolitik düzlemlerinde 12 yıl boyunca devam ettirebildi. Göreli siyasal, ekonomik ve jeopolitik kazançlar elde ettiği hegemonyasının aynı zamanda krizini de yarattı.

İsrail’de üretici sınıfın yönünü farklı siyasal angajmanlara dönmesi içerideki krizi derinleştiriyor. Küresel siyasette ivmelenen anti-popülist siyasetin ABD/Biden merkezli önderliği de jeopolitik krizle yüzleşmesine neden oluyor. Manevra alanı daralan, taktiksel eylemliliği güçleşen Netanyahu’nun karşısına karşı-hegemonyayı kurarak mevzilenen aktörler çıkıyor ve konsolide oluyor.

Netanyahu’nun politik stili ve söyleminde kopuşu temsil eden Değişim Hükümeti karşı-hegemonya stratejisiyle Netanyahu’yu aşmak istiyor: yani Post-Netanyahu dönemini başlatmak. Bu açıdan aktörlerin çeşitli ve çelişkili olması karşı-hegemonyayı kuracak toplumsal sözleşmenin revize edilmesi için şart.

İsrail’de yeni bir toplumsal sözleşme mümkün mü?

Toplumsal sözleşmeye duyulan ihtiyaç bu sene kendisini hiç olmadığı kadar görünür kıldı. İsrail’in seküler ve Netanyahu karşıtı toplumsal grupları 2011 Toplumsal Adalet Hareketi’nden Başbakanlık Konutu’nun yer aldığı Balfour Eylemleri’ne değin sürekli bir eylemsellik içerisindeydiler. Bu eylemselliğin temel deseni, kendisini Netanyahu’nun temsil ettiği siyasetin karşıtı konumda buldu.

İkincisi, Haredi (aşırı dindar) toplumunun, kamuoyunun genelinden bağımsız olarak yürütmeye çalıştıkları siyasetçiler eliyle güçlenen otonomisinin yan etkilerinin dramatik bir şekilde ortaya çıkması oldu. Nisan ayında bir dinî kutlama sırasında 44 kişinin birbirlerini ezerek öldürmeleri, tarafsız kamusal gücün yoksunluğu durumunda Haredilerin iç dinamiklerinin koordinasyonu sağlayamayacak kadar yetkin ve yeterli olmadığı sonucunu ortaya çıkardı. Meron Dağı Faciası sonrası İsrail Yasama Meclisinde (Knesset) araştırma komisyonu kurulmasına Haredi partilerin karşı çıkması profesyonel siyasetçiler için siyasal itibarın kamusal hizmet ve erdemden ne derece öncelikli olduğunu göstermesi açısından önemliydi. Neticede Haredi toplumunu bir dizi siyasetçinin insafına bırakarak eşit ve adil vatandaşlık rejiminden uzaklaştırmak sonucunu doğuruyordu.

Üçüncü olay ise, Şeyh Cerrah Mahallesi ve Mescid-i Aksa’da İsrail polisinin göstermiş olduğu sert müdahalelerin etkisiyle İsrail’de Arap yerleşim yerlerinde İsrailli Arapların eylemselliğe geçmesi idi.

Bürokratik, toplumsal ve kültürel alanlarda görülen krizin etkisi sekülerleri, Haredileri ve İsrail vatandaşı Arapları yeniden sisteme sokmak gerektiğinin ortaya çıkardı. Çünkü istikrarlı ve öngörülebilir toplumsal düzen için bu önemliydi. Bu nedenle birbirine benzemeyen fakat Netanyahu’nun hegemonyasına da karşıt olan bu gruplar Değişim Hükümeti’nin karşı-hegemonya stratejisinin doğal toplumsal kaynakları oldular.

İsrail siyaseti çoklu, parçalı ve çatışmalı aktörlerin arasında rotasını bulmaya çalışıyor. Post-Netanyahu dönemi tam da bu düzenin içinde oluşuyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 23 Haziran 2021’de yayımlanmıştır.

Gökhan Çınkara
Gökhan Çınkara
Dr. Gökhan Çınkara – Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi. Lisans derecesini Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden, doktora (bütünleşik) derecesini aynı üniversitenin Siyaset Bilimi Anabilimdalı’ndan aldı. Kudüs İbrani Üniversitesi (Hebrew University of Jerusalem) Truman Center’da ve Brandeis Üniversitesi Schusterman Modern İsrail Araştırmaları Merkezi’nde misafir araştırmacı olarak bulundu. Çınkara İsrail, Filistin siyaseti, Yahudi dünyası ve Orta Doğu toplumları ve siyaseti konularında akademik çalışmalar yürütüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x