Rusya’nın Ukrayna’yı işgal planlarının Rusya Devlet Başkanı Putin’in istediği gibi gitmediği artık açıklık kazansa da savaşın gidişatının tüm dünyanın geleceğini derinden etkileyeceği de ortada. Peki, bu savaş Rusya ve Rus liderlerin dünya görüşünde nasıl bir yere sahip? Bu savaşa neden olan ve Rus devletinin küresel ihtiraslarını şekillendiren ideolojik ve felsefi temeller neler? Kremlin’in politikaları hangi düşünürlerin teorilerine göre şekilleniyor?
Pompeu Fabra Üniversitesi’nde felsefe dersleri veren Santiago Zabala ve eski La Stampa dış haberler editörü ve Londra muhabiri Claudio Gallo tarafından kaleme alınan ve Aljazeera haber sitesinde yayınlanan makalede Putin’in Ukrayna’yı işgal etmeye yönelik aldığı kararın ardındaki felsefi ve ideolojik sebepler anlatılıyor.
Yazıdan öne çıkan bölümlerini aktarıyoruz:
“Hâlâ devam eden pandemi ile ilgili haberlerin yerini Avrupa’daki yeni bir savaş ile ilgili haberlerin alacağını kim hayal edebilirdi? Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’ya yönelik topyekûn bir saldırı kararı karşısında medya dünyasında birçok kişinin uğradığı şok göz önünde bulundurulduğunda pek fazla kişi hayal edememiş denilebilir.
Aslında şaşkına uğramak için pek bir neden yoktu. Tıpkı birçok bilim insanı ve kurumun COVID-19’dan yıllar önce yeni bir influenza salgınının yakında ortaya çıkabileceği hususunda uyardığı gibi aralarında John Mearsheimer ve Pepe Escobar’ın da bulunduğu birçok siyaset bilimci ve gazeteci, uzun zamandır NATO’nun Rusya sınırlarına doğru genişlemeye devam etmesi halinde Ukrayna’da ölümcül bir çatışmanın söz konusu olabileceği konusunda uyarılarda bulunuyordu.
Dünya bu uyarıları ciddiye alsaydı, belki de her iki olayın korkunç sonuçları sınırlandırılabilirdi. Savaşın başlangıcından itibaren bir aydan fazla süre geçti ve bunun yerine neler olabileceği hakkında konuşmak veya savaşın kökenleri ile arkasındaki nedenlerini tartışmak verimsiz geliyor. Yine de bu noktaya nasıl geldiğimizi anlamak oldukça önemli, çünkü bunu anlamak, sorunu çözmenin anahtarı olabilir. Peki, bunu anlamamıza kim yardım edebilir?
Putin’in motivasyonları
Herhangi bir isim vermeden önce Putin’in Ukrayna’yı işgal etmekteki uzun vadeli motivasyonlarının, bu amaç için en nihayetinde “özel askeri operasyon” emrini vermesine sebep olan hamle ve olaylardan çok daha önemli olduğunu anlamalıyız. Kremlin’den gelen birçok uyarıya rağmen NATO’nun Rusya’yı çevrelemeye yönelik devam eden çabaları, Putin’i işgali başlatmaya sevk eden başlıca sebep gibi görünse de bu işgalin arkasında daha derin felsefi ve ideolojik motivasyonlar da bulunuyor. Yalnızca belirli Rus düşünürleri bu motivasyonları anlamamıza yardımcı olabilir. Elbette bu işgalin Ukrayna halkına getirdiği yıkım göz önüne alındığında bu motivasyonlardan hiçbiri Putin’in yaptıklarını meşru kılmaz. Ancak bu motivasyonlar Rusya ve Batı arasındaki küresel jeopolitik mücadelenin birçok boyutunu anlamamızı sağlayabilir ve bu mücadeleye bir çözüm bulmada yardımcı olabilir.
Putin’in Rasputin’i
Vladislav Surkov ya da Sovyet doğumlu İngiliz gazeteci Peter Pomerantsev’in London Review of Books için kaleme aldığı bir makalede, kendisine taktığı isimle “Putin’in Rasputin’i”, Putin’in izlediği siyasetin ve dolayısıyla Ukrayna’ya yönelik işgalin arkasındaki ideolojik beyin olarak bilinen düşünürdür. Kremlin’de uzun süredir bir danışman olan Surkov, 2006 yılından beri Kremlin’i yönlendiren “egemen demokrasi” doktrininin arkasındaki esas ideologdu. Ilımlı liberalizmin otoriter bir türü olan ve devlete ekonomi üzerinde büyük oranda kontrol sağlayan Surkov’un egemen demokrasisi, kendisini çökmekte olan Batı liberalizmine karşı bir alternatif olarak sunuyor. “Ukrayna diye bir şey yok” söyleminin sıkı bir destekçisi olan Surkov, filozoftan ziyade bir siyasi konsensüs örgütleyicisidir. Yine de kendisi hiç kuşkusuz Putin’in başlattığı işgale giden yolda siyasi ve felsefi çerçevenin hazırlanmasında başlıca rolü oynayan kişidir.
Sürgünde ölen filozof: İlyin
Bununla birlikte, Putin’i eleştiren birçok kişiye göre Kremlin’in jeopolitik hedeflerini yönlendiren ve Ukrayna’ya yönelik işgale giden yolu açan Surkov’dan ziyade Ivan İlyin’in fikirleriydi. 1954 yılında İsviçre’de sürgünde ölen filozof, destekçileri Bolşevik devriminin ardından Rusya dışına göç eden Rus anti-komünist Beyaz Hareket’in esas ideoloğuydu. İlyin, bolşevizme karşı çıkıyordu ve İspanya’daki Francisco Franco rejimine benzer bir Hıristiyan otoriterliğini savunuyordu. Ünlü Rus roman yazarı Fyodor Dostoyevski’yi hatırlatan İlyin, Rusya’nın sahip olduğu geleneksel otokrasisini koruma ve Batı liberalizmine karşı direnmekle görevlendirildiğine inanıyordu.
Putin, İlyin’e duyduğu hayranlığı yıllar içinde çeşitli şekillerde gösterdi. 2004 yılında İlyin’in naaşının İsviçre’den Moskova’daki Donskoy Manastırı’na taşınmasını emrederek ölümünden sonra filozofun ülkesine geri dönmesini sağladı. Putin, 2014 yılında bölge valilerine, Vladimir Solovyov’un İyiliğin Gerekçesi ve Nikolay Berdyaev’in Eşitsizliğin Felsefesi eserleri ile beraber İlyin’in Bizim Tarafımız kitabını okumalarını tavsiye etti. Rusya’nın geleceği hakkında çok farklı görüşlere sahip olan bu üç yazarı bir araya getiren şey, Rus halkının ve dolayısıyla Rus devletinin tarihsel özgünlüğünü, ilahi görevini ve küresel amaçlarını ifade eden bir dizi kavram olan “Rus İdeası”na olan bağlılıklarıydı. Bu bir tesadüf değil. Putin’in yıllar boyunca yaptığı ve İlyin’den alıntılar içeren konuşmaları okursanız, Rusya Devlet Başkanı’nın bu filozofa olan ilgisinin her zaman “Rus İdeası” ile bağlantılı olduğunu görürsünüz.
Hem Surkov’un hem de İlyin’in yıllar boyunca Putin’i çeşitli şekillerde etkilediği anlaşılsa da her iki düşünürün de Kremlin’in mevcut jeopolitik duruşunun ve emellerinin ideolojik temellerini tek başına inşa ettiği söylenemez.
Peki, fikirleri ile Putin’in otoriter ideolojik vizyonu ile Rusya’yı tarih sahnesinin merkezine koyan bir felsefeyi birleştiren ve Ukrayna’nın işgal edilmesini gerektirecek bir dünya görüşünün mimarı olarak değerlendirilebilecek bir isim var mı?
Elbette var. İsmi de Alexandr Dugin.
Avrasyacı düşüncenin filozofu: Dugin
1962 yılında Moskova’da doğan Dugin, bir filozof, siyasi analist ve stratejist olmanın yanı sıra, aynı zamanda aşırı milliyetçi Ulusal Bolşevik Cephesi’nin ve Avrasya Partisi’nin önde gelen örgütleyicilerinden biri. Bu siyasi örgütler Neo Paganizm, Slav Yerliliği ve Doğu Ortodoks geleneklerini Dugin’in liberal demokrasi, Marksizm ve faşizm unsurlarını liberalizme ve onun mistisizm ve gelenekleri inkâr eden bireyciliğine karşı çıkan yeni bir ideolojide bir araya getiren “Dördüncü Siyaset Teorisi” altında birleştiriyor. Bir keresinde, “Hepimiz liberal postmoderniteye karşıyız,” diye yazmıştı.
Dugin’in Dördüncü Siyaset Teorisi ve 2009’da yayınladığı aynı isme sahip kitabı, Fransa’da Marine Le Pen ve İtalya’daki Matteo Salvini gibi çağdaş Avrupa popülist aşırı sağında pek çok kişiyi etkiledi ve hiç şüphesiz Putin’e ilham verdi. Bununla birlikte, Dugin’in Rus devlet başkanını en çok etkileyen ve belki de onu Ukrayna’yı işgal etmeye yönlendiren eseri, daha önce kaleme aldığı Jeopolitikanın Temelleri kitabıydı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya’nın kendisini uluslararası sahnede nasıl tekrar öne çıkarabileceğinin ana hatlarını çizen bu kitap, 1997 yılında yayımlandıktan kısa bir süre sonra Rus askeri üniversitelerinde okutulmaya başlandı.
Dugin, kitabında Rusya’nın eski gücüne dönmek için Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’yı temsil eden “Atlantikçiliğin” yani liberalizm, serbest piyasa ve demokrasinin bir zamanlar Sovyetler Birliği tarafından yönetilen ve hiyerarşi, gelenek ve katı bir hukuki yapıya sahip çıkması gereken “Avrasya” üzerindeki etkisini kaybettirmesi gerektiğini savunuyor.
Belki de en çok merak uyandıran şey, Dugin’in Rusya’nın Atlantikçiliği Avrasya’nın dışına itmesi ve küresel nüfuzunu tekrar elde etmesi için sunduğu önerilerdir. Bu hedefe ulaşmak için Rusya’nın “ABD’deki iç siyasi süreçleri istikrarsızlaştırması”, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkmasını sağlaması ve Ukrayna’nın ilhakına başlaması gerektiğini savunuyor.
Dugin’in teorilerinin Putin’i, gerçekten müdahil olup olmadığını bilmemekle birlikte ABD başkanlık seçimlerine ve 2016’daki Brexit referandumuna müdahale etmeye veya Şubat ayında Ukrayna’yı işgal etmeye teşvik edip etmediğini tespit etmek mümkün değildir. Bununla birlikte, Rus devletinin geçtiğimiz yıllardaki hamlelerinin Dugin’in Büyük Rusya’yı inşa etmeye yönelik felsefesi, ideolojisi ve jeopolitik vizyonu ile aynı çizgide olduğunu inkâr etmek oldukça güç.
Dugin’in ve belki de Putin’in farklı kültürler arasında mekânsal olarak bölünmüş bir dünya görüşünün, Samuel Huntington tarafından Medeniyetler Çatışması’nda (1996) tasvir edilen dünyaya benzer olması oldukça şaşırtıcı. Aralarındaki fark ise Amerikalı sosyal bilimci, Batı’nın esas rakibinin İslam medeniyeti olacağını tahmin ediyordu. Ancak Dugin, Batı medeniyetinin karşısında Avrasya’nın önde gelen gücü olarak Rusya’nın duracağı yeni bir dünya düzeninin kurulacağını iddia ediyor.
NATO’nun genişlemesi Moskova’yı Ukrayna’ya yönelik topyekûn bir saldırıya girişmeye kışkırtmakta elbette rol oynamış olsa da, Kremlin’i Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu (1992) eserinde yaptığı tahminler ile ters düşen bir yola sokanlar muhtemelen yukarıda bahsi geçen filozoflardı.
Putin’in filozoflarının tehlikeli vizyonundan neler çıkacağını önümüzdeki aylarda göreceğiz. Ukrayna’daki çatışmalar her iki tarafı daha da radikalleştiriyor ve Batı ile Rusya arasındaki çatışmaya barışçıl bir çözüm bulunması her geçen gün daha da zorlaşıyor. İki tarafın da iyi niyet müzakerelerinde yer almak istediğine dair çok az gösterge var.”
Bu yazı ilk kez 14 Nisan 2022’de yayımlanmıştır.
https://www.aljazeera.com/opinions/2022/3/30/putins-philosophers