Rusya’da, 25 Haziran – 1 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen ve Devlet Başkanı Vladimir Putin’e 2036’ya kadar iktidar kapısını açan anayasa referandumu hukuksuzluk iddialarından sonuçlarına farklı boyutlarıyla günlerdir konuşuluyor. Katılımcıların %77.92’sinin onay vermesiyle hayata geçen anayasa değişiklikleri sayesinde, Putin’in görev süresi sıfırlandı, kendisine 2036 yılına kadar iktidarda kalma şansı tanındı; ayrıca devlet başkanının yetkilerinin arttırılırken hükümet başkanının (başbakan) yetkileri tam tersine azaltıldı.
Her ne kadar başkent Moskova’da değişikliklerden yana oy kullananların oranı %65 ile ortalamanın altında kalarak dikkat çekse de şurası kesin, artık Rusya’da daha güçlü ve daha fazla yetkiye sahip bir Putin iktidarı var. Peki, Putin’in kafasında ne var? Öncelikleri neler olacak? Karşısında ne gibi çözümü güç sorunlar var? Putin, bu güce neden sahip olmak istedi?
Yeni dönemde “acaba”lara yer yok
Anayasadaki değişiklikler, Putin’in bugüne kadar izlediği siyaset ve yaptığı açıklamalar çerçevesinde değerlendirildiğinde bundan sonraki süreçte de Kremlin’in en önemli hedeflerinden birinin, Rusya Federasyonu’nun toprak bütünlüğünün korunması olduğunu görüyoruz.
Daha iktidarının ilk yıllarında “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) yıkılışının 20. yüzyılın en büyük felaketi olduğunu” dile getiren Putin, anayasa referandumundan sonra da “Sovyet anayasasında cumhuriyetlerin ayrılma hakkına sahip olduğunun yazılmış olması, tazyikli bir mayındı. Rusya bu hataları yapmamalı” şeklinde bir açıklama yaptı. Boris Yeltsin (1991 – 1999) döneminde cumhuriyetlere verilen hakların Putin döneminde tek tek geri alınmasını da anayasa değişikliği ile iktidarın tek bir kişide (devlet başkanında) toplanmasını da aynı çerçevede değerlendirmek gerekir.
Diğer bir deyişle Putin’in yeni dönemdeki önceliği, toprak bütünlüğünün korunması ve merkeziyetçi siyasetin arttırılması olacak. Başta Rusya ile Japonya arasında anlaşmazlığa sebep olan Kuril Adaları’nın statüsü olmak üzere sınırlarla ilgili bazı “acaba”lar da böylece rafa kaldırılmış oldu.
‘Güçlü Rusya’ hedefi ve bir türlü çözülemeyen sorunlar
Vladimir Putin’in ikinci önemli hedefi ise “güçlü bir Rusya’nın” yaratılmasıdır. Bu amaç, hem Putin’in geleceği hem de bağımsız bir dış politika izleyebilmek açısından önemli. Putin için elbette bu yeni bir hedef değil ancak aldığı önlemlere rağmen bugüne kadar tam olarak çözemediği sorunları artık çözmek, bu dönemin önceliği olarak öne çıkıyor. Giderek azalan nüfus sorunu, ekonomik vaziyet, enerji ve silah sanayisinin dışındaki diğer sanayi dallarının fazla gelişmemiş olması, bu sorunların başlıcaları.
İkinci ve üçüncü çocuklar için ailelere önemli miktarda ödemelerin yapılması, pandemi sürecinde ailelere çocuk başına yaklaşık 300 dolar destek sağlanması, yeni anayasada çocukların “ülkenin serveti” olduğunun ve onların çok yönlü olarak geliştirilmesi gerektiğinin belirtilmesi, Kremlin’in hem nüfus artışını sağlamak hem de yeni dönemde diğer ülkelerle rekabeti sağlayabilecek kalifiye, aynı zamanda da milliyetçi ve nispeten dindar bir nesil yetiştirmek istediğini gösteriyor.
İç politikada asıl sorun: Ekonomi
İç politikada Putin’den en büyük beklenti, ekonomideki sorunları çözmesi. Kremlin, SSCB’nin yıkılışından itibaren yaklaşık 30 yıl geçmesine rağmen ekonomide enerji kaynakları ile askerî teknoloji ihracatına olan bağlılığını azaltamadı. Bu da Rusya ekonomisini çok kırılgan kılıyor. Kaldı ki, Kırım meselesi dolayısıyla Batı’nın Rusya’ya uyguladığı ambargo, Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi, genel olarak bazı ülkeleri kendi yanında tutmak için Kremlin’in yaptığı harcamalar, Moskova’ya pahalıya mal oluyor. Rusya, uluslararası arenada prestijini arttırıp konumunu pekiştirmek için büyük paralar harcarken sağlık, eğitim, tarım ve hayvancılık alanlarında reform ve yatırım bekleniyor. Özellikle kırsal kesimlerde işsizlik de çok önemli bir diğer sorun olarak beliriyor. Dolayısıyla Putin’in önümüzdeki dönemde de iktidarda kalabilmesi için ekonomik meselelere daha fazla önem vermesi gerekiyor.
