Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi, çatışma öncesi yazılan senaryodan farklı seyretti. Rusya, öngörülen toprakları ele geçiremedi. Uluslararası baskı ve yaptırımlarla kısmen eli ayağı bağlandı. Avrupa ve dünyanın bir kısmı ekonomik krizin yanı sıra tahıl ve enerjide ciddi sorunlar yaşamaya başladı.
Carnegie Moskova Merkezi’nde siyaset bilimci ve Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nda misafir öğretim görevlisi Tatiana Stanovaya, IPG Journal’daki makalesinde, tüm bu süreç sonrasında Putin’in bir değerlendirme yaptığını ve hedefini güncellediğini söylüyor.
Yazıdan önce çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Putin kazanacağına inanıyor…
“Her şey plana göre gidiyor.”
İşte Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in inandığı ve söylediği şey buydu. Ukrayna’da altıncı ayına giren ve sonu görünmeyen savaş artık insanları mahvedecek hale gelmiş durumda. Ancak üst düzey Kremlin yetkilileri, Rusya’nın doğu Ukrayna’da üstünlük kazandığını ve tüm hedeflerine ulaşacağını tekrarlamaya hâlâ devam ediyor.
Sürekli başarısızlığı başarı olarak tanımlama
Buna inanmak elbette zor olabilir, çünkü nihayetinde, Rusya Kiev’den çekilmek zorunda kaldı. Ülke ayrıca bir dizi askerî gerilemeye, benzeri görülmemiş yaptırımlara ve bir dizi uluslararası kınamaya da katlanmak zorunda kaldı. Böyle bir dizi zorluğu ve elde edilen sürekli başarısızlığı başarı olarak tanımlamak, bunlara ancak yapılan propaganda, ikiyüzlülük ve hatta kendi kendini kandırma denilebilirdi.
Ama görünüşe göre Kremlin de böyle düşünüyordu. Yirmi yıldır Putin’in sözlerini, eylemlerini ve kararlarını yakından takip ettim ve sonuç olarak bu şekilde niyetinin kapsamlı bir resmini elde ettim. Ayrıca yine takip ettiğim kamuoyu açıklamaları, politikalar ve içeriden kişilerle yapılan gayriresmî tartışmalar aracılığıyla, Kremlin’deki mevcut düşüncenin ana hatlarını da mümkün olduğunca elde etmeyi başardım. Mayıs ayının sonundan bu yana, bu çatışmanın uzun vadede kazanılabileceğine dair kesin bir inanç olduğu oldukça açıktı. Bununla birlikte – ilk kaotik ayların aksine – Putin’in şimdi net bir planı olduğu da aşikârdı.
Aslında her yön bir diğerine uyan ve Ukrayna’nın çok ötesine geçen Putin’in planı bir tür stratejik Matruşka bebeğini andırıyordu ve bu plan stratejik açıdan üç ana boyuttan oluşuyordu. Bunların çoğu kulağa oldukça saçma gelebilir ve kesinlikle Putin’in aslında gerçeklikten ne kadar uzaklaştığını da göstermektedir. Ancak tepkisi yüzleşme ve boyun eğme arasında bocalayan ve Ukrayna’yı Rus saldırısına karşı savunmadaki rolünü henüz bulamayan Batı için, Putin’in umutlarını tam olarak anlamak da çok önemlidir.
Kırım’a güvenli geçiş sağlayan kara koridoru
En küçük, en pragmatik ve en ulaşılabilir hedef, Rusya’nın Ukrayna’daki toprakları elde etmek için güttüğü hırslarıdır. Ruslar, savaşın ilk günlerinden bu yana Ukrayna topraklarına daha fazla ilerleyemedikleri için, hırslarını dizginlemek zorunda kalmış ve Kiev’i işgal etme fikrinden vazgeçmiştir. Mevcut, daha gerçekçi hedef ise, Kremlin’in dediğine göre sadece bir zaman meselesi olan Donetsk ve Luhansk bölgelerinin kontrolünü ele geçirmek gibi görünmekteydi, bu vesileyle görünüşe göre Luhansk bölgesinin neredeyse işgal edilmiş olduğu gerçeği de aslında doğrulanmaktaydı. Ayrıca Kırım’a güvenli geçiş sağlayan kara koridoru da bu vesileyle kontrol edilebilecekti.
Kremlin için minimum jeopolitik öneme sahip bu hedefte Putin, zamanı kendi açısından avantajlı görüyor ve bunun nedeni de çok açık. Çünkü Batı’nın askerî desteğinin sınırlı olduğu kanıtlanmış ve Washington, Putin’i kızdırabilecek herhangi bir kırmızı çizgiyi geçmeyeceği sinyalini net bir biçimde vermiştir. Avrupa ve ABD doğrudan müdahale etmeyecekler ve Ukrayna’yı Rusya’nın askeri yenilgisiyle sonuçlanabilecek bir noktaya kadar desteklemeyeceklerdi, görünüşe göre bu sayede yapılan nükleer silah kullanma tehditleri bu ülkeler tarafından açıkça duyulmuştu. Aksine tüm iddialara rağmen, Batı’da hakim olan görüş, Ukrayna’nın Rus birliklerinin işgal ettiği toprakları hiçbir şekilde geri alamayacağı yönünde olmuş ve görünüşe göre Kremlin, rakiplerinin er ya da geç bu fikri tamamen terk edeceğine inanmıştı. Onların inandıkları görüşe göre, bu şekilde doğu Ukrayna fiilen Rus kontrolü altına girecekti.
Rusya’nın hedefleri
Putin’in bir sonraki hedefi Kiev’i teslim olmaya zorlamak gibi görünüyor. Bu, işgal altındaki topraklarla ilgili değil, jeopolitik olarak çok daha önemli olan Ukrayna’nın geri kalanının geleceği ile ilgilidir aslında. Çünkü tamamen pratik anlamda teslim olmak, Ukrayna’nın Rusya’nın taleplerini kabul etmesi anlamına gelmektedir – bu durum ise, ülkenin “Ukraynasızlaşması” veya “Ruslaştırması” olarak özetlenebilir. Bu, ulusal kahramanlara verilen desteğin suç sayılması, sokakların yeniden adlandırılması, tarih kitaplarının yeniden yazılması ve Rusça konuşan nüfusun eğitim ve kültürde baskın bir konumun garanti altına alınması anlamına gelmektedir. Kısacası, o zaman Ukrayna kendi devletini yönetme hakkından mahrum kalacak, hükümet değiştirilecek, seçkinler “temizlenecek” ve Batı ile işbirliği sonlandırılacaktı.
Tabii ki, bu ikinci hedef kulağa oldukça ütopik geliyor. Ancak bunu başarması daha uzun sürse bile Putin için böyle bir son kaçınılmaz görünüyor. Kremlin, bir veya iki yıl içinde Ukrayna’nın savaştan bitkin, işlevsiz ve büyük ölçüde demoralize olmasını bekliyor. Böylece kapitülasyonun şartlarının yerine getirilmiş olacağına inanıyor.
Rusya, Ukrayna seçkinlerinin o zamana kadar bölüneceğini ve Zelenski hükümetini devirecek ve savaşı sona erdirecek barış dostu bir muhalefetin oluşmasını bekliyor gibi görünüyor. Onların görüşüne göre, o zaman Kiev’i askeri olarak fethetmek artık gerekli olmayacak, böylece sermaye kendi kendine düşecektir ve Putin bunun önünde durabilecek hiçbir şey olamayacağına inanıyor.
Yeni bir dünya düzeni
Putin’in savaşıyla neyi başarmak istediği, NATO’nun Rusya’nın kapısına kadar yayılmasını mı engellemek istiyor, yoksa Rusya topraklarını genişletmek ve Ukrayna’nın en azından bir kısmını işgal etmek emperyal emelleriyle mi ilgili hususunda gerçekten çok fazla tartışma bulunmakta. Aslında bu iki konu birbiriyle çok bağlantılı. Ukrayna NATO’ya doğru ilerlerken ve Donbass’taki çatışma giderek çıkmaza girerken, Putin Ukrayna’yı giderek daha fazla takıntılı hale getirmesi, tarihsel olarak Rusya’ya ait olduğuna inandığı ülkenin en büyük düşmanı tarafından ele geçirildiğini düşünmesinden kaynaklanıyor. Buna karşılık, Ukrayna bölgesi NATO ile çatışmanın yanı sıra hedef alınıyor.
Putin’in en önemli stratejik savaş hedefi, yeni bir dünya düzeninin kurulmasıdır. Bu bizi Putin’in üçüncü stratejik savaş ve jeopolitik olarak yeni bir dünya düzeni inşa etmek için en önemli hedefine getiriyor. Genellikle Putin’in Batı’yı Rusya’yı yok etmeye çalışan düşman bir güç olarak gördüğünü düşünüyoruz. Ama bence onun için biri kötü, diğeri iyi olmak üzere iki tür “Batı” var.
“Kötü Batı”, şu anda oradaki ülkeleri yöneten geleneksel siyasi seçkinler tarafından somutlaştırılıyor ve onları Putin’i seçmenlerinin meşru ulusal çıkarlarını göz ardı eden ve stratejik düşünemeyen dar görüşlü köleleri olarak görüyorlar. Ona göre “İyi Batı”, Rusya ile normal ilişkiler kurmak istediğine inandığı sıradan Avrupalılar ve Amerikalılardan, Rus meslektaşlarıyla yakın işbirliğinden yararlanmak isteyen şirketlerden oluşuyor.
Putin’in zihninde, Kötü Batı düşüşte ve ölüme mahkum görünüyor, İyi Batı ise statüko – yani eski düzen ile hesaplaşmaya ve yeni bir tane inşa etmeye istekli Macaristan’da Viktor Orbán, Fransa’da Marine Le Pen ve hatta Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump gibi bir grup milliyetçi lider tarafından temsil ediliyor. Yüksek enflasyon ve yükselen enerji fiyatları gibi Ukrayna’ya karşı savaşın ve tüm sonuçlarının İyi Batı için zemin hazırladığına ve oradaki insanların geleneksel siyasi seçkinlere karşı isyan etmesine yardımcı olacağına inanıyorlar.
İyi haberler de var
Putin, Batı ülkelerindeki temel siyasi değişikliklerin dönüştürülmüş, Rusya dostu bir Batı üreteceği konusunda spekülasyon yapıyor gibi görünüyor olsa da, bu durum aslında Rusya’nın, Aralık ültimatomunda ABD ve NATO’ya yaptığı tüm güvenlik taleplerini yineleyebileceğini ve bunun neredeyse imkânsız bir hüsnükuruntu olduğunu gösteriyor. Ancak bu, Putin’in böyle düşünmediği anlamına da gelmez elbette.
Putin’in kendi planına güvendiği gerçeğinin, kısa vadede her türlü nükleer tırmanışı önleyeceğine dair iyi haberler de var elbette. Ancak kötü haber şu ki, Putin er ya da geç gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacak.
Bununla birlikte işte tam da o anlar, planlarının başarısız olduğu ve hayal kırıklığının en büyük olduğu anlar, muhtemelen bir insanın en tehlikeli olduğu anlardır. Batı, feci bir çatışmayı önlemek istiyorsa, Putin’i neyin harekete geçirdiğini tam olarak anlamalıdır.”
Bu yazı ilk kez 5 Ağustos 2022’de yayımlanmıştır.