15-17 Mart’ta Rusya’da devlet başkanlığı seçimleri yapıldı. Beklenildiği gibi seçimlerde herhangi bir sürpriz yaşanmadı ve Vladimir Putin oyların yüzde 87’sini alarak bir kez daha devlet başkanı seçildi. Seçimlere katılım oranıysa yüzde 74’tü.
Bilindiği üzere Putin, 31 Aralık 1999’da Boris Yeltsin’in istifasıyla Rusya’nın başına geçti ve 2000, 2004, 2012, 2018 yıllarındaki başkanlık seçimleri de kazandı, 2008’de ise anayasanın arka arkaya üçüncü kez seçimlere katılma hakkı tanımadığından varisi Dmitriy Medvedev devlet başkanı seçilmişti. Ancak Medvedev’in devlet başkanlığı döneminde dahi gerçek iktidar şüphesiz Putin’in elindeydi. Diğer bir deyişle Kremlin’deki 24. yılını dolduran Putin en az 6 yıl daha iktidarda kalarak Rus tarihinde en uzun iktidarda kalan liderler arasında yer alacaktır.
Başkanlık seçimlerinin gerçekleştiği ortam
Boris Yeltsin onu halef olarak gösterdiğinde, değil dünyada Rusya’da dahi pek tanınmayan Putin’in başkanlığının ilk dönemine Çeçenistan Savaşı, oligarklarla mücadele ve merkeziyetçi politika damgasını vurdu, bu yıllarda enerji kaynaklarından elde edilen gelirler sayesinde iç ve dış borçlar kapatıldı. Özellikle Boris Yeltsin dönemine kıyasla Vladimir Putin adeta “kurtarıcı” olarak görüldü. Avrupa ülkeleri ile yakınlaşma da bu döneme damgasını vurdu.
Vladimir Putin, 2000’li yılların başında Rusya’nın Avrupa kültürünün bir parçası olduğunu dile getiriyordu. İşin ilginç tarafı, bu dönemde Rusya’nın NATO üyeliği konusu dahi gündeme gelmişti. Tüm bunlara paralel olarak Rusya yavaş yavaş gerek eski Sovyet coğrafyasına “dönüş yaptı” gerekse de başta Orta Doğu olmak üzere Sovyetlerin bir zamanlar etkili olduğu bölgelerde etkisini arttırdı.
Bununla birlikte Rusya ile Batı arasındaki yakınlaşma uzun sürmedi. ABD’nin Irak’a, Rusya’nın ise Gürcistan’a müdahalesi ve eski Sovyet coğrafyasında başlayan renkli devrimler Rusya’nın hem ABD ile hem de Avrupa ülkeleriyle arasını bozdu.
Rusya’nın Kırım’ı ilhakı (2014) ise ilişkilerde bardağı taşıran son nokta oldu. O tarihten itibaren Rusya’ya çeşitli yaptırımlar uygulayan Batı, Ukrayna Savaşı’nın başlamasıyla bu yaptırımları arttırdığı gibi Rusya ile ilişkiler bugünlerde tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. Rusya’nın “askerî operasyon” olarak adlandırdığı Ukrayna’daki gelişmeler çoktandır Rusya ile Batı arasındaki bir savaşa dönüşmüş durumda. İşte Rusya’daki seçimler de böyle bir ortamda gerçekleşti.
Batı’nın siyasetinin seçimlere etkisi
Önceki seçimler de belki sonuçları önceden tahmin edilebilen seçimlerdi. Ancak bu seçimlerde Vladimir Putin’in hiçbir ciddi rakibi olmadığı gibi Batı ile yaşanan bu sıkıntılı dönem de Putin’in lehine oldu.
Batı’nın gerek Rusya ile gerekse de Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerinde en büyük hatası, bölgeyi tanımamasıdır. Batı, uyguladığı yaptırımlar, Rus sanatçı ve sporcularının uluslararası yarışma ve çeşitli kültürel faaliyetlerinden men edilmesi, Rus vatandaşlarını dünyadan izole etme siyasetinin Rusya’da halkı rahatsız edeceğini ve sokağa dökeceğini düşünüyor.
Ancak bu siyaset defalarca gösterdiği gibi Rusya, İran, Orta Asya cumhuriyetleri söz konusu olduğunda bir işe yaramıyor. Rusya nüfusunun tamamı Kremlin’in Ukrayna siyasetini desteklemese de Batı’nın tutumu, tüm dünyada olduğu gibi son yıllarda milliyetçiliğin iyice arttığı Rusya’da yalnızca Batı düşmanlığına yol açtı.
Ayrıca Batı’nın Rusya konusunda yanıldığı bir başka husus da Rusya’da, Batı destekli birilerinin veya tesadüfen birilerinin başkan olamayacağı hususu… Mevcut sistem buna asla izin vermez. Kaldı ki Putin iktidarına aşırı muhalif biri seçildiği takdirde bile izleyeceği siyaset, çok ama çok farklı olmayacaktır.
Rusya ekonomisi ve seçimlere etkisi
Batı’nın her geçen yıl arttan yaptırımları, Rus ekonomisine de Batı ekonomilerine de zarar verdi ama beklenildiği gibi Rusya ekonomik olarak bir çöküş yaşamadı. Hatta görünen o ki Rusya, aynen İran gibi yaptırımlarla yaşamayı, iç üretimi arttırmayı öğreniyor.
Kaldı ki Batı menşeili birçok ürün de Rusya’daki marketlerde yer almaya devam ediyor. Öyle anlaşılıyor ki Batılı şirketler Rus pazarında kalmanın ve Rus pazarına ürünlerini göndermenin yolunu bulmuşlar. Bu bağlamda belki de tek istisnayı otomotiv ve ilaç sektörleri oluşturuyor.
Yine AB’nin Rus enerji kaynaklarından hızlı bir şekilde vazgeçmesi dahi Rusya’ya bir darbe vurmadı. Moskova AB’nin yerine yeni müşteriler bularak (kaldı ki AB ülkelerinin tükettiği doğalgazın yüze 10’u hâlâ Rusya’dan boru hatlarıyla aldıkları gaz), daha doğrusu eski müşterilerine sattığı enerji kaynaklarının miktarını arttırarak enerji kaynaklarından gelen gelirlerin akışının devamını sağlayabildi.
Rusya’nın her an gerçek bir savaşa dönüşme potansiyeline sahip Batı ile Soğuk Savaş içerisinde olması ve Ukrayna Savaşı’nın uzamasının şüphesiz Rusya’ya ve ekonomisine zararları var. Bununla birlikte Kremlin, bunun Rus halkının ekonomik durumunu fazla etkilememesi için ciddi bir çaba gösteriyor. Rusya’da enflasyon oranı resmî rakamlara göre yüzde 7; bu oran böyle bir ortam için yüksek olmadığı gibi maaş, emekli aylıkları ve çocuklu ailelere maddi yardımlar artıyor. Rusya Hükümetinin, bu süreçte yıllardır biriktirdiği Rezerv Fonu’ndan istifade ettiği anlaşılıyor.
Dolayısıyla Rusya dünyadaki olumsuz ekonomik ortama, yaptırımlara, artan askerî harcamalarına rağmen Batı’nın beklediği gibi ekonomik olarak çökmedi. Diğer bir deyişle Rusya Ukrayna cephesinde büyük paralar harcamasına rağmen halkın ekonomik durumunun kötüleşmesini de engellemeye çalışıyor. Bu faktörün seçim sonuçlarına da doğrudan yansıdığı söylenebilir.
Ukrayna’da sona doğru mu?
Başta savaşın uzaması, Rusya’nın aleyhine olarak değerlendiriliyordu ancak artık Rusya’nın çıkarına olduğu söylenebilir. Zira, Ukrayna’nın tek başına Rusya’ya hem askerî hem maddi açıdan karşı koyması da Batı’nın ekonomik yardımlarının sonsuz devam etmesi de mümkün değil. Bu bağlamda ABD’deki seçim sonuçları da önem arz ediyor.
ABD’deki iktidar değişimi, aynen Afganistan, Irak ve diğer bölgelerde olduğu gibi ABD’nin bölgeden hızlı “çekilmesine” neden olabilir. Kaldı ki Ukrayna konusu uluslararası kamuoyunda da giderek unutulmaya yüz tutan bir konu hâline gelmiş durumda. İsrail’in Filistin saldırılarının da bunda etkisi var.
Ukrayna’da sona doğru gelindiğinin bir başka işareti de ABD’nin Ukrayna konusunda tüm hedeflerine ulaştığı faktörüdür. ABD, kendinden bağımsız hareket etmeye çalışan AB’nin bağımlılığını yeniden sağladı, AB’nin elindeki teknolojileri Ukrayna’ya gönderterek AB ülkelerine yeni askerî teknolojiler ihraç etti, Rusya-AB yakınlaşmasına son verdi, AB’nin Rusya’dan aldığı doğalgaz yerine kendi gazını satmaya başladı. Dolayısıyla Rusya ile Batı’nın devam eden gerginliğe rağmen Ukrayna’da bir çözüme yakın oldukları da söylenebilir.
Rusya’nın “Doğu kökenlerini” hatırlaması
Rusya bu süreçte yalnızca boru hatlarının yönünü değil, aynı zamanda ister istemez dış politikasının yönünü de değiştirdi. Moskova bir taraftan Çin ile daha da yakınlaşırken (uzun vadede Rusya açısından olumsuz sonuçları olabilecektir) diğer taraftan Orta Doğu, Afrika ve İslam ülkeleriyle zaten var olan ilişkilerini daha da pekiştiriyor. Neredeyse her sene Rusya-Afrika Ekonomi Forumu, Rusya-İslam Dünyası Forumu gerçekleştiriliyor.
Dolayısıyla Putin’in 2000’li yıllarda sıkça dile getirdiği “Rusya, Avrupa medeniyetinin bir parçasıdır” söyleminin yerini “Rusya, Doğu’nun bir parçasıdır” söylemi yer aldı. Rusya tarihte birçok kez olduğu gibi bir kez daha kimlik arayışı içerisinde, Rusya Batı ile sorun yaşadığında her zaman “Doğu kökenlerini” hatırlıyor.
Putin’in çözemediği sorun: Azalan nüfus
Rusya, Batı’dan yalnızca siyasi olarak değil dinî, kültürel, aile değerleri bakımından da ayrışıyor. 2024’teki Federal Meclis’e seslenişinde de Vladimir Putin aile yapısının öneminden bahsederek Rusya vatandaşlarına en az iki çocuk yapma çağrısında bulundu. Genel olarak Putin’in 20 yıldır üzerinde durduğu önemli konulardan biri de azalan nüfus.
Rusya Hükümeti yıllardır aileleri çocuk yapma konusunda teşvik etse de istenilen neticenin bir türlü alınamadığı bir gerçek. Rusya resmî istatistiklerine göre 2050’li yıllarda Rusya nüfusunun 130 milyon seviyesine kadar azalma tehlikesi bulunuyor. Bunun en önemli sebebi, şüphesiz devletin maddi olarak teşvikine rağmen doğum oranının düşük kalması…
Slav kardeşlerin kavgası, Türkiye’nin çıkarına mı?
Rusya’nın dış politikasında Doğu ülkelerinin yeri ve önemi artarken, en yakın ilişkiler içerisinde olan ülke şüphesiz, Türkiye…
Başta Türkiye’nin Kırım konusundaki tutumu olmak üzere iki ülke arasında çok sayıda farklı yaklaşım ve sorun olmasına rağmen günümüz şartlarında Türkiye, birçok anlamda Rusya’nın dünyaya açılan kapısı.
Slav kardeşlerinin kavgası ve genel olarak Rusya’nın Batı ile sorun yaşaması aslında hem siyasi hem de ekonomik olarak Türkiye’nin çıkarına.
Türk cumhuriyetlerinin Türkiye ile ve kendi aralarındaki işbirliğini arttırmasında da aslında Slav kardeşlerin kavgasının etkisi de var. Diğer bir deyişle Rusya-Ukrayna Savaşı, eski Sovyet coğrafyasındaki ülkelerin yeni arayışlara girmelerine, Rusya açısından önem arz eden Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) gittikçe zayıflamasına ve işlevselliğini kaybetmesine, hatta İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğiyle NATO’nun genişlemesine de neden oldu.
Geleceğe dair birkaç not
Netice itibarıyla Vladimir Putin Mayıs 2030 tarihine kadar iktidarda kalmayı garantilemiş oldu.
2020’de anayasada yapılan değişikliklerle 71 yaşındaki Vladimir Putin 2030 yılındaki seçimlere de katılma hakkına sahip. Putin’in yeniden devlet başkanı seçilmesi, son yıllarda izlediği siyasetinin devam edeceği anlamına geliyor. Ancak bu zor şartlarda dahi halkın güvenoyunun bir kez daha alması gerek iç politikada gerekse de dış politikada daha sert bir siyaset izleyeceğinin göstergesi de olabilir.
Putin bir taraftan Rusya halkının refahını ülkenin mevcut imkanları dâhilinde korumaya ve iyileştirmeye devam edecektir. Bunun için enflasyon, döviz kuru, fiyatlar devlet tarafından kontrol edilmeye devam edecektir. Ukrayna’da barış sağlansa dahi Rusya’nın askerî harcamalarını giderek arttıracağına benziyor. Diğer taraftan Ukrayna ile barışın tesisi konusunda Rusya’nın eli giderek güçleniyor. Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da geçtiğimiz hafta Kırım ve Rusya’nın yeni bölgelerinin statüsünün tartışılmaz olduğunu dile getirdi.
Kremlin’in gözü ABD seçimlerinde
Putin’ın Mayıs ayındaki yemininden sonra Kremlin, dikkatlerini ABD’deki başkanlık seçimlerine yoğunlaştıracaktır. ABD’deki seçimler öncesinde Ukrayna’da bir değişikliğin yaşanması beklenmiyor. Ancak Donad Trump’ın galip çıkması ve vaatleri yerine getirmesi halinde Ukrayna cephesinde önemli değişiklikler yaşanacaktır.
İşin ilginç tarafı Putin geçtiğimiz günlerde Biden yönetimi ile çalışmanın daha kolay olduğunu dile getirdi. Putin bu açıklamasını belki de bundan sekiz yıl önce olduğu gibi Trump’ın “Rusya’nın adamı” olarak suçlamasını engellemek için yapmıştır. Genel olarak 2024’teki ABD seçimleri önemlidir.
Türkiye – Rusya ilişkileri
Türk – Rus ilişkileri ise Türkiye’deki seçimlerden sonra başka bir boyutta seyrediyor. Ticaret, enerji, turizm hatta askerî alanlarda işbirliği devam ediyor. Ancak son aylarda birkaç kez Putin’in geleceği ilan edilmesine rağmen Türkiye ziyaretinin bir türlü gerçekleşmemesi, son olarak Putin’in 12 Şubat 2024 tarihindeki ziyaretinin yine birkaç gün öncesinden iptal edilmesi, ilişkilerde bir kısmı görünür bir kısmı ise görünmez sorunların olduğunu da açıkça ortaya koyuyor.
Bu sorunların başında Türk yetkililerin sıkça Kırım konusunu gündeme getirmesi, Türkiye’nin son dönemde Batı’ya yaklaşması ve Rusya’nın Türkiye’nin Batı ile yakınlaşarak Karadeniz’den Orta Doğu’ya, Orta Asya’dan Afrika’ya kadar Moskova ile Ankara’nın son yıllarda karşılıklı çıkarları gözeterek “oluşturdukları düzenin” bozulmasından çekinmesi gibi konular geliyor. Ancak hem ikili ilişkilerin hem de Türkiye’nin Ukrayna konusunda arabuluculuğunun her iki ülke açısından büyük önem arz etmesi, önümüzdeki günlerde iki ülke liderini yeniden bir araya getirecektir.
Maalesef Türk-Rus ilişkilerinde tarih boyunca da günümüzde de iki komşu arasındaki münasebetlerde Batı’nın tesiri ve Batı’nın bu iki ülkeyle ilişkileri her zaman önemli rol oynadı. Bu da iyi ilişkilerin her iki tarafın da çıkarına olmasına rağmen gelişen işbirliğini kırılgan hale getiriyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 18 Mart 2024’te yayımlanmıştır.