Putin’in gücü nereden kaynaklanıyor?
Peki, özellikle ekonomi alanında sorunlar varken Putin’in seçimlerde galip gelmesini ya da referandumda istediğini kolayca alması nasıl açıklanabilir?
Bu sonucu yalnızca muhalefetin veya demokratik ortamın yeterince alan bulamamasıyla izah etmek, doğru olmaz. Hâlâ insanların hafızasından silinmeyen Çeçenistan savaşlarının yaşandığı günler, metrolarda meydana gelen patlamalar, emeklilik maaşlarının dahi ödenemediği dönemler artık geride kaldı.
Putin Rusya’sı tüm eksikliklerine rağmen özellikle de Yeltsin döneminin Rusya’sı ile karşılaştırıldığında hem siyasi hem de ekonomik istikrara sahip bir ülke. Halk kitlelerinin bunu görmemesi mümkün değil. Nitekim bugüne kadar yaşları söz konusu kıyaslamaları yapmaya elverişli olan kimseler, Putin’in asıl destekçi kitlesini oluşturdu. Ancak bu olaylara şahit olmayan genç nesiller de yetişiyor. Dolayısıyla ekonomik sorunlara daha fazla önem verilmesi, yeni kuşağın desteğinin kazanılması açısından da önem arz ediyor.
Söz dinleyen değil, söz dinleten Rusya
Önümüzdeki dönem Rus dış politikasıyla ilgili bazı tahminler yürütmek mümkün. Bu konuda da Putin’in kendisinin açıklamalarına atıfta bulunmak, Moskova’nın planlarının anlaşılması açısından faydalı olacaktır. Putin, daha iktidarının ilk dönemlerine, “Rusya’nın söz dinleyen ülke değil de söz dinleten ülke olması gerektiğini” dile getirmişti. Kremlin, askerî üsler, yurtdışındaki Rus nüfus, Rus Ortodoks Kilisesi, enerji boru hatları, mevcut rejimlere verilen destek, ülkelerin Rusya’ya olan borçlarını silme siyaseti gibi dış politika araçları ve uygulamalar, Rusya’nın uluslararası arenadaki etkisini arttırdı. Bundan sonraki süreçte de Moskova, bu yükselişini devam ettirmek isteyecek.
Trump yönetimindeki Amerika siyasetinin tüm dünyada tepkiye yol açması, Avrupa Birliği’nin (AB) kendi içerisinde birçok sorunla karşı karşıya kalması ve özellikle pandemi sürecinde varlığının dahi sorgulanır hâle gelmesi, Avrupa’da güçlü liderlerin olmaması, Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer uluslararası örgütlerin küresel sorunlar karşısında kendilerinden beklenen müdahaleleri yapamamaları, Kremlin’in konumunu güçlendirme konusunda işini kolaylaştıran faktörler olarak beliriyor.
Rusya’ya yönelik yaptırımlar kalkar mı?
Öyle görülüyor ki, ABD – Rusya rekabeti tüm hızıyla devam edecek. Ancak ABD bu rekabette AB üyesi bazı ülkelerin desteğini kaybedeceğe benziyor. Bunun da birkaç önemli sebebi var. Başta Almanya ve İtalya olmak üzere Batı Avrupa ülkeleri kendileri de zarar gördüğünden Rusya’ya uygulanan yaptırımları artık kademe kademe kaldırmak istiyorlar. Uzun yıllardır inşası Avrupa’da tartışmalara yol açan Kuzey Akım – 2 Boru Hattı’yla ilgili son izinlerin de Avrupa ülkelerince verilmiş olması, bunun göstergelerinden biridir. Kaldı ki, çok zayıf ve güçsüz bir Rusya da özellikle güvenlik açısından Avrupa’nın işine yaramaz. Dolayısıyla Rusya – AB ilişkilerinin gelişmesi, her iki tarafın da çıkarınadır.
AB ülkeleri ile ticarî münasebetlerin eski seviyeye çıkartılması, enerji projelerinin devam ettirilmesi, Rusya’ya rahat bir nefes aldıracaktır. Yakın zamana kadar başta Polonya ile Baltık ülkeleri, bu ilişkilerin gelişiminde engel olmaya çalışsalar da Covid-19 sonrasında her ülke kendi çıkarlarını daha fazla gözetecektir. Rusya’nın son dönemde Almanya ve Fransa ile telefon trafiğini arttırması ve sürekli “ortak tehditler” konusunu gündeme getirmesi, tarafların Avrupa merkezli yeni bir yapılandırılmaya gitme ihtimalinin konuşulmasına da neden oluyor.
Çin müteffik mi rakip mi?
Diğer taraftan AB ile ilişkiler, Rusya için yalnızca ABD ile rekabet açısından değil, Çin ile münasebetlerin dengelenmesi açısından da önemli. Görünürde bugün Rusya ile Çin arasında bir sorun olmayıp iki ülke BM Güvenlik Konseyi’nde birbirlerini destekliyor, Şangay İş birliği Örgütü çerçevesinde ABD’nin bölgedeki etkisini azaltmaya çalışıyorlar. Ticaret ve enerji alanındaki iş birliği de tüm hızıyla devam ediyor. Ancak Çin’in gittikçe güçlenmesi, uzun vadede şüphesiz Rusya’nın başta Orta Asya olmak üzere yakın çevre siyaseti açısından tehdit oluşturuyor.
Dolayısıyla ABD-Çin rekabeti, Moskova’nın işine yaradığı gibi Moskova, AB ile ilişkilerini arttırarak ayrıca her ikisine karşı da güçlenmeye gayret ediyor.
Diğer bir deyişle Rusya önümüzdeki dönemde Çin ile çok yönlü iş birliğini devam ettirmeye, Çin-ABD rekabetini uzaktan izlemeye, AB ile münasebetlerini de eski seviyeye çıkartmak için gayret sarf etmeye çalışacaktır. ABD ile münasebetler ise Soğuk Savaş’ı andırır seviyede, üçünü ülkelerin topraklarında doğrudan çatışmaya girilmeden sert bir mücadele çerçevesinde sürdürülecektir.
Suriye politikası: Kazanımlarını kaybetme ve enerjiden pay al!
Rusya’nın bölgesel siyasetinde de pek değişiklik beklenmiyor. Rusya, son yıllarda Baltık Cumhuriyetleri ile Ukrayna dışında eski Sovyet coğrafyasında etkisini arttırmış, yine Sovyetlerin bir ara güçlü olduğu Orta Doğu’da önemli kazanımlar elde etmişti. Yine Sovyetlerin güçlü olduğu Balkanlar ile Uzak Doğu’da ise Moskova’nın bu dönüşü yapması mümkün değildi. Zira Balkanlar’ın büyük bir kısmı NATO ve AB üyesi olmuş, Uzak Doğu ise Çin’in etkisi altına girmiş durumda. Bundan dolayıdır ki Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu coğrafyasının dışında ayrıca Orta Doğu ve Afrika’ya önem veriyor. Gerek Suriye gerekse de Libya’daki gelişmeler bunun önemli bir göstergesi.
Arap Baharı, Rusya’nın bölgedeki çıkarlarına büyük zarar verse de sonrasında yaşanan gelişmeler (ABD’nin devrimler sonrasında çekilmesi, Rusya’nın mevcut rejimleri sonuna kadar desteklemesi, bölge ülkelerinin borçlarını silmesi vs.) Moskova’nın yeniden bölgeye dönüşünü sağladı. Moskova, bundan sonraki süreçte de hem başta askerî üs olmak üzere Suriye müdahalesiyle elde ettiği kazanımlarını elde tutmaya hem de enerji projelerinden pay almaya gayret edecektir. Bunları sağlamak ve bölgedeki tüm sorunların çözümünde aktif rol oynamak için de geçtiğimiz yıllarda izlediği siyaset ile kendisi için uygun bir zemin hazırlamış bulunuyor. 2019’da Soçi’de Rusya-Afrika Zirvesi’nin düzenlenmesi ise önümüzdeki yıllarda Rusya’nın bu kıtaya da daha fazla önem vereceğinin bir göstergesidir.
Vladimir Putin gerçekleştirdiği referandum ile ülke içerisinde konumunu güçlendirdiği gibi aldığı sonuç ile Batı’ya da izlediği siyasetinin halk tarafından desteklendiğini göstermiş oldu. Ancak Putin’in bu destekte, kendisinin “eski başarıları” ile uluslararası arenadaki genel havanın da etkisinin olduğunu görmesi ve yeni dönemde Rusya’nın özellikle ekonomi alandaki sorunlarını çözmesi gerekiyor. Aksi takdirde Rus liderin 2036’ya kadar seçilme hakkı olmasına rağmen, kuşak değişimi sürecinde 1990’lı yıllarda parçalanma tehlikesi yaşayan Rusya’yı da II. Dünya Savaşı’ndaki kahramanlıkları da ancak kitaplardan okuyan gençlerin desteğini alması mümkün olamaz. Zira çocuklar ve gençler anayasanın yenilenmiş hâlinde belirtildiği gibi hem “ülkenin serveti” hem de bir anlamda geleceğinin anahtarı konumundalar.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 15 Temmuz 2020’de yayımlanmıştır